Günümüzde Tevbe Anlayışı; Tevbe Kavramının Yozlaştırılması

 

Toplumumuzda tevbe, âdeta günah çıkartmak olarak değerlendirilmektedir. Tevbe, sadece Allah'a yapılır; tevbeleri kabul edip bağışlayabilecek ancak Allah'tır. Hıristiyanlıkta olduğu gibi, bir din büyüğünün karşısında günahları itiraf edip günah çıkartmaya benzemez tevbe. Günümüzde tevbenin bazı insanlarca, bazı tarikat liderlerine giderek onun önünde "tevbe verme", onun da "tevbe alma"sı şeklinde uygulandığı görülmektedir ki, bunun Kur'an ve sünnette yeri yoktur. Tevbeleri alan da, kabul edecek olan da sadece Allah'tır. "Günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki!?" (3/Âl-i İmran, 135) "Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilen O'dur (sadece Allah'dır)." (42/Şûrâ, 25) Tevbede asıl olan, tevbenin direkt olarak Allah'a, aracısız olarak yapılması, O'na yönelerek hatadan dönüş sözü verilmesidir. (2)

Yapılan bir hatayı, bir kula itiraf etmekle Allah'a itiraf etmek arasında büyük bir fark vardır. İnsan şahsiyetindeki yüksekliğe çok önem veren İslâm dini, Allah ile kulu arasına karışmak cür'etini gösteren "ruhbâniyet" zihniyetini kaldırmış, kulu ile Rabbini karşı karşıya bırakmıştır. Düşünen insan için, ne kadar olgun olursa olsun, günün birinde itirafı yapan kimsenin izzet-i nefsi ile oynama ihtimalini ortadan kaldırması, takdire şâyan bir  ileriliktir.  Hıristiyanlıktaki,  günahı,  kendisi  de  günahkâr  olan  bir  papazın   affetme yetkisi olduğunu düşünmek gibi bir basitlikle, "Günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki!?" (3/Âl-i İmran, 135) ilâhî fermanındaki yüksekliği anlamak için çok zeki olmaya gerek yoktur.

Hıristiyanlıkta, her konuda Allah'ın işine karışmak yerine, İslâm'da Allah'ı takdis. Hıristiyanlıkta, kula itiraf ede ede, günah işlemeyi tabiî hale getirme; İslâm'da ise, itiraf edilen günahı dinlemeye dahi müsaade etmeyerek, bir taraftan günahkârı başkalarının nazarındaki iyi niyetlerini korumak, diğer taraftan, hatanın başkasına bulaşmasını, kötü örnekliği önlemek!... İslâm'da samimiyeti Allah'a yaklaşmış bir kalbin feryâdı, diğerlerinde ise soyutlanamayan bir materyalizm. Bir tarafta tevhid; diğer tarafta papazın cennet dağıtabileceği, günahı affedebileceği, haram ve helâl tayin edebileceği ruhbanları/râhibleri rab kabulü... (3)  

Yine günümüzde günaha devam ettiği halde ve her günah işleyişten sonra tevbe ederek bin defa bozmuş olsa bile, yalnız dille yapılan tevbenin yeterli olduğu şeklinde yaygın geleneksel anlayış hükmünü sürmektedir. Yaşadığımız zaman ve ortamda tevbe kavramı çarpıtılmakta ve yığınlar dille söylemiş oldukları birkaç kelime ile arındıklarını zannetmektedir. Bu öyle bir tevbe ki, insanda geçici bir durağanlık oluşturduktan sonra, yine aynı günahı defalarca işletebilmekte ve her t ekrarın ardından tevbe kelimeleri de tekrarlanıp devam etmekte olan kısır bir döngü oluşturmaktadır. Tevbe, üzüntü bildirip özür dilemek, pişmanlığı ta içinde hissetmek olduğu halde, dejenere olmuş insan, sözünde durmayıp isyanla pişmanlık arasında gel-git yaşayarak bilincinde olmasa da Allah ile alay etmektedir. (4)     

Bir insana karşı, aynı hatayı devamlı yapıp sonra dille "özür dilerim" deyivermek, sonra tekrar tekrar aynı suçu yapmak, yine özür dilemek, yine aynı hata; nasıl karşılanır dersiniz? Günah tevbe arasında sürekli git-geller, paradigmalar da böyle. Vidanın yalama olması gibi, ameliyatla tedavi olduktan sonra aynı hastalığa doktor tavsiyesi dinlemeyip defalarca yakalanan kimsenin durumunu düşünelim; dikiş tutmayacak, tedavi mümkün olmayan duruma gelecektir. Tükürdüğünü yalamak, tekrar tekrak bu eylemi yapmaktır tevbe edip bozmak. Kendine güveni kaybolacaktır, vicdanı devamlı kendisini rahatsız edecek, ümit korku dengesi zarar görecektir. Tevbeyi yaz boz tahtasına çeviren kimsenin cennet ümidi azalır, azab içini kemirir; veya vicdan ve imanı gevşer, ya da azaptan emin hale gelir. Kaypaklık, kişilik bozulması, şahsiyetsizlik, tutarsızlık giderek insanın temel yapısı haline gelir. Hem insanlara, hem Rabbına ve hem de kendi vicdanına karşı suçlu duruma düşer, kimseye güven ve itimad telkin edemez. Sonunda ya vicdan azabı büyür; karakterini bozmaya, ruh hastası olmaya başlar veya, vicdanı zayıflayarak, otokontrolü kaybolur. Hastanın ümidini kaybedince hastalığının artması gibi, ümidini yitiren kimse de İslâm'ı yaşama bilincinden uzaklaşır. Ciddiyet, düzen, disiplin, istikrar, sebat kaybolur.

Tevbesini sık sık bozan insanın münafık olmasından korkulur. Münafıklığın alâmetlerinden biri yalan, diğeri de sözünden caymaktır. Tevbesini bozan kimsede de bu iki özellik vardır; hem de Allah'a karşı.

"Müslümanların zayıf oluşunun sebepleri, dinî kavramlarının birtakım yaftalara dönüşmesi ve bu kavramların hayata uygulanmamasıdır. Gerçekten müslümanların güçlü olmalarının ve Allah'a yakınlıklarının işareti, hiçbir şey ifade etmeyen boş sözler yerine, pratik hayatlarının İslâm olduğunun açıklanmasıdır." Bu sözlerle kavramların ve tevbe kavramının tahrif edilmesine dikkat çeken (5) Muhammed el-Behiy, tevbe anlayışının günümüzdeki yozlaşmasını şöyle dile getirmektedir:   

Günümüzde birçok insanın, bizzat veya başkalarıyla birlikte işlediği suç ve hatadan dolayı Allah'a tevbe ettiklerini görürüz. Böyleleri Allah'a tevbe bildiriminde bulunmakla, suç ve hatalarının ortadan kalkacağına ve Allah yanında makbul kişiler olacaklarına inanırlar. Sonra yeniden, içinde günah ve hata bulunan davranışa başlarlar veya öncekinden daha ağır suçları işlerler, ardından da Allah'a tevbeyi ilân ederler. Aynı şekilde geçmişin günah ve hatalarından temizlendiklerine inanırlar. İşte böylece hayatları,  işlenen  suç  ve  günahlarla,  Allah'a bildirilen tevbeler arasında geçer. Sanki tevbe bildirimi, (dille tevbe, estağfirullah deyivermek) kendine veya başkalarına yaptığı kötülükleri, suç ve günahları yok edecek bir silgi imiş gibi. Tevbe ve günaha dönüş, isyankârın hayatında yaz boz tahtasıdır. Bu yönüyle tevbe, günahkârın oynadığı bir oyuna benzemektedir. Günahkâr bu oyunu oynarken; kullarının tevbesini kabul edenin, göklerin ve yerin sahibi, kullarının üstünde kahredici, Cebbar ve yüce Allah olduğunu bilmemekte veya düşünmemektedir. Bu tür tevbe, tevbe edenin hayatında gerçeği aksettirmeyen, tekrarlanıp duran bir görüntüye dönüşmüştür. İmanı zayıflayan, inancını şehâdet cümlesiyle belirtip gerçek dâvete, tutum ve davranışıyla fiilen yönelmeyen müslüman, tevbeyi bu hale getirmiştir.

Kur'an'ın tevbe anlamını belirleyişine baktığımızda, tevbenin iki konuya bitişik olduğunu tesbit ederiz: Birincisi, geçmişi bütünüyle tasfiye etme ve ona hiçbir zaman dönmeme  (bkz.  2/Bakara,  280).  İkincisi,  tutum  ve  davranışta,  insanlararası   işlem   ve ilişkilerde, İslâm inanç ve kanunlarına uygun bir sistemi metod olarak kabul etme. "Sonra, şüphesiz Rabbin, câhillik sebebiyle bilmeyerek kötülük yapan, sonra da hemen ardından tevbe edip ıslah olanları, (durumunu) düzeltenleri (bağışlayacaktır). Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin de elbet çok bağışlayan ve pek merhamet edendir." (16/Nahl, 119)

Kur'an, Allah'ın bağışlamasını ve tevbeyi kabul etmesini, kişinin bir kasdı olmaksızın yaptığı kötülükten tevbe etmesine; tevbe ederken de azme ve sağlam bir iradeye sarılmasına bağlamıştır. Böylece davranışlarının şekli ve niteliği değişecek ve yeni kazandığı olumlu davranışları, geçmişin hatalarının bir keffareti ve karşılığı olacaktır. Ama tevbeyi dille bildirir de tevbeden önceki durumuna devam ederse, tevbesi o zaman sadece yaftadan ibaret kalacaktır ki, fayda sağlamaz. "Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da nihayet ölüm gelince 'ben şimdi tevbe ettim.' diyenlerin... tevbesi kabul edilmez." (4/Nisâ, 18) Böylece Allah'a tevbe gerçeğini iki işten ibaret buluyoruz: Geçen bir kasıt bulunmaksızın işlenen günahtan  pişmanlık;   Allah   yoluna   gecikmeden   ve   kararlılıkla ileten  faydalı  ve kazançlı davranışa devam. "Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah eder, nefsini düzeltirse, şüphesiz Allah, ğafur rahimdir/bağışlayan ve merhamet edendir." (6/En'âm, 54) (6)