Kelime-i Şehâdet Getirmek

 

İslâm’ın, halk açısından anlaşılamayan yönlerinden biri de kelime-i şehâdet getirme meselesinde kendisini göstermektedir. Bilindiği gibi, matematikte bir problemi çözerken formülü yanlış uygularsanız sonuç da yanlış çıkar. Kelime-i şehâdet de İslâm’ın formülüdür. İlk etapta bunu doğru anlarsak, neye ve nasıl şâhidlik yapacağımızı da doğru anlamış ve doğru yaşamış oluruz.

Kelime-i şehâdeti mânâ olarak hatırlayalım: “Ben şâhidlik ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Ve ben yine şehâdet ederim ki Hz. Muhammed (s.a.s.) O’nun kulu ve rasûlü/elçisidir.” Bilindiği gibi, günümüzde bir insan, müslüman olmak istediği zaman, ona birtakım telkinlerden sonra hemen kelime-i şehâdet söylettirilir. Böylece o kişi İslâm’a dâhil edilmiş olur.

Her şeyden önce, kelime-i şehâdetle nelerin denmek istendiğini açıklayalım: İlâh; kendisine itaat edilen, sığınılan ve râzı edilmeye çalışılan varlık demektir. Buna göre şehâdet kelimesinin ilk cümlesini tekrar edelim: “Şâhidlik ederim ki Allah’tan başka ilâh (mutlak olarak itaat edilecek, sığınılacak ve râzı edilecek varlık) yoktur, ben tanımıyorum.” Bu, Allah’tan başkasına kayıtsız şartsız itaat etmemeyi ve sadece O’nun emir ve yasaklarına uyarak yaşamayı gerektirir.

O halde kelime-i şehâdet getirmek, insanlara şunu haykırmaktır: “Ey insanlar! Artık ben Allah’tan başkasına itaat etmeyeceğime şâhidlik edeceğim. Siz de benim hayatımda Allah’tan başkasına ait kuralların olmadığını göreceksiniz.” Yani buradaki şehâdet, sözlü değil; fiilîdir/eylemseldir.

İkinci cümleye gelince: “Ve yine şâhidlik ederim ki, Hz. Muhammed (s.a.s.) O’nun kulu ve elçisidir.” Elçi; bir şeyi birinden alıp bir başkasına götüren kimsedir. Padişahlar ferman yazıp elçilerine verir ve istedikleri kimselere gönderirler. Dolayısıyla padişaha giden yolu en iyi bilen o elçidir. Tıpkı bunun gibi peygamberler de Allah ile insanlar arasında elçidirler. Allah’tan aldıklarını insanlara iletirler. Bu örnekte elçi, nasıl padişaha giden yolu en iyi bilen kişi ise, Allah’a giden, O’nun râzı olduğu yolu en iyi bilen de peygamberlerdir. Öyleyse, teklife muhâtap insanlardan, Allah’a gitmek ve Allah’ı râzı etmek isteyen olursa, yapacağı şey, kendisine gelen peygamberi örnek/önder kabul edip onun gibi inanıp yaşamaktır.

İşte “Hz. Peygamber’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şâhidlik ederim” diyenler de, gerçekte şunu söylemiş olurlar: “Ey insanlar! Benim için, beni Allah’a götürecek tek önder Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Ben Allah’a itaat ederken O’nun kulu ve elçisi gibi itaat etmeye çalışacağım. O benim için örnektir.” Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Sizin için Allah’ı ve âhiret gününü arzu edenler ve Allah’ı çok zikredip ananlar için Allah’ın peygamberinde pek güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb: 33/21)

Ashâb, şehâdeti böyle anladı ve böyle yaşadı. Yoksa, bugün olduğu gibi, sadece diliyle kelime-i şehâdeti söyle ve bir ömür boyu hayatını pek fazla değiştirmeden yaşa! Hayır, böyle bir anlayış İslâm’ın ruhuna aykırıdır. Öyle bir yaşam ortaya koyacaksın ki, sen dilinle “ben müslümanım” demesen bile, dışarıdan bakanlar sana “müslüman” demeliler. İşte şehâdet budur. Sadece söylenen bir söz değil; aynı zamanda yaşanan bir hayattır. Aksi takdirde pek bir anlamı olmaz. Şehâdet getirmek, getirmeyenlerden farklı olmaktır.[1]  Şehâdet, Allah’la ve mü’minlerle bir antlaşma imzasıdır; bir sözleşmedir. Mü’minlere ait bütün haklardan yararlanmak için, mü’minlere ait bütün görevleri yerine getirme sözüdür. Cennet karşılığında bir alışveriş akdidir.[2]


 

[1] Hasan Eker, Şehâdet Bilinci, s. 99-102

[2] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.