Işığını başkasına borçlu olmayan bizatihi mutlak nur, âlemleri nurlandıran, varlığı rahmet nuruyla kuşatan Allah'tır. "Allah, göklerin ve yerin (tüm kâinatın) nurudur." (24/Nur, 35) Mutlak nura, hatta o nurun tecelli etmesine (yansımasına) insan tahammül edemeyeceği gibi, aynı zamanda onu tümüyle kavrayamaz. Nitekim, Hz. Musa, Allah'ı görmek istediğinde, ona, Allah'ın nurunun tecelli edeceği dağa bakması söylendi ve Musa (a.s.) bu tecelliye bile dayanamayarak kendinden geçip bayıldı (7/A'râf, 143). Işık, görmeyi sağlamasına rağmen, şiddetli hale geldiğinde, bizzat kendisi görmeye engel olmaktadır. Cenab-ı Hakk'ın en açık ve en aydın varlık olmasına rağmen görülememesi bununla ilgili kabul edilmiştir. Yani O, "zuhurunun şiddetinden ötürü gizlidir." Buradaki "gizli", bizim tarafımızdan görülemez anlamındadır.
"Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvası gibidir. Kandil cam içindedir. Cam da sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Ne tam doğuda ne de tam batıda olan mübarek bir zeytin ağacının yağıyla tutuşturulur. Yağ neredeyse ateş değmeden bile tutuşup ışık verecek kadar saf ve parlaktır. Bu, nur üstüne nurdur. Allah, dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. Allah, her şeyi çok iyi bilendir." (24/Nur, 35) Bu ayet, sınırsız olanı sınırlı olan insan idrakine yakınlaştırmak için bir örnektir. Göklerde ve yerlerde bulunan bütün varlıkları aydınlatan, dilediğini nuruyla hidayete erdiren Allah kastedilmektedir. Allah, nurun yaratıcısı, var edicisidir: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, zulumâtı ve nuru (karanlıkları ve aydınlığı) var eden Allah'a mahsustur." (6/En'âm, 1)
Nur, kendisi görünen ve eşyayı görünür kılan şeydir. İnsan zihni, nuru bu anlamıyla düşünür. Nurun yokluğu karanlık, görünmezlik ve geçilmezliktir. Öte yandan görünebilirlik olduğu ve eşya göze göründüğü zaman, insan, nur (ışık) vardır der. Allah'a bu temel anlamıyla "Nur" denmiştir. İnsanın Allah için kullandığı tüm kelimeler, fizikî çağrışımlardan uzak temel anlamlarıyladır. Sözgelimi, Allah'la ilgili "görme" kelimesini kullandığımız zaman, bu, hiçbir zaman Allah'ın insanlar veya başka yaratıklar gibi kendisiyle gördüğü gözü bulunduğu anlamına gelmez. Bu kelime, Allah hakkında mecazî anlamda kullanılmakta olup, ancak zayıf akıllı birisi, işitmenin, görmenin bizim algıladığımız sınırlı ve dar anlam dışında mümkün olamayacağı yanılgısına düşer. Yine "nur" kelimesini, ışıklı bir cisimden çıkan ve ağtabakaya çarpan fizikî ışık anlamında kullanmak kısa görüşlülük olacaktır. Bu kelime Allah hakkında da ve sınırlı anlamıyla değil; ancak mutlak anlamıyla kullanılır. Yani evrende yalnızca O, tezahürün, görünmenin, ortaya çıkmanın gerçek ve asıl nedenidir. Aksi halde kâinatta karanlıktan başka hiçbir şey olmaz. Işık veren ve başka şeyleri aydınlatan her şey, ışığını O'ndan alır, hiçbir şeyin ışığı kendinden değildir.[1]
Allah, nasıl değişik isimlerini evrende sergiliyor ve bu isimler tecelli ediyorsa, evrenin bütününde Nur ismiyle de tecelli etmektedir. Evrendeki her varlığın yansıttığı nur Allah'ın nurudur; veya onun nurundandır.
Allah için kullanılan "nur" kelimesinden; her şeyi kuşatan ve aydınlatan, vahyinin ve o vahyin içerdiği kurtuluş ve gerçek iç aydınlığının kastedildiğini belirten ayetler vardır. "Onlar, ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah, nurunu mutlaka tamamlayacaktır." (9/Tevbe, 32; 61/Saf, 8) Buradaki nur, Rasülüllah'a vahyedilen İslam'dır.