Diğer emîrler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca
dâvaya kalkışıp keskin kılıçlar çektiler.)
Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi
birbirlerine düştüler.
Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu.
Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına tozlar
kalktı.
705. O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına âfet
kesilmişti.
Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif
ruha malik oldu.
Ancak ten nakşına ait olan öldürmek ve ölmek, nar ve elmayı kırmak,
kesmek gibidir.
Tatlı olan nardenk şerbeti olur, çürümüş olanın ise bir sesten
başka bir şeyi kalmaz.
Esasen mânası olan meydana çıkar; çürümüş olan rüsvay olur, gider.
710. Ey sûrete tapan! Türü, mânayı elde etmeye çalış! Çünkü
mâna sûret tenine kanattır.
Mâna ehliyle düş, kalk ki hem atâ ve ihsan elde edesin, hem de fetâ
olasın.
Bu cisimde mânasız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.
Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet
olur.
Tahta kılıcı muharebeye götürme, ah-ü figane düşmemek için önce bir
kere kontrol et;
715. Eğer tahtadansa, yürü... başkasını ara; eğer elmassa
sevinerek ileri gel!
Elmas kılıç, velîlerin silâh deposundandır. Onları görmek, size
kimyadır.
Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: bilen
âlemlere rahmettir.
Nar alıyorsan gülen (çatlak) narı al ki onun gülmesi, sana tanesi
olduğunu haber versin.
O ne mübarek gülmedir ki can kutusundaki inci gibi, ağızdan gönlü
gösterir.
720. Mübarek olmayan gülme, lânetin gülmesidir: Ağzını açınca
kalbinin karalığını gösterir.
Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.
Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher
olursun.
Temizlerin muhabbetini tâ... canının içine dik. Gönlü hoş olanların
muhabbetinden başka muhabbete gönül verme.
Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler
var.
725. Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve
çamur hapsine çeker.
Agâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü
gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren!!!
Mustafa salâvatullahi
aleyhin İncilde anılan iyi vasıflarını ululamaları
İncil'de Mustafanın, o Peygamberler başının, o sefa
denizinin adı vardı;
Sıfatları, şekli, savaşı, oruç tutuşu ve yiyişi anılmıştı.
Hıristiyan taifesi, o da, o hitaba geldikleri zaman sevap için.
730. Yüce adı öperler; lâtif vasfa yüz sürerlerdi.
Bu söylediğimiz fitne esnasında o taife, fitneden, kargaşalıktan
emindiler.
Onlar, o emîrlerin ve vezirin şerlerinden emin olup Ahmed adının
sığınağında korunmuşlardı.
Onların nesli de çoğaldı. Ahmedin nuru, bunlara yardım etti, yâr
oldu.
Hıristiyanlardan Ahmed adını hor tutan diğer fırka,
735. Fitnelerden ve o tedbiri de şom, fitnesi de şom vezir
yüzünden hor ve kıymetsiz bir hale geldi.
Mânaları ters, sözleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri
de müşevveş bir hale geldi, hükümleri de!
Ahmedin adı böyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur?
Ahmed adı sağlam bir kapı olunca o emin ruhun zatı ne olur?
Vezirin belâsı yüzünden yoldan çıkmış olan o nasihat kabul etmez
padişahtan sonra.
İsâ dinini mahva
çalışan diğer bir Yahudi padişahının hikâyesi
740. İsa kavminin dinini mahv için aynı Yahudinin neslinden
diğer bir padişah meydana çıktı.
Bu diğer padişahın meydana çıkışını haber almak istersen Vessemâi
zatülburûc sûresini oku.
Birinci padişahtan doğan kötü âdete bu padişah da ayak uydurdu.
*Bil ki o çeşit sitem ve zulümlerden bu, ne yaparsa Tanrı, günahını
artıksız, eksiksiz ilk zâlimden sonra, arar.
Kim fena bir âdet koyarsa ona her an lânet gider durur.
İyiler gittiler, güzel usul ve âdetleri kaldı; kötü adamlardan da
zulümler ve lânetler!
745. Kıyamete kadar o kötülerin cinsinden kim vücuda gelse
yüzü o kötülüğedir.
Bu tatlı suyla tuzlu su; damar damardır. Halk arasında sûr
üfürülünceye dek birbirine karışmadan böylece gider durur.
İyilere tatlı su miras kaldı. O ne mirasıdır? Evrensel kitap
mirası.
Dikkat edersen görür anlarsın ki taliplerin dileği Peygamberlik
cevherinin şûleleridir, o şûleleri dilerler.
Şûleler, mücevherlere tâbi olarak parıldar ve dönerler. Şûle,
nereden çıkıyorsa, madeni neredeyse oraya gider.
750. Güneş, bir burçtan bir burca gidip durduğundan pencereye
vuran ziyası da evin etrafında döner dolaşır.
Kimin bir yıldızla alâka ve merbuyeti varsa o; kendi yıldızıyla
döner, dolaşır, o yıldızın tesiri altındadır.
Talihli Zühre ise şevkı, çalıp çağırmayı, aşkı diler, onlara
adamakıllı meyli vardır.
Kan dökücü huylu Mirrihe mensup ise cenk, bühtan ve düşmanlık
arar.
Yıldızların ardında yıldızlar vardır ki onlarda ihtirak ve nahis
olmaz.
755. Onlar, bu meşhur yedi kat gökten başka diğer göklerde
seyir ve hareket ederler.
Birbirlerine bitişik ve birbirlerinden ayrı olmayan bu yıldızlar,
Tanrı nurlarının ışığında dururlar.
Her kimin talihi o yıldızlardan olursa o kimsenin zatı, kâfirleri
taşlayıp yakar.
Onun hışmı, bazen galip gelen, bazen mağlûp olan ve tesiri böylece
değişerek yürüyen Mirrihin hışmına benzemez.
Galip nur, noksandan ve karanlıktan emindir. Tanrı nurunun iki
parmağı arasındadır.
760. O nuru, canlara Hak saçtı. Devletliler, onunla eteklerini
doldurmuşlardır.
O nur saçısını bulan yüzünü Tanrının gayrısından çevirmiştir.
Kimin aşk eteği yoksa o nur saçısından nasipsiz kalmıştır.
Cüzülerin yüzü, külle doğrudur. Bülbüllerin aşkı güledir.
Öksüzün rengini dışından, insanın rengini, sarı, kırmızı
her neyse
içinden ara!
765. İyi renkler, temizlik küpünden hasıl olur. Çirkinlerin
rengiyse, kirli kara sudan meydana gelir.
O lâtif rengin adı Sıbgatullah-Tanrı boyası dır. Bu kirli rengin
kokusu ise
Tanrı lânetidir.
Denizden olan, yine denize gider; nerden gelmişse, yine oraya
varır.
Dağ başından, hızlı hızlı akan seller; bizim tenimizden de aşka
karışık olarak akıp giden can, aslına gidip kavuşur!
Yahudi
padişahının ateş yaktırması, ateşin yanına, kim puta secde ederse
ateşten kurtuldu diye bir put diktirmesi
O köpek Yahudi, bak, ne tedbirde bulundu? Ateşin yanına bir
put dikti.
770. Kim bu puta taparsa kurtulur. Secde etmeyen, ateşin tam
ortasına oturur dedi.
O, bu nefis putunun cezasını vermeyince nefis putundan, başka bir
put doğdu.
Putların anası nefsinizin putudur. Çünkü o put yılan, bu put
ejderhadır.
Nefis; demir ve taştan yapılan çakmaktır, put kıvılcımdır. O
kıvılcım su ile söner.
Fakat taş ve demir (çakmak), su ile söner mi? Âdemoğlunda, bu
ikisi oldukça ne vakit ve nasıl emin olur?
*Taş ve demir, ateşi içlerinde tutarlar, su onların ateşine
işleyemez, tesir edemez.
*Irmak suyundan haricî ateş söner. Fakat taş ve demirin içine su
nasıl girer*
*Küpün ve testinin suyu fânidir. Lâkin pınarın suyu daima taze ve
bâkidir.
*Ateş ve dumanın aslı demir ve taştır. Hıristiyan ve Yahudi küfrü,
ikisinin feridir.
775. Put, bir testide gizli kara sudur. Nefsi, muhakkak olarak
o kara suya pınar bil.
O, yontulmuş put, kara sel gibidir. Put yapan nefis, anayolda bir
pınardır.
Bir taş parçası yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar.
Put kırmak kolay, gayet kolaydır. Fakat nefsi kolay görmek
cahilliktir.
Ey oğul, nefsin misal ve sûretini istersen yedi kapılı cehennemin
kıssasını oku!
780. Nefsin her anda hilesi var, her hilesinde yüzlerce
Firavun, Firavuna uyanlarla boğulmuş!
Mûsânın Tanrısına ve Mûsâya kaç; Firavunluk ederek îman suyunu
dökme!
Ahad ve Ahmede yapış, ey kardeş, ten Ebucehlinden kurtul!
O Yahudi
padişahının, küçük bir çocukla bir kadını getirip, o çocuğu ateşe
atması, çocuğun dile gelerek halkı ateşe atılmağa teşvik eylemesi
O Yahudi, bir kadını çocuğuyla putun önüne getirdi, ateş
yalımlanmıştı.
Çocuğu, anasından alıp ateşe attı. Kadın korkup gönlünü imandan
ayırdı.
785. Kadın, put önünde secde etmek isteyince çocuk ateş içinde
Ben ölmedim diye haykırdı.
Ana, gel. Gerçi zâhirde ateş içinde isem de ben burada iyiyim,
hoşum.
Bu ateş; perde olarak zâhirde bir gözbağıdır.Fakat hakikatte mâna
yakasından baş çıkarmış, zuhur etmiş bir rahmettir.
Ana, gel de Tanrının burhanını gör ki bu suretle Hak haslarının
zevk ve işaretini de göresin.
Ana, hakikatte ateş olan, fakat zâhiren suya benzeyen bir âlemden
çık, bu ateşe gir de ateşe benzeyen suyu gör!
790. Ateşe gir de ateş içinde gül ve yasemin bulan İbrahimin
sırlarını gör.
Senden doğarken ölümü görüyordum, senden ayrılmaktan pek
korkuyordum.
Halbuki senden doğunca havası hoş, reni güzel bir âleme gelip dar
bir zindandan kurtuldum.
Şimdi şu ateş içindeki sükûn ve rahatı bulunca dünyayı ana rahmi
gibi görmeye başladım.
Bu ateş içinde bir âlem gördüm ki her zerresinde bir İsâ nefesi
var.
795. Şekli yok, kendisi var bir cihan
O zâhiren var olan
dünya ise sebatsız şekilden ibaret.
Ana, analık hakkı için gel, gir
bu ateşin ateşlik hassası yok.
Ana, gel, gir
tam talih ve devlet zamanı. Ana, gel, gir
devleti
elinden kaçırma.
O köpeğin kudretini gördün. Gel de bir de Tanrının lûtuf ve
kudretini gör.
Ben sana acıdığımdan ayağını çekiyorum, yoksa neşemden zaten seni
kayıracak halde değilim.
800. İçeri gel, başkalarını da çağır ki padişah ateş içine
sofra kurmuştur.
Ey Müslümanlar, hepiniz ateşe girin; din lezzetinden başka her şey
azaptan ibarettir.
Ey ahali, hepiniz yüzlerce baharı olan bu nasibe pervane gibi
gelin, atılın! diye bağırdı.
O, cemaat ortasında böylece bağırmakta; halk, sesinden heybet
içinde kalmaktaydı.
Bunun üzerine kadın, erkek kendilerini, ihtiyarsız, ateşe atmağa
başladılar.
805. Hem de memur olmaksızın, kimse kendilerine
cebretmeksizin. Yalnız dost aşkıyla. Çünkü sevgili, her acıya lezzet
verir.
Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı Ateşe atılmayınız diye
menetmeye başladı.
O Yahudi, yüzü kara ve mahcup bir hale geldi. Bu sebeple pişman
oldu, gönlü sıkıldı.
Zira halk, imana eskiden olduğundan daha ziyade âşık, kendilerini
feda etmekte daha fazla sadık oldular.
Şükrolsun ki, Şeytanın hilesi ayağına dolaştı. Şükrolsun ki,
Şeytan da kendisini yüzü kara gördü!
810. Halkın çehresine sürüp bulaştırdığı zillet tamamıyla o
adamlıktan dışarı padişahın yüzüne bulaştı.
O, pervasızca, halkın elbisesini yırtardı, kendininki yırtıldı,
halkın elbisesi sağlam kaldı.
Muhammed Aleyhisselâmın adını
eğlenerek anan kimsenin ağzının çarpık kalması
Birisi ağzını eğerek Ahmed adını alayla andı, ağzı çarpıldı
öyle kaldı.
Pişman olup Ey Muhammed, affet! Ey Peygamber, sen, Min ledün
ilminden lûtuflara mahzarsın.
Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeğe lâyık ben
oldum dedi.
815. Tanrı, bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu, temiz
kişileri tanetmeye meylettirir.
Tanrı, bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı
kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz olur.
Tanrı, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve munacatta bulunmak
meylini verir.
Onun için ağlayan göz ne mübarektir. Onun aşkıyla yanıp kavrulan
yürek ne mukaddestir.
Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir
kuldur.
820. Akar su neredeyse orası yeşerir; nerede gözyaşı dökülürse
oraya rahmet nazil olur.
İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanında yeşillikler
bitsin.
Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı
Merhamete nailolmak
istersen zayıflara merhamet et!
O
Yahudi padişahının ateşe itap eylemesi
Padişah ateşe yüz çevirip dedi ki: Ey sert huylu!
Tabiatındaki o cihanı yakıcılık nerede?
Niye yakmıyorsun? Ne oldu senin hassan? Yoksa bizim talihimizden
niyetin mi değişti?
825. Sen ateşe tapana bile lûtfetmezsin. Sana tapmayan nasıl
kurtuldu?
Ateş! Sen hiç sabırlı değildin. Niye yakmıyorsun, sebep ne, kadir
mi değilsin?
Bu, gözbağı mı, yoksa akıl bağı mı? Böyle yücelmiş alev nasıl
yakmaz?
Seni birisi büyüledi mi, yoksa bu simya mı? Yahut tabiatının
değişmesi bizim talihimizden mi?
Ateş dedi ki: Ey Şaman! Ben yine o ateşim. Hele bir içeri gel de
benim hararetimi gör!
830. Benim tabiatım da değişmedi, unsurum da. Ben Tanrı
kılıcıyım, izinle keserim.
Türkmenin köpekleri, çadır kapısında misafire yaltaklanmış,
Ama çadır yanına yabancı biri uğrayacak olursa köpeklerden
aslancasına hamleler görür.
Kullukta, ben köpekten aşağı değilim; Tanrı da hayat ve kudrette
bir Türkten aşağı kalmaz.
Tabiat ateşi eğer seni gamlandırırsa o yakış, din sultanının
emriyledir.
835. Tabiat ateşi eğer sana sevinç verirse ona o sevinci din
sultanı verir.
Gam görünce istiğfar et. Çünkü gam, Halik emriyle tesir eder.
Tanrı isterse bizzat gam, neşe
bizzat ayakbağı, azatlık ve
hürriyet olur.
Rüzgâr, toprak, su, ateş; kölelerdir. Benimle, seninle ölüdürler.
Hakla diridirler, ancak onun emrini tutarlar.
Ateş, Tanrı huzurunda daima emre hazırdır, âşık gibi gece gündüz
daima kıvranıp durmaktadır.
840. Taşı, demire vurunca kıvılcım sıçrar. Fakat kıvılcım
(senin çakmağı çakmanla değil), Tanrı fermanıyla dışarıya ayak basar.
Zulüm demiriyle taşını birbirine vurma. Çünkü bu ikisi, erkek ve
kadın gibi çocuk meydana getirirler.
Taş ve demir, sebepten ibarettir ama, ey iyi adam, sen daha ileriye
bak!
Çünkü bu sebebi o sebep olmaksızın zuhura getirmiştir. Zâhiri
sebep, hakikî sebep olmaksızın kendi kendine nasıl meydana gelir?
Enbiyaya rehber olan o sebepler, bu sebeplerden daha yüksektir.
845. Bu sebebi müessir bir hale getiren o sebeptir. Bazen da
olur ki semeresiz ve âtıl kılar, hükümsüz bırakır.
Bu sebebe akıllar mahremdir. O sebeplerin mahremi de Enbiyadır.
Bu sebep kelimesinin Türkçesi nedir? Denirse iptir diye cevap ver.
Bu ip, bu kuyuda işe yarar.
Çıkrığın dönmesi, ipin sarılıp koyverilmesine sebeptir. Fakat
çıkrığı döndüreni görmemek hatadır.
850. Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha, sakın ha
bu başı
dönmüş felekten bilme,
Ki felek gibi bomboş ve sersem bir halde kalmayasın; akılsızlıktan
çıra gibi yanmayasın!
Rüzgâr Halkın emriyle ateş olur; her ikisi de Tanrı şarabıyla
sarhoş olmuşlardır.
Ey oğul! Eğer gözünü açarsan hilim suyunun da, hışım ateşinin de
Haktan olduğunu görürsün.
Rüzgârın canı Hakka vâkıf olmasaydı, Âd kavmini(müminlerden) nasıl
ayırt ederdi?
Hûd Aleyhisselâm
zamanında Âd kavmini helâk eden rüzgârın hikâyesi
Hûd, müminlerin bulunduklarıyerin çevresine bir çizgi
çizdi. Rüzgâr, o araya gelince hafif ve lâtif bir halde esiyordu.
855. Çizgiden dışarıda olanaların hepsini, havada parça parça
ediyordu.
Şeybân-ı Râî de sürünün etrafında böyle apaçık bir çizgi çekerdi.
Cuma günü, namaz vakti Cuma namazına gidince kurtlar sürüye
saldırmasın, yağmalamasınlar diye böyle yapardı.
Hiçbir kurt, çizgiden içeri girmezdi. Hiçbir koyun da çizgi dışına
çıkmazdı.
860. Tanrı erinin dairesi, kurdun hırs yeline de set ve mânia
olmuştu, koyunun hırs yeline de.
Böylece ecel rüzgârı da âriflere gül bahçelerinden esip gelen
rüzgâr gibi lâtif ve hoştur.
Ateş, İbrahime diş geçiremedi. Çünkü Tanrı seçilmişiydi, onu nasıl
ısırabilir?
Din erbabı da şehvet ateşinden yanmaz; halbuki başkalrını tâ yerin
dibine geçirmiştir.
Deniz dalgası Tanrı fermanıyla koşunca Mûsâ kavmini Kıptilerden
ayırt etti.
Tanrı fermanı erişince toprak, Karunu altınlarıyla, tahtıyla tâ
dibine çekti.
865. Su ile toprak, İsânın nefeslerinden gıdalanınca kol
kanat açtı, kuş olup uçtu.
Tanrıyı tesbih etmen, su ve topraktan meydana gelmiş olan
cesedinden çıkan bir buhardan, bir nefesten ibarettir. Fakat gönül
doğruluğu yüzünden cennet kuşu olmuş, oraya uçup gitmiştir.
Tûr dağı, Mûsâ nurundan raksa geldi, kâmil bir sûfi oldu, noksandan
kurtuldu.
Dağ bir aziz sûfi olursa şaşılacak ne var? Mûsânın cismi de bir
kemik parçasından ibaretti.
Yahudi
padişahının bu söze ehemmiyet vermeyip inkâr etmesi, kendisine nasihat
edenlerin nasihatlerini kabul etmemesi
O Yahudi padişahı bu acip mucizeleri gördü. Fakat ancak taan
ve inkârda bulundu.
870. Nasihatçiler: İşi haddinden ileri götürme, inat
hayvanını bu kadar ileri sürme dediler.
Nasihatçilerin ellerini bağlayıp hapsetti. Zulmünü birbirine uladı
(biteviye ve daha fazla zulmeder oldu).
Madem iş bu dereceye vardı. Ey köpek, sabret; kahrımız erişti!
diye bir ses geldi.
Ondan sonra ateş kırk arşın alevlendi; bir halka teşkil etti ve o
Yahudileri yaktı.
Onların asılları önceden de ateşti; sonunda da asıllarına gittiler.
875. Zaten zümre ateşten doğmuştu. Cüzüler kül tarafına yol
alır, o tarafa giderler.
Onlar ancak mümini yakan bir ateştiler. Kendilerini kendi ateşleri
çörçöp gibi yaktı.
Anası(mayası) Hâviye olan kimsenin mekânı, ancak Hâviyedir.
Çocuk anası, onu arar; asıllar, mutlaka ferileri izler.
Su, havuz içinde zindanda mahpus gibidir ama hava onu çeker. Zira
su, erkâna mensuptur (dört erkân denen havuz, ateş, su ve
topraktandır. Havanın feridir).
880. Onu havuzdan kurtarır azar azar dünya hapishanesinden de
öyle çalar.
Sözlerin temizleri, bizden çıkarak ona yükselir, ondan başkasının
bilmediği yere kadar varır.
Nefeslerimiz, temizlik sebebiyle bizden hediye olarak beka yurduna
yücelir.
Sonra ululuk sahibi Tanrıdan, ancak rahmet olarak sözlerimizin
mükâfatı, iki misli bize gelir;
885. Sonradan kul nail olduğu şeylere bir daha nail olsun diye
bizi, yine o güzel sözlere sevk eder, yine bize o çeşit sözler
söyletir.
İşte böylece en güzel sözleri söyledikçe hep böyle sözlerin
çıkmakta, Tanrı rahmeti inmektedir ve bu iki hal sende daimîdir.
Fârisî söyleyelim: Bu şevk ve cezbe, o zevkin geldiği taraftan
gelir.
Her kavmin gözü, bir günceğiz zevk sürdüğü cihette kalmıştır.
Yakînen her cinsin zevki kendi cinsiyledir. Bak; cüzün zevki kendi
küllünden olur.
890. Yahut o şey, bir cinse katılma kabiliyetinde olur da ona
erişince o cinsten oluverir.
Su ve ekmek gibi ki bizim cinsimiz değilken bizim cinsimizden
oluverdi ve vücudumuzu besledi, kuvvetimizi arttırdı.
Su ve ekmeğin sûreta bizimle cinsiyeti yoktur ama sonucu bakımından
onu cinsimiz bil.
Eğer, bizimle cins olanlardan başka bir şeyden zevk alıyorsak o da
ancak bizimle cinsiyeti olana benzer bir şeydir.
Cinse benzeyenden alınan zevk, dimî değildir. O zevk âriyettir.
Âriyet nesne ise âkibet baki kalmaz.
895. Kuşa, ıslıktan zevk gelirse de cinsini bulamayınca ok
gibi uçar gider.
Susuz kimseye seraptan zevk gelir, fakat ona erişince kaçar ve yine
su arar.
Müflisler kalp altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede
rüsvay olur.
Dikkat et; altın suyu ile boyaman seni yoldan alıkomasın! Dikkat
et; bâtıl hayal seni kuyuya düşürmesin!
Kelileden bu hikâyeyi oku ve o kıssadan hisse almaya bak!
Av hayvanlarının aslana,
tevekkül edip çalışmayı terk etmesini söylemeleri
900. Güzel bir derede av hayvanları, aslan korkusundan ıstırap
içindeydiler.
Çünkü aslan, daima pusudan çıkıp birisini kapmaktaydı. O otlak bu
yüzden hepsine fena geliyordu.
Hileye başvurdular; aslanın huzuruna geldiler. Biz sana gündelikle
yiyecek verip doyuralım,
Bundan sonra hiçbir av peşine düşme ki bu otlak, bize zehrolmasın
dediler.
Aslanın av
hayvanlarına cevap verip çalışmanın faydasını söylemesi
Aslan dedi ki: Hileye uğramasam, vefa görecek olsam dediğiniz
doğru. Ben şundan, bundan çok hileler görmüşümdür.
905. İnsanların yaptıkları işlerden, ettikleri hilelerden
helâk olmuşum; o yılanlar, o akrepler tarafından çık ısırılmışım.
İçinde pusu kurmuş olan nefis ise, kibir ve kin bakımından bütün
adamlardan beterdir.
Benim kulağım mümin, bir zehirli hayvan deliğinden iki kere
dağlanmaz sözünü işitti; Peygamberin sözünü canla, gönülle kabul
etti.
Av hayvanlarının
tevekkülü çalışıp kazanmaya tercih eylemeleri
Hepsi dediler ki: Ey halden haberdar hakîm! Çekinmeyi bırak;
çekinme, insanı kaderin hükümlerinden kurtaramaz.
Kaderden çekinmekte perişanlık ve kötülük vardır, yürü, tevekkül et
ki tevekkl, hepsinden iyidir.
910. Ey kötü hiddetli adam! Kaza ile pençeleşme ki kaza da
seninle kavgaya tutuşmasın.
Tanyerini ağartan Tanrıdan bir zarar gelmemesi için kulun Hak
hükmüne karşı ölü gibi olması lâzımdır.
Aslanın çalışıp
kazanmayı tevekküle, teslimiyete tercih etmesi
Aslan: Evet, tevekkül kılavuzsa da bu sebebe teşebüs de,
Peygamberin sünnetidir.
Peygamber, yüksek sesle Tevekkülle beraber yine devenin ayağını
bağla dedi.
Çalışan kimse Tanrı sevgilisidir işaretini dinle: tevekkülden
dolayı esbaba teşebbüs hususunda tembel olma dedi.
Av
hayvanlarının tevekkülü çalışmaya tercih etmeleri
915. Hayvanlar, ona: Çalışıp kazanma, bil ki, halkın itikat
zayıflığı yüzünden, harislerin boğazları miktarınca bir riya
lokmasıdır.
Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hakka teslim
olmadan daha sevgili ne var?
Çokları belâdan belâya; yılandan ejderhaya sıçrarlar,
İnsan hile etti ama hilesi kendisine tuzak oldu
can sandığı, kan
içici bir düşman kesildi!
Kapıyı kapadı , halbuki düşman evinin içindeydi. Firavunun hile ve
tedbiri de işte buna benzer masallardandı.
920. O kin güdücü, yüz binlerce çocuk öldürdü; aradığıysa
evinin içindeydi.
Mademki bizim gözümüzde birçok illet var; yürü, kendi görüşünü
dostun görüşünde yok et!
Bizim görüşümüze bedel onun görüşü, ne güzel bir karşılıktır. Bütün
maksatları onun görüşünde bulursun.
Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya
salmağa başlayınca hemen zahmet ve ıstıraba düşer.
925. Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına
düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu.
Vakta ki İniniz emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve
zaruret kayıtlarına düştüler.
Biz Hakkın ayali ve süt isteyen yavrularıyız. (Peygamber) Halk
Tanrı ayalidir dedi.
Gökten yağmur veren, rahmetiyle can vermeye kadirdir dediler.
Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi
Aslan dedi ki: Evet ama kulların Tanrısı bizim ayağımızın
önüne bir merdiven koydu.
930. Dama doğru basamak basamak çıkmalı , burada Cebrî olmak
ham tamahtır.
Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, neye
pençeni saklarsın?
Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.
Bel gibi olan el de, Tanrı işaretlerindendir. Sonu düşünmek hassası
da onun ibareleridir.
Tanrının işaretlerini canına nakşederek ve o işarete vefakârlık
ederek can verirsen.
935. Sana nice sır işaretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır,
seni iş güç sahibi eder.
Şimdi yük altındasın; Tanrı seni yükler, bindirir
Şimdi onun
emrini kabul etmektesin; sonra seni makbul eder.
Şimdi onun emrini kabul etmişsin, sonra o emirleri söylersin. Şimdi
vuslat arıyorsun, ondan sonra da vâsıl olursun.
Tanrının nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir. Senin cebrîliğin
ise o nimeti inkârdır.
Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini artırır. Cebir ise nimeti
elinden çıkarır.
940. Senin cebrîliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o
dergâhı görmedikçe uykuya dalma!
Ey dikkatsiz Cebrî! Sakın o meyvalı ağacın altından gayrı bir yerde
uyuma.
Ki rüzgâr her anda dalları silkip başına çerez ve azık döksün.
Cebre inanmakla yol kesen haydutlar arasında uyumak müsavidir.
Vakitsiz öten kuş nasıl olur da kurtulur?
Eğer onun işaretlerine burun büküyorsan kendini erkek mi
sanıyorsun? Dikkat edersen anlarsın ki kadınsın!
945. Sendeki bu kadarcık akıl da zayi olur, aklı uçan başsa
buyruk kesilir!
Zira şükretmemek uğursuz ve ayıp bir şeydir; o hal, şükretmeyeni,
tâ ateşin dibine kadar çeker götürür.
Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; kazan da sonra
Tanrıya dayan!
Av hayvanlarının
tekrar tevekkülü çalışmaya tercih eylemeleri
Hepsi ona bağırarak dediler ki: Sebep tohumlarını eken o
harisler
Kadın, erkek nice yüz binlerce kişi, neden oldu da zamane
menfaatlerinden mahrum kaldılar?
950. Dünyanın başlangıcından beri yüz binlerce kavim, ejderha
gibi ağız açmışlar;
O bilgili, idrakli kavimle hileler düzmüşler, tedbirlerde
bulunmuşlardır. Öyle tedbirler ki o tedbirlerle dağ bile tâ dibinden
kopar, yerinden ayrılırdı.
Tanrı, onların hile ve tedbirlerini O tedbirler yüzünden dağların
tepeleri bile oynar, yıkılır, dümdüz olurdu diye öğdü.
(Bunca tedbirlerine rağmen) o avlanmalarından, o çalışmalarından
ezelde verilen kısmetten başka bir şey yüz göstermedi
Hepsi tedbirlerden de âciz kaldılar, çalışmadan da; ortada
Tanrının işi ve hükümleri kaldı.
955. Adı, sanı belli kişi! Kazanmayı bir addan başka bir şey
bilme; ey kurnaz ve hilekâr adam! Çalışmayı bir vehimden başka bir şey
sanma.
Azrâilin birisine bakması, onun
da Süleyman Aleyhisselâmın sarayına kaçması, tevekkülün çalışmadan
üstün olduğu ve çalışmadaki faydaların azlığı
Sâf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleymanın adalet
sarayına erişti.
Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman, ona Efendi
ne oldu? dedi.
O Azrâil, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki
dedi
Süleyman Peki, şimdi ne diliyorsan dile bakalım dedi. O dedi ki:
Ey canları koruyan! Rüzgâra emret;
960. Beni tâ Hindistana götürsün; belki kulunuz oraya gidince
canını kurtarır.
İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele
lokma olurlar.
Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer.
Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farzet!
Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhal Hindistanda bir
adaya götürdü.
Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrâile dedi ki:
*O Müslümana ne sebeple hışımla baktın? Ey Tanrı elçisi, bana
anlat!
965. Acaba bu işi, o adamı hanümanından avare etmek için mi
yaptın?
*Azrâil, cevaben dedi ki: Ey cihanın zevalsiz padişahı! O ters
anladı; ona hayal göründü.
Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce
şaşırdım.
Çünkü Hak bana Haydi bugün var, onun canını Hindistanda al
buyurdu.
Taaccüple Yüz tane kanadı olsa Hindistana gitmesi yine uzak
dedim.
İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör!
970. Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey!
Kimden kapıp kurtarıyoruz, Haktan mı? Ne boş zahmet!
Yine aslanın çalışmayı
tevekküle tercih etmesi ve çalışmanın faydalarını bildirmesi
Aslan dedi ki: Doğru ama Peygamberlerin, müminlerin
çalışmalarını da gör.
Cefadan, kahırdan ne gördülerse mükâfata nail oldular; Tanrı
onların mücahedesini zayi etmedi.
Onların başvurdukları çareler her hususta lâtif oldu. Çünkü
zariften ne gelirse zariftir.
Tuzakları felek kuşunu tuttu; noksanları tanmamen sayıldı.
975. Ey ulu kişi! Nebîlerin ve velîlerin yolunda çalış!
Kaza ve kaderle pençeleşmek mücahede sayılmaz. Çünkü bizi
pençeleştiren, savaştıran da kaza ve kaderdir.
Bir kimse îman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan
etmişse kâfirim!
Başın yarılmamış, şu başını bağlama. Birkaç gün çalış da ondan
sonra gül!
Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir şey aradı. Ukbayı
arayansa kendine iyi bir hal aramış oldu.
980. Dünya kazancı için çarelere başvurmak soğuk bir şeydir.
Dünyayı terk etmek için çarelere başvurmak ise caizdir, emredilmiştir.
Hile ve çare diye zindanı delip de çıkmaya derler. Yoksa birisi
zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş, soğuk ve ters bir iştir.
Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del,
kendini kurtar!
Dünya nedir? Tanrıdan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak
ticaret etmek ve kadın; dünya değildir.
Din yolunda sarfetmek üzere kazandığın mala, Peygamber, ne güzel
mal demiştir.
985. Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi
altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır.
Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman,
ancak yoksul adını takındı.
Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz
bucaksız su üstünde yüzüp gitti.
İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o
denizin üstünde durur.
Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey
değildir.
990. Şu halde kalbini Min Ledün ululuğunun havasıyla doldur,
ağzını da bağla, mühürle!
Çalışma da haktır, deva da haktır, dert de hak. Münkir kimse
çalışmayı inkârda ısrar eder durur.
Çalışmanın tevekküle tercihi
Aslan bu yolda birçok deliller getirdi. O Cebrîler, aslanın
cevabına kandılar.
Tilki, geyik, tavşan ve çakal cebre inanışı ve dedikoduyu
bıraktılar.
Bu bîatte ziyana düşmemek için kükremiş aslanla ahitlerde
bulundular:
995. Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, aslanın başka bir
teşebbüse ihtiyacı kalmayacaktı.
Kura kime isabet ederse günü gününe aslanın yanına sırtlan gibi o
koşar, teslim olurdu.
Bu kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan haykırdı: Niceyedek bu
zulüm?
Aslana gitmekte
geciktiğinden av hayvanlarının tavşana itiraz etmeleri
Hayvanlar dediler ki: Bunca zamanlardır biz ahdimize vefa
ederek can feda ettik.
Ey inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebebolma, aslan da
incinmesin. Yürü, yürü; çabuk, çabuk!
Tavşanın
av hayvanlarına cevabı
1000. Tavşan, Dostlar, bana mühlet verin de hilemle siz de
belâdan kurtulun.
Benim hilemle canımız kurtulsun, bu hile, çocuklarımıza miras
kalsın.
Her Peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtuluş yerine davet
etti.
Peygamberler, halk nazarında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi ama
felekten kurtuluş yolunu görmüşlerdi.
Halk, peygamberleri; gözbebeği gibi küçük gördü, gözbebeğinin mânen
büyüklüğünü kimse anlayamadı.
1005. Hayvanlar ona Ey eşek , kulak ver! Kendini tavşan
kadrince tut, haddini aşma!
Bu ne lâftır ki senden daha iyiler, dünyada onu hatırlarına bile
getirmezler.
Ya gugurlandın, yahut da kaza, bizim izimizde. Yoksa bu lâf, senin
gibisine nerden yaraşacak? dediler.
Tavşanın av hayvanlarına cevabı
Tavşan, Dostlar, Hak bana ilham etti. Hakikaten zayıf
birisi, kuvvetli bir rye ve tedbire nail oldu.
Hakkın arıya öğrettiğini, aslan ve ejderha bilemez.
1010. Arı, teritaze balla dolu petekler yapar. Tanrı, ona, o
ilimde kapı açtı.
Hakkın, ipekböceğine öğrettiğini hiçbir fil bilir mi?
Toprağa mensup insan Haktan ilim öğrendi ve o bilgi ile yedinci
kat göğe kadar bütün âlemi aydınlattı;
Tanrıya şüphe eden kişinin körlüğüne rağmen meleklerin adını,
sanını unutturdu;
Altı yüz bin yıllık zâhidin, o buzağının ağzını bağladı;
1015. Bu suretle din bilgisi sütünü emmesine, o yüce ve sağlam
köşkün etrafında dönüp dolaşmasına mâni oldu.
Duygu ehlinin, yalnız zâhire itibar edenlerin bilgileri, o yüce
bilgiden süt emenler için ağız bağıdır.
Gönül katresine bir inci düştü ki o inci denizlere; feleklere bile
verilmemiştir.
Ey sûrete tapan! Niceyedek sûret kaygısı? Senin mânasız canın
sûretten kurtulmadı gitti.
Eğer insan, sûretle insan olsaydı Ahmedle Ebucehil müsavi olurdu.
1020. Duvar üstüne yapılan insan resmi de insana benzer. Bak,
sûret bakımından nesi eksik*
O parlak resmin yalnız canı noksan. Yürü, o nadir bulunur cevheri
ara;
Eshab-ı Kehfin köpeğine el verilince, dünyadaki bütün aslanların
başları alçaldı.
Canı, nur denizinde garkolduktan sonra ona, kötü ve çirkin sûretin
ne ziyanı var?
Kalemler sûreti öğmezler. Kitaplara da adamın sûretine ait vasıflar
değil, âlim, adalet sahibi gibi zatına ait vasıflar yazılır.
1025. Bilgi ve adalet sahibi
Hep mânadır, onları önde, artta
bir yerde bulamazsın,
Zata ait sıfatlar Lâmekân elinden cana şûle vermektedir, can
güneşi, göklere sığamaz dedi.
Tavşanın bilgisi, bilginin fazileti ve faydaları
Bu sözün sonu yoktur. Kulak ver, tavşan hikâyesini anla!
Eşek kulağını sat, başka bir kulak al ki bu sözü eşek kulağı
anlayamaz!
Yürü, tavşanın tilki gibi kurnazlığına bak, onun düşüncesini ve
aslanı mağlup edişini gör!
1030. Bilgi, Süleyman mülkünün hâtemidir; bütün âlem cesettir,
ilim candır.
Bu hüner yüzünden denizlerin, dağların, ovaların mahlûkatı,
insanoğluna karşı âciz kalmıştır.
O yüzden kaplan, aslan; fare gibi korkmaktadır. O yüzdeb ovada,
dağda bütün vahşi hayvanlar gizlenmişlerdir.
O yüzden periler, şeytanlar, kenarı boylamışlar, her biri gizli bir
yerde mekân tutmuşlardır.
İnsanoğlunun gizli düşmanı çoktur. İhtiyata riayet eden kişi,
akıllıdır.
1035. Bizden gizli; güzel, çirkin, nice mahlûkat vardır ki
onlar, daima gönül kapısının çalıp dururlar.
Yıkanmak için dereye girince derenin dibindeki diken sana zarar
verir;
Gerçi diken suyun dibinde gizlidir, fakat sana batınca
mevcudiyetini anlarsın.
Vahiy ve vesveselerin ıstırapları, binlerce kişiden gelir, bir
kişiden değil.
Şüphe ediyorsan sabret, duyguların değişince onları görürsün,
müşkül hallolur;
1040. O vakit kimlerin sözlerini reddetmişsin, kimleri kendine
ulu eylemişsin, görürsün.
Av hayvanlarının
tekrar tavşanın sırrını ve düşüncesini araştırmaları
Ondan sonra dediler ki: Ey çevik tavşan! Aklındakini meydana
çıkar!
Ey bir aslanla pençeleşen, kavgaya girişen, düşündüğün şeyi söyle!
Danışmak, insana anlayış ve akıl verir; akıllar da akıllara yardım
eder.
Peygamber Ey tedbir sahibi, danış ki kendisiyle danışılan kişi
emindir dedi.
Tavşanın, sırrını onlardan gizlemesi
1045. Tavşan, Her sır söylenemez, gâh çift dersin, tek olur;
gâh tek dersin, çift çıkar!
Aynanın berraklığını, yüzüne karşı öğersen nefesinden ayna çabucak
buğulanır, bulanır, bizi göstermez olur.
Şu üç şey hakkında dudağını kıpırdatma: Gittiğin yol, paran, bir de
mezhebin.
Çünkü bu üçünün de düşmanı çoktur. Düşman bildi mi, sana pusu
kurar.
Bir iki kimseye söyledin mi, artık o sırra veda et. İki kişiyi
aşan, bir başkasına da söylenen her sır, yayılır.
1050. İki üç kuşu birbirine bağlasan elem içinde yerde mahbus
kalırlar.
Üstü örtülü, güzel bir tarzda, kurtulmak için konuşur, danışırlar.
Danışmaları, görenleri yanıltacak şekilde kinayelerledir.
Peygamber, kapalı bir tarzda meşveret ederdi.Eshap cevap verir,
düşman haberdar olmazdı.
Düşman, baştan ayağı bilmesin, bir şeyi sezmesin diye reyini kapalı
misalle söylerdi.
Bu misalle muradını anlatmış olurdu. Ağyar sualinden bir koku bile
duymaz, hiçbir şey anlamazdı dedi.
Tavşanın
aslana oyun edip onunla başa çıkması
1055. Tavşan, aslana gitmede biraz gecikti, sonra pençesi
kuvvetli aslanın yanına gitti.
Aslan, tavşan gecikti diye pençesiyle toprağı kazmakta,
kükremekteydi:
Ben, o alçakların ahdi hamdır, ham, ahitleri kötüdür, sözlerinde
durmazlar demiştim.
Onların gürültüleri beni yaya bıraktı. Bu felek beni ne vakte kadar
aldatacak, ne vakte kadar?
Tedbirsiz emîr, adamakıllı âciz kalır. Çünkü ahmaklığından dolayı
ne önünü görür, ne ardını! dedi.
1060. Yol düzgün ama altında tuzaklar var. Yazının tarzı hoş
ama içinde mâna kıt.
Sözler, yazılar, tuzaklara benzer. Tatlı sözler, bizim ömrümüzün
kumudur.
İçinde su kaynayan kum pek az bulunur; yürü, onu ara!
*Ey oğul! O kum, Tanrı eridir. O er kendinden ayrılmış Haka
ulaşmıştır.
*Ondan, dinin tatlı suyu kaynayıp durmaktadır. İstekliler o sudan
hayat bulurlar, gelişirler, yetişirler.
*Tanrı erinden başkasını kuru kumsal bil ki o kumsal, her zaman
senin ömür suyunu içer, mahveder.
*Hakîm olan erden hikmet iste ki onunla görücü, bilici olasın.
Hikmet arayan hikmet kaynağı olur, tahsilden ve sebeplere
teşebbüsten kurtulur.
Bilgileri hıfzeden levh, bir Levh-i Mahfuz olur; aklı ruhtan
nasiplenir, feyzalır.
1065. Önce aklı hoca iken, sonra akıl ona şakirt olur.
Akıl; Cebrail gibi Ey Ahmed, bir adım daha atarsam yanarım!
Sen beni bırak, bundan sonra sen ileri yürü. Ey can sultanı! Benim
haddim bu karardır der.
Tembellik yüzünden şükür ve sabırda mahrum kalan, ancak şunu bilir:
Ayağını cebir tutmuştur. (Bana bunu Tanrı vermiş demektedir).
Cebir iddia eden, hasta değilken kendisini hasta göstermiştir.
Nihayetle hastalık o kimseyi sıhhatten ayırmıştır.
1070. Peygamber, Şakacıktan hastalanış gerçekten hastalık
getirir ve o adam nihayet mum gibi söner gider dedi.
Cebir ne demektir? Kırık sarmak, yahut kopmuş damarı bağlamak.
Mademki bu yolda ayağını kırmadın; kiminle alay ediyorsun, ayağını
neye sardın?
Çalışma yolunda ayağı kırılana derhal Burak geldi, ona bindi.
Din emirlerini yüklenmişti, şimdi kendi bindi
Ferman kabul
ediciydi, makbul oldu.
1075. Şimdiye kadar Padişahın fermanını kabul eder, o fermana
uyardı, bundan sonra askere ferman verir!
Şimdiye kadar talih yıldızı ona tesir ederken bundan sonra o zat
yıldızı üzerine emredici olur.
Eğer sen bundan şüphelenirsen o halde Şakk-ı Kamer den de
şüphelisin.
Ey gizlice heva ve hevesini tazeleyen kimse! İmanını tazele, ama
yalnız dille olmasın.
Heva ve heves tazelenip durdukça iman taze değildir. Çünkü heva,
îman kapısının kilididir.
1080. Bakir sözü tevil etmişsin; sen kendini tevil et,
Kuranı değil.
İsteğine göre Kuranı tevil ediyorsun. Yüce mâna, senin tevilinden
aşağılandı, aykırı bir şekle girdi!
Sineğin gevşek tevilinin değersizliği
* Senin ahvalin o tuhaf sineğe benzer ki o kendini bir adam
sanırdı.
* İçmeden kendi kendine sarhoş olmuş, zerresini, güneş görmüş.
* Doğan kuşlarının öğüldüğünü işitmiş; Şüphe yok ki ben vaktin
ankasıyım demişti;
O sinek eşek sidiği birikintisindeki saman çöpünün üstünde gemi
kaptanı gibi baş kaldırıp,
Ben, deniz ve gemi hikâyesini okumuş, bir zaman bunu düşünmüştüm.
İşte şu deniz, şu gemi, ben de ehliyefli, rey ve tedbir sahibi bir
kaptanın dedi.
1085. Deniz üstünde salını sürüp durmaktaydı. O kadarcık bir
su ona haddinden fazla göründü.
O sidik, sineğe göre hudutsuzdu. Sinekte, onu olduğu gibi görecek
göz nerede?
Onun âlemi kendi görüşüne göre olur. Gözü, bu kadardır, denizi de
ona göre!
Bâtıl tevilci, sinek gibidir. Vehmi eşek sidiği, tevil ve tasavvuru
saman çöpüdür.
Eğer sinek kendi reyiyle saplandığı tevilden geçse, baht o sineği
hümâ yapar.
1090. Bu ibret gözüne sahip olan sinek olmaz; ruhu, sûrete
lâyık olmayacak derecede yüksek bir zat olur,
Tavşanın geç gelmesinden aslanın incinmesi
Aslanla pençeleşen o tavşan gibi. Onun ruhu, nasıl olur da
küçücük cüssesine lâyık olur?
Aslan, hiddetle: Düşman, altadıcı sözlerle gözümü kapattı.
Cebrîlerin hileleri beni bağladı, tahta kılıçları vücudumu yordu.
Bundan sonra ben artık o gürültüyü dinlemem. Onlar hep şeytanların,
gulyabanilerin sesleri!
1095. Ey gönül; durma, onları parçala, derilerini yüz. Zaten
onlar deriden başka bir şey değildir! diyordu.
Deriden maksat nedir? Renk renk lâflar
su üstündeki, durmalarına
imkân olmayan menevişler gibi.
Bu söz deri gibidir, mâna onun içi; bu söz, ceset gibidir, mâna,
can.
Kötü için ayıbını deri örter; iyi içi de gayret dolayısıyla Gayb
âlemi.
Kalemin rüzgârdan, kağıdın sudan olursa ne yazarsan derhal yok
olur.
1100. Mânasız söz, su üstüne yazılan yazıdır. Ondan vefa
umarsan iki elini ısırarak dönersin (pişman olur).
Rüzgâr, insandaki heva ve arzudur. Heva ve hevesten geçersen
Tanrının haberi karlı, ondan haber alırsın.
Tanrının haberleri çok hoştu; çünkü baştan sona kadar ebedîdir.
Peygamberlerin ululuğundan ve hutbelerinden gayrı padişahların
hutbeleri, ululukları, adları, sanları değişir, baki kalmaz.
Çünkü padişahların kuvvetleri hevadandır. Peygamberlerin
icazetnameleri ise ululuk sahibi Tanrıdandır.
1105. Paralara padişahların adlarını kazırlar; Ahmedin adını
ise kıyamete kadar hâkkederler.
Ahmedin adı, bütün Peygamberlerin adıdır. Yüz ,elimizde olunca
doksan da bizde demektir.
Yine
tavşanın hilesi ve gitmede gecikmesi
Tavşan aslana gitmede epeyce gecikti. Yapacağı hileyi
kendisince kararlaştırdı.
Bir hayli geciktikten sonra aslanın kulağına bir iki sır söylemek
üzere yola düştü.
Akıl diyarında nice âlimler vardır! Bu akıl denizi ne kadar
engindir!
1110. Bizim şu şeklimiz bu tatlı denizde su üzerinde kâseler
gibi yüzer.
İçi dolu olmadıkça kab, suyun yüzündedir. Dolunca denize batar.
Akıl gizlidir, ortada bir âlem görünüp durur. Bizim şeklimiz; o
denizin dalgasından, yahut ıslaklığından ibarettir.
Sûret, o denize ulaşmak için neyi vesile ittihaz ederse etsin,
deniz; sûreti, o vesile yüzünden daha uzağa atar.
Gönül kendisine sır vereni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe.
1115. Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla
yolda hızlı hızlı koşturur!
O yiğit, atını kaybolmuş sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla
koşturmuştur!
O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar,
sorar:
Atımı çalan nerede, kimdir? Efendi, şu uyluğunun altındaki mahlûk
ne?
Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici,
kendine gel!
1120. Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan
görünmez. İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir.
Kırmızı, yeşil ve sarı
bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları
nasıl görürsün?
Fakat senin akılın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler
senin nurunu görmene engel oldu.
Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan
olduğunu görüp anladın.
Haricî nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal
rengi de böyledir.
1125. Dış renkleri güneş ve Süha yıldızının nuruyla görünür.
İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür.
Gözünün nurunun nuru da gönüldür. Göz nuru gönüllerin nurundan
meydana gelir.
Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan
ayrı bulunan Tanrı nurudur.
Geceleyin nur yoktu, renkleri görmedin. Nurun zıddıyla tereddütsüz
olarak bilirsin.
1130. Tanrı; bu zıddiyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her
şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı.
Şu halde gizli olan şeyler, zıddıyla meydana çıkar. Hakkın zıddı
olmadığından gizlidir.
Evvelâ nura bakılır, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine
zıt olduğu için meydana çıkar.
Sen nuru, zıddıyla bildin. Zıt, zıddı meydana çıkarır, gösterir.
Varlık âleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.
1135. Hulâsa gözlerimiz onu idrak edemez; o bizi görür, idrak
eder. Sen bunu, Mûsâ ile Tûr kıssasında gör!
Sûretle mânayı; aslanla orman, yahut ses ve sözle düşünce gibi bil!
Bu söz, bu ses; düşünceden meydana geldi. Fakat düşünce denizi
nerede? Onu bilmezsin.
Ama lâtif bir söz dalgası görünce onun denizinin de kadri yüce bir
deniz olacağını anlarsın.
Bilgiden düşünce dalgası zuhura gelince mâna, söz ve sesten bir
sûret düzdü.
1140. Sözden bir şekil doğdu, yine öldü. Dalga kendini yine
denize iletti.
Sûret sûretsizliktençıktı, yine sûretsizliğe döndü. Zira biz yine
Tanrıya döneceğiz.
Şu halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa
dünya bir andan ibarettir buyurdu.
Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Tanrıya
gelir.
Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz, dünyayı öylece durur
gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz.
1145. Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider. Fakat cesette
bir daimîlik gösterir.
Elinde hızlı hızlı oynattığın ucu ateşli bir sopa nasıl upuzun ve
tek bir ateş hattı gibi görünürse ömür de pek çabuk akıp geçtiğinden
daimî bir şekilde görünür.
Ateşli çöpü sallasan ateş gözüne upuzun görünür.
Bu ömür uzunluğunu da Tanrının tez tez halketmesindendir.
Tanrının yeniden yeniye ve süratle halketmesi, ömrü öyle uzun e
daimî gösterir.
Bu sırrı bilmek isteyen, pek büyük ve derin bir âlim bile olsa
(kendiliğinden bilemez, ona de ki: işte Husâmeddin buracıktadır. O
yüce bir kitaptır ondan öğren)
Tavşanın
aslan huzuruna gelmesi, aslanın ona kızması
1150. Aslanın kızgınlığı arttı, titizlendi. Baktı ki tavşan,
uzaktan geliyor.
Korkusuz ve çalımlı bir tavırla hiddetli, titiz, kızgın, suratı
asık bir halde koşmakta.
Çünkü mütessir ve zebun bir halde gelişten suçluluk anlaşılır. Ama
cesurluk her türlü şüpheyi giderir.
Aslanın hizasına yaklaşıp ilerleyince aslan bağırdı: Bire adam
evlâdı olmayan!
Ben ki filleri parça parça etmişim; ben ki erkek aslanların
kulağını burmuşum;
1155. Bir tavşan parçası kim oluyor ki böyle benim emrimi ayak
altına atsın!
Tavşan uykusunu ve gafletini bırak; ey eşek, bu aslanın kükreyişini
dinle!
Tavşanın
mazeretini söylemesi ve aslana yaltaklanması
Tavşan dedi ki: Eğer efendimiz affederlerse aman
dileyeceğim, mazeretim var.
Aslan Ey ahmaklardan arta kalan, bu ne biçim özür? Padişahlar
huzuruna bu zaman mı gelinir?
Sen vakitsiz öten horozsun başını kesmeli. Ahmağın mazereti
dinlenmez.
1160. Ahmağın özrü kabahatinden beter olur. Cahilin özrü her
ilmin zehridir.
Ey tavşan! Senin özründe bilgi yok. Ben tavşan değilim ki kulağıma
sokasın dedi.
Tavşan Padişahım, adam olmayanı da adam sırasına koy; zulüm
görenin mazeretine kulak ver!
Hele mevkiinin sadakası olarak yolunu şaşıranı kendi yolundan
sürme!
Bütün ırmaklara su veren deniz bile her çöpü başının üstünde taşır.
1165. Deniz, bu kereminden dolayı eksilmez; ihsanı yüzünden
aşağılaşmaz dedi.
Aslan dedi ki: Ben yerinde ve lâyık olana kerem ve ihsanda
bulunurum; herkesin elbisesini boyuna göre biçerim.
Tavşan Dinle, eğer lûtfa lâyık değilsem kahır ejderhasının önüne
baş koydum, ne yaparsan yap!
Ben kuşluk vakti yola düştüm, arkadaşımla padişahıma geliyordum.
Arkadaşlarımla, senin için başka bir tavşanı da bana yoldaş
etmiştiler.
1170. Bir erkek aslan, kulunuzun kanına kasdetti. Yolda, bu
iki yoldaşa da sataştı.
Ben ona Biz padişahlar padişahının kuluyuz, o kapının iki küçük
kapı yoldaşıyız dedim.
Dedi ki: Utan be! Padişahlar padişahı dediğin kim oluyor? Benim
huzurumda öyle her adam olamayanın adını anma!
Eğer huzurumdan iki adım ileri atarsan seni de, padişahını da
paramparça ederim.
Beni bırak, bir kerecik daha padişahımın yüzünü görüp seni haber
vereyim dedim.
1175. Dedi ki: Yoldaşını huzurumda rehin bırak; yoksa sen
benim kanunumca kurbansın.
Ona çok yalvardık, hiç fayda etmedi. Yoldaşımı alıp beni yalnız
bıraktı.
Arkadaşım hem şişmanlık ve letafetçe, hem de güzellik ve irilik
bakımından benim üç mislimdi.
Bundan böyle o aslan tarafından bu yol kapanmıştır, böyle bir
düşman yüzünden, Padişahım, yol bağlıdır.
Bundan sonra tahsisattan ümidini kes. Ben doğru söylüyorum, doğru
söz acıdır.
1180. Sana tahsisat lâzımsa yolu temizle. Haydi gel, o
pervasızı oradan kaldır! dedi.
Aslanın tavşana cevap vermesi ve onunla gitmesi
Aslan dedi ki : Bismillah, haydi gel bakalım, nerede o? Doğru
söylüyorsan düş önüme!
Onun da cezasını vereyim, onun gibi yüz tanesinin de. Fakat bu
sözün yalansa seni cezalandırırım.
Tavşan; onu, kurduğu dolaba düşürmek için kılavuz gibi öne düştü.
Nişan koyduğu bir kuyuya doğru yola çıktılar. Aslana derin bir
kuyuyu tuzak yapmıştı.
1185. Her ikisi de kuyunun bulunduğu yere yaklaştılar. İşte
sana hilebaz, saman altından su yürüten bir tavşan!
Su bir saman çöpünü ovaya götürür ama bir dağı nasıl sürükler
acaba?
Onun hile tuzağı aslana kemenetti. Ne tuhaf tavşan ki bir aslanı
avlıyor!
Bir Mûsâ, Firavunu askeriyle, başındaki kalabalıkla Nil nehrinde
öldürür;
Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervasızca başın beynini yarar.
1190. Düşman sözü dinleyenin hali budur. Hasetçinin dostu
olanın uğradığı cezayı gör!
Hâmânı dinleyen Firavunun, Şeytanı dinleyen Nemrûdun hali
budur.
Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden,
yemden bahsederse de sen onu tuzak bil!
Sana şeker verirse sen bunu zehir bil, bir lûtufta bulunursa onu
kahır bil!
Kaza gelince kabuktan başka bir şey göremez, düşmanları dostlardan
ayıramazsın.
1195. Böyle olunca yalvarmaya başla, ağlayıp inlemeye, tesbihe,
oruca devam et!
Rabbim, sen gaipleri bilirsin. Günahtan dolayı bizden intikam
alma diye yalvar, yakar!
Ey aslanları yaratan! Eğer biz bir köpeklik etmişsek bu pusudan
bizim üstümüze aslanı saldırma!
Güzel suya ateş şeklini, ateşe de su letafini verme! diye niyaz
et!
Yarabbi, sen kahır şarabıyla insanı sarhoş edersen yok olan şeylere
varlık sûretini verir, onları var gibi gösterirsin.
1200. Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görecek
derecede gözün bağlanması, görmemesidir.
Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacı göze sandal ağacı görünecek kadar
duyguların değişmesidir!
Kaza gelince aydın
gözlerin bile bağlanacağını bildiren Süleyman hikâyesi
Süleymanın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuşlar huzuruna
geldiler.
Onu, kendilerinin dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup
huzuruna canla, başla bir bir koştular.
bütün kuşlar, cik cik ötmeyi bırakmışlar; kardeşinin seninle
konuşmasından daha fasih bir surette Süleymanla konuşmaya
başlamışlardı.
1205. Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan
yabancılarla kalırsa mahpusa benzer.
Nice Hindli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk de
vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler.
Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil
birliğinden daha iyidir.
Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz bimlerce tercüman zuhur
eder.
Kuşların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve işlerine ait
şeyleri.
1210. Süleymana birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini
bildirmek ve tanıtmak için öğünüyorlardı.
Bu öğünmek kibirden, varlıktan dolayı değildi. Her kuş, onun
huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye öğünüyordu.
Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını
ona arzeder.
Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta,
sağır, çolak ve topal gösterir.
Hüthüdün hünerini arzetme sırası geldi; sanatını ve düşüncelerini
bildirme nöbeti erişti.
1215. Dedi ki: Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca
arzedeyim. Kısa söylemek daha iyidir.
Süleyman Söyle bakalım, o hangi hünerdir? dedi. Hüthüt, Gayet
yükseklerde uçtuğum zaman,
Havadan bakınca yerin tâ dibindeki suyu görürüm.
O su nerededir, derinliği ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı
kaynıyor, taştan mı? Hepsini görür, bilirim.
Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tâyin etmek üzere beni sefere
beraber götür dedi.
1220. Süleyman da Ey iyi yoldaş! Susuz ve uçsuz bucaksız
çöllerde sen bize arkadaş ol; bu suretle su bulur, seferde yoldaşlara
saka olursun dedi.
Karganın,
Hüthütün dâvasını kınaması
Karga, bunu işitince hasedinden ilerleyip Süleymana
Hüthüt aykırı ve kötü söyledi.
Padişah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve
olmayacak söz olursa.
Eğer onun böyle bir görüşü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzağı
nasıl görmezdi?
Nasıl olur da tuzağa tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde
kafese girerdi? dedi.
1225. Bunun üzerine Süleyman dedi ki: Ey Hüthüt! Daha ilk
kadehte böyle bulunman lâyık mı, akla sığar mı?
Ayran içen! Kendini nasıl oluyor da sarhoş gösteriyor, huzurumda
sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun?
Hüthütün karganın kınamasına cevap vermesi
Hüthüt dedi ki: Padişahım, Allah aşkına bu çıplak yoksul
hakkında düşmanın söylediği sözü dinleme!
Eğer ettiğim dâva yalansa işte başımı koydum, boyumu vur! Kaza
hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı olsa yine kâfirdir.
1230. Sende kâfirler sözünden bir kef harfi, küfür
sıfatlarından bir sıfat bulunsa kadının ferci gibi şehvet yerisin, pis
pis kokarsın.
Eğer kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzağı havada da görürüm.
Fakat kaza gelince bilgi, uykuya dalar, ay kararır, gün tutulur.
Kazanın bu çeşit hilesi nadir midir ki? Kaza ve kaderi inkâr edenin
inkârı bile, bil ki kaza ve kaderdendir.
Âdem Aleyhisselâmın hikâyesi,
açıkça emre uyup tevili terk etmede gözünü kaza ve kaderin bağlaması
Allemelesmâ ya bey olan, her damarında yüz binlerce ilim
bulunan insanlar atası,
1235. Her şeyin adını, nasılsa öylece bilmiş sonunda ne
olacaksa sonuna kadar da agâh olmuştu.
O, eşyaya ne lâkap verdiyse değişmemiştir; çevik dediği tembel
çıkmamıştır.
Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kâfir olacak
adam da ona belli oldu.
Her şeyin adını, bilenden işit; Allemelesmâ remzinin sırrını duy!
Bize göre her şeyin adı, görünüşüne tâbidir; nasıl görünüyorsa biz,
ona öyle deriz. Fakat Tanrıya göre içyüzüne, hakikatine tâbidir.
1240. Mûsâya göre sopasının adı asâ; Yaratan yanında ejderha
idi.
Bu âlemde Ömerin adı puta tapındı; halbuki tâ Elest te onun ismi
mümindi.
Bizim yanımızda adı meni olan şey, Hak yanında şu benlikle zahîr
olan sûretti.
Bu meni, yokluk âleminde vardı; eksiksiz, artıksız aynen Tanrının
ilminde mevcuttu.
Hâsılı Tanrı indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o
olmuştur.
1245. Tanrı, insana âkıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktığı ödünç
ada göre değil!
Âdemin gözü Tanrının pâk nuru ile gördüğünden adların hakikati ve
içyüzü ona ayan oldu.
Melekler onda Hak nurunu görüce hepsi, ona yüzüstü secdeye
vardılar.
Adını andığım şu Âdemi kıyamete kadar öğsem, vasıflarını saysam
yine öğmekten âcizim!
Âdem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme
yüzünden hataya düştü.
1250. Acaba bu nehiy, haram olduğundan mıdır, yoksa korkutmak
için mi?
Gönlünce tevili üstün tutunca kendisi hayretteyken tabiatı, buğdaya
doğru koştu.
Bahçıvanın ayağına diken batınca hırsız fırsat buldu, esvabını
çalıp kaçtı.
Âdem hayretten kurtulup tekrar yola gelince gördü ki hırsız eşyayı
iş yerinden götürmüş!
Rabbena İnnâ zalemnâ deyip âh etmeye başladı. Yani karanlık
bastı, yol kayboldu dedi.
1255. Bu kaza, güneşi örten bir buluttur. Aslan ve ejderha
bile ondan feryat ve figan etmektedir.
Kaza ve kader zuhur edince bir tuzağı bile görmüyorsam bo yolda
cahil olan yalnız ben değilim ya!
Zorlamayı bırakıp feryad ü figana koyulan kişi me kutlu kişidir; o,
iyi bir işe sarılmıştır.
Eğer kaza, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak
odur;
Yüz kere canına kasdederse yine sana can veren derdine derman olan
kazadır.
1260. Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını
göklerin üstüne kurar.
Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil!
Bu sözün sonu gelmez, söz de uzadı. Sen tavşanla aslan hikâyesini
dinle!
Kuyuya
yaklaşınca aslanın yanında, tavşanın geri çekilmesi
Kuyu yanına gelince aslan, tavşanın geri kaldığını gördü.
Dedi ki: Niçin ayağını geri çektin. Ayağını geri çekme, ileri
gel!
1265. Tavşan Ayağım nerede? Elim ayağım kesildi. Canım tir
tir titriyor, yüreğim yerinden oynadı.
Yüzümün rengini görmüyor musun? Altın sarısı gibi. Rengim, ne halde
olduğumu bildiriyor.
Tanrı yüze bildirici demiştir. Onun için âriflerin gözü, yüze
dalmış, kalmıştır.
Renk ve koku, çan gibi haber verir; atın kişnemesi, atın
mevcudiyetini bildirir.
Eşeğin sesini, kapının sesinden fark edesin diye her şeyin sesi, o
şeyi haber verir.
1270. Peygamberinsanları ayırtetmek hususunda insan, sözünde
gizlidir dedi.
Yüzün renginde gönül halinden bir nişan vardır. Bana acı, sevgi
kalbinde tut!
Kırmızı yüz, sahibinin refah ve saadetine delâlet eder, sarı yüz,
sahibinin meşakkat ve belâ içinde olduğunu bildirir.
Elimi, ayağımı alana, yüzümün rengini uçurana, kuvvetimi giderene,
çehremi bozana uğradım.
Önüne geleni kırma, ağaçları kökünden, dibinden söküp çıkarana
sataştım.
1275. Adamları, hayvanları, cemadat ve nebatatı mat edene
rastladım.
Bunlar cüziyattır, külliyatın da onun yüzünden renkleri sararmış,
kokuları bozulmuştur.
Cihan; gâh sabredip gâh şükrettikçe bağlar, bahçeler, gâh giyinir,
gâh çırçıplak kalır;
Güneş, ateş renginde doğmuşken diğer bir saatte baş aşağı batar;
Göklerde pırıldıyan yıldızlar; zaman zaman ihtiraka uğrarlar;
1280. Güzellikte yıldızlardan daha parlak olan ay da ince
ağrıya tutulup hilâl olur;
Çok sakin ve edepli olan bu yeri de sarsıntı sıtmaya düşürür;
Nice dağlar, bu ansızın gelen felâketten dolayı yeryüzüne kumlar
gibi dağılıvermişlerdir!
Ruhla eş olan hava bile kaza baş gösterince veba kesilir,
ufunetlenir:
Ruhun kızkardeşi olan lâtif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık
bir hale gelir;
1285. Azametli ve kibirli ateşi bile bir yel söndürüverir!
Denizin halini de ıstırabından, coşkunluğundan anla, aklının
değişik durduğunu, kalıptan kalıba girdiğini bil!
Tanrı rızasını arayıp duarn başı dönmüş feleğin hali de oğullarının
hali gibidir:
Gâh en altta, gâh ortada, gâh en tepede. Onda da bölük bölük kutlu
ve yomsuz zamanlar var!
Ey külliyat ile karışmış olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de
kendinden kıyas et!
1290. Külliyatın böyle hastalıkları, böyle dertleri olunca
onların cüzülerinin yüzü nasıl sararmaz?
Hele birbirlerine zıt olan şeylerden; su, toprak, ateş ve yelden
meydana gelmiş cüzü
Koyunun kurttan kaçmasına şaşaılmaz; şaşılacak şey, bu koyunun
kurda gönül vermesidir!
Sağlık, zıtların sulhüdür; aralarında savaşın başlamasını da ölüm
bil!
Tanrının lûtfu, bu aslanla yaban eşeğine, bu iki zıdda, vefakârlık
hususunda bir ülfet vermiştir.
1295. Dünya hasta ve mahpus olunca, hastanın fâni olmasına
şaşılır mı?
Tavşan aslana bu çeşit nasihatler verip Ben bu sebepler yüzünden
geriledim dedi.
Tavşanın
ayağını geri çekmesindeki sebebi, aslanın ciddiyetle sorması
Aslan dedi ki: Sen bu sebepleri bırak da şu geriye
çekilmenin sebebini söyle, benim maksadım o.
Tavşan, O aslan, bu kuyuda oturuyor; bu kalenin içinde bütün
âfetlerden emin! dedi.
Aklı olan kimse oturmak için kuyu dibini seçmiştir. Çünkü gönül
sefaları halvetler.
1300. Kuyunun karanlığı, halkın verdiği karanlıklardan daha
iyidir. Halkın ayağını tutan, halkla karışıp görüşen; başını
kurtaramamış, selâmete erişememiştir.
Aslan İleri yürü. Benim açacağım yara, onu kahreder, bir bak, o
aslan oarad mı? dedi.
Tavşan Ben o ateşten bir kere yanmışım. Sen beni kucağına alırsan,
Ey kerem madeni, ancak o vakit yardımınla gözümü açar, kuyuya
bakabilirim dedi.
Aslanın
kuyuya bakıp kendinin ve tavşanın aksini görmesi
Aslan onu kucağına aldı. O da aslanın himayesinde kuyuya
kadar vardı.
1305. Kuyunun içine, suya bakınca aslanın ve onun aksi, sı
içinde parıldadı.
Aslan su içinde parıldayan aksini gördü. Suda bir aslan şekliyle
kucağında şişman bir tavşan şekli gördü.
Su içinde düşmanını görünce, tavşanı bırakıp kuyu içine sıçradı.
Kendi kazdığı kuyuya kendi düştü. Çünkü yaptığı zulüm, kendi başına
geldi.
Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur; bütün âlimler böyle dediler:
1310. Daha ziyade zalim olanın kuyusu, daha korkunçtur. Adalet
daha kötüye, daha kötü ceza verilir buyurmuştur.
Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.
İpekböceği gibi kendi etrafını örme; kendine kuyu kazarsan bari
kararlıca kaz!
Zayıfları sen yardımcısız, kimsesiz sanma; Kurandan İZa câe
nasrullah ı oku
Sen filsen, düşmanın senden ürkmüşse sana ceza olarak işte ebabil
kuşu gelip çattı.
1315. Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri
birbirlerine karışırlar.
Sen birisini dişinle ısırıp ta kan içinde bırakırsan diş ağrısına
tutulunca ne yaparsın?
Aslan, kuyuda kendisini görünce hiddetinden o anda kendini
düşmanından ayırt edemedi.
Kendi aksini kendi düşmanı sandı, hulâsa, kendisine kılıç çekti.
Ey adam! İnsanlarda gördüğün birçok zulümler, senin huyundur; sen,
kendi huyunu onlarda görüyorsun.
1320. Senin varlığın, nifakın, zulmün, gafletin onlara
aksetmiştir.
Sen o sun, sen kendini yaralamaktasın. O anda lânet ipliğini
kendine, kendin dokuyorsun!
O kötülüğü sen kendinde açıkça görmüyorsun. Görsen kendine kendin,
candan düşman olurdun.
Ey ahmak! Kendine saldıran o aslan gibi sen de kendine
saldırıyorsun.
1325. Ahlâkının künhüne erişir, hakikatını anlarsan o adam
olmamazlığın senden olduğunu bilirsin.
Aslan; başka bir aslan gibi görünen şeklin, kendi aksinden ibaret
olduğu kuyu dibinde zâhir oldu.
Bir zayıfın dişini söken, o ters gören aslanın işini işlemektedir.
Ey başkasının yüzünde kötü bir ben gören! Gördüğün kendi beninin
aksidir, ondan nefret etme!
Müminler birbirinin aynasıdır. Bu haberi Peygamberden rivayet
etmediler mi?
Gözünün önüne gök renkli bir cam koymuşsun, o sebepten âlem sana
gök görünüyor.
1330. Kör değilsen bu körlüğü kendinden bil. Kendine kötü de,
başkasına deme!
Eğermümin, Tanrı nuruyla bakmamış olaydı; gaip mümine bütün
çıplaklığıyla nasıl görünürdü?
Fakat sen Tanrı nuruyla değil, Tanrı ateşiyle baktığından kötülükte
kaldın, iyilikten gafil oldun;
*İyiliği kötülükten ayırt edemedin, kötülükten de gafil oldun,
iyilikten de.
Ey gama, kedere dalmış adam! Azar azar ateşe nur serp ki ateşin
nura dönsün.
Ya Rabbi, sen de o tertemiz suyu serp de âlemin şu ateşi tamamıyla
nur olsun.
1335. Denizin suyu hep ferman altındadır; ya Rabbi su da
senindir, ateş de!
Sen istersen ateş, lâtif su olur; dilemezsen su bile ateş kesilir.
Bizim şu niyazımızı a yine sen ilham etmektesin. Zulümden
kurtulmamız, senin ihsanındır.
Sen bize bu isteği, biz istemeksizin verdin, hadsiz, hesapsiz
ihsanlarda bulundun.
Tavşanın, av
hayvanlarına aslan kuyuya düştü diye müjde götürmesi
Tavşan kurtulduğunda sevinerek ovaya, av hayvanlarına koştu.
1340. Aslanın kuyuda öldüğünü görünce çayıra doğru döne oynıya
gitmekteydi.
Ölümün pençesinden kurtulduğundan ayağı yerden kesilmiş, sevinmiş,
el çırpmakta, dallar, yapraklar gibi yeşermiş neşelenmiş,
oynamaktaydı.
Dallar, yapraklar, toprak hapsinden kurtulunca başlarını yükseltir,
rüzgârın eşi, arkadaşı olurlar.
Yapraklar, daldaki tomurcukları yarıp çıkınca ağacın tâ üstüne
çıkarlar.
Her meyva ve her yaprak, tomurcuğunun diliyle Tanrının şükrünü
terennüm eder;
1345. Bizim aslımızı, ihsan sahibi Tanrı yetiştirdi, nihayet
ağaç kalınlaştı, doğrulup yükseldi de.
Su ve çamur içinde olan canlar da bataklıklardan, su ve çamurdan
kurtulunca gönülleri sevinç dolu bir halde.
Tanrı aşkının havasında raksederler; ayın on dördü gibi noksansız
ve tam bir hale gelirler.
Tenleri oynayıp durur, ya canları ne haldedir? Sorma! Tamamıyla can
olanlara gelince: onları hiç sorma (anlatmağa imkân yok!)
Tavşan, aslanı zindana soktu. Aslan için ne ayıp şey; bir
tavşancıktan geri kaldı!
1350. Böyle bir ayba sahip olduğu halde şaşılacak şey
şurasıdır ki bir de kendisine Fahreddin lâkabını takmalarını ister!
Ey kişi! Sen, bu dünya kuyusunun dibinde mahpus kalan bir aslansın.
Tavşan gibi olan nefsin, seni nasıl kahretti?
Senin tavşan nefsin sahrada yeyip içmekte, zevk ve sefa etmekte.
Sen ise şu dedikodu, bahis ve münakaşa kuyusunun dibindesin!
O aslan avcısı tavşan, av hayvanlarının bulunduğu yere koşup
birbirinizi muştulayın. Size müjdeci geldi.
müjde, ey zevk u sefaya dalmış olanlar! Müjde ki o cehennem köpeği,
geldiğ cehenneme gitti.
1355. Müjde! Tanrı o can düşmanının dişlerini söktü!
Pençesiyle nice başalr ezen düşmanı, ölüm süpürgesi çerçöp gibi
süpürdü, gitti dedi.
Av
hayvanlarının tavşanın etrafına toplanıp onu öğmeleri
O zaman, bütün hayvanlar, sevinçli bir halde gülüp oynayarak,
onun yüzünü öptüler,
Etrafına halka oldular. O, çırağ gibi ortalarındaydı. Bütün
sahradakiler, ona secde ettiler.
Sen gökten inen bir melek misin, yoksa peri misin? Hayır, ne
meleksin, ne peri! Sen ,erkek aslanların Azrâilisin
1360. Ne olursan ol; canımız sana kurban olsun! Ona galip
geldin, elin, kolun sağ olsun!
Tanrı bu suyu, senin arkından akıttı; eline, koluna aferin!
Bir daha söyle! Onu hile ile nasıl inandırdın; o zalimi, düzenle
nasıl kahrettin?
Bir daha söyle ki hikâyen dertlere derman, canlara merhem olsun!
Bir daha söyle ki o sitemkârın zulmünden canlarımızda yüz binlerce
yaralar var dediler.
1365. Tavşan dedi ki: Ey ulular! Tanrı yardım etti, yoksa
dünyada bir tavşan kim oluyor ki?
Koluma kuvvet, kalbime kudret verdi; cenneti, huriyi kucağıma attı.
Üstünlükler, Haktan gelir, hallerin değişmesi de ondandır.
Tavşanın av
hayvanlarına buna sevinmeyin diye nasihat etmesi
Hak; bu kuvvet kudreti zan ve yakîn ehline nöbetle
göstermektedir:
Ey ikbal nöbetine erişen! Kendine gel, sevinme! Sen nöbetle
mukayyetsin, hürlük taslama!
1370. Saltanatı nöbetten üstün olan, ikbali ebedî bulunan
nöbet davulunu yedi yıldızdan üstün bir yerde çalarlar.
Nöbetten üstün olanlar, bâki padişahlardır; onlar daima ruhlara
sâkidir.
Bir iki gün su içmeyi terk edersen ağzını ebediyet şarabına
daldırır, o hakikat şarabını içersin
Küçük
muharebeden büyük muharebeye döndük sözünün tefsiri
Ey padişahlar! Dışarıdaki düşmanı öldürdük; içimizde ondan
beter bir hasım var.
Bunu öldürmek, aklın fikrin işi değil. İçerideki aslan; öyle tavşan
maskarası olmaz.
1375. Cehennem, bu nefistir; cehennem, bir ejderhadır ki
harareti denizlerle eksilmez.
Yedi denizi içer de yine kocakarıya benzeyen nefsin harareti ve
coşkunluğu azalmaz.
Taşlar, taş yürekli kâfirler; ağlayıp inleyerek mahcup bir halde
cehenneme girerler.
Haktan ona şu nida gelmedikçe bu kadar azaba da kanaat etmez:
Doydun mu denir. O, kurt ve sırtlan gibi Hayır, doymadım der.
İşte sana ateş, işte sana hararet!
1380.Bütün bir âlemi, bir lokma edip yutar da yine midesi
Daha fazla yok mu diye bağırır.
Nihayet Hak, onun üstüne Lâmekân âleminden ayağını koyar da işte o
vakit derhal sakinleşir.
Bizim nefsimiz de cehennemin bir parçasıdır. Onun için cüzüler
daima küllün tabiatındadır.
Nefsi öldürecek ayak da ancak Hakkın ayağıdır. Zaten nefsin yayını
Haktan gayrı kim çekebilir?
Yaya ancak doğru ok koyarlar. Bu yayın ters ve eğri okları da
vardır.
1385. Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul! Çünkü her doğru okun,
yaydan fırlayacağına şüphe yok.
Dış savaşından kurtulunca iç savaşına yüz tuttum.
Biz şimdi küçük muharebeden döndük; Peygamberle beraber büyük
muharebedeyiz.
Tanrıdan denizleri yaran bir kuvvet isterim ki bu Kaf dağını iğne
ile yerinden koparıp atayım.
Şunu bil ki safları bozup dağıtan aslanla savaşmak kolaydır, asıl
aslan, nefsini mağlup edendir.
*Bunun hakkında sen bir hikâye dinle de sözümden hisse al:
Rum Kayseri elçisinin,
Emîrülmüminin Ömere Tanrı ondan razı olsun gelip
Ömerin kerametini görmesi
1390. Rum Kayseriden, Medinede Ömere uzak çölleri aşarak
bir elçi geldi.
Medine halkına Halifenin köşkü nerededir ki atımı, eşyamı oraya
çekeyim dedi.
Halk, dedi ki: Onun köşkü yok; Ömerin köşkü, ancak aydın canıdır.
Gerçi emir diye adı sanı duyulmuşsa da onun, yoksullar gibi ancak
bir kulübeciği var.
Kardeş, onun köşkünü nasıl görebilirsin? Gönül gözünde kıl bitmiş!
1395. Gönül gözünü kıldan ve hastalıktan arıt, sonra köşkünü
görmeyi gözet.
Kimin canı, heveslerden arınmışsa derhal tertemiz Tanrı tapusunu,
Tanrı dergâhını görür.
Muhammed, bu ateşten, bu dumandan temizlendiğinden nereye yüz
çevirse orada Allah cemalini gördü.
Seni kötülüğe sevk eden vesveselere yoldaş oldukça Semme
vechullahı nasıl bilebilirsin?
Kimin kalbinde kapı açılırsa gönül göğünde yüzlerce güneş görür.
1400. Yıldızların içinde ay nasıl görünürse başkaları arasında
Tanrı da öyle görünür.
AÇIKLAMALAR ( Beyitler 701 - 1400 )
B. 711. Fetâ, yiğit,
delikanlı ve cömert mânalarına gelir. Orta çağlarda Anadoluda ve bütün
müslüman memleketlerinde iktisadî bir teşekkül olan Ahilik'te "Fütüvvet"
yani cömertlik esastır. Bu mesleği, anane bakımından Ali'ye
götürürlerdi. Zaten Ali hakkında "La seyfe illâ Zülfekar ve la fetâ
illâ Ali" yani, yiğit ve cömert ancak Alidir, kılıç da ancak onun
kılıcı olan Zülfekardır diye de bir söz vardır.
B. 741. Kur'an'ın 85
inci suresi olan ve "Burçları olan göke andolsun" diye başlıyan "Buruc"
suresinde, 796 ncı beyitten 811 inci beytin sonuna kadar olan iki
bahis, anlatılmaktadır.
B. 746. Sûr,
boynuzdan yapılma nefir, boru demektir. Ulu meleklerden İsrafil,
kıyamette sûru üfürecek, herkesin ruhu cesedinden çıkacak ve kıyamet
kopacak, ikinci sûr üfürülünce ruhlar, cesetlere girecek ve herkes
dirilecektir. Sûr üfürülmesi, kıyamet mânasını ifade eder.
B. 747. "Sonra
Kur'an'ı kullarımızdan seçtiğimiz kişilere miras olarak verdik..."
(sure: 65 Fâtır, âyet: 32). Bu beyitteki "Evrensel kitap kitabı
miras olarak verdik" sözü bu âyetten alınmadır.
B. 751 - 753.
Eskiden yıldızların dünyaya ve dünyadakilere tesir ettikleri kabul
edilirdi. Âlemin merkezi olan arzın etrafında sırasiyle "Kamer,
Utarit, Merih, Şems, Zühre, Müşteri, Zühal" vardır. Bunlara "Seb-a-i
Seyyare Yedi dönen ve yürüyen yıldız" denirdi. Bunlardan Zuhal,
hayırsız, yömsüz bir yıldız olduğundan ve hayırlı olduğu zaman pek az
bulunduğundan "Nahs-i Ekber En büyük hayırsız yıldız" adını almıştı.
Merihe de hayırsız olmakla beraber hayırlı zamanlan da bulunduğundan "Nahs-ı
Asgar küçük hayırsız yıldız" adı verildi. Bunların ikisine birden "Nahseyn
iki uğursüz, hayırsız yıldız", bunlara karşılık Müşteri ile güneşe
de "Sa'deyn iki uğurlu, hayırlı yıldız" denirdi. Müşterinin kutsuz
saati az olduğundan "Sa'd-i Ekber en büyük hayırlı, uğurlu kutululuk
yıldızı", güneşin kutsuz, saatleri bulunduğundan güneşe de "Sa'd-i
Asgar uğurlu küçük kutluluk yıldızı" denirdi. Öbür yıldızlar bazan.
kutlu, bazan kutsuz sayılırdı. Bu yedi yıldızın her biri haftanın bir
gününe hâkim olduğu gibi yirmi dört saatten her saatte sırasiyle bir
yıldızın hâkim olduğu kabul edilirdi. Bir saate hangi yıldız hâkimse o
saatte o yıldızın tabiatına uygun olan iş rasgelirdi. Onun için
işlerde muvaffakiyet elde etmek üzere her iş, o işe uygun yıldızın
zamanında yapılırdı. Aynı zamanda bir çocuk doğunca "İlm-i Nücum
yıldız bilgisi" ile uğraşanlar, o anda gökyüzünün haritasını yaparlar,
yıldızların vaziyetlerine-göre yedi yıldızdan hangisinin hâkim
olduğunu bulurlardı ki bu hâkim yıldız, çocuğun yıldızı sayılır,
o yıldızın gökteki
vaziyetlerine göre o adamın maddî hayatında inkılâplar olur,
sanılırdı. Kozmoğrafyamn bu çocukça, telâkkisine "Astroloji" derler.
Mevlâna'nın bu beyitlerinde. Astronomi bildiği fakat meselâ 540 ıncı
beyitten ve burada 574 üncü beyiten itibaren on beyitten, yine üçüncü
cildin başlangıcından da Astroloji'ye ehemmiyet vermediği
anlaşılmaktadır.
B. 754. İhtirak ve
Nahis: ihtirak, ay müstesna olmak üzere diğer yıldızların güneşle bir
derecede bulun-malardır. Nahis, kutsuz, bir yıldızın hâkim olmasına
denir. İkisi de Astroloji'ye göre kötüdür.
B. 755. Yedi
yıldızın bulunduğu her gök, bir kattır. Bu suretle yedi kat gök
vardır. Bu yedi kat gökü kuşatan gökte sabiteler, yani burçlar vardır.
Bu gökü de bir kat gök kaplar ki bu gökte hiçbir şey yoktur. Onun.
için bu göke "Atlas" denir. Bu suretle yedi kat gök dokuz olur.
751-753 üncü
beyitlerin izahına bakınız.
B. 756. Kur'an'ın 15
inci suresi olan Hicr suresinin 16-18 inci âyetlerinde göklerin
yıldızlarla; süslendiği ve şeytanların göklere çıkması menedildiği
anlatılıp "Meleklerden haber çalmak üzere göklere çıkmak istiyen
şeytanı da ardından apaçık bir şahap gelip yakar" denmektedir.
B. 759. "Şüphe yok
ki kalpler. Tanrı parmaklarından iki parmak arasındadır, onları
dilediği gibi çevirir" hadîs (Feyz-al Kadir II. 379).
B. 760-762. "Tanrı,
halkı karanlıkta yarattı, sonra onlara nurunu saçtı. Bu nur, kime
rasladıysa o, bugün doğru yolu bulmuştur. Kime raslamadıysa doğru
yoldan sapmıştır" hadîs (Feyz-al Kadir II 230).
B. 764. "İnsanın
alacası içinde, hayvanın alacası dışında" diye söylenegelen meşhur
Türk ata sözünü hatırlatmaktadır.
B. 766. Kur'an'm 2
nci suresinin (Bakara 138 inci âyetinde "Tanrı boyası. Tanrıdan daha
iyi renk veren, boyıyan kim var? Biz, ona ibadet edenleriz"
denmektedir.
B. 779. "Şüphe yok,
cehennem onların hepsinin buluşacağı yer. Cehennemin yedi kapısı var,
her kısım cehennemlik bir kapıdan girer" (sure: 15 Hicr, âyet:
42-43).
B. 813. Min Ledün,
224 üncü beytin izahına bakınız.
B. 829. Şaman:
Kafiye dolay isiyle semen tarzında okunması lâzım gelen bu kelime
Rudegi, Sa'dî, Selman, hattâ Firdevsî'de puta tapan mânasına
kullanılmaktadır. Mevlâna'da da geçen bu söz, Türkçe midir, şamanizm
ruhanilerine verilen bir ad mıdır. Erbabı incelesin.
B. 856. Şeybân-ı
Râî: Ulu arif ve zahitlerdendi. Gazâlî, "İhyâ-al Ulûm" da Şafiî'nin bu
zatın huzurunda mektep çocuğu gibi oturduğunu, hattâ ona suallerde
bulunduğunu, bu hali görüp şaşanlara "O Tanrı bilgisine mazhardır"
dediğini kaydediyor. Cuma namazına giderken, güttüğü sürünün etrafına
bir çizgi çekermiş, Mevlâna'nın anlattığı gibi koyunlar bu çizgiden
dışarı çıkamadığı gibi kurt da içeri giremezmiş. Mısır'da ölmüş.
Şafiî'nin mezarı yanına gömülmüştür (Abdurrauf-al Menavi. Al Kevâkib-al
Dürriyye fî Terâcim-al sâdât-al Sofiyye. Kahire 1357, 1938, s.
123-124). Abu Naim-al Isfehâni de Hilyet-al Evliya ve Tabekat-al
Asfiyâ'sında bu. zattan bahseder (Kahire 1338. 1922. VIII. 317).
B. 863. Musa
Peygamber, İsrailoğullarını Mısırdan çıkardıktan .sonra Şapdenizi'nin
kıyısına gelmişler, Musa asâsiyle denize vurmuş. Deniz bölünmüş,
ortadan açılan on iki yoldan İsrailoğullarınm on iki kabîlesi
geçmişti. Firavun, askeriyle peşlerine düşmüş, denize açılanı yollara
dalmışlar, bu sırada deniz kavuşmuş, hepsi boğulmuşlardı. Tevrat'ta
uzun uzadıya anlatılan bu vak'a. Kur'an'ın birçok surelerinde (Meselâ
20 nci surede Tâhâ, âyet: 76. 77 ve 26 ncı surede Şuarâ. âyet:
63-67) anlatıldığı gibi Mesnevi'nin de birçok yerlerinde geçer.
B. 864. Karun:
Musa'nın kavminden ve bir rivayete göre amcası olan bu zat pek
zenginmiş. Hazinelerinin anahtarlarını kırk tane güçlü kuvvetli adam
güçlükle taşırmış. Böyle olduğu halde zekât vermediğinden Tanrı,
hazineleriyle beraber kendisini de yere batırmış. (28 inci sure
Kasas, âyet: 76-82).
B. 865. İsa
Peygamberin toprağı kuş şeklinde yoğurduğu, sonra ona üfleyince
canlanıp kuş olduğu, anadan doğma körlerin gözlerini açtığı alaca
illetine-tutulmuş olanları iyileştirdiği ve ölüyü dirilttiği
bildirilmektedir (sure: 5 Mâide. âyet: 110).
B. 877. Hâviye,
cehennem demektir. Kur'an'ın. 101 inci suresi olan Karia suresinin 8
-11 inci âyetlerinde "Fakat kimin terazisinde iyilikleri hafif gelirse
yeri Hâviyedir. Hâviyenin ne olduğunu sana kim anlattı? O. çok pek çok
yakıcı bir ateştir" denmektedir.
B. 879. Erkân:
direkler, esaslar. Eskiler maddeyi dört unsur denen toprak, hava, su
ve ateşten meydana gelmiş sayarlardı. Her şeyin aslı olan bu dört şeye
"Erkân'ı erbaa dört rükün" de derler.
B. 882. Kuran'ın 35
inci suresi olan Fâtır suresinin 10 uncu ayetinde "Temiz sözler,
Tanrı'ya çıkar, iyi işleri o temiz sözler. Tanrı'ya yüceltir"
denmektedir. Buradaki temiz sözden murat. Tanrı'nın birliğini ve H.
Muhammed'in Peygamberliğini ikrar etmektir ki bu, yani iman olmadıkça
iyi işler kabul edilmez.
B. 882 886. Bu
beyitler Arapçadır. 887 nci beyitten itibaren yine Farsça başlar.
B. 899. Kelîle ve 'Dimne:
Aşağı yukarı milâttan yirmi asır önce Vişno şamara adlı bir Hintli
tarafından hayvanlara ait hikâyeler yazılmış ve beş kısım üzerine
tasnif edilmiştir. Bu kitap sonradan Pehlevi diline, Abbasoğullarından
Al Mansur zamanında ibn-i Mukaffa tarafından Arapçaya çevrilmiş, sonra
Farsçaya tercüme edilen bu kitap, XVII nci asır büyüklerinden Vasi
Alisi diye şöhret kazanmış olan Kınalızade Ali Efendi taralından "Hümayunamen"
adiyle Türkçeye nakledilmiştir. İşte "Kelile ve Dimne" diye anılan
kitap, bu Hintlinin yazdığı eserin Farsçaya tercümesidir. Biz. bu
kitabın müellifine Bîdpâ yahut Pîlpa deriz. Şark edebiyatındaki "Hamse
Beş hikâye" de bu kitabın tesiriyle meydana gelmiştir.
B. 907. Bu beyitteki
sözler hadîstir. (Feyz-al Kadîr, VI 345).
B. 913. Bu da
hadîstir (Aynı kitap II 7).
B. 914. Bu söz,
hadîs olarak nakledilegelmiştir.
B. 919-920.
Kur'an'ın 28 inci suresi olan Kasas suresinin 6-13 üncü âyetlerinde
Firavun'un, İsrailoğullarmdan korktuğundan yeni doğan çocuklarını
öldürttüğü, Musa'nın anasının da, oğlunu öldürmelerinden ürküp Musa'yı
Tanrı emriyle bir sepete koyarak Nil nehrine attığı, Firavun'un
karısının bu çocuğu bulup saraya götürdüğü, Musa'nın hiçbir kadının
memesini almayıp nihayet anasının sütnine olarak saraya müracaat
ettiği, hulâsa bu suretle Firavun saltanatını yıkan Musa'nın
Firavun'un sarayında yetişip büyüdüğü anlatılmaktadır.
B. 926. Âdem'le
Havva, Şeytan'a uyup yememeleri emredilen ağacın meyvasından yemişler,
bunun üzerine Tanrı "ihbitû ininiz" emriyle onları cennetten
çıkarmıştır. Bu hikâye Tevrat'ta ve Kur'an'da anılır (sure: 2
Bakara, âyet: 36).
B. 927. (Feyz-al
Kadîr III 505).
B. 952. Sure: 14
İbrahim, âyet: 46.
B. 956 - 970. Bu
hikâyenin, Kazı-i Bayzavî tefsirinde Kur'an'ın 31 inci suresi
olan Lokman suresinin son âyetinin tefsirinde yazılı bulunduğunu
Ankaravi söylüyor (İstanbul. Matbaa-i Amire, c. I, s. 220).
Ferideddîn-i Attâr'ın İlâhi-Nâme'sinde de "Hikâyet-i Azrail ve
Süleyman Aleyhisselâm ve an merd" başlığı altında vardır (Prof.
Ritter tab'ı 1940 Maarif Matbaası, S. 101 -102).
B. 984. Peygamber'in
"İyi adamın iyi malı ne güzeldir" dediği rivayet edilir.
B. 1014. Asıl adı
Azâzîl olan ve cin taifesinden bulunan Şeytan, rivayete göre Âdem
Peygamber yaratılmadan önce altı yüz bin sene ibadet etmiş, hattâ
meleklere hocalıkta bulunmuştur. (92 nci beytin izahına da bakınız).
B. 1030. Süleyman
Peygamber'in bir yüzüğü olduğu ve bu yüzükte "İsm-i Âzam Tanrı'nın
en ulu adı" kazılı bulunduğu, kurda, kuşa, insanlara, cinlere bu
yüzden hüküm geçirdiği rivayet edilegelmiştir. Hattâ bir aralık,
nasılsa bir şeytanın bu yüzüğü çaldığı ve bir müddet Süleymanlık
ettiği, sonra yüzüğün yine Süleyman'ın eline geçtiği de rivayet
edilir.
B. 1064. Levh-i
Mahfuz: Levh, üstüne yazı yazılan düz şey, Levh-i Mahfuz, korunmuş,
Levh mânalarına gelir. Tanrı'nın âlemleri yaratmadan önce bir Levh ve
kalem yarattığı, her olacak şeyi Kalemle o Levhe yazdığı rivayet
edilmiştir ki sofilerce her şeyin hakikatının Tanrı bilgisinde sabit
oluşundan, yani mukadderattan kinayedir. (296 ncı beytin izahına
bakınız).
B. 1066. Miraç
gecesi, H. Muhammed, Cebrail'le göklerde "Sidret-ül müntehâ En son
ağaç, sınır ağacı" denen yere kadar gitmiş, orada Cebrail "Bir parmak
ileri gidersem yanarım" diye geri çekilmiş H. Muhammed ilerlemiştir.
B. 1077. Peygamber
zamanında, Mekkeliler kendisinden mucize istemişler, o da parmağiyle
aya işaret etmiş, ay ikiye ayrılmış, sonra iki parçası birbirine
kavuşup bitişmiştir. (Sahîh-i Buhari, Bulak 1312, cüz: 4, s. 206-207).
Kur'an'ın 54 üncü suresi olan Kamer suresinde de buna işaret
edilmektedir. (âyet: 1-2).
B. 1094. Gulyabani,
yolcuların yollarını azıtan cin taifesidir. İkinci ciltte bunlar
hakkında tafsilât var.
B. 1125. Sure: 6
En'am, âyet: 103 te "O gözleri görür, idrak eder; onu gözler idrak
edemez. O lâtiftir. Her şeyden haberdardır" denmektedir.
B. 1142. ''İlk
yaratıştan âciz kaldık mı ki ikinci yaratıştan âciz kalalım? Fakat
onlar, ikinci yaratılıştan şüphe içindedirler." (sure: 50 Kaf, âyet:
15) Sofiler bu âyetin son kısmına "Hattâ onlar daima
yaratılmaktadırlar. Daima yeni bir yaratılışla yaratılıyorlar"
tarzında mâna verirler. Onlarca bütün âlem, her an Tanrı'dan zuhur
etmekte, her an yine Tanrı"ya rücu etmektedir. Mevlâna da bu beyitte
ve müteakip beyitlerde bu inanışı gösteriyor.
B. 1189. İbrahim
Peygamber'i ateşe atan Nemrud'a Tanrı bir sivrisineği musallat etmiş,
bu sinek, burnundan girip beyninde büyümüş, bundan meydana gelen baş
ağrısından muztarip olan Nemrud, kafasını tokmaklatmaya başlamış,
nihayet beyni patlayıp ölmüş.
B. 1234. Allemelesmâ,
Tanrı Âdem'e adları belletti demektir .Allah Âdem'i yarattığı sırada
melekler insanların yeryüzünde fesad çıkaracaklarını, kan
dökeceklerini söylemişler Tanrı da "Siz benim bildiğimi bilmezsiniz"
deyip Âdem Peygamberi yaratmış, ona bütün adları belletmiş, sonra
meleklere bu adların hakikatlarını sormuş, bilememişler, bunun üzerine
hepsinin Adem'e secde etmesini buyurmuş, Şeytan'dan başka bütün
melekler secde etmişlerdir. (sure: 2 Bakara, âyet: 31). Sofilerce bu
adlar. Tanrı adlarıdır. Âlemde her şey. Tanrının bir adına mazhardır,
bu yüzden kâinat Tanrı sıfatlarının zuhurudur. Halbuki Âdem, bütün
adlarına, zatına mazhardır.
B. 1241. "Elestü"
değil miyim? demektir. Tanrı, Âdemoğullarının ruhlarına, kendileri
yaratılmadan "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuş, onlar da
tasdik etmişlerdir.
Bu ahde "Elest bezmi.
Elest demi" gibi adlar verilegelmiştir (sure: 7 A'râf, âyet: 171).
B. 1250 - 1255. Âdem
ile Havva, meyvasını yememeleri emredilen ağacın meyvasından yeyip
Şeytan'a uyunca yeryüzüne sürülmüşlerdi. Bu Tevrat hikâyesi, Kur'an'ın
2 nci suresi olan Bakara suresinin 35-39 uncu âyetlerinde
anlatılmaktadır. Aynı zamanda 7 nci sure olan A'raf suresinin 18-25
inci âyetlerinde de bundan bahsedilmekte ve Âdem'le Havva'nın
"Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik. Bizi yarlıgamaz, bize acımazsan
ziyankârlardan oluruz" dedikleri 23 üncü âyette anlatılmaktadır. 1254
üncü beyitte buna işaret edilmektedir.
B. 1267. 315 inci
beytin izahına bakınız.
B. 1313. Kur'an'ın
110 uncu suresi olan ve Nasr suresi diye anılan sure "İzâ câe
nasrullahi" diye başlar. 3 âyetten ibaret olan bu surenin mealen
mânası şudur: "Tanrı'nın yardımı erişip Mekke fethedilince halkın
bölük bölük Tanrı dinine girdiğini gördün. Rabbini, hamdederek tesbih
et ve ondan yarlıganma dile. Şüphe yok o. tövbeleri kabul eder."
B. 1314. H.
Muhammed'in dedesi Abdülmuttalib zamanında Yemen'de vali olan Ebrehe,
San'a'da yaptırdığı mabedi ziyaret ettirmek ve bu suretle memleketinde
alışverişi ilerletmek için Kabe'yi yıkmak üzere Mekke'ye gelmiş, fakat
ordusu bir sâri hastalık yüzünden kırılmış, mahvolmuştu. Bu orduda bir
de fil bulunduğundan bunlara "Eshab-ı Fil fil sahipleri" denmiş, bu
vakaya da "Fil vak'ası" adı verilmiştir H. Muhammed'in, bu vak'adan
elli üç gün sonra doğduğu rivayet edilir. Kur'an'da bu vak'a hakkında
5 âyetlik bir de sure vardır.
(105 inci sure Fil
suresi).
B. 1331. "Müminin
anlayışından sakının. Çünkü Mümin, Tanrı nuriyle bakar." Hadîs (Feyz-al
Kadîr VI. 256).
B. 1350. Bu beyitte
meşhur teisir sahibi Fahreddîn-i Râzi'ye tariz vardır. Bu zat Mutezile
ve Hükema inanışlarına uyduğu, Mehmed Hârzemşâh da ona tâbi olduğu
için Mevlâna'nın babası sultan-al Ulema Muhammed Bahâeddin Veled, daha
Belh'teyken vaızlarında bunların aleyhinde bulunurdu. Nihayet bu fikir
ayrılığı ve Sultan-al Ulema'nın açık sözlülüğü. kendisinin ve
kendisine uyanların Belh'ten hicretiyle neticelendi. Eflâki, bir gün
Mevlâna'nın semada vecde gelerek ahlar çektiğini ve "nice zaman oldu
ki bir gönül sahibinin gönlü sıkıldı, hâlâ zavallı Horasan, onun
gücünü çekmekte.. Harap olmaya yüz tuttu, katiyen bir mamurluk
görünmemekte" dediğini, semâdan sonra Çelebi Hüsameddin'in sorması
üzerine Sultan-al Ulema'nın Belh'ten hicretini önden sona kadar
anlattığını kaydedip bu vak'ayı, duyduğu gibi naklediyor. Fahr-i
Râzî'nin. Abbasoğulları halifelerine de muhalif olup hilâfetin
Peygamber, evlâdına ait olduğuna dair fetva verdiğini, bu fetva
üzerine Harzemşah'ın Bağdad'a yürümiye karar verdiğini, hattâ, bir
seyyidi hilâfete diktiğini "Cihan - Kuşa" tarihinden anlıyoruz. Fahr-i
Razı, 606 hicride ölmüştür (1149).
B. 1375. Bu
beyitteki başlıkta bulunan söz, hadîs olarak rivayet edilmektedir.
B. 1379 - 1381. Âyet
(sure: 50 Kaf. âyet: 30), Peygamber'in "Kıyamet günü cehennem, daha
yok mu? der durur. Nihayet Tanrı, ayağını cehennemin üstüne kor da
cehennem sakinleşir" dediği rivayet edilmiştir.
B. 1397 - 1391.
"Doğu da Tanrı'nındır, batı da. Şu halde nereye dönerseniz dönün.
Orada Tanrı'nın yüzü var." (sure 2 Bakara, âyet: 115). |