Ribat veya râbıta bir âyette şöyle geçmektedir: “Ey iman edenler! Sabredin, sabretmekte direnin (veya yarışın), ribat yapın (cihada hazırlıklı olun; birbirinize bağlanın, kenetlenin, irtibatlı olun) ve Allah’tan hakkıyla sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (3/Âl-i İmran, 200)
Tasavvuf ehli bu âyette geçen ‘rabitû-ribat yapın’ emrini, ‘râbıta yapın’ şeklinde yorumlarlar. Onlara göre râbıta, müridin (tasavvuf yoluna girenin) şeyhini (hocasını) düşünerek, kalbinden dünyayı çıkarması, şeyhi aracılığıyla kalbini Allah’a ve Peygamber’e bağlamaya çalışması demektir.
Onlara göre mürid sürekli Allah’ı düşünmelidir, O’nunla bağ kurmalıdır. Bunu tek başına başaramazsa şeyhiyle bu bağı (râbıtayı) kurar. Râbıta ânında diz üstü çöker, gözlerini yumar ve şeyhini hayal ederek, Hz. Muhammed’le ve Allah’la mânevî bağ kurmaya çalışır.
Ancak yukarıdaki âyete ve bu âyetin tefsirlerine baktığımız zaman böylesine bir ‘râbıta’nın kasdedilmediği kolaylıkla anlaşılır. Âyette geçen sabretmek ve musâbere yapmak (sabretmekte direnmek), ribat yapmak bir yönüyle cihadla, bir yönüyle de imanı korumakla, ibâdette sabretmek ve Allah’tan hakkıyla çekinmekle ilgilidir.
‘Râbıta, ribat, murâbıt’ daha çok birer cihad terimidir. Bu hem dış düşmanlara karşı hem de imanın iç düşmanlarına karşı bir cihad anlayışını kapsar. Âyette geçen sabır; nefsi kendisinde bulunan zorluklara katlandırmaktır. Musabere ise, nefsi hem kendisindeki hem de kendi dışındaki zorluklara katlandırmaktır. Meselâ hastalık nefsin kendindendir. Hastalığa dayanmak sabırdır. Allah yolunda çalışmak ise nefsin dışındaki bir zorluktur. Nefsin o zorluğa katlanması ise ‘musâbere’dir. Âyette hem sabredin, hem de sabretmekte direnin, yani ‘musâbere’ edin bu anlamdadır (Allahu a’lem).
‘Ribat’, bir anlamda nefsi güzel şeylere yöneltmektir. Güzel işlerin başında Allah yolunda mücâdele için hazırlık yapmak, Allah yolunda cihad etmek ve nöbet beklemek, nefsi namaza ve diğer ibâdetlere bağlamak gelir. Ribat yapmanın faziletini Peygamberimiz bazı hadislerinde bildirmektedir[1]
Âl-i İmran Şûresi 200. âyette; gerektiği zaman düşmana karşı saf bağlamak, müslümanların sınırlarında onları korumak üzere nöbet beklemek, İslâm düşmanlarına karşı devamlı hazırlıklı olmak, bir namazdan sonra diğerini beklemek ve Allah yolunda gerektiği gibi sabırlı olmak tavsiye edilmiş olabilir[2]
Görüldüğü gibi ribat veya râbıta cihadla, sabırla, ibâdetlere bağlanmakla ilgili kavramlardır. Tasavvufçuların anladığı gibi bir anlam taşımamaktadırlar. Ne peygamberimiz, ne sahabeler, ne de sonradan gelen büyük âlimler böylesine bir râbıtaya başvurdular. Bu anlamda râbıta, sonradan uydurulmuş bir şeydir. Bu âyet aynı zamanda mü’minlere, birbirlerine bağlanmalarını, birbirlerine destek olmalarını, toplu bir şekilde İslâm ümmeti bağını güçlendirmelerini de emrediyor.
Nitekim Kur’an’ın birçok âyetinde mü’minlerin birlik olmaları emrediliyor, onların kardeş oldukları vurgulanıyor. Müslümanların cemaat olmalarının, Kur’an’a topyekûn sarılmalarının din ve dünya açısından sayısız faydaları vardır. İslâm, kişiyi Allah’a bağlayan ve kurtuluşa götüren bir dindir. Herkes kendi sorumluluğunu kendisi taşır. Ancak İslâm, en iyi şekilde, bir müslüman cemaat arasında, onlarla beraber yaşanabilir.
Şeytan ve onun yardımcıları müslümanları zayıflatmaktan ve İslâmın varlığını ortadan kaldırmaktan hiç bir zaman geri kalmadılar ve kalmayacaklar. Müslümanlar, cemaat halinde kuvvetli olurlar ve bu şekilde düşmanlarının zararını rahatlıkla savarlar. Rabbimiz, mü’minlerin her konuda, özellikle Allah’ın dinini koruma hususunda birbirlerine kuvvetli bağlarla bağlanmalarını, birbirlerine ‘rabt’ olmalarını istiyor. Bu bağ, sabır, tahammül, birbirlerinin ayıbını ve eksiğini örterek, birbirlerinin farklı görüşlerini hoş görerek, birbirlerinin zayıf taraflarını kapatarak olacaktır.
Tarihî olaylar ve bugün içerisinde yaşadığımız gerçekler, İslâm ümmetinin çektiği acılar karşısında bu ‘rabitû-birbirinize bağlanın, kenetlenin, irtibatlı olun’ emri ne kadar yerindedir. Mü’minler inandıkları Kitabın hükümlerini yerine getirirlerse düzlüğe çıkacaklardır. Âl-i İmran sûresinin 200. âyetinin bu şekilde de anlaşılması mümkündür. En doğrusunu ise yalnızca Rabbimiz bilir. Ribat kavramı Kur’an’da ‘savaş için bağlanıp beslenen atlar ve düşmana karşı nöbet bekleme’ anlamında kullanıldığını tekrar hatırlayalım. Ancak zaman içerisinde ‘ribat’ daha geniş bir mânâ kazanmıştır.
İslâm hukukçuları ribatı; müslümanları saldırgan düşmana karşı korumak için sınırlarda beklemek diye tanımlamışlardır. Bu da, süvârîlerin (atlı askerlerin) atlarını bağlamalarından (ribâtü’l hayl) gelen bir anlamdır.
Ribat başlangıçta yalnızca nöbet beklemeyi ifade ederken, zamanla sınır boylarında nöbet hakkında kullanılmış ve mücâhidlerin barınmaları, düşmanı gözetlemek için yapılan yerlere ad olmuştur. Bu ribatlar ayrıca mücâhidlerin yetişme ve nefis eğitim yerleri, müslümanların tehlike ânında sığınma mekânları da olmuşlardır. Bir kısmı da zamanla kervansaray gibi kullanılmışlardır.
Mü’minler, Kur’an’ın emrine uyarak imanlarını ve İslâmî hayatlarını sabrederek, sabırda yarışarak korumalıdırlar. Bunun için kalplerinin, ailelerinin ve İslâm vatanının kapılarında gereği gibi ve bir nöbetçi dikkatiyle beklemeliler. Gönülleri de imanlarıyla ve Kur’an’la irtibatlı olmalıdır.[3]
Râbıta; Bağlantı, bağlantı vâsıtası, bağlılık, tutarlılık, tertip, düzen, bağ, münâsebet, ilgi; müridin, şeyhini düşünerek, kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vâsıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.s)'e ve Allah'a kalbini bağlaması anlamında bir tasavvufî terimdir. "Râbıta" Arapça bir kelime olup, "r-b-t" kökünden türemiş bir isimdir. Çoğulu "revâtib"dir.
Kur'an'da "râbıta" kelimesi geçmemekle beraber, kökü olan "r.b.t" mâzî fiili iki yerde, muzârîsi olan "yerbitü" bir yerde, emri çoğul olarak "râbitû" şeklinde bir yerde ve aynı kökten gelen "ribât" ismi de bir yerde geçmektedir[4]
Bütün bu âyetlerde geçen bu kelimeler, birbirlerine yakın mânâlar ifâde etmektedirler. Hemen hemen hepsinde "bağ, bağlantı, bağlılık" mânâları için kullanılmışlardır: “(Ashâb-ı Kehf'in) kalplerini (sabır ve metânetle) bağla(yıp kuvvetlendir)miştik" (18/Kehf, 14); "Mûsâ'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı. Eğer biz (va'dimize) inananlardan olması için onun kalbini iyice pekiştirmemiş (sabır ve sükûnete bağlamamış -rabetnâ-) olsaydık, neredeyse işi açığa vuracaktı" (28/Kasas, 10); "O zaman sizi, Allah'tan bir güven almak üzere hafif bir uyku bürüyordu; üzerinize sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (içinize attığı kötü düşünceleri) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak (li-yerbita) ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu. " (8/Enfâl, 11)
Bu âyetlerde geçen "r.b.t" kelimesi, insanı sabır, sükûnet ve metânette sâbit kılmak, ona bu duyguyu vererek itmînâna kavuşturmak demektir[5]
Bazen de, "ribât" kelimesi, bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları) mânâsını ifâde etmektedir: "Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları -ribâtu’l-hayl-) hazırlayın. Bununla Allahın düşmanını, sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız, tam olarak size ödenir ve hiç haksızlığa uğratılmazsınız." (8/Enfâl, 60)
"Râbitû" şeklindeki emrin bulunduğu âyetin meâli de şöyledir: "Ey iman edenler, sabredin; direnip (düşman karşısında) sebât gösterin; üstün gelin; cihat için hazır ve râbıtalı olun." (3/Âl-i İmran, 200). Bu âyette söz konusu olan "râbıta''nın ne demek olduğu hususunda âlimlerin farklı yorumları vardır. Âlimlerin bu husustaki değişik tariflerini şöyle sıralamamız mümkündür:
1- Atlarla saf bağlayıp tam bir irtibat halinde düşmana karşı durmak.
2- Düşman hudutlarındaki karakolları beklemek.
3- Allah düşmanlarının saldırısını önlemek için nöbet beklemek.
4- Bir namazdan sonra diğer namazı beklemek[6]
Bazıları da bu âyette kastedilen râbıtanın tasavvufî mânâda olduğunu söylemişlerdir[7] Mutasavvıflar râbıta'yı, müridin şeyhini düşünerek kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vâsıtası ile Hz. Peygamber (s.a.s)'e ve Allah'a kalbini bağlaması şeklinde anlamışlardır. Hemen hemen bütün tarikatlarda râbıta vardır. Bilhassa Nakşîbendiyyenin ıstılahlarındandır. Tarikat ehli, râbıtayı âyet ve hadise dayandırmaktadır. Onlara göre, "Sâdıklarla birlikte olun" (9/Tevbe, 119) gibi âyetler ve "Kişi sevdiğiyle beraberdir"[8] gibi hadisler, râbıtanın câiz olduğunu göstermektedir[9]
Tasavvufta, kişi doğrudan doğruya Allah'ı düşünür, bir nevi Allah ile mânevî bir bağ kurar ve hep O'nunla beraber olduğunu tasavvur eder. Bu şekilde mânevî bir bağ kuramazsa, bağlı bulunduğu mürşidini düşünür. Onun bağlı bulunduğu şeyhlerin silsilesi ile Hz. Muhammed (s.a.s)'e ulaşır. O'nun vâsıtası ile de Allah'a ulaşır ve O'nunla mânevî bağ kurar. Tasavvuftaki râbıta, bu şekilde dolaylı yoldan Allah'a gitmek ve aracılar vâsıtasıyla O'nunla mânevî bağ kurmaktır. Doğrudan Allah ile mânevî irtibat kuramayanlara bu şekildeki râbıta tavsiye edilmiştir. Aksi hallerde buna lüzum görülmemiştir[10]
Peygamberimiz (s.a.s)'in de, râbıta ve ribat hakkında söylemiş olduğu hayli hadis vardır. O'nun bu hadislerinden bazıları şöyledir:
"Bir gün Allah yolunda ribatta bulunmak, dünya ve dünyada bulanan her şeyden daha hayırlıdır"[11]
“Allah'ın, onunla hataları affedip bağışlayacağı, dereceleri yükselteceği bir şeyi size söyleyeyim mi? Abdest üstüne abdest almak, camide cemaatle namaz kılmaya devam etmek ve her namazdan sonra diğer namazı beklemek. İşte ribat budur! İşte ribat budur! İşte ribat budur!"[12]
"Kim bir günlük (yirmi dört saatlık) ribatta bulunursa, bir aylık oruç ve ibâdetten daha fazla sevap kazanmış olur."[13]
Bütün bu âyet ve hadislerden anlaşıldığı gibi, râbıta, çeşitli mânâlar için kullanılmıştır. Ancak daha çok bir cihad terimidir. Âyet ve hadislerin çoğunda râbıta, Allah ve Peygamberin düşmanlarına karşı silâhlanma, cihad için hazırlıklı olma, müslümanlarla kâfirlerin arasındaki hudut karakollarında nöbet bekleme ve bu duygulara sıkı sıkıya bağlı olma demektir. Buna göre âyet ve hadislerde kasdedilen anlamlardan mutasavvıfların uygulamasını destekleyecek en ufak bir işaret yoktur. Âyet ve hadislerde dile getirilen cihad ruhunu meskenete çevirmekten başka bir şey yapmayan mutasavvıflar Kur'an ve hadislerdeki bu ribat kelimesini çok yanlış bir alana çekmişlerdir. Hiçbir sahâbî Rasûlullah'ı aracı kılarak râbıta yapmadığı gibi, tâbiînden hiçbir kimse de sahâbe'yi aracı kılarak râbıta yapmamıştır. Râbıtanın bu şekildeki uygulaması tarikatların Hicrî yedinci yüzyıldan sonraki dönemlerde uydurdukları bir bid'attir.[14]
[1] Müslim, Tahâre 40, İmâre 163; İbn Mâce, Cihad 7 vb.
[2] Muh. İbn Kesir, 1/351
[3] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 513-517
[4] 18/Kehf, 14; 28/Kasas, 10; 8/Enfâl, 11, 60; 3/Âl-i İmran, 200.
[5] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kâhire 1977, IV, 216; el-Beydâvî, el-Envâr, Mısır 1955, II, 3.
[6] et-Taberî, Camiul-Beyân an Te'vili Âyi’l-Kur'an, Mısır 1954, IV, 221 v.d.; el-Kurtubî, el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur'an, Mısır 1967, IV, 323 vd.; er-Razî, et-Tefsiru’l-Kebir, IX, 156.
[7] Muhammed Vehbi, Hulâsetul-Beyân fi Tefsiril-Kur'an, Şehzadebaşı 1341-1343, III, 289.
[8] Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr 165; Tirmizî, Zühd 50
[9] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Y. İstanbul 1991, Râbıta maddesi
[10] M. Halid, Râbıta Hakkında Risâle, İstanbul 1924, s. 238; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1990, s. 447.
[11] Buhârî, Cihad 73; Müslim, İmâre 163; Nesâî, Cihâd 39; İbn Mâce, Cihâd 7
[12] Müslim, Tahâret 41; Tirmizî, Tahâret 39; Nesâî, Tahâret 106; Muvattâ, Sefer 55
[13] Nesâî, Cihad 39; Tirmizî, Fezâilu’l-Cihâd 35; İbn Mâce, Cihâd 7
[14] Nureddin Turgay, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 5, s. 212-213