Geçmişle ilgili tevbenin sahih olmasının şartı, ergenlik çağından itibaren geçmiş yılları, ay ve günleri göz önüne getirerek, yapmış olduğu günahları ve terk ettiği farzları hesap etmek, ibadetleri kaza ederek yeniden yapmaktır. Namaz konusunda tevbe: Bülûğ zamanından itibaren terk ettiği veya riyâ ile, yahut kabul olmayacak başka kusur ile kıldığı namazları yeniden kılmak, yani kaza etmekle tevbe gerçekleşir. Oruç da böyledir, tutmadığı Ramazan oruçlarını hesaplayarak onları kaza eder. Zekâta gelince; Nisâba mâlik olduğu günden itibaren servetini ve ödemediği zekâtları hesab ederek zekâtını öder. Hac için de tevbe aynı şekilde gerçekleşir. Şayet, bir zaman hac farz olmuş ve yapmamış, sonradan iflâs etmişse, bu hac üzerine borçtur. Haccetmesi gerekir. Parası yetmiyorsa, yetecek kadar servet teminine çalışmalıdır. Bütün farz ibadetlerini kontrol edip eksiklerini tamamlayarak bu konularda tevbe gerçekleşir.
Günahlara gelince: Bâliğ olduğu andan itibaren, gözü, kulağı, dili, midesi, eli, ayağı ve diğer âzâlarına varıncaya kadar hepsi ile ömrü boyunca, küçük büyük yapmış olduğu bütün günahları göz önüne alır. Bu günahlar, şayet başkasını ilgilendirmeyip kendisi ile Rabbi arasındaki kusurlarsa, kul hakkı ile ilgili olmayan bu günahların hepsinden pişmanlıkla tevbe eder. Bunların küçük büyük hesabını yapar ve karşılıklarında birer iyilik/sevap yapmağa çalışır. Rasülullah'ın "Nerede ve ne halde olursan ol, Allah'tan kork ve kötülüğün ardından bir iyilik yap ki, onu yok etsin." (Tirmizî) emrine uymuş olur. Kur'an da bunu tavsiye etmektedir: "Şüphesiz iyilikler, kötülükleri yok eder." (11/Hûd, 141) Zira hastalık, zıddı ile tedavi edilir. İsyan sebebiyle kalbi kaplayan her zulmet, ancak onun zıddı olan nur ile temizlenir. Bunun gibi her kötülük kendi cinsinden ve zıddı olan bir iyilikle mahvedilmelidir. Cezanın amel cinsinden olması gerektiğinden, hangi çeşit günah işlendiyse o türden sâlih ameller işlenmelidir. Zamanında tutulmayan Ramazan orucunun keffâretinin namazla değil; yine oruçla olduğu gibi; bir günahın keffâreti/örtülmesi de, o cins bir amelle/ibadetle olacağının bilinmesi gerekmektedir. İşte, kendisi ile Allah arasında olan günahlarını affettirmek, yani tevbe etmek için bir mü'minin takip edeceği yol budur.
Kul hakkı: Kul hakkıyla ilgili günahlarda hem Allah hakkı, hem de kul hakkı vardır. Çünkü Allah, zulümden, başkalarının hakkını çiğneyip onların hakkına riâyetsizlikten men etmiştir. Kul hakkı ile karışık olan Allah hakkı, yukarıda belirtildiği gibi pişmanlık ve kötülükleri terk ederek onların zıddı olan iyilikler yapmakla ödenir. Meselâ, kötülüklere karşılık iyilik, gasb gibi para ile yapılan suça karşılık helâl servetinden sadaka, gıybet ve dedikodulara karşı medhu senâda bulunmak ve bildiği iyilikleri söylemek gibi iyiliklerde bulunmakla olur. Bütün bunları yapmakla yalnız Allah'a karşı vazifesini yapmış olsa da, kul hakları yerinde durmaktadır. Bu hakları sahiplerine iâde etmedikçe kurtulamaz. "Kimin yanında, kardeşinin (maldan, candan veya namustan yana) yenmiş bir hakkı varsa, ondan, kendi iyiliklerinden alınıp kardeşine verileceği gün gelmeden önce, daha şimdiden helâIlik alsın!" (Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Ahmed bin Hanbel, II/506). Kul hakları; can, mal, namus ve izzet-i nefisle ilgilidir. Can ile ilgili olan adam öldürmektir. Şayet hata ile adam öldürmüş ise, hemen mirasçılarına teslim olmak gerekir. Onlar dilerse affeder, dilerse kısasa kısas isterler. Borçtan ancak bu sayede tevbe etmiş, kurtulmuş olur. Bu konuda bir diğer hadis-i şerif de şöyledir: "Yanında din kardeşinin ırzı, malı ve makamı bakımından bir hakkı bulunup da, bu hak kendisinden alınmadan ondan helâllik isteyen kimseye Allah merhamet etsin! Çünkü âhirette ne bir dinar, ne bir dirhem vardır. Eğer o kimsenin iyilikleri varsa, kardeşinin hakkı onun iyiliklerinden alınır. Eğer iyilikleri yoksa, o zaman da üzerinde hakkı olan kardeşinin günahlarının bir kısmı ona yüklenir." (Tirmizî, Kıyâmet 2, IV/613)
Şayet kul hakkı, alışverişteki çeşitli hileler, aldatma, kusuru gizleme, işçinin ücretini vermeme, borcunu ve ödemesi gerekeni gerektiği gibi yerine getirmeme, hırsızlık ve gasb yolu ile başkasının malını zimmetine geçirme gibi şeylerde ise, bunları servetinden ayırıp ödemesi şarttır. Bu ödemelere riâyet etmezse zâlimlerden olur. Ödenmeyen kul hakkının âhiretteki ödeme şekli çok ağır olacaktır. O yüzden mü'min, en küçük ayrıntıya kadar kendisini hesaba çekmeli ve bunu büyük hesap gününden önce yapmalıdır. Ömrü müsait olduğu takdirde kötülük ettiği müddet kadar iyilik ederek Allah hakkını ve kul hakkını ödemeye ve kendini affettirmeye çalışmalıdır. Malını helâl yoldan kazanıp daha fazla infak etmenin para ve mal konusundaki günahlara keffâret için gerekli olduğunu ispatlamalıdır.
Gönül yıkma cinayetine gelince; gerek yüzünde, gerek gıyabında ağır sözler söylemek ve kalp kırıcı davranışlarda bulunmak gibi hususlarda hak sahiplerini bulup onlardan helâllık alır. Şayet ölmüş olanlar varsa, kıyamette onlara verilmek üzere, sevabını onlara bağışlayarak hayır ve hasenât yapar. Kendilerini bulup da gönül hoşluğu ile helâllaştığı kimselerin kendisinde bir hakkı kalmaz. Fakat, üstü kapalı bir helâllaşma kâfi gelmez; onun hakkındaki bütün kusurlarını kendisine açıklaması lâzımdır. (10)