İnsanlık tarihinin belki de ilk dönemlerine kadar uzanan ve insanları üzerinde düşündürmeye sevk eden ruh kavramının doğuşunu ilk insanın Allah’tan vahiy alan bir peygamber olmasıyla izah etmek mümkündür. Ruh, insanların vahiy çizgisinden sapmalar gösterip, putperest yönelişlere meyletmeleriyle birlikte, değişik anlamları içeren ve tapınma, korku, ümit gibi hisleri harekete geçiren bir doğa üstü varlık haline geldi. İlkel puta tapıcılık dinlerinde, cansız, donuk cisimlerden yapılan şekil verilmiş putlar veya kutsal sayılan diğer cansız varlıklar, hareketsiz oldukları ve yerlerinden kımıldamaya güç yetiremeyecekleri bilindiği halde onlara tapınılır ve onlardan isteklerde bulunulurdu. Bu, çağdaş putperest toplumlarda devam eden bir davranış şekli olarak varlığını sürdürmektedir. İnsanların böyle bir yola sapmalarının sebebi, tapındıkları bu cisimlerde rûhî bir kuvvetin ve yaptırım gücünün var olduğuna inanılmasıdır.
Hıristiyanlıktaki ruh anlayışı da şirk ögeleri taşır. Hıristiyanlıkta ruh, antik batının putperest etkisiyle vahiy gerçeğinden farklı bir platforma oturtulmuştur. Meselâ, Allah bir rûh olarak telakki edilir ve Ruhu’l-Kudüs (Cebrâil), teslis inancının bir unsuru olarak Allah’a şirk koşulur. Öte taraftan, insanlara ait ruhlar konusunda da birtakım gerçek dışı ve mesnetsiz iddialar ortaya atılmıştır. Meselâ, muharref İncil’de şöyle denir: “Ruh, rüzgâr gibi, istediği yere eser. Rab ile birleşen onunla bir ruh olur.”
Ruhu inkâr eden materyalist Batı kültürü, yine kendi içinden, karşıt yanlışı olan spritualizmi/ruhçuluğu ortaya çıkararak ruhu ve onun etkinliğini abartılı bir şekilde insana sunarak, şirk unsuru haline getirmiştir. Hollywood filmleriyle herkesin evine rahatça giren ve insanımızı etkileyen Batı, kötü ruh ve onun egemenliğini, insanı ve evreni ele geçirme mücadelesini, şeytan ve satanizmi bazen câzip ve bazen abartılı olumsuz etkinliğini korku motifleriyle insan ruhuna kazıyor.