Hadis-i Şeriflerde Ticâret Kavramı

 

Güvenilir ve doğru tâcirin, kıyâmet gününde şehidlerle beraber bulunacağını (İbn Mâce, Ticârât 1) söyleyen Hz. Peygamber (s.a.s.), yalanın insanı cehenneme sürükleyeceğini (İbn Mâce, Mukaddime 7), Allah'ın nasip ettiği rızkı güzel, helâl yoldan aramayı (İbn Mâce, Ticârât 2), başkasının satışına engel olmamayı (Müslim, Büyû' b. 4), hayvanların sütlerini memelerinde bekletip satmamayı (Müslim, Büyû' b. 4), gereksiz yere ticârete aracı ve komisyoncuların girmemesini emretmiş (Müslim, Nikâh 51; İbn Mâce, Ticârât 15), vurgunculuğu kesin şekilde yasaklamıştır (İbn Mâce, Ticârât 6, 16).   

"Doğru, dürüst ve güvenilir tâcir, Peygamberlerle, sıddıklarla ve şehidlerle beraberdir." (Tirmizî, Büyû' 4, h. no: 1209; İbn Mâce, Ticârât 1, h. no: 2139)

“Sözü ve muâmelesi doğru tüccâr, kıyâmet gününde arşın gölgesi altındadır.” (İbn Mâce, Ticârât 1)

"En güzel ve hoş kazanç o tüccarındır ki; konuştuğunda yalan söylemez, kendisine inanıldığında emniyeti kötüye kullanmaz, vaad ettiğinde vaadinden dönmez, satın aldığında malı kötülemez, sattığında da övmez, borçlandığında vâdesini geçirmez ve alacaklı olduğunda borçluya güçlük çıkarmaz." (Beyhakî, Şuabu'l-İman IV/221; Terğîb ve Terhîb, II/366)

"Kim hacim ölçüsü ve tartıyla bir yiyecek satın alırsa, ölçmeden ve tartmadan onu başkasına satmasın." (Müslim, Büyû' 31-39)

"Siz ıyne alış-verişi yaptığınız, sığırların kuyruğuna yapıştığınız, tarıma râzı olduğunu (sanâyileşmediğiniz) ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah size zilleti musallat kılar. Ondan, cihad yapıp dininize dönünceye kadar da kurtulamazsınız." (Ebû Dâvud, Büyû' 56)

"Alıcı ve satıcı ayrılmadıkça muhayyerdirler. Dürüst davranır, gerçeği açıklarlarsa satışları bereketlenir. Ama gerçeği saklar ve yalan söylerlerse satışlarından bereket kaldırılır." (Buhârî, Büyû 19; Ebû Dâvud, Büyû' 51; Tirmizî, Büyû' 26)

"Bizi aldatan bizden değildir." (Müslim, İman 164; Tirmizî, Büyû' 74)

"Kim kusurunu söylemeden ayıplı malı satarsa Allah'ın gazabı ve meleklerin lâneti onun tepesine yağmaya devam eder durur." (İbn Mâce, Ticârât 45)

"Ey tâcirler topluluğu! Muhakkak ki Allah'tan korkan, iyi ve doğru olanların hâricindeki tâcirler günahkâr ve şerliler olarak haşr olunacaklardır!" (Tirmizî, Büyû' 4)

"Yemin, malın tükenmesine, bereketin eksilmesine sebeptir." (Buhârî, Büyû 26; Müslim, Müsâkât 131; Ebû Dâvud, Büyû' 6)

"Allah'ın buğzettiği üç kişi: Başa kakan cimri, kibirlenen mağrur ve çok yemin eden tâcirdir." (Ahmed bin Hanbel, V/151)

"Üç kişiye Allah kıyâmet gününde rahmet nazarıyla bakmaz. Onları temize çıkarmaz. Onlar için elem verici bir azap vardır." Sahâbe dediler ki: "Kim onlar yâ Rasûlallah? Gerçekten onlar büyük zarara uğradılar, elleri boş kaldı ve iflâs ettiler." Rasûlullah (s.a.s.) cevaben buyurdu ki: "İyiliğini başa kakan, kibirlenmek için uzun elbise giyen ve malının değerini yalan yeminlerle arttırarak satışını kolaylaştırmak isteyen. Siz alış-verişte çok yemin etmekten sakının! Çünkü o satışı teşvik eder, sonra da bereketi yok eder." (Müslim, İman 171; Tirmizî, Büyû 5)

"Münâfığın alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler. Vaad ettiği zaman zaman sözünde durmaz. Kendisine güvenildiğinde  hâinlik eder." (Buhârî, İman 24; Müslim, İman 59)

"İmkânı olanın borcunu vâdesinde ödememesi zulümdür." (Buhârî, Havalât 1; Müslim, Müsâkât 33; İbn Mâce, Sadâkat 8)

"Ödünç alınan geri verilir. İyiliğe karşı iyilik yapılır. Borç ödenmelidir. Kefil de borçludur." (Ebû Dâvud, Büyû 88; Tirmizî, Büyû' 39)

"Müslümanlar verdikleri söze, koydukları şartlara uyarlar. Sözlerinin erleridirler." (Buhârî, İcâre 14; Ebû Dâvud, Akdıye 12; Tirmizî, Ahkâm 17)

"Allah'ım! Ümmetimden erken kalkanına çok ver, onu bereketlendir." (Tirmizî, Büyû' 6; Ahmed bin Hanbel, I/153)

"Kimse rızkını tamamlamadan ölmez. Sabırsızlık etmeyin. Allah'tan korkun. Ey insanlar! Rızkı meşrû yollardan güzellikle arayın. Helâl olanı alın, haram olanı bırakın." (Müstedrek, II/5, IV/361; Beyhakî, es-Sünenu'l-Kübrâ, V/265)

"Zenginlik, mal çokluğundan değildir. Gerçek zenginlik gönül zenginliğidir." (İbn Mâce, Zühd 9)

"Müslüman olup yeterli rızık verilen ve Allah'ın kendisine verdiğine kanaat sahibi kıldığı kimse felâh bulmuştur." (İbn Mâce, Zühd 9)

"Bir kimse ödeme niyetiyle borçlanır da Allah (c.c.) onun borcunu ödeme gayretini görürse, Allah ona borcunu ödemeyi dünyada nasip eder." (İbn Mâce, Sadâkat 10; Nesâî, Büyû' 99)

"Kimi kıyâmet gününün sıkıntılarından kurtulmak sevindirirse sıkıntıda ve zor durumda (kendisine borçlu) olana nefes aldırsın veya alacağından vazgeçiversin." (Müslim, Müsâkât 32)

"Sizden önce bir adam vardı. Bir melek onun ruhunu almaya geldi. Melek ona; 'hayatında hiç iyilik edip etmediğini' sordu. O da bilmediğini söyledi. Düşünmesi söylendiğinde, ihtiyacı olanlara borç verdiğini, zenginlere ödemeleri için zaman tanıdığını, fakirlerin borcunu ise affettiğini söyledi. Bunu üzerine Cennete götürüldü." (Buhârî, Büyû' 18, Enbiyâ 50; Müslim, Müsâkat 31, hadis no: 1562; Nesâî, Büyû' 104)

"Bir adam halka borç para veriyordu. Alacak tahsili için gönderdiği gence, 'eğer sıkıntıda olana rastlarsan ondan vazgeçiver. Umulur ki Allah da bizden vazgeçer' diyordu. Derken adam Allah'a kavuştu, yani öldü ve Allah ondan (onu hesaba çekip azap etmekten) vazgeçti." (Ahmed bin Hanbel, II/263, 332, 339; Buhârî, Enbiyâ 56; Müslim, Müsâkât 31)

"Çalışana gelince, onun ücreti ancak işini bitirince ödenir." (Ahmed bin Hanbel, II/292)

"İşçiye ücretini teri kurumadan veriniz." (İbn Mâce, Ruhûn 4)

"Dışarıdan pazarımıza mal getiren rızıklandırılır. İhtikâr yapan/karaborsacı ise mel'undur." (İbn Mâce, Ticârât; Dârimî, Büyû' 12)

"Kim ihtikâr/karaborsacılık yaparsa o âsî bir günahkârdır." (Ahmed bin Hanbel, II/351; Müslim, Müsâkât 26)

"Kim yiyeceklerde müslümanlara ihtikâr/karaborsacılık yaparsa Allah onu iflâs ettirir, cüzzam gibi pis hastalıklara uğratır." (İbn Mâce, Ticârât 6)

"İslâm'da zarar vermek ve zarara uğramak, zarara zararla karşılık vermek yoktur." (İbn Mâce, Ahkâm 17; Muvattâ, Akdıye 31)

Rasûlullah (s.a.s.), bir buğday satıcısına uğramışlardı. Ellerini buğday yığınına daldırdı. Elleri ıslandı. "Bu ne?" diye sordu. Satıcı yağmurdan ıslandığını söyledi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Islananı halk görsün diye üste çıkarsaydın ya? Bizi aldatan bizden değildir." (Müslim, İman 164; Tirmizî, Büyû' 74; İbn Mâce, Ticârât 36)

"Kim kusurunu açıklamadığı bir malı satarsa, Allah'ın gazabına ve hiddetine uğrar. Melekler de ona lânet eder dururlar." (İbn Mâce, Ticârât 45)

"Birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Birbirinize müşteri kızıştırmayın. Şehirli de köylü adına satış yapmasın." (Buhârî, Büyû' 64; Müslim, Büyû' 11; Ebû Dâvud, Büyû' 46)

"Kendisine danışılan kişi emîn olmalı, dürüst davranmalıdır." (Ebû Dâvud, Edeb 113; Tirmizî, Zühd 39, Edeb 57; Dârimî, Siyer 13)

"Kim çarşıya girer de 'Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerîke leh, lehu'l-mülkü ve lehu'l-hamdu yuhyî ve yumîtu ve huve hayyun lâ yemût, biyedihî'l hayr, ve huve alâ külli şey'in Kadîr (Allah'tan başka hiçbir ilâh/tanrı yoktur. O tektir. Ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. Öldüren ve dirilten O'dur. O ölmeyen Hay'dir, diridir. Her türlü hayır O'nun elindedir. Ve O her şeye Kaadirdir.) derse, Allah ona bir milyon sevap yazar ve onun bir milyon günahını siler. Ve ona cennette bir köşk yapar." (Tirmizî, Deavât 36; Dârimî, İsti'zân 57)

"Bismillâhillezî lâ yadurru measmihî şey'un fi'l-arzı velâ fi's-semâi ve huve's-semîu'l-alîm' diye üç defa söyleyen kimseye hiçbir şey zarar vermez." (Tirmizî, Deavât 13; İbn Mâce, Duâ 14; Ahmed bin Hanbel, I/66)     

"Muhakkak ki Allah ve Rasûlü içki, ölü, domuz ve put alıp satmayı yasaklamış, haram kılmıştır." (Buhârî, Büyû' 105, 112; Müslim, Büyû' 71; Tirmizî, Büyû' 61)

"Komşu, komşusunun şuf'asına (ön alımına) daha lâyıktır." (Ebû Dâvud, Büyû' 73; İbn Mâce, Şuf'a; Ahmed bin Hanbel, III/303)

"Allah'ın rahmeti, satarken, alırken ve iddiâ ederken yumuşak olan kimseyedir." (Buhârî) buyurmuştur. Yine Buhârî'nin rivâyet ettiği bir hadiste şöyle buyrulur: "Alış-verişte yemin, malın sürümünü arttırsa bile, hakikatte kazancın bereketini giderir." (Müslim, Müsâkat, 131, 133, İman 117; Buhârî, Büyû' 26)

"Alıp-satanlar" birbirlerinden ayrılmadıkça (vazgeçmekte) muhayyerdirler. Alıp-satanlar alışverişi sıdk ve doğruluk üzere yapar (kusuru) beyan ederlerse alış-verişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Yalan söylerler (kusurları) gizlerlerse, belli bir kâr sağlasalar bile, alış-verişlerinin bereketini kaybederler." Bir rivayet şöyledir: "Alış-verişlerinin bereketi yok edilir: Yalan yemin malı rağbetli, kazancı bereketsiz kılar." (Buhârî, Büyû: 19, 22, 44, 46; Müslim, Büyû' 47, h. no: 532; Ebû Dâvud, Büyû' 53, h. no: 3459; Tirmizî, Büyû' 26, h. no: 1246; Nesâî, Büyû' 3, h. no: 7, 244-245; İ. Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları 3/11)

"Satış işine yemin ve yalan bulaşmaktadır, siz (Rabbin gadabını söndüren) sadaka karıştırın" (Ebû Dâvud, Büyû’ 1, h. no: 3326, 3327; Tirmizî, Buyû’ 4, h. no: 1208; Nesâî, Eymân  7, h. no: 7, 15)

"(Ticarette yalan) yemin, (tüccarın zannınca) mala rağbeti artırır. (Halbuki gerçekte) kazancı giderir." (Buhârî, Büyû' 26; Müslim, Müsâkât 13, h. no: 1607; Ebû Dâvud, Büyû' 6, h. no:  3335; Nesâî, Büyû' 5, h. no: 7, 246)

"Ticârette çok yemin etmekten sakının. Çünkü yemin sürümü artırır, fakat bereketi yok eder." (Müslim, Müsâkât, 27).

"Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak." (Buhârî, Büyû' 7, 23; Nesâî, Büyû' 2). Rezîn rivâyetinde şu ziyâde vardır: "...Böyle kimselerin hiçbir duâsı kabul edilmez."

“Yedi helâk ediciden kaçının!” Sahâbîler: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?’ diye sordular. Hz. Peygamber: “Allah’a şirk/ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, nâmuslu ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zinâ isnad etmektir.” (Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, İman 145; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12)

"Büyük günahlar şunlardır: Allah'a şirk/ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, haksız yere bir kimseyi öldürmek ve yalan yere yemin etmek." (Buhârî, Eymân 16, Diyât 2, İstitâbetü'l-Mürteddîn 1; Tirmizî, Tefsîru Sûre (4) 6; Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 48)

"Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir." (Tirmizî, Birr 48; Ahmed bin Hanbel, I/405, 416)     

"Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar." (Ebû Dâvud, Büyû' 38, 63, 64)

"Kim bildiği halde hırsızlıkla elde edilmiş çalıntı bir malı satın alırsa onun günahına ve alçaklığına ortak olmuştur" (Beyhakî, Sünen, V/336)

"Pazara mal getiren rızıklandırılmış; ihtikâr (stok ve karaborsa) yapan lânetlenmiştir." (İbn-i Mâce, Ticâret, 6)

“Bilmiş ol ki, haramdan gıdâsını alıp büyüyen bir ete ancak ateş evlâdır.” (Tirmizî, Salât 429, hadis no: 609; Dârimî, Rikak 60, hadis no: 2779)

“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsı, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48)

“Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (nâmusu) ve malı haramdır.” (Müslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18)

“Muhakkak helâl belli, haram da bellidir. Lâkin aralarında helâle de harama da benzer şüpheli şeyler vardır ki, onları insanların çoğu bilmez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse; dinini, ırzını/insanî kıymetini korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan bir kimse, harama düşme tehlikesindedir. O, tıpkı sınır kenarında hayvan otlatan ve nerede ise yasak yerde otlatacak bir çoban gibidir. Bilin ki, her hükümdarın hudûdu vardır; Allah’ın sınırları ise haramlardır. Haberiniz olsun, bedende bir küçük et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur, bozuk olursa bütün beden bozulur. İşte o (et parçası), kalptir.” (Buhârî, İman 45, Büyû’ 5; Müslim, Müsâkat 107-108; İbn Mâce, Fiten 14, hadis no: 3984; Nesâi, Büyû’ 2, hadis no: 4431; Tirmizî, Büyû’ 1, hadis no: 1219; Ebû Dâvud, Büyû’ 1, hadis no: 3329-3330; İbn Mâce, Fiten 3984)

“Ey insanlar, şüphesiz ki Allah, Tayyib’dir. Tayyibden (temiz, hoş ve helâl olandan)  başka bir şey kabul etmez. Allah, mü’minlere de, Rasullere emrettiği şeyi emreder: ‘Ey Rasuller, helâl olan şeylerden yiyin ve sâlih amellerde bulunun. Çünkü Ben, sizin yaptıklarınızı bilirim. (23/Mü’minûn, 51) ve “Ey iman edenler, size verdiğimiz rızıkların tayyiblerinden (helâl ve hoş/temiz olanlarından) yiyin.’ (2/Bakara, 172) buyurmuştur.” dedi. Sonra devam etti: “Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza-toprağa bulanmış bir halde ellerini semâya kaldırarak: ‘Yâ Rabbi, Yâ Rabbi’ diye duâ eder. Halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle birinin duâsı nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât 65; Tirmizî, Tefsîrul’l-Kur’an 3, hadis no: 3173; Dârimî, Rikak 9, hadis no: 2720)

"Üç sınıf insan vardır ki kıyâmet günü Allah, onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azap vardır." (Râvi Ebû Zer dedi ki; Rasûlullah bu cümleyi üç kere tekrarladı. Ebû Zer: 'Bu kimseler tam bir mahrûmiyete ve hüsrâna uğramışlar. Bunlar kimlerdir, ey Allah'ın Rasûlü?' diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.) de şu cevabı verdi: "Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticâret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışandır." (Müslim, İman 171; Ebû Dâvud, Libâs 25; Tirmizî, Büyû' 5; Nesâî, Zekât 69, Büyû' 5, Ziynet 103; İbn Mâce, Ticâret 30)

“Her kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da onun kötülüklerinden emin olurlarsa, mutlaka cennete girer.” Bunun üzerine bir adam: “Yâ Rasûlallah, bugün halk arasında bu (vasıfta kişiler) pek çoktur’ dedi. Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu: “Benden sonraki asırlarda da bulunacaktır.” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 22, hadis no: 2640)

“Kim, helâl kazancından bir hurma değerinde bir sadaka verirse -ki Allah helâl maldan verilen sadakadan başka hiçbir sadakayı kabul etmez- işte Allah, bu helâl sadakayı sağ eli ile kabul eder. Sonra o tek hurma değerindeki sadakayı dağ gibi oluncaya kadar, sizin birinizin sütten ayrılmış tayını büyütüşü gibi, sadaka sahibi için dikkatle büyütür.” (Buhârî, Zekât 14, Tevhid, 57; Müslim, Zekât 63; Tirmizî, Zekât, 28, hadis no: 656; Nesâî, Zekât 48, hadis no: 2515; İbn Mâce, Zekât 28, hadis no: 1842)

“Allah, haramdan verilen hiçbir sadakayı ve abdestsiz (su veya toprakla temizlenmeden) de hiçbir namazı kabul etmez.” (Ebû Dâvud, Tahâre 31, hadis no: 59; Nesâî, Zekât 104, hadis no: 139; İbn Mâce, Tahâre 2, hadis no: 271-274; Dârimî, Tahâre 21, hadis no: 692)  

"Hiçbir kimse el emeğinden daha hayırlı yiyecek yememiştir ve Allah'ın peygamberi Dâvud da el emeğini yerdi." (Buhârî, Büyû' 15)   

“Âdemoğlu, midesinden/karnından daha şerli/fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyecekse (nefsinin galebesiyle) ille de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın:   (Karnının) Üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğine/suya, üçte birini de nefesine (ayırsın, üçte birden fazlasına yemek koymasın).” (Tirmizî, Zühd 47, hadis no: 2381; İbn Mâce, Et’ıme 50, h. no: 3349)

Ebû  Zerr (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.): "Üç işi vardır, kıyamet gününde Allah onlara ne konuşur ne nazar eder ne de günahlardan arındırır, onlar için elim bir azab vardır!" buyurdu ve  bunu üç kere de tekrar etti. Ben: "Ey Allah'ın Rasûlü! Öyleyse onlar büyük zarar ve hüsrana uğramışlardır. Kimdir bunlar?" dedim. Şöyle saydılar: "(Elbisesini kibirle, yerlere kadar salıp) süründüren,  yaptığı iyiliği başa kakan, malını yalan yeminlerle reklâm eden kimseler!" (Müslim, İman 171, (106); Ebû Dâvud, Libas 28, -087, 4088- Tirmizî, Büyu 5, h. no: 1211; Nesâî, Büyu 5, h. no: 7, 245)

"Bir kavimde gulûl (denen devlet malından hırsızlık) zuhûr ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar. Bir kavim içinde zinâ yayılırsa orada ölümler artar. Bir kavim, ölçü ve tartılarda (hile yaparak) miktarı azaltırsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavm ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder." (Muvattâ, Cihâd 26, h. no: 2, 460)

“Mal, yeşil (taze) ve tatlıdır. El açıklığıyla (cömertlik ve ikramla) onu ele geçirenin malına bereket verilir. İnsanlara zulmetmek için kazananın malı ise bereketlenmez. Onun durumu, yiyip doymayan kimse gibidir. Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır.” (Buhâri; Askalani, S. Buhâri Şerhi, c. 3, s. 335)

“Benden sonra, ümmetim için üç hususta korkuyorum. Bunlar, sapık arzular, bilgiden sonra gaflet, çok yemek ve şehvetlere tutulmaktır.” (Câmiu’s Sağîr, 1/13)

“Yiyin, için, sadaka verin ve giyinin. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (c.c.) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.” (Buhârî, Libas 1; İbn Mâce, Libas 23, Hadis no: 3605;   Nesâi, Zekât 66)

“Gerçekten Allah, çalışıp kazanan mü’min kulunu sever.” (İbn Kesir, c. 4, s. 397)

“İnsanların yediği şeylerin en temizi (helâli), kendi kazancından olanıdır ve kişinin çocuğu onun kazancındandır.” (Ebû Dâvud, Büyû’ 77, hadis no: 3528; İbn Mâce, Ticâre 1, hadis no: 2137-2138; Nesâî, Büyû’ 1, hadis no: 4427-4430; Tirmizî Ahkâm 22, hadis no: 1372; Dârimî, Büyû’ 6, hadis no: 2540)

“...Bizi aldatan Bizden değildir.” (Müslim, İman 164; Ebû Dâvud, Büyû’ 50)

“İçki içilmesini yasaklayan Allah Zülcelâl, içkinin alım ve satımını da haram kılmıştır.” (Müslim, hadis no: 930)

"Allah bir şeyi haram kılınca, onun bedelini de haram kılar." (Ebû Dâvud, Büyû' 38, 63, 64)

“Kazancın en şerlisi zinâ bedelidir.” (Müslim; S. Müslim  ve Ter. M. Sofuoğlu, 5/87)

Ebû Cuhayfe (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.s.), kan alma bedelinden, kadın kölenin (haram olan) kazancından nehyetti. Ve yine Rasûlullah döğme yaptırana, ribâ (fâiz) yiyene, ribâ kazancı yediricisine lânet etti. Sûret yapan musavvir kişiye de lânet etti.”  (Buhârî, Büyû’ 180)

“Fâiz, yetmiş çeşidi olan günahtır. Bunların en hafifi, erkeğin kendi annesi ile zinâ etmesi (veya evlenmesi) günahı kadardır.” (İbn Mâce, Ticâret 58, hadis no: 2274)

Câbir bin Abdullah (r.a.) şöyle der: “Rasûlullah (s.a.s.); Ribâyı (fâizi) yiyene, yedirene, kâtibine ve şâhitlerine lânet etti ve “Bunlar, eşittirler” buyurdu.” (Müslim, Müsâkat 106; Tirmizî, Büyû’ 2, hadis no: 2277; Nesâî, Ziynet 25, hadis no: 5071-5073)

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, fâiz yemeyen hiçbir kimse kalmayacaktır. Kişi, fâiz yemese bile, kendisine onun buharından/tozundan bulaşacaktır.” (Ebû Dâvud, Büyû, 3, hadis no: 3331; İbn Mâce, Ticâret 58, hadis no: 2278; Nesâî, Büyû’ 2, hadis no: 44333)     

"Fâizi yemek için hileli yollara saptığınız, öküzlerin kuyruklarına yapışıp ziraatla geçindiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah üzerinize zilleti (aşağılanma, horlanma, zaafa düşmeyi) musallat kılar ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden sıyırmaz." (Ebû Dâvud, Büyû' 54)

“Haramla beslenen vücut (cennete girmez;) ona ancak ateş yaraşır.” (Mişkâtu’l Mesâbih, hadis no: 2787; Keşfu’l Hafâ, hadis no: 2632)

"...Bir kimse ellerini semâya kaldırarak: 'Ya Rabbi, ya Rabbi, diye duâ eder. Halbuki, yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, kendisi haramla beslenmiş olursa, duâsı nasıl kabul edilir?" (Müslim, Zekât, 65; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an, 3173; Dârimî, Rikak 2720)

"Allah ve Rasûlü şarap (bütün alkollü içkiler), ölü hayvan, domuz ve putların satışını yasakladı." (Müslim, Müsâkât, 13)

"Birbirinden ayrılmadıkça alan ve satan pazarlığı bozmakta muhayyerdir. Alan satan doğru söyler, malın özelliklerini açıklarlarsa alış-verişleri bereketlenir; yalan söyler ve malın ayıplarını gizlerlerse ticâretlerinin bereketi yok olur. " (Müslim, Büyû, 11)

"Kim helâl lokma yer, Sünnet (Şeriat) gereğince amel eder ve insanlar da, onun kötülüklerinden emin olurlarsa, o kişi muhakkak cennete girer." (Tirmizî, Sıfatu'l Kıyâmet, 2640) 

“Sizden birinin ipini alarak odun demetini sırtlanıp onu satması, -Allah onu dilencilikten korusun- versinler, vermesinler; dilenmesinden daha hayırlıdır.” (Askalâni, S. Buhâri Şerhi, c. 3, s. 335)                                          

Ebû Bekre (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.s.): “En büyük günâhı size haber vereyim mi?” Biz: ‘Evet, yâ Rasûlallah, dedik. Rasûlullah; “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve: “İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır” dedi. Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için “keşke sussa” diye temennîde bulunduk.” Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstiâbe 1; Müslim, İman 143; Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru Sûre (4) 5)     

“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete ilerit. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, fücûra/yoldan çıkmaya sürükler. Fücur da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105; Ebû Dâvud, Edeb 80; Tirmizî, Birr 46; İbn Mâce, Mukaddime 7, Duâ 5)

“İş yaptığınız zaman, Allah o işte itkan etmenizi yani sağlam, ârızâsız ve kusursuz yapmanızı sever.” (Kenzu’l-Ummâl, III/907)

“Allah elinden iş gelen sanatkâr mü’min kulu sever” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, II/290)

"Şüphesiz Allah, güzeldir, güzeli/güzel işi sever." (Müslim, İman, I/93; İbn Mâce, Duâ 10)

"Şüphesiz Allah, her şeyde ihsânı/iyilik ve güzelliği yazmıştır (farz kılmıştır)..." (Müslim, Sayd ve'z-Zebh 57; Ebû Dâvud, Edâhî 12)

"Kendinize göre makbul bir iş yapınız. Sırf başkalarına rekabet olsun diye yapmayınız..." (Tirmizî, Birr 63)

"Allah'ım, yoksulluk fitnesinin şerrinden, küfür ve yoksulluktan Sana sığınırım." (Nesaî, Sehv, 90, İstiâze, 16, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 36, 39, 42, 44; VI, 57, 207).

"Ben görmeyen birisiydim, Allah basiretimi açtı; fakirdim, beni zengin kıldı." (Buhârî, Enbiyâ, 51) (93/Duhâ, 7-8)

"Şüphesiz, insan borçlandı mı, konuşursa yalan söyler, vadederse, sözünde duramaz." (Buhâri, İstikrâz).

“Veren el, alan elden daha üstündür/hayırlıdır.” (Buhârî, Vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344;  Ahmed bin Hanbel, II/4)

“Mü’min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide ile yer.” (İbn Mâce, hadis no: 3256)  (Bkz. 47/Muhammed, 12).

"Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedâvi edin. Belâya duâ ile karşı koyun." (Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 322)

"Malın zekâtını ödedin mi, kendinden onun şerrini def ettin demektir." (Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 323)

“Sizden biri, mal ve yaratılış itibariyle kendinden üstün bir kimseyi gördüğünde, kendinden daha aşağı olanına baksın (Kendisini onunla mukayese etsin). (S. Buhâri, Askalâni Şerhi, 11, s. 322) Sahih-i Müslim’de şu ilave rivâyet edilmiştir:  “...İşte bu, Allah’ın size olan nimetlerini hakir görmemek için uygun olan bir davranıştır.”

"İyi mal, sâlih kimse için ne güzeldir." (Ahmed bin Hanbel, IV/194)

Hz. Ömer birgün Rasûlullah’ın hâne-i saâdetlerine girdi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Efendimiz niçin ağladığını sorunca, şöyle dedi: “Yâ Rasûlallah! Dünya kralları, kisrâlar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok. Yatağın hasır ve teninde yattığın yerin izleri var...” Allah Rasûlü şu cevabı verdi: “İstemez misin yâ Ömer, dünya onların, âhiret de bizim olsun!” (Buhârî, Tefsir (66) 2; Müslim, Talâk 31)

Bir iftar sofrasında Hz. Ebû Bekir’e bir bardak soğuk su ikrâm edilir. Suyu ağzına götürdüğünde ağlamaya başlar. Yanındakiler ne olduğunu sorarlar. Cevap verir: “Bir gün Rasûlullah, kendisine getirilen böyle bir bardak soğuk suyu içmiş, sonra da ağlamış ve “O gün nimetlerden hesaba çekileceksiniz” (102/Tekâsür, 8) âyetini okuyarak, “İşte bu nimetten de hesaba çekileceğiz” buyurmuştu. Bunu hatırladım ve onun için ağladım.” (Müslim, Eşribe 140)

“Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin size açılmasıdır...” (Buhârî, Zekât 47, Cum’a 28; Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât 123; Nesâî, Zekât 81)

“Dünya tatlı ve hoştur. Allah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadınlardan da sakının! Zira benî İsrâilin ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır.” (Müslim, Zikr 99; Tirmizî, Fiten 26; İbn Mâce, Fiten 19)

“Eğer dünya Allah’ın yanında sivri sineğin kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” (İbn Mâce, Zühd 11, hadis no: 4110;  Tirmizî, Zühd 13, hadis no: 2321)

“Kim dünyaya çok önem verirse, Allah onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Halbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti âhiret(i kazanma) ise Allah onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” (İbn Mâce, Zühd 1, hadis no: 4104; Tirmizî, Kıyâmet 31, hadis no: 2467)

“Müslüman olup da kendisine ancak yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat getirdiği kimse muhakkak felâh bulmuştur.” (Müslim, hadis no: 1054; S. Müslim Terc. ve şerhi, c. 5, s. 478)

"Zenginlik mal çokluğuyla değildir. (Hakiki) zenginlik göz tokluğudur, gönül zenginliğidir." (Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 120, hadis no: 1051; Tirmizî, Zühd 40, h. no: 2374) 

Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha hayırlıdır." (Buhârî, Vesâyâ 9, Zekât 18; Müslim, Zekât 94, hadis no: 1033, 97, h. no: 1036; Tirmizî, Zühd 32, h. no: 2344;  Ahmed bin Hanbel, II/4)

“Hayır, vallahi ey cemaat! Ben sizin için ancak Allah’ın size vereceği dünya ziynetlerinden korkuyorum.” (Müslim, hadis no: 1052; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu terc, 5/471)

“Sizin elde ettiğiniz dünya metâı, hayır değil; bir fitnedir. Evet, hayır, ancak hayır getirir. Lâkin bu dünya ziynetleri hayır değildir. Çünkü bunlar fitneye sebep olur. Onlarla siz âhiret hususuna yönelmekten meşgul olursunuz. Baharın yetiştirdiği nebatların bazısı, çok yiyen hayvanları ya patlatıp öldürür, yahut ölüme yaklaştırır. Ancak ihtiyacına kadar yiyenlere zarar vermez. Dünya malı da öyledir, insanlar ona hoş görerek meylederler. Bazısı mala gark oldu denilecek şekilde çok mal edinir, bazısı fazlasına tamah etmeyerek azı ile yetinir. Mala gark olanlar, ekseriyetle onun sebebiyle ya helâk olur, yahut helâke yaklaşırlar.” (Müslim, S. Müslim Terc. ve Şerhi, c. 5, s. 474)   

“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda ancak öldürmekle ve zorla mülke erişilir, ancak gasb ve cimrilikle zengin olunur, ancak dinden çıkmak ve hevâya uymakla sevgi kazanılır; kim bu zamana ulaşır da zengin olmaya gücü yettiği halde fakirliğe sabreder, sevgi kazanmaya gücü yettiği halde buğz olunmaya sabreder, izzete gücü yettiği halde alçaltılmaya sabrederse Allah kendisine beni doğrulayan elli doğrulayıcı sevabı verir.” (Naklen: Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 444-445)

“İhtiyarın kalbi iki şeyi sevme hususunda gençtir: Yaşama sevgisi ile mal sevgisinde.” Diğer rivâyetler de şöyledir: “Âdemoğlu ihtiyarlar, fakat onun iki şeyi genç kalır: Yaşama sevgisi ve mal sevgisi.” “Âdemoğlu büyür, onunla beraber iki şey de büyür: Mal sevgisi, uzun ömür sevgisi.” (Müslim, hadis no: 1046; S. Müslim Terc. ve Şerhi, 5/463)

“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa, üçüncü bir vâdi daha isterdi. Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz. Ama Allah tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder.” (Müslim, hadis no: 1048; S. Müslim, Terc. ve Şerhi, 5/465)    

Sehl İbn Sa’d es-Saidî (r.a.) anlatıyor. “Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)’a bir adam gelerek: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bana öyle bir amel gösterin ki, ben onu yaptığım takdirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsin’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Dünyaya rağbet etme, Allah seni sevsin. İnsanların elinde bulunanlara göz dikme ki onlar da seni sevsin!” (Kütüb-i Sitte, 17/563)

"Allah'ım, Âl-i Muhammed'in rızkını belini doğrultacak kadar ver.” -Bir diğer rivâyette- "yetecek kadar ver." (Buhârî, Rikâk 17; Müslim, Zekât 126, hadis no: 1055; Tirmizî, Zühd 38, hadis no: 2362)

Abdullah İbnu Muğaffel (r.a.) anlatıyor: "Bir adam gelerek "Ey Allah'ın Resûlü! Ben seni seviyorum" dedi. Rasûlullah: "Ne söylediğine dikkat et!" diye cevap verdi. Adam: "Vallâhi ben seni seviyorum!" deyip, bunu üç kere tekrar etti. Rasûlullah (s.a.s.) bunun üzerine adama: "Eğer beni seviyorsan, fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha sür'atli gelir." (Tirmizî, Zühd 36, hadis no: 2351)

"Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak mahzursuz olanı terketmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz." (Tirmizî, Kıyâmet 20, hadis no: 2453)

"Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur." (Tirmizî, Zühd 34, h. no: 2347; İbn Mâce, Zühd 9, h. no: 4141).

"Âdemoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği  bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız bir ekmek ve su." (Tirmizî, Zühd 30, hadis no: 2342)

"İslâm hidâyeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!" (Tirmizî, Zühd 35, hadis no: 2350)

"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları  rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz." (Tirmizî, Zühd 33, hadis no: 2345)

"Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah'ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir." (Buhârî, Rikak 30; Müslim, Zühd 8, hadis no: 2963; Tirmizî, Kıyâmet 59, h. no: 2515)

"Sizden biri dilenmeye devam ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış halde Allah'a kavuşur." (Buhârî, Zekât 52;  Müslim, Zekât 103, hadis no: 1040; Nesâî, Zekât 83 -5, 94-)

"İstemeler bir nevi cırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü  tırmalamış olur. Öyle ise, dileyen (hayâsını koruyup) yüz suyunu devam ettirsin, dileyen de bunu terketsin. Şu var ki, kişi,  zarûrî olan (şeyleri) iktidar sahibinden istemelidir." (Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1639; Tirmizî, Zekât 38, h. no: 681; Nesâî, Zekât 92 -5, 100-)

"Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)'dan bir şeyler istedi. Peygamberimiz de verdi. Adam dönmek üzere ayağını kapının eşiğine basar basmaz, Rasûlullah: "Dilenmede olan (kötülükleri) bilseydiniz kimse kimseye birşey istemek için asla gitmezdi!" buyurdu." (Nesâî, Zekât 83 -5, 94, 95-)

"Kişinin iplerini alıp dağa gitmesi, oradan sırtında bir deste odun getirip satması, onun için, insanlara gidip  dilenmesinden daha hayırlıdır. İnsanlar istediğini verseler de vermeseler de." (Buhârî, Zekât 50, Büyû' 15)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Ensârî bir zat gelip Rasûlullah (s.a.s.)'dan birşeyler istemişti. "Evinde hiçbir şey yok mu?" buyurdular. Adam: "Evet, dedi. Bir çulumuz var. Bir kısmıyla örtünüp, birkısmını da yaygı olarak yere seriyoruz! Bir de su içtiğimiz kabımız var." "Onları bana getir!" diye emrettiler. Adam gidip getirdi. Peygamberimiz eşyaları  eline alıp: "Şunları satın alacak yok mu?" buyurdular. Bir adam: "Ben bir  dirheme satın alıyorum" dedi. Rasulullah: "Bir  dirhemden fazla veren yok mu?" dedi ve iki üç sefer tekrarladı (açık artırmaya çıkardı). Orada bulunan bir adam: "Ben onlara iki dirhem veriyorum" dedi. Rasûlullah eşyaları ona sattı. İki dirhemi alıp Ensârîye verdi ve: "Bunun biriyle âilen için yiyecek al, âilene ver. Diğeriyle de bir balta al bana getir!" buyurdular. Adam gidip bir balta alıp getirdi. Rasûlullah, ona eliyle bir sap geçirdi. Sonra: "Git, odun topla, sat ve on beş gün bana gözükme!" buyurdu. Adam aynen böyle yaptı, sonra yanına geldi. Bu esnâda on dirhem kazanmış, bunun bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da yiyecek satın almıştı. Rasûlullah: "Bak, bu senin için, kıyâmet günü alnında  dilenme lekesiyle gelmenden daha hayırlıdır!" buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti: "Dilenmek, sersefil, fakirliğe düşmüş veya rüsvay edici borca batmış ya da elem verici kana bulaşmış insanlar dışında, kimseye câiz değildir." (Ebû Dâvud, Zekât 26, hadis no: 1641; Tirmizî, Büyû' 10, hadis no: 1218; İbn Mâce, Ticârât 25, hadis no: 2198)

“Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır. Bir şeye karşı olan sevgin, seni kör ve sağır yapar.” (Ebû Dâvud, Edeb 125)

“İki haslet vardır, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredenler ve sabredenler arasına yazar: Din hususunda kendinden üstün olana bakıp ona uymak; Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp Allah’ın kendine vermiş olduğu üstünlüğe hamdetmek. İşte böyle olan kimseyi Allah şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de din konusunda kendinden aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve elde edemeyeceğine üzülürse Allah onu şükreden ve sabreden olarak yazmaz.” (Tirmizî, Kıyâmet 59, hadis no: 2514)

“Himmet yönüyle insanların en yücesi, hem dünya hem de âhiret işine himmet gösteren mü’mindir.” (Kütüb-i Sitte, 17/245)

“Ey insanlar! Allah’a karşı muttakî olun ve (dünyevî) isteklerde mûtedil/ölçülü olun. Zira, hiçbir kimse yoktur ki, (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah’tan korkun ve talepte mûtedil olun, (gayr-ı meşrû yollara sapmayın) helâl olanı alın, haram olanı terkedin.” (Kütüb-i Sitte, 17/245)

“(Bu dünyada malca) en çok olanlar, kıyâmet günü en aşağıda olacaklardır. Ancak malı şöyle şöyle (bol bol) harcayanlar ve onu temiz yoldan kazananlar hâriç.” (Kütüb-i Sitte, 17/571)

“Malı şöyle, şöyle, şöyle ve şöyle dağıtanlar hâriç dünyalığı çok kazananlara yazıklar olsun!” “Şöyle” kelimesini Rasûlullah dört kere tekrar etti. Bunlarla “sağından, solundan, önünden ve arkasından (hayır için harcayanlar” demek istedi). (Kütüb-i Sitte, 17/571)

“Âdemoğlu, ‘malım, malım’ diyor. Ey Âdemoğlu, senin yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin, yahut tasadduk edip (sevabını) defterine geçirdiğinden başka senin malın mı var?!” (Riyâzu’s-Sâlihin, M. Emre Terc. s. 354)

“Dört şey, şekavet (hüsran) alâmetidir: Gözün kuruması (günahlarına ağlamamak), kalbin katılaşması, tûl-i emel (dünyada hiç ölmeyecek gibi plânlar yapmak), dünyaya karşı hırs.” (Kütüb-i Sitte, 7/247)

"Bir kısım insan vardır, Allah'ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Halbuki bu, kıyâmet günü onlara  bir ateştir, başka değil." (Buhârî, Hums 7; Tirmizî, Zühd 41, hadis no: 2375)

"(Benî Âdem'den) Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyeceği asla yememiştir. Allah'ın peygamberi Dâvud aleyhisselâm elinin emeğini yerdi." (Buhârî, Büyû' 15)

"Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak." (Buhârî, Büyû' 7, 23; Nesâî, Büyû' 2, -7, 243-). Rezîn şu ziyâdede bulunmuştur: "Böylelerinin hiçbir duâsı kabul edilmez."

"Muhakkak ki yediğinizin en temizi kendi kesbinizden olandır. Muhakkak ki evlâtlarınız da kendi kesbinizdendir (çalışıp kazandığınızdandır)." (Ebû Dâvud, Büyû' 79; Tirmizî, Ahkâm 22, hadis no:  1358; Nesâî, Büyû' 1, -7, 249-; İbn Mâce, Ticâret 1, hadis no: 2137, 64, -2290-)

"Kim bize memur olursa, kendine bir zevce edinsin. Hizmetçisi yoksa bir de hizmetçi edinsin. Meskeni yoksa bir mesken edinsin." (Hz. Ebû Bekir (r.a.) dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s.)'ın şöyle buyurdukları bana haber verildi:) "Kim bunun dışında bir şey edinirse, bu kimse hâindir, hırsızdır." (Ebû Dâvud, Harac 10, hadis no: 2945)

"Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, ot ve ateş." (Ebû Dâvud, Büyû' 62, h. no: 3477)

El-Misver İbn Mahreme'ye Amr İbn Avf (r.a.) şunu anlatmıştır: "Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Ubeyde'yi Bahreyn'e, oranın cizyesini getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce ensâr geldiğini işitti. Sabah namazını Hz. Peygamber'le kıldılar. Namaz bitince, Resûlullah'ın etrafını sardılar. Rasûlullah (s.a.s.) tebessüm buyurdular ve: "Öyle zannediyorum, Ebû Ubeyde'nin bir şeyler getirdiğini işittiniz" dedi. Hep birlikte: "Evet!" dediler. Bunun üzerine şunları söyledi: "Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren  şeyi ümid edin. Allah'a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti  de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helâk oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum." (Buhârî,  Rikâk 7, Cizye 1, Meğâzî 11; Müslim, Zühd 6, hadis no: 2961; Tirmizî, Kıyâmet 29, hadis no: 2464)

"... Senin vârislerini zengin olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan fakir olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen azîz ve celîl olan Allah'ın rızâsını arayarak her ne harcarsan, -hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile olsa-, mutlaka onun sebebiyle mükâfatlanacaksın..." (Buhârî, Cenâiz 37, Vesâyâ 2, 3, Fezâilu'l-Ashâb 49, Meğâzî 77, Nafakat 1, Marzâ 13, 16, 43, Ferâiz 6; Müslim, Vesâyâ 5, hadis no: 1628; Tirmizî, 6, hadis no: 975; Ebû Dâvud, Vesâyâ 2, hadis no: 2864; Nesâî, Vesâyâ 3; Muvattâ 4 -2, 763-)

“Ümmetler (uluslar), insanların birbirlerini sofraya dâvet etmeleri gibi birbirlerini sizin üzerinize dâvet edecek ve üzerinize üşüşecekler.” Birisi sordu: “Bizim azlığımızdan mı?” Rasûlulullah cevap verdi: “Hayır, aksine, siz o gün çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer çöp gibi... Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize de ‘vehn’ atacak.” Yine birisi sordu: “Ey Allah’ın Rasûlü, vehn nedir?” Cevap verdi: “Dünya sevgisi ve ölüme karşı isteksizlik.” (Ebû Dâvud, Melâhim 5; Ahmed bin Hanbel, V/278)

"Satışında, satın alışında, borcunu ödeyişinde cömert ve kolaylaştırıcı davranan kimseye Allah rahmetini  bol kılsın" (Buhârî, Büyû' 16; Tirmizî, Büyû' 75, h. no: 1320)

"Allah, sizden önce yaşamış olan bir kimseye rahmetiyle muâmele etti. Çünkü bu adam satınca kolaylık gösterir, satın alınca kolaylık gösterir, alacağını isteyince (kabalık ve sertlik değil, anlayış ve) kolaylık gösterirdi." (Tirmizî, Büyû' 75, h. no: 1320)

"Allah, satıştaki müsâmahayı, satın alıştaki müsâmahayı, ödemedeki müsâmahayı sever." (Tirmizî, Büyû' 75, h. no: 1319)

"Kim bir Müslümanın ikâlesini (yani alım-satım akdini feshetmesini) kabul ederse, Allah da onu düşmekten kurtarır." (Ebû Dâvûd, Büyû' 54, h. no: 3460; İbn Mâce, Ticârât 26, h. no: 2199)

"Sattığın zaman tart, satın alınca tarttır." (Buhârî, Büyû’ 51)

"Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır." (Müslim, Mesâcid 288, h. no: 671)

 (Mescidler ibâdet, zikir, takva gibi kulluğun kâmil mânada gerçekleştiği mahallerdir. Bu sebeple Allah nazarında en çok sevilen yerlerdir. Çarşı pazar ise hilenin, aldatmanın, İslâm'ın en az hatıra getirildiği, en ziyade dünyanın, dünyalığın düşünüldüğü, gaflet yerleri de yine çarşı pazarlardır. Hadis çarşıların bu yönüne dikkat çekerek, teyakkuza, dürüstlüğe teşvik etmektedir. Aslında, dinin belirttiği çerçevede yapılan ticaret helâldir. Bu çeşit ticaretin yapıldığı yerler de tebcîle değer yerlerdir. Nasıl olmasın ki, Hz. Peygamber (s.a.s.) dürüst tüccarları en yüce mertebedeki insanlar arasına dahil etmiştir.)

Selman (r.a.) diyor ki: "Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın, (insanları şaşırtmak için kıyasıya) savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır." (Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 100, h. no: 2451) (Bu hadis Hz. Selman (r.a.)'ın şahsî sözü gibi görünse de hükmen merfû sayılır. Burada da herçeşit uyarılara rağmen çarşıda hüküm sürecek fiilî duruma dikkat çekiliyor: Hile, hurda, yalan yere yemin, aldatmalar, boş sözler vs. hepsi de şeytana lâyık işler.)

Hz. Ömer (r.a.): "Bizim çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın." (Tirmizî, Vitr 21, h. no: 487)

"Cenâb-ı Allah içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun alımsatımını yasakladı." Bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resûlü "ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zîra onunla gemiler yağlanır, derilere sürülür, kandiller aydınlatılır" dendi. Cevâben: "O (nun satışı) haramdır" buyurdu ve ilâve etti: "Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler." (Buhârî, Büyû'': 112, Meğâzî: 50; Müslim, Müsâkât: 71 (1581); Ebû Dâvud, Büyû'': 66 (3486); Tirmizî, Büyû'': 61 (1297); Nesâî, Büyû'': 93, (7, 309-310); İbn Mâce, Ticarât: 11, (2167)

"Kim içki satarsa, hınzır kasaplığı da yapsın" (Ebû Dâvud, Büyû' 66, h. no: 3489) (Hadis, tağliz ve tenfir yoluyla içkinin yasaklığını beyan etmektedir. Zira domuz yemekten umumiyetle kaçınıldığı hâlde, içkiye karşı alâka gösterenler az değildir. Halbuki haram olma yönüyle ikisi de birdir ve ikisi de eşit şekilde haramdır. Bu mânayı Resûlullah (s.a.s.) böyle bir benzetme ve mukayese ile ifade buyurmuştur.)

"Bir yiyecek satın alan kimse, onu kabzetmeden önce satamaz" (Buhârî, Büyû' 49, 51, 54, 55, Hudûd: 42; Müslim, Büyû' 29, 35, 40, 41, h. no: 1525-1526-1528-1529; Nesâî, Büyû' 55, h. no: 7, 286-287; Ebû Dâvud, Büyû' 67, h. no: 3492; Tirmizî, Büyû' 56, h. no: 1291; Muvattâ, Büyû' 40, h. no: 2, 640-641; İbn Mâce, Ticarât 37, h. no: 2226)

Hakîm İbn Hizâm (r.a.) anlatıyor: "Ey Allah'ın Rasûlu, dedim; bana gelip birşeyler almak isteyenler oluyor. Halbuki istenen şey bende yoktur. Bu durumda bilâhere çarşıdan satın alarak teslim etmek üzere istenen şeyi satayım mı?" Şöyle buyurdu: "Hayır, yanında mevcut olmayan şeyi satma!" (Nesâî, Büyû' 60, h. no: 7, 289; Ebû Dâvud, Büyû' 70, h. no: 3503; Tirmizî, Büyû' 19, h. no: 1232; İbn Mâce, Ticarât 20, h. no: 2187)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.s.) çarşıda bir yiyecek yığınına rastlayınca elini yığına daldırıp çıkardı. Parmaklarına rutubet bulaştı. Adama: "Ey satıcı nedir bu?" diye çıkıştı. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü, yağmur ıslattı,deyince: "Bu yaşlığı üste getirip, herkesin görmesini sağlıyamaz mıydın? Kim bizi aldatırsa o bizden değildir" (Müslim, İman: 164, (102); Tirmizî, Büyû': 74, (1315); Ebû Dâvud, Büyû': 52, (3452); İbn Mâce, Ticarât: 36, (2224)

"(Alıcı olmadığınız hâlde, fiyatları kızıştırmak için) Müşteri ile satıcının aralarına girmeyin." (Buharî, Büyû' 58; Müslim, Büyû' 11, h. no: 1515, Nikâh 52 h. no: 1413; Ebû Dâvud, Büyû' 46, h. no: 3438; Tirmizî, Büyû' 65, h. no: 1304; Nesâî, Büyû' 21 h. no: 7, 1259; İbn Mâce, Ticârât 14, h. no: 2174)

İbn Ömer (r.a.) diyor ki: "Hz. Peygamber (s.a.s.) müşteri kızıştırmayı yasakladı." İmam Mâlik şu ilâvede bulunur: "Kızıştırma (necş): Aslında alıcı olmadığın halde, (araya girerek) mala değerinden fazla fiyat vermendir. Böylece (gerçekten almak isteyen) bir başkası, seni tâkiben mala daha fazla fiyat vererek aldanır." (Buhârî, Büyû': 60; Müslim, Büyû': 13, (1216); Muvatta, Büyû': 97, (2, 684); İbn Mâce, Ticârât: 14 (2173); Nesâî, Büyû': 16, 17, 21. (7, 258)

"Köylü adına şehirli satış yapmasın. Bırakın insanları, Allah birinin sebebiyle diğerini rızıklandırsın" buyurdu." (Buhârî, Büyû' 58, 64, 67, 69, 70, 71, İcâre 14, Şurût 8; Müslim, Büyû' 11, 12, 18-21, h. no: 1515, 1520-1523, Nikâh: 51, 52 h. no: 1413; Ebû Dâvud, Büyû' 47, h. no: 3442; Tirmizî, Büyû' 13, h. no: 1223; Nesâî, Büyû' 17, h. no: 7, 256; İbn Mâce, Ticârât 15, h. no: 2176); Muvattâ, Büyû' 96, h. no: 2, 683)

Enes (r.a.)'ten gelen bir başka  rivâyette şu  şeklinde ifâde edilmiştir: Rasûlullah (s.a.s.) ana baba bir kardeş bile olsa şehirlinin köylü adına satış yapmasını menetti." (Buhârî, Büyû' 68, Müslim, Büyû' 19, h. no: 1521; Nesâî, Büyû' 18, h. no: 7, 256; İbn Mâce, Ticârât 15, h. no. 2177) Ebû Dâvud ve Nesaî'den gelen bir başka rivayette şöyle buyurulur: "Şehirlinin köylü adına satış yapması yasaktır, şehirli köylünün kardeşi veya babası bile olsa." Ebû Dâvud'un Hz. Enes (r.a.)'ten yaptığı bir başka rivayet şu ziyâdeyi ihtivâ eder: "Şöyle denirdi: "Şehirli köylü yerine satmasın."

(Şehirlinin köylü adına alış-veriş yapmasının yasaklanması ücret mukabilinde yapması durumuyla ilglidir. Buna simsarlık denir. Simsarlık değil de, yardım olsun diye köylü adına şehirlinin yapacağı alış-veriş muâmelesi yardım yerine geçer. Hanefîler, taraflardan biri zarar görmediği takdirde şehirlinin köylü adına alım-satımda bulunabileceğine hükmederler.)

"Satıcılar mallarını çarşıya indirmezden önce yolda karşılayıp alışveriş yapmayın." Ebû Dâvud  hadisin baş kısmında şu ziyadeye yer verir: "Birbirinizin alışverişine karşı alışveriş yapmayın. (Pazara giden) malı yolda karşılamayın." Nesâî'de "ticaret malı (es-Sila') yerine "Celeb malı" tâbiri kullanılmıştır. (Celeb: Satmak için celbedilen mala denir). (Tirmizî ve Muvatta dışındakilerde tahric edilmiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/82)

Malın çarşıya inmezden önce yolda karşılanmasının yasaklanması aldanmayı önlemek içindir. Çünkü eşyanın pazardaki fiyatını bilmeden satış yapan kimsenin daha ucuza satarak aldanma ihtimâli vardır. Şârihlerin belirttğine göre, câhiliye devrinde tüccarları yolda karşılayıp: "Çarşı durgun, fiyatlar düşük, mala rağbet yok" diyerek aldatıp ucuz fiyata mallarını satın almak âdetmiş. Resûlullah (s.a.s.) bunu yasaklamıştır.

Bu hadise dayanan ulemâdan bir çoğu (Mâlik, Evzâî, Şâfiî, Ahmed İbni Hanbel) yolda alış-verişi mekruh addetmişlerdir. Şâfiî ve Ahmed İbn Hanbel satıcıya muhayyerlik hakkı tanır. Ebû Hanîfe bu alış-verişi mekruh addetmez ve satıcıya, pazara vardığı zaman muhayyerlik de tanımaz. Bazı âlimler, pazarda fiyatların yüksek olma durumunda satıcıya muhayyerlik hakkı tanımıştır, değilse hakkı yoktur (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 3/82).

İbn Ömer'den gelen bir başka rivayette: "Hz. Peygamber (s.a.s.) satıcının malını övmesini ve daha pazara varmadan malın yolda satın alınmasını veya şehirlinin köylü adına satış yapmasını yasakladı" buyrulur. Bir başka rivayette de sadece "malın daha pazara varmadan satın alınmasını yasakladı" denmektedir. (Buhârî, Büyû' 71; Müslim, Büyû' 15, h. no: 1518; Ebû Dâvud, İcâre 45 h. no: 3436; Nesâî, Büyû' 18, h. no: 7, 257; İbn Mâce, Ticârât 16, h. no: 2179)

"Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın."  (Buhârî, Büyû': 58, 64, 70, 71, Şurût: 8, Nikâh: 45; Müslim, Nikah: 49, (1412), Büyû': 7, 8, 11, (1412), Birr: 29, (2563), 32 (2564); Ebû Dâvud, Nikah: 17, (2080), Büyû': 45, (3436), 48 (3443); Tirmizî, Nikah: 38 (1134), Büyû': 57, (1292); Nesâî, Nikâh: 20, 21 (6, 72-73-74), Büyû': 17, 20, 21, (7, 258); İbn Mâce, Ticârât: 13, (2171); Muvatta, Büyû': 95, 96, (2, 683)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) şehirlinin köylü adına alışveriş yapmasını, alıcı olmadığı halde alıcı imiş gibi görünüp yüksek fiyat vererek fiyat artırmayı, iki kimsenin başlattığı alışveriş muamelesi kesinlik kazanıp tamamlanmadan bir başkasının aynı mal üzerinde alışverişe girişmesini, bir kız istetilmiş iken ona tâlib olmayı, bir kadının, -kız kardeşinin kabındakini almak için- kocasına onu boşamasını taleb etmesini yasakladı." (Buhârî, Büyû' 58, 70, 71, Şurût 8, 11; Müslim, Nikâh 38, 39, 51, 52, h. no: 1408 -1413-, Büyû' 12, h. no: 1515; Tirmizî, Talâk 14, h. no: 1190; Nesâî, Nikâh 20, h. no: 6,71, Büyû' 19, 21, h. no: 7, 258-259; Ebû Dâvud, Nikâh 2, h. no: 2176, 18, h. no: 2080; Muvattâ, Büyû' 45, h. no: 2, 683). Bir başka rivayette "...Kardeşinin satışı (kesinleşmeden araya girip fiyatını) artırmasın" şeklindedir. Bir başka rivayette: "...Kişi kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasın." (Müslim, Büyû’ [1]9;  İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/87)

"Pazara gitmekte olan malı önceden karşılamayın. Hayvanların sütünü  memelerinde (günlence bekleterek) biriktirmeyin. Bir birinize karşı (müşteriyi kızıştırmak için alıcı olmadığınız halde, yüksek fiyat vererek) malın değerini artırmayın." (Tirmizî, Büyû' 41, h. no:  1268)

"Hem veresiye hem satış helâl olmaz. Bir satışta iki şart da helâl değildir. Zimmette olmayanın kârı yoktur. Yanında bulunmayan malın satışı yoktur." (Ebû Dâvud, Büyû' 70, h. no:  3503; Tirmizî, Büyû' 19, h. no: 1234; Nesâî, Büyû' 60, 71, 72, h. no: 7, 288, 295; İbn Mâce, Ticârât 20, h. no: 2188)

İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.s.) ribâyı (fâizi) yiyene de, yedirene de lânet etti." Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin rivayetlerinde şu ziyade vardır: "(Fâiz muâmelesine) şâhitlik edenlere de bu muâmeleyi yazana da..." (Müslim, Müsâkât 25, h. no: 1579; Ebû Dâvud, Büyû' 4, h. no. 3333; Tirmizî, Büyû' 2, h. no: 1206; İbn Mâce, Ticârât 58, h. no. 2277)

"İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı ulaşacak." Bir rivayette "...tozu ulaşacak" denir (Ebû Dâvud, Büyû' 3, h. no: 3331; Nesâî, Büyû' 2, h. no: 7, 243; İbn Mâce, Ticârât 58, h. no: 2278)

"Alışveriş yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkca (akdi bozmakta) muhayyerdirler. Veya alışveriş yapanlardan biri diğerine "muhayyersin" demişse yine muhayyerdir." Ravi, Resûlullah (s.a.s.)'ın belki de "Alışveriş yapanlardan biri "muhayyerlik şartı üzere olsun demişse" şeklinde buyurmuş olacağında şüphe etmektedir." (Buhârî, Büyû' 42, 43, 44, 46; Müslim, Büyû' 45, 47, h. no: 1531; Tirmizî, Büyû' 26, h. no: 1246; Ebû Dâvud, Büyû' 53, h. no: 3454; Nesâî, Büyû' 9, h. no: 7, 248; Muvattâ, Büyû' 79, h. no: 2, 671; İbn Mâce, Ticârât 17, h. no: 2181)

"İki kişi alışverişte bulununca, onlar ayrılmadıkça, veya biri  diğerini muhayyer bırakmadıkça her ikisi de muhayyerdir. Biri diğerini muhayyer bırakır da bu şartla alışveriş yaparlarsa artık akit kesinleşmiştir. Alışverişi yaptıktan sona ayrılırlar da ikisinden biri satıştan vazgeçmezse yine satış kesinleşmiştir."  (Buhârî, Büyû' 45; Müslim, Büyû' 44, h. no: 1531)

Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle buyurulmuştur: "Alışveriş yapan herhangi iki kişi arasında, birbirlerinden ayrılmadıkça akit kesinleşmiş olmaz. Ancak muhayyerlik şartıyla yapılan satış müstesnâ!" (Müslim, Büyû' 46, h. no: 1531). Müslim'in bir diğer rivayetinde Nafi der ki: "İbn Ömer ((r.a.)üma) bir kimse ile alışveriş yapınca bu satışın bozulmasını istemedi mi kalkar biraz yürür, sonra geri dönerdi." (Müslim, Büyû' 45, h. no. 1531)

"Alışveriş yapanlar birbirlerinden ayrılıncaya kadar muhayyerdirler. Eğer doğru söyler ve (her şeyi) beyan ederlerse bu alışverişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Gerçeği gizlerler ve yalan söylerlerse, alışverişlerinin bereketi kalmaz." (Buhârî, Büyû' 19, 22, 42, 44, 46; Müslim, Büyû' 47, h. no: 1532; Ebû Dâvud, Büyû' 53, h. no: 3459; Tirmizî, Büyû' 26, h. no. 1246; Nesâî, Büyû' 8, 57, 244)

"Alışveriş yapan iki taraf, birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler. Ancak, aralarında muhayyerlik anlaşması varsa bu müstesna. Bu durumda, "karşı taraf pişman olur da akdi bozar"  korkusuyla birinin oradan ayrılması helâl olmaz." (Tirmizî, Büyû' 26, h. no: 1247; Ebû Dâvud, Büyû' 53, h. no: 3954; Nesâî, Büyû' 11, h. no: 7, 251-252)

"Alış veriş yapan her iki taraf da akitden memnun kalmadıkça ayrılmasınlar." (Ebû Dâvud, Büyû' 53, h. no: 3458; Tirmizî, Büyû' 27, h. no: 1248)

 "Alışveriş yapanlar ihtilafa düşerlerse satanın sözü esas alınır. Müşteri muhayyer bırakılır." (Muvattâ, Büyû' 80, h. no: 2, 671; Tirmizî, Büyû' 43, h. no. 1270. Metin Tirmizî'ye aittir.)

"Evin komşusu komşunun evine veya tarlaya daha ziyade hak sâhibidir." (Tirmizî, Ahkâm 31, h. no. 1368; Ebû Dâvud, Büyû' 75, h. no. 3518)

"Komşu, yakın komşusuna karşı daha çok hak sahibidir." (Tirmizî, Ahkâm 31, h. no. 1368; Ebû Dâvud, Büyû' 75, h. no. 3518)

Şerîd (r.a.) anlatıyor: "Bir adam, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e:

"Ey Allah'n Rasûlü tarlam var, kimsenin bunda ne ortaklığı ne de hissesi var, ancak komşum var" dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.): şöyle buyurdu: "Komşu, yakın olan eve daha ziyâde hak sâhibidir." (Nesâî, Büyû' 109, h. no: 7, 320)

"Kim bir yiyecek veya bir başka şeyde selem akdi yapmışsa, bu malı fiilen kabzetmedikçe bir başkasına satmasın." (Ebû Dâvud, Büyû' 59, h. no. 3468)

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Bir adam selem yoluyla (yani parasını peşin alarak, çıkacak mahsülden verilmek üzere) bir ağacın hurmasını sattı. Fakat o yıl o ağaç hiç mahsül vermedi. Satıcı ile müşteri ihtilafa düşerek dâvalarını Hz. Peygamber (s.a.s.)'e getirdiler. Resûlullah (s.a.s.) satıcıya: "Onun parasını nasıl helal addedersin, parayı geri ver" dedi. Sonra şunu söyledi: "Hurma (yenmeye) sâlih oluncaya kadar onu selem yoluyla satmayın." (Ebû Dâvud, Büyû' 58, h. no: 3467; İbn Mâce, Ticârat 61, h. no: 2284; Muvattâ, Büyû' 21, h. no: 2, 644; Buhârî, Selem 2)

"İhtikâr yapan hatakâr olmuştur." (Müslim, Müsâkat 129, h. no: 1605; Ebû Dâvud, Büyû' 49, h. no: 3447; Tirmizî, Büyû' 40 h. no. 1267)

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, bizler için eşyalara fiyat tesbit ediver" diye müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (s.a.s.): "Hayır fiyat koymayayım (rızka bolluk vermesi için) Allah'a dua edeyim" cevabını verdi. Arkadan bir başkası gelerek: "(Ortaklık pahalandı, eşyaların) fiyatını bize siz tesbit ediverin" diye talebde bulununca, bu sefer: "Hayır rızkı bollaştırıp, darlaştıran Allah'tır. Ben hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah'a kavuşmak istiyorum" cevabını verdi." (Ebû Dâvud, Büyû' 51, h. no. 3450)

Enes (r.a.) anlatıyor: "Halk Hz. Peygamber (s.a.s.)'e müracaatla: "Ey Allah'ın Resûlü, fiyatlar yükseldi, bizim için fiyatları siz tesbit edin" dediler. Resûlullah (s.a.s.) onlara şu cevabı verdi: "Fiyatları koyan Allah'tır. Rızkı veren, artırıp eksilten de O'dur. Ben ise, hiç kimse benden ne kan ne de mal hususunda hak talebinde bulunmaz olduğu halde Allah'a kavuşmamı diliyorum." (Ebû Dâvud, Büyû' 51, h. no: 3451; Tirmizî, Büyû' 73, h. no: 1314)

"Pahalanması için, kim bir yiyecek maddesini kırk gün saklarsa, o, Allah'tan yüz çevirmiştir, Allah da ondan yüz çevirmiştir." (Ahmed İbn Hanbel, II/33)

"Alışveriş yapan iki kişi ihtilafa düşerlerse ve aralarında da delil yoksa, mal  sahibinin söylediği esas alınır veya (alışverişi) terkederler" dediğini işittim" dedi. (Ebû Dâvud, Büyû' 74, h. no: 3511; Nesâî, Büyû' 82, h. no: 7, 302, 303)

"Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah'ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir." (Buhârî, Rikak 30; Müslim, Zühd 8, h. no: 2963; Tirmizî, Kıyamet 59, h. no: 2515)

"Iyne usulüyle alışverişte bulunur, sığırların peşine düşer, ziraate  razı olur ve cihadı da terkederseniz, Allah size öyle bir zillet verir ki, dininize tekrar rücu etmedikçe o zilleti kaldırmaz." (Ebû Dâvud, Büyû' 56, h. no: 3462)

İyne usulüyle satışı  şarihler şöyle tarif etmiştir: Tüccar, malını veresiye olarak belli bir vade ile müşteriye satar. Sonra bu malı müşteriden daha ucuz bir fiyatla satın alır. Bu tarz alışveriş caiz mi, değil mi münakaşa edilmiştir. İmam Malik Ebû Hanife, Ahmed İbn Hanbel gibi bir kısım fukaha "caiz değil" derken, İmam Şafii ve ashabı "caizdir" demiştir.

Hadis, esas itibariyle, insanların ticaret ve ziraate kendilerini vererek cihadı ihmal etmelerini yasaklamaktadır. İlk nazarda, hadisten ticaret ve ziraatin kötülendiği anlaşılabilir. Aksine hadis, cihadın terkinden gelecek zillete dikkat çekmektedir. Daha önce de zikredildiği üzere Aleyhissalâtu vesselâm aslî meslekler olarak "ticaret, ziraat ve san'atı" saymıştır. Ama ne ticaret, ne ziraat  ne de san'at cihad gibi mühim bir meşguliyeti ihmale sevketmemelidir. Şevkânî'nin dediği gibi "İslam'ın izzet ve diğer dinlere üstünlüğünü izhar vesilesi olan "Allah yolunda cihad"ın terki halinde Allah, Müslümanlara, düşüncelerinin aksiyle muamele ederek zillet verir: Atların sırtında olduktan sonra sığırların peşlerine takar, halbuki  at sırtı, sığırın peşinden  makamca daha üstün, daha izzetlidir." (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/423)

"Zannediyorum bu hadisin bize anlattığı, işaret ettiği hususları ancak, sanayî inkılâbı ve sanayî hareketlerinden sonra anlayabildik.. onu da doğru anlayabildi isek.. cihadı, zaten unutmuştuk; sanayî  derken ziraat ve hayvancılığı da ihmal ettik ve kendimizi bir başka dengesizliğin berzahında bulduk. Oysaki, yapılacak şeyi, hem de 14 asır evvel Allah Rasûlü haber veriyordu. Ve O, her meselede olduğu gibi, bu meselede de fevkalâde  dengeliydi. Elbette ki, ziraat ve hayvancılık olacaktır. Nitekim bu tür çalışmaları teşvik eden hadis-i şerifler de vardır. Ancak, bütün himmeti bunlara hasretmek, işte doğru olmayan budur.Şehir hayatına karışmadan, bir dağa çekilip, kendi füyuzât hisleriyle baş başa kalmayı arzulayan insandan tutun da, teşebbüs gücünden mahrum ziraatçı ve hayvancıya kadar şümulü olan bu ifade, bize mühim bir iktisat ve ekonomi dersi vermektedir. Ayrıca, devletler muvazenesinde yerinizi almak için, gerekli caydırıcı gücü elde tutmadığınız, cihadı terkettiğiniz veya cihadı terkedip de, devletler muvazenesindeki yerinizi kaybettiğiniz zaman Allah, size altından kalkamayacağınız bir mezellet musallat edeceğini.. tegallüpler, esaretler, tahakkümler altında kalıp ezileceğinizi de hatırlatmaktadır ki, bu durum, yeniden dine dönüp, İslâm'ı hayata hayat kılacağınız âna kadar da devam edecektir. Verdiğimiz misâl, -anlatma darlığı da mahfuz- deryadan  bir katredir ve Allah Rasûlü'nün bu hususta daha nice sözleri var. Ne var ki biz, bu biricik misâlle iktifa edeceğiz. Allah Rasûlü, nasıl ki, istidat ve kabiliyetleri tahdid edip sınır altına almamış, öyle de bedenî güç ve kuvvetleri dahi hakir görmemiştir. Görmemiş ve aksine şöyle buyurmuştur: "Kuvvetli bir mü'min, (beden sıhhatine sahip olan bir mü'min) Allah indinde zayıf mü'minden daha hayırlı ve sevimlidir." Allah indinde sevimli olmak isteyenler, kalb sıhhatiyle beraber beden sıhhatine, cisim sıhhatiyle beraber ruh sıhhatine de sahip olmalıdırlar. Görülüyor ki, Allah Rasulü (sav): "Zayıflayacaksınız, perhize girecek, bedenî güç ve kuvvetinizi kıracaksınız ki Allah indinde makbul olasınız" demiyor. Belki ruhbanlığa, keşişliğe ve papazlığa karşı realiteyi, fıtrî ve tabiî olmayı öne çıkarıyor ve meselelere, tabiatı içinde bir mecra araştırıyor; ve bizi o istikamete kanalize ediyor.