Tevbe İbâdetinin Yerine Getirilmesi  

 

Islâm'a göre günahsız olanlar yalnızca peygamberlerdir. Günahsız toplum ve kişi düşünülemez. Çünkü kişi ‘beşer’ olması dolaysıyla her an nefsinin isteklerine ve şeytana aldanabilir. Önemli olan, günahı işledikten sonra, günahta ısrar etmemek, günahı savunmamak ve hemen vazgeçmektir.

Ilk insan Hz. Âdem (a.s.) ve eşi, işledikleri günahtan dolayı Allah’a tevbe ettiler ve tevbeleri kabul edildi. Tevbenin zıddı ise inat, kibir ve hatada bile bile ısrardır; bunlar da şeytanın ve şeytan karakterindeki insanların özellikleridir. Adem'le şeytanın farkı tevbede ortaya çıkmaktadır. O yüzden Âdem gibi olmak, yani adam olmak, şeytanlaşmamak için, bir hata yapmış olsak hemen tevbe çeşmesiyle arınmamız temel şarttır. Bilindiği gibi, Allah’ın secde emrini dinlemeyen İblis, yaptığı hatayı savundu, isyanından dolayı pişman olmadı, tevbe etmedi. Bu yüzden de ebediyyen kovulmuşlardan oldu. Günahta ısrar ve kibirlenmek tevbenin  önünde engeldir.     

Tevbenin kabul edilebilir olması için samimiyetle, pişmanlıkla, bir daha geri dönmeme niyetiyle olmalı. Kur'an buna 'nasûh' tevbesi demektedir.

"Ey iman edenler! Allah'a nasûh (kesin) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah, sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar..." (66/Tahrîm, 8)

'Nasûh', sözlükte, bir söküğü dikme, hâlis ve saf olma anlamlarına gelir. Buradan hareketle 'nasûh tevbe', samimi, temiz ve insanın günah işleyerek zedelediği dinî hayatını etkili bir biçimde tamir edecek ibâdettir, denilebilir.

Kur'an, mü'minlere sürekli tevbe etmelerini, Allah'a istiğfarda bulunmalarını, O'nun karşısında boyun bükmelerini söylüyor. Böyle kimseler, inkârcılar gibi değillerdir. Tevbe edenler, aynı zamanda (günahın zararını, tevbenin faziletini) bilen insanlardır (39/Zümer, 9).

Tevbede ilim, hal ve fiil unsurları vardır.

Yaptığı hatayı anlayıp, bunun ızdırabını kalbinde duyan, bunun ne anlama geldiğini bilir. Yukarıdaki âyette buna işaret vardır. Günahın verdiği rahatsızlıkla yeni bir hale girer, pişmanlık tavrı gösterir ve sonunda da tevbenin gereğini yapar. Bu da hemen yapılan kabahatin terki, bir daha işelememeye kesin bir karar ve elde ettiği zararları gidermeye çalışma, yerine getiremediği görevleri kazâ etme, hakları yerine verme şeklinde gerçekleştirilir.

Tevbenin yalnızca dil ile, 'tevbe ettim, tevbe estağfirullah' demekle gerçekleşmeyeceği açıktır. Bu sözlerin amelle, günahı tümüyle terk ile ve uğranılan zararları gidermekle olacağını eklemek gerek. Meselâ, bir kimseye el ve dil ile verilen zarara karşılık yalnızca Allah'a tevbe etmek yetmez. Ona verdiği zararı karşılaması gerektiği gibi, helâllık istemesi de gerekir.

Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Her kim de (din) kardeşine bir mal veya ırz borcu varsa, dinar ve dirhemin olmayacağı ve ancak sevapların ve günahların geçerli olduğu gün gelmeden önce, ondan hemen bugün kurtulsun." (Buhârî,, Mezâlim 10; Ahmed bin Hanbel, 2/435, 506; naklen medâricu's-Sâlikîn, 1/233)

Hz. Ali'den (r.a.) gelen bir rivâyete göre, yalnızca dil ile yapılan tevbe olmaz. Günaha pişmanlık, farzları kazâ etmek, hakları sahibine vermek, helâlleşmek, günaha dönmemeye kesin karar vermek, nefsi günahla büyüttüğü gibi, onu itaatle küçültmek ve ona itaatin tadını tattırmak onun şartlarındandır (nak. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, 4/121; Ş. İslâm Ansiklopedisi, 6/206)

Tevbenin bir başlangıcı, bir de sonu vardır. Tevbenin başlangıcı, dosdoğru bir yol (sırat-ı müstakîm) üzerinde Allah'a dönüştür. Bu doğru yolu, insanlar için O koydu. Kullar bu yolda yürüyerek O'nun rızâsına ulaşırlar (6/En'âm, 153; 42/Şûrâ, 52-53).

Tevbenin sonu ise, âhirette Allah'a dönüş ve O'nun kendisini Cennete ulaştıracak yoluna giriştir. Kim dünyada tevbe ile Rabbine dönerse; âhirette de sevabını (karşılığını) almak üzere yine O'na döner (25/Furkan, 71).

Allah (cc), tevbe eden, iman eden ve iyi işler yapanlara daha büyük iyilikler verir (25/Furkan, 70). Allah tevbe edenleri övmektedir (66/Tahrîm, 5). Allah, çok tevbe edenleri sever (2/Bakara, 222). Allah, kullarını terketmez, onlar sırf tevbe etsinler diye onları bazı şeylerle dener (9/Tevbe, 126).

Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Allah (cc), kulunun yaptığı tevbeden dolayı, çölde bineğini, üzerinde yiyeceği ve içeceği ile birlikte kaybeden, bundan dolayı umutsuzluğa düşen, sonra bir ağacın altına gelip ümitsizce otururken birdenbire bineğini yanıbaşında bulan, yularından tutup sevincinden şaşırarak: 'Ey Allah'ım, Sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim' diyen kimseden daha fazla sevinir." (Müslim, Tevbe 1, hadis no: 2744, 4/2103; İbn Mâce, zühd 30, hadis no: 4249, 2/1419; Buhârî, Deavât 3, 8/84; Tirmizî, Kıyâme 49, hadis no: 2498, 4/659; Ahmed bin Hanbel, 1/383; nak. S. Yıldırım, Kur'an'da Ulûhiyyet, s. 225)