Bedâ, bir kimsenin, önceden sonunu bir türlü kestiremediği bir şey hakkında, daha sonra kesin bir karara varması anlamına gelen Arapça bir sözcüktür.
Bu sözcük, bazılarının, Allah'ın ilim, irâde ve tekvin sıfatlarına ilişkin bir inanışlarına verilen addır. Onlardaki bu inanış: Sözde, Allah Teâlâ'nın, daha önce belli şartlarda meydana geleceğini bildiği bir olayı daha sonra değiştirmesi anlamına gelir.
Tabiatıyla bu, Allah'ın (hâşâ) yanılmak, önceden bir şeyi kestirememek, ya da birtakım hesaplar yaparak görüş ve karar değiştirmek gibi -yaratıklara mahsus- bir bocalama ve çelişki içine düşmesi demektir ki Allah Teâlâ böyle bir eksiklikten münezzehtir.
Kesinlikle ifade etmek gerekir ki "Bedâ" kavramının İslâm inancında hiç bir yeri yoktur. Allah Teâlâ her şeyi ezelî ilmiyle önceden bilmektedir ve geleceği nasıl biliyorsa olayların tümü, istisnâsız O'nun bildiği şekilde, buyurduğu ve belirlediği doğrultuda cereyan eder ve olup biter.[1]
Ölüm bir sünnetullah, Allah’ın evrendeki değişmez İlâhî kanunu olduğundan, ondan kaçılamaz. Eğer Yüce Allah ölümü yaratmayıp da insanlar ölmeseydi, ihtiyarlayıp ölümü nimet sayanların hali ve şimdiden dünyanın insanlara dar gelmeye başlaması karşısında durumumuz ne olurdu, bir düşünün! Bunu düşününce ölümde büyük bir hikmet ve isâbet bulunduğunu anlarız. Bununla birlikte, Yüce Allah intiharı yasaklayarak, hayatımızı korumakla mükellef kıldığı gibi, başkasının hayatına kast etmeyi de men ediyor. Öldürmek Allah’a mahsustur, verdiği canı O alır. Öldürülen kimsenin katiline cezâ verilmesi, öldürdüğü için (öldürme fiilini yarattığı için) değil, Allah’ın haram kıldığı bir fiili işlediği için verilir. Ölümü yaratan Allah’tır. Ölenin eceli gelip hayatı sona ereceği an yaklaşınca katil onun ölümüne sebep olur. El-Muhyî, er-Razzâk, el-Mü’mît olan yalnız Allah’tır. Her şeyi yaratan ve yarattıkları tüm canlıların rızkını veren Allah Teâlâ olduğu gibi onları yok edip öldüren de O’dur. Diriltmek ve öldürmek O’nun takdir ve yaratmasıyladır. Her canlının belli ve takdir edilmiş bir eceli vardır. Tabiat varlıklarının belli bir ömrü, bir işlev süresi vardır (13/Ra’d, 2; 31/Lokman, 29; 35/Fâtır, 13; 39/Zümer, 5). Bütün doğa varlıklarının olduğu gibi, insanların ve tüm canlıların belli bir yaşama süresi vardır. O süreden ne az, ne de çok yaşamak mümkündür. Buna ecel diyoruz.
Öldürülmüş olan bir insan, Allah yanında mukadder olan eceli ile ölür. İnsan, kazâ ve kader olarak Allah’ın ilminin ezelde ne sûretle takdir edildiğini bilmez. Ona düşen görev, Allah’ın emrettiği şekilde hayatını koruyup kendi ecelinin gelmesine sebep olmamak ve başkasının hayatına tecâvüz etmemektir. Allah’ın verdiği canı almak, yine Allah’a aittir. Bunun içindir ki, bir insanın canına kıymış olan insan cezâsını görür. Çünkü kendi irâde ve tercihi ile onun ecelinin gelmesine, o adamın ölmesine sebep olmuş ve Allah’ın râzı olmadığı çirkin bir işi yapmış ve Allah’ın emrine karşı gelmiştir.
"Allah'ın emir ve kazası (izni) olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O (ölüm), belli bir süreye/ecele göre yazılmıştır..." (3/Âl-i İmrân, 145). İnsan, kendisine tanınan süreden eksik veya fazla yaşayamayacağına göre, ölmemek için savaştan kaçmakla ölümden kurtulamaz (3/Âl-i İmrân, 145, 156, 185; 4/Nisâ, 78; 33/Ahzâb, 16).
"...Şöyle de: 'Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi..." (3/Âl-i İmrân, 154). "Ey iman edenler! Siz, inkâr edenler gibi, yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında, 'eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi' diyenler gibi olmayın. Allah bu kanaati onların kalplerine (kaybettikleri yakınları için onulmaz) bir hasret (yarası) olarak koydu. Hayatı veren de, alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür." (3/Âl-i İmrân, 156-158). "(Evlerinde) Oturup da kardeşleri hakkında, 'bize uysalardı öldürülmezlerdi' diyenlere, 'eğer doğru sözlü insanlarsanız, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!' de. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın! Bilâkis onlar diridirler... (3/Âl-i İmrân, 168-170)
Çeşitli bahanelerle Uhud Savaşından kaçıp çekilmiş olan münâfıklar, savaşta ölmüş olan akrabâ ve tanıdıklarının haberini alınca: “Eğer bizim yanımızda olsalardı, ölmezler, öldürülmezlerdi” demişlerdi. Bu tür sözler, onların yüreklerindeki derdi artırmaktan başka bir şey sağlamaz. Çünkü Allah’ın takdirini inkâr, her işi insanın kendi kusuruna bağlamak, insanı bunalıma sokar. Gerçekte her şey Allah’ın takdirine bağlıdır. Ecel gelmedikçe insan ölmez. Savaşta ölen, eceli sona erdiği ve cephede öleceği takdir edildiği için ölür. Eceli dolmamış insanı Yüce Allah, kurşunlar, bombalar arasından kurtarıp yaşatır. Allah’ın kaderine böyle iman eden, tesellî ve huzur bulur. Korkunun ecele faydası yoktur, ölümden kaçmak mümkün değildir. "(Rasûlüm!) De ki: 'Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise,) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir." (33/Ahzâb, 16)