“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105; Ebû Dâvud, Edeb 80; Tirmizî, Birr 46; İbn Mâce, Mukaddime 7, Duâ 5)
“(Sözde ve işte) Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk, şüphesiz hayır ile beraberdir (Sahibini hayra ve iyi amellere yöneltir). Doğruluk ve hayır (sahibi) da cennettedir. Yalancılıktan da sakının. Çünkü yalancılık şüphesiz şer ile beraberdir (sahibini kötülüklere sürükler). Ve yalancılıkla şer (sahibi) cehennemdedir. Allah’tan muâfât (yani, hoşlanılmayan şeylerden selâmet ve âfiyette olmayı) dileyin. Çünkü hiç kimseye imandan sonra âfiyetten daha hayırlı bir şey şüphesiz verilmemiştir. Birbirinize hased etmeyin. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinizle iyi ilişkileri kesmeyin. Birbirinizden yüz çevirip küsüşmeyin ve ey Allah’ın kulları, kardeşler olun.” (İbn Mâce, Duâ 5, hadis no: 3849)
Rasûlullah (s.a.s.)’a ‘Yâ Rasûlallah, insanların hangisi daha faziletlidir?’ diye soruldu. O şöyle buyurdu: “Kalbi mahmum (temiz) ve dili çok doğru olan her (mü’min) kişi.” Sahâbiler: ‘Ya Rasûlallah! Dili çok doğru olanı biliriz. Mahmum kalp nedir?’ diye sordular. Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Allah’tan korkan, tertemiz, içinde ne günah, ne zulüm ile yaratıklara kötülük etmek, ne kin, ne hased (çekememezlik) olan kalptir.” (İbn Mâce, Duâ 24, hadis no: 4216)
İbni Mes'ud (r.a.), Peygamberimiz’den şunu naklediyor: "Hz. Peygamber bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve 'Bu Allah'ın yoludur' dedi. Daha sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizerek 'Bunlar ise diğer yollardır. Herbiri üzerinde yanlışa dâvet eden birtakım şeytanlar vardır.' buyurdu. Arkasından da şu âyeti okudu: "Şu emrettiğim yol, Benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun! Başka yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki sizi O'nun yolundan saptırmasın. (Azabından) Korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye ediyor." (6/En'âm, 153) (İbn Mâce, Mukaddime 1).
"Ey kalpleri halden hale değiştiren Allah'ım, benim kalbimi dinin üzere daim ve sabit kıl!" (Tirmizî, Kader 7; İbn Mâce, Mukaddime 13)
"Allah'a iman ettim' de ve dosdoğru ol." (Müslim, İman 13, 62; Ahmed bin Hanbel, III/413)
“Doğru olunuz, kurtuluşa erersiniz.” (İbn Mâce, Tahâret 4; Dârimî, Vudû’ 2)
"Ya Rasülallah, İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiçbir kimseye sormayayım" diye soran Süfyan bin Abdullah Es-Sakafi'ye Peygamberimiz şöyle cevap verdi: "Allah'a iman ettim' de, ondan sonra dosdoğru ol!" (Tirmizî, Zühd 47)
"İstikamet üzere olunuz. Eğer istikametli olursanız, o ne güzel bir şeydir. Amellerinizin en hayırlısı da namazdır. Ve kâmil mü'minden başkası namazı muhâfaza edemez." (İbn Mâce, Kitabu't-Tahâre 4).
“Dürüst ve emin (kendisine güvenilen) tüccâr; peygamberler ve şehidlerle beraberdir.” (Tirmizî, Büyû’, 4, hadis no: 1225; İbn Mâce, Ticâre 1, hadis no: 2139)
“Alış-veriş yapan iki kişi (satıcı ve alıcı) birbirlerinden ayrılıncaya kadar muhayyerliğe (seçme, vazgeçme hakkına) sahiptirler. Bunlardan her biri dürüst ve doğru söyler ve (mala ait hususları) birbirlerine açıklarlarsa, bu alış-verişlerinde kendilerine bereket ihsân olunur. Eğer iki taraf (mal ve bedelin ayıbını) gizlerler ve yalan söylerlerse, bu alışverişlerinin bereketi giderilir.” (Buhârî, Büyû’ 31; Müslim, Büyû’, 47, hadis no: 1532
“Sana kuşku veren şeyi bırak, şüphe ve kuşku vermeyen şeyi al! Doğruluk, gönül rahatlığı, yalansa kuşkudur.” (Tirmizî, Kıyâme 22, hadis no: 2637; Müslim, Birr 14-15, hadis no: 2553)
“Münâfığın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler. Vaad ettiği vakit sözünde durmaz. Kendisine bir şey emânet edildiği zaman hıyânet eder.” (Buhârî, Edeb 120, İman 26; Müslim, İman 107, hadis no: 59)
Dört huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terkedinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur: Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihânet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verince sözünden döner. Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.” (Buhârî, İman 24, 27, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106; Ebû Dâvud, Sünnet 15; Tirmizî, İman 14; Nesâî, İman 20)
“Kul, yalan söylediği vakit, vücuda getirdiği şeyin fena kokusundan ötürü, melek kendisinden bir mil uzaklaşır.” (Tirmizî, Birr 46, hadis no: 2039)
“Cemaati (toplumu) güldürmek için yalan konuşanların vay haline, vay haline, vay haline!” (Ebû Dâvud, Edeb 88, hadis no: 4990; Tirmizî Zühd 8, hadis no: 2417)
Rasûlullah’a: ‘Mü’min korkak olabilir mi?’ diye sorulduğunda: “Evet” diye cevap verdi. ‘Mü’min yalancı olabilir mi?’ diye sorulunca da: “Hayır!” buyurdular. (Muvattâ, Kelâm 19)
“Kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, o kimsenin (oruç tutup) yemesini-içmesini bırakmasına Allah için hiçbir gerek yoktur.” (Buhârî, Savm 13; Tirmizî, Savm 16, hadis no: 703; Ebû Dâvud, Siyam 25, hadis no: 2362
“Senin söylediklerini tasdik edecek bir mü’min kardeşine yalan söylemen çok büyük bir hiyânettir.” (Ebû Dâvud, Edeb 79, hadis no: 4971)
“Haklı dahi olsa münâkaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir makam (köşk), şaka da olsa yalanı terk edene cennetin ortasında bir makam (köşk), ahlâkını güzelleştirene cennetin en yüksek katında bir makamı söz veriyorum.” (Ebû Dâvud, Edeb 8, hadis no: 4800)
“Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime 5; Ebû Dâvud, Edeb 88, hadis no: 4992)
“Yalan olduğunu zannettiği bir hadisi benden nakleden kimse, yalancılardan biridir.” (Müslim, Mukaddime I/9; Tirmizî, İlim 9)
“Şüphesiz benim üzerimden söylenen bir yalan, başka birinin üzerinden söylenen yalan gibi değildir. Şimdi, kim (kasden) benim üzerimden yalan söylerse (benim söylemediğim bir sözü bana isnâd eder, hadis uydurursa), cehennemdeki yerine hazırlansın!” (Müslim, Mukaddime 4; Buhârî, İlim 47-51)
Ebû Bekre (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.): “En büyük günahı size haber vereyim mi?” buyurdu. Biz: ‘Evet, yâ Rasûlallah’ dedik. Rasûl-i Ekrem: “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve: “İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır” buyurdu. Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için “keşke sussa!” diye temennîde bulunduk.” (Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, İman 143; Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru sûre 4/5, hadis no: 1964)
“Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.” (Buhârî, vesâyâ 8, Nikâh 45, Ferâiz 2, Edeb 57, 58; Müslim, Birr 28; Tirmizî, Birr 56)
“Ahdini bozan (sözünden cayan) herkes için kıyâmet günü bir bayrak dikilip ‘bu falanın vefâsızlık alâmetidir’ diye ilân olunacaktır.” (Buhârî, Cizye 22, Edeb 99, Hiyel 99; Müslim, Cihad 11-17; Ebû Dâvud, Cihad 150; Tirmizî, Siyer 28; İbn Mâce, Cihad 42)
“Kıyâmet günü her vefâsız kişinin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefâsızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir. Bilin ki, vefâsızlık açısından kamu yöneticisinden daha büyük vefâsız yoktur.” (Müslim, Cihad 15-16; Tirmizî, Fiten 26)
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ‘Ben kıyâmet günü şu üç (grup) insanın düşmanıyım: Benim adıma yemin ettikten sonra sözünden cayan kişi, hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kişi, ücretle bir işçi tutup işini gördüren ve işçinin ücretini vermeyen kişi.” (Buhârî, Büyû' 106, İcâre 10; İbn Mâce, Ruhûn 4)
“Kıyâmet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehid düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb-ı Hak: ‘Peki, bunlara karşılık ne yaptın?’ buyurur. ‘Şehid düşünceye kadar Senin uğrunda cihad ettim’ diye cevap verir. ‘Yalan söylüyorsun. Sen, ‘babayiğit adam’ desinler diye savaştın, o da denildi’ buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da: ‘Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın?’ diye sorar. ‘İlim öğrendim, öğrettim ve Senin rızân için Kur’an okudum’ cevabını verir. ‘Yalan söylüyorsun. Sen ‘âlim’ desinler diye ilim öğrendin, ‘ne güzel okuyor’ desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi’ buyurur. Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır. (Daha sonra) Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder. ‘Peki, ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın?’ buyurur. ‘Verilmesini sevdiğin, râzı olduğun hiçbir yerden esirgemedim, sadece Senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım’ der. ‘Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını ‘ne cömert adam’ desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi’ buyurur. Emrolunur, bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre 152)
“Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin eden kimse, Cenâb-ı Hakk’ın gazabına uğramış olarak O’nun karşısına çıkar.” Allah, Kur’an’ında da öyle buyurmuştur: “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların âhirette bir payı yoktur. Kıyâmet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azâb vardır.” (3/Âl-i İmrân, 77) (Buhârî, Eymân 11, 17; Müslim, İman 220, 222; Ebû Dâvud, Eymân 2; Tirmizî, Büyû’ 42; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât 36; İbn Mâce, Ahkâm 7)
“Yalan yere yemin ederek bir müslümanın hakkını gasbeden kimseye Allah cehennemi vâcip, cenneti de haram kılar.” Bunun üzerine bir kişi: ‘Eğer o hak, önemsiz bir şey ise, yine böyle midir, yâ Rasûlallah?’ diye sordu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile böyledir.” (Müslim, İman 218; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât 30; İbn Mâce, Ahkâm 9)
“Büyük günahlar şunlardır: Allah’a şirk/ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, haksız yere bir kimseyi öldürmek ve yalan yere yemin etmek.” (Buhârî, Eymân 16, Diyât 2, İstitâbetü’l-Mürteddîn 1; Tirmizî, Terfsîru sûre 4/6; Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 48)
“Kişinin sahip olmadığı bir malı hususunda nezir yapması mûteber değildir. Mü’mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir. Her kim dünyada kendini bir şeyle öldürürse, kıyâmet gününde o şeyle azâb olunur. Kim malını çok göstermek için yalan yere bir şeyi iddiâ ederse, Allah onun malını daha ziyâde azaltmaktan başka bir şey yapmaz. Bir de her kim yalan yere bir şeye yemin-i sabr ederse (o da öyledir).” (Müslim, Eymân 47, hadis no: 176 -110-)
“En büyük yalan, görmediği rüyayı ‘gördüm’ diye kişinin gözlerine iftirâ etmesidir.” (Buhârî, Ta’bîr 45)
“Kim görmediği bir rüyayı ‘gördüm’ deyip anlatırsa, âhirette yerine getirmesi mümkün olmayan bir işe, iki arpa tanesini birbirine düğümleme cezâsına çarptırılır. Kim, bir topluluğun duyulmasını istemedikleri bir sözü öğrenmeye çalışır (kulak hırsızlığı yapar)sa, kıyâmet günü kulaklarına eritilmiş kurşun dökülür. Kim de herhangi bir canlının sûretini (put olan resim ve heykelini) yaparsa, o da kıyâmette, yapamayacağı halde, ‘haydi buna can ver!’ diye zorlanarak azâb edilir.” (Buhârî, Ta’bîr 45; Ebû Dâvud, Edeb 88; Tirmizî, Rüyâ 8; İbn Mâce, Rüyâ 8)
“Bu gece rüyamda bana iki kişi gelerek ‘haydi yürü, gidiyoruz’ dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı üzerine yatmış bir adamın yanına vardık. Elinde bir kaya parçası bulunan bir başka adam, onun başı ucunda ayakta duruyor, elindeki kayayı, yanı üzerine yatmış olan adamın tepesine indiriyor, başını yarıyordu. Taş yuvarlanıp gidiyor, adam taşı arkasından koşup alıyor, o geri gelinceye kadar ötekinin başı iyileşiyor, eski haline geliyordu. Adam, önce yaptığını aynen tekrarlayıp duruyordu. Ben, yanımdakilere: ‘Sübhânallah! Bu nedir?’ dedim. ‘Yürü, yürü hele’ dediler. Yürüdük. Derken sırt üstü yatmış bir adamın yanına vardık. Başucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu. Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü ta ensesine kadar yarıyor, sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını yarıncaya kadar önceki yardığı taraf eski haline geliyor, adamı da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. (...) ‘Bu gece boyunca hayret verici çok şey gördüm. Gördüklerimin anlamı nedir?’ dedim. Onlar: ‘Anlatalım’ dediler ve anlattılar: ‘İlk önce yanına vardığın kafası taşla yarılan adam var ya, o, Kur’an’ı öğrendiği halde terkeden ve farz namaz vaktini uyku ile geçiren kimsedir. (Allah ona Kur’an’ı öğretmişti, o geceleri hep uyku ile geçirip Kur’an okumamış, gündüz de Kur’an’la amel etmemişti. Ona da kıyâmete kadar böyle azâb edilir.) Avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, evinden çıkıp etrafa yalanlar yayan kişidir. (O, yalancının biriydi. Sürekli yalan söylerdi. Onun yalanları ufukları kaplıyordu. İşte o yalancı adam, kıyâmet gününe kadar böyle azâb olunacaktır.)...” (Buhârî, Ta’bîr 48, Cenâiz 93)
“İnsanların arasını düzeltmek maksadıyla birinden ötekine uygun/hayırlı sözler taşıyan veya hayırlı konuşan yalancı sayılmaz.” (Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101, hadis no: 2605; Ebû Dâvud, Edeb 50, hadis no: 1920; Tirmizî, Birr 26, hadis no: 2004)
Ümmü Külsûm şöyle dedi: “Ben Rasûlullah (s.a.s.)’ın şu üç hal dışında, halkın yalan söylemesine ruhsat verdiğini hatırlamıyorum: Harpte, kişilerin arasını düzeltmekte ve (aile dirliğini sağlamak için) kocanın hanımına, hanımın kocasına söylediği sözlerde.” (Müslim, Birr 101)
“Yalan, yalnız üç yerde câizdir: Adam, karısını memnun etmek için (yalan) konuşur, savaşta ve insanları birbiriyle barıştırmak için.” (Tirmizî, Birr 26, hadis no: 2003; Ebû Dâvud, Edeb 58, hadis no: 1921)
Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) şöyle derdi: “Kul yalan konuşmaya devam ettikçe, Allah katında yalancılardan yazılıncaya ve kalbinin tamamı kararıncaya kadar kalbinde siyah bir leke belirir.” (İmam Mâlik, Muvattâ, Kelâm 18)