Bu âlemle
bu âlemin yolu meydanda olsaydı dünyada pek az kimse, ancak bir
lâhzacık kalırdı.
İhtiyar çalgıcıya Burada kalmaya tamah etme, mademki ayağından
diken çıkmıştır, haydi git diye emir gelmekte.
Canı ise orada, Tanrının rahmet ve ihsanı meydanında Durakla,
bekle demekteydi.
Hâtifin ruyada Ömere Beytülmalden şu
kadar mal al, mezarlıkta yatan o adama ver demesi
O sırada
Hak Ömere bir uyku verdi ki kendini uykudan alamadı.
2105.
Bu mûtat bir şey değildi. Bu uyku, gayb âleminden geldi. Sebepsiz
olamaz diye taaccüpte kaldı.
Başını koydu, uyudu. Rüyasında hak tarafından bir ses geldi, bu
sesi ruhu duydu.
O ses öyle bir sesti ki her sesin nağmenin aslıdır. Asıl ses odur,
o sesten başka sesler, aksi sedadır.
Türk, Kürt, Zenci, Acem, Arap bütün milletler kulağa, dudağa muhtaç
olmadan bu sesi anlamışlardır.
Hattâ Türk, Acem ve Zenci şöyle dursun... o sesi dağlar taşlar bile
işitmiştir.
2110.
Her dem Tanrıdan Elestü sesi gelir, cevherlerle arazlar da o
sesten var olmaktadırlar.
Gerçi bunlardan zâhiren Belâ sesi gelmezse de onların yokluktan
gelmeleri, var olmaları Belâ demeleridir.
Ağacın, taşın anlayışını söyledim ya. Hemen şimdicik bunu anlatan
şu hikayeyi dinle!
Cemaat
çoğaldı, vâzettiğin zaman mübarek yüzünü göremiyoruz diye Peygamber
Sallâllahu Aleyhi vesellem için mimber yaptıkları vakit (evvelce
dayanıp vâzettiği) Hannâne direğinin inlemesi ve Peygamberle
sahabenin o iniltiyi işitmeleri, Mustafa Sallâllahu Aleyhi vesselemin
o direkle açıkça sual ve cevabı
Hannâne direği, Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi
ağlayıp inliyordu.
Peygamber, Ey direk, ne istiyorsun? dedi. O da Canım,
ayrılığından kan kesildi.
2115.
Bana dayanıyordun, şimdi beni bıraktın. Mimberin üstüne çıktın dedi.
*Bunun üzerine Peygamber ona dedi ki: Ey iyi ağaç, ey sırrı bahta
yoldaş olan!
Söyle ne istersin? Dilersen seni yemişlerle dolu bir hurma fidanı
yapayım ki doğudakiler de, batıdakiler de senin hurmanı yesinler.
Yahut Tanrı, seni o âlemde bir servi yapsın da ebediyen terü taze
kal dedi.
Hannâne Daim ve baki olanı isterim dedi. Ey gafil, dinle de bir
ağaçtan aşağı kalma!
Peygamber, kıyamet günü insanlar gibi dirilmesi için o ağacı yere
gömdü.
2120.
Bunu duy da bil ki Tanrı, kimi kendisine davet ettiyse o kimse bütün
dünya işlerinden vazgeçmiştir.
Kim, Tanrıdan tevfika mazhar olursa o âleme yol bulmuş, dünya
işinden çıkmıştır.
Bir kimsenin Tanrı sırlarından nasibi olmazsa cemadın inlemesini
nasıl tasdik eder?
Evet, der ama yürekten değil. Kendisine münafık demesinler diye
tasdik edenlere uyar, zâhiren tasdik eder.
Eğer cemadat Tanrının Kün-ol emrine vakıf olmasalar ( ve bu emri
duyup, bu emre uyup, varlık âlemine gelmemiş bulunsalardı) bu söz
âlemde o vakit reddedilirdi.
2125.
Yüz binlerce taklit ve istidlâl ehlini, pek cüzi bir vehim, şüpheye
düşürür.
Çünkü taklitleri de istidlâlleri de, hattâ bütün kolları, kanatları
da zanla kaimdir.
O aşağılık Şeytan, bir şüphe meydana getirir. Bütün bu körler tepe
takla düşerler.
İstidlâlcilerin ayakları tahtadır. Tahta ayaksa pek kudretsiz pek
karasızdır.
Sebatiyle dağları bile hayran eden ve basiret sahibi olan zamanın
kutbu ise böyle değildir. (İstidlâle değer vermez).
2130.
Çakıl üstüne baş aşağı düşmemek için körün ayağı sopadır sopa.
Askerin, yani din ehlinin üstünlüğüne sebep olan o binici kimdir!
Gören padişah!
Her ne kadar körler sopa ile yol görmüşlerdir ama yine gözlükler
sayesinde.
Dünyada gözlükler ve padişahlar olamasaydı bütün körler ölürlerdi.
Körlerin elinden ne ekmek gelir, ne biçmek gelir, ne alışveriş
gelir, ne de kâr ve kazanç.
2135.
Tanrı onlara merhamet ve inayet kılmasaydı onların istidlâl değnekleri
hemencecik kırılırdı.
Bu sopa nedir? Kıyaslar, deliller. O sopayı onlara kim verdi? Gören
Tanrı!
Sopa, mademki savaş ve kavga âletidir; ey kör, o sopayı kır,
paramparça et!
O size sopa verdi de öyle meydana çıktınız. Sonra da kızgınlıkla o
sopayı yine ona vurdunuz.
Ey körler güruhu! Ne iştesiniz, ne yapıyorsunuz? Aranıza bir gören
kişi alın!
2140.
Sen de sana sopa verenin eteğini tut. Bak bir kere Âdem Peygamber
istidlâl ve isyan yüzünden neler çekti?
Mûsâ ve Muhammedin mucizelerine dikkat et. Sopa nasıl yılan
şekline girdi, direk nasıl irfan sahibi oldu?
Sopa yılan şekline girdi, direkten de inilti duyuldu. Bu
mucizeleri, dini izhar için günde beş kere ilân ederler.
Bu din lezzeti eğer akla aykırı olmasaydı bunca mucizeye hacet var
mıydı?
Akıl akla uygun olan her şeyi; mucizesiz, keşmekeşsiz kabul eder.
2145. Bu
bâkir yolu, akla aykırı (akıl hududundan hariç, kıyas ve istidlâle
sığmaz) gör ve bu görüş, her devlet sahibine makbuldür; buna da dikkat
et.
Şeytanlarla canavarlar, nasıl insan korkusundan ve hasetlerinden
ürküp adalara, ıssız yerlere kaçtılarsa,
Münkirler de Peygamberlerin mucizelerinden korkup başlarını otların
içlerine sokmuşlar.
Bu suretle müslümanlık ediyle anılarak yaşamak, kim olduklarını, ne
inanışta bulunduklarını sana bildirmemek istemişlerdir.
Kalpazanlar, kalp paraya nasıl gümüş sürerler ve üstüne padişahın
adını kazırlarsa,
2150.
Onları sözlerinin dış yüzü de tevhit ve şeriattir; fakat iç yüzü,
ekmekteki delice tohumuna benzer.
Felsefecinin, dini inkâra, yahut din ehliyle mübahaseye kudreti
yoktur. Böyle bir şeye girişirse Hak din, onu mahveder.
Onun eli, ayağı cansızdır. Canı ne derse ikisi de fermanına uyar,
dediğini yapar.
Felsefeciler, dilleriyle cansız şeylerin hareketini, seslenmesini
inkâr ederlerse de elleriyle ayakları, bunun imkânına şehadet edip
durur.
Peygamber
Aleyhisselâmın mucizesi, Ebucehil Aleyhillânenin elinde taş
parçalarının dile gelerek
Muhammed Sallâllahu Aleyhi Vesellemin doğruluğuna
şehadet etmeleri
Ebucehlin elinde taş parçaları vardı. Dedi ki: Ey Ahmed, şu
avucumdaki nedir? Çabuk söyle!
Mademki göklerin sırlarına vâkıfsın, peygambersen avucumda ne
saklı?
Peygamber Onlar nedir, ben mi söyleyeyim; yoksa onlar mı doğru
olduğumuzu söylesin, bizi tasdik etsinler; hangisini istersin? Dedi.
Ebucehil Bu ikincisi daha garip deyince Peygamber dedi ki: Evet,
Tanrı ondan daha ilerisine de kadirdir.
Derhal Ebucehlin avucundaki taşların her biri, şahadet getirmeye
başladı.
İbadete layık hiçbir şey yoktur, ancak Tek Tanrıya tapılır dedi
ve Muhammed, Tanrı elçisidir incisini deldi.
2160. Ebucehil, taşlardan bu sözü işitince hiddetle taşları yere
vurdu.
Çalgıcı hikâyesinin sonu ve
Emirülmüminîn Ömerin Tanrı ondan razı olsun
kendisine Hatifin söylediğini alıp
ulaştırması
Bunu
bırak da yine çalgıcının hikâyesine kulak ver. Çalgıcı, beklemekten
bunalınca.
Ömere yine ses geldi! Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar!
Has, muhterem bir kulumuz var; mezarlığa kadar gitmek zahmetini
ihtiyar et.
Ey Ömer, kalk. Beytülmâlden yedi yüz dinar al, hepsini onun avucuna
say!
2165. O
parayı huzuruna götürüp O parayı huzuruna götürüp Ey makbulümüz
olan! Şimdilik bu kadarcığı al ve bizi mazur gör.
Bu kadarcık para sana ancak ibrişim (kirşi) parasıdır. Harcet,
bitince yine buraya gel de.
Bunun üzerine Ömer, sesin heybetinden sıçrayıp kalkarak bu hizmet
için belini bağladı.
Koltuğu altında para kesesi olduğu halde koşarak çalgıcıyı arayıp
taramak için mezarlığa yüz tuttu.
Mezarlığın etrafını bir hayli döndü, dolaştı; orada o ihtiyardan
başka kimseyi göremedi.
2170.
Bu olmasa gerek deyip bir kere daha koştu. Nihayet yoruldu, fakat
yine o ihtiyardan başkasını göremedi.
Kendi kendisine Hak, bana dedi ki: bizim sâf, makbul ve mübarek
kulumuz var;
İhtiyar bir çalgıcı, nasıl olur da Tanrı haslarından olur? Ey gizli
sır, ne hoşsun sen, hoş ve garip!
Ava çıkan aslanın dönüp dolaşması gibi bir kere daha mezarlık
etrafını dolaştı.
Orada o ihtiyardan başka kimsenin olmadığını iyice anlayınca
karanlıklar içinde parlak gönüller çoktur dedi.
2175.
Gelip edebe fazlasıyla riayet ederek oraya oturdu. Bu sırada Ömer
aksırdı, ihtiyar uyanıp sıçradı.
Ömeri görünce şaşırdı, kaldı. Gitmek istedi, fakat titremeğe
başladı.
İçinden dedi ki: Yarabbi senin elinden elemân! Şimdi de çalgıcı
ihtiyarcağıza
muhtesip geldi, çattı.
Ömer, o ihtiyarın yüzüne bakıp da onu utanmış çehresini sararmış
görünce,
Benden korkma, ürkme; çünkü sana Haktan müjdeler getirdim.
2180.
Tanrı, senin huylarını o derece methetti ki nihayet Ömeri, senin
cemaline âşık etti.
Otur şöyle önüme; uzaklaşmağa kalkışma. Kulağına devlet ve ikbal
âleminden bazı sırlar söyleyeyim.
Tanrı sana selâm söylüyor; halini, hatırını soruyor. Hadsiz
hesapsız zahmetlerden, kederlerden, ne haldesin? Buyuruyor.
Şimdilik şu birkaç dinarı ibrişim parası olarak al, harca da
bitince yine buraya gel!
İhtiyâr, bunu işitince kendini yerden yere vurup ellerini ısırmağa,
elbisesini yırtmaya başladı.
2185.
Ey naziri olmayan Tanrı! Ziyade utancından zavallı ihtiyar su
kesildi diye bağırmağa koyuldu.
Bir hayli ağlayıp eleme düştü. Nihayet çengi yere çalıp parça parça
etti.
Dedi ki: Ey benimle Rabbimin arasında perde olan, ey beni ana
yoldan azdırıp sapıtan!
Ey yetmiş yıldır kanımı emen, kemal sahibine karşı yüzümü kara
eden!
İhsan ve vefa sahibi Tanrı, cefalarla, suçlarla, geçen ömrüme sen
acı!
2190.
Tanrı bana öyle bir ömür verdi ki o ömrün bir gününün kıymetini bile
cihanda kimse bilemez.
Bense bütün o ömrü, her nefeste zir ve bem perdelerine harç ederek
yele verdim.
Ah! Arap ve Acem tarzını anmaktan, Irak perdesiyle meşgul olmaktan
acı ayrılık zamanı hatırımdan çıktı.
Eyvallah olsun ki Kûçek makamının tazeliği yüzünden gönlümün ekini
kurudu, gönlüm öldü.
2195.
Eyvahlar olsun bu yirmi dört makamın sesinden ki kervan geçti, gündüz
de bitti!
Ey, Tanrı, bu feryat edenin elinden feryat! Hiç kimseden değil, bu
medet
isteyen medet! Şikâyetim en çok kendimden...
Kimseden medet yok. Yalnız ve ancak bana, benden yakın olandan
medet var.
Çünkü bana bu varlık, her an ondan gelmekte... Varlığım mahvolunca
da ancak onu görürüm, başkasını değil.
Birisi sana para verse, altın saysa sen ona bakarsın, kendine
değil; bu da ona benzer.
Ömerin
Tanrı ondan razı olsun- ihtiyar çalgıcının nazarını varlık âlemi olan
istiğrak âlemine çevirmesi
Bunun
üzerine Ömer, çalgıcıya dedi ki: Senin bu ağlaman, aklının başında
olduğuna delâlet eder.
2200.
Yok olanın yolu, başka yoldur; çünkü aklı başında olmak da başka bir
günahtır.
Aklı başında oluş, geçmişleri hatırlamaktan ileri gelir. Geçmişin
de Tanrıya perdedir,geleceğin de.
Her ikisini de ateşe vur. Bu ikisi yüzünden ne vakte kadar ney gibi
boğum boğum olacaksın?
Neyde boğum bulundukça sırdaş değildir; dudağın, sesin mahremi
olamaz.
Sen, kendi tarafından tavaf edip durdukça nasıl tavafta olursun,
kendinde oldukça nasıl olur da Kâbeye gelmiş sayılırsın?
2205.
Haberlerin haber vericiden bihaberdir; tövben günahından beterdir.
Ey geçen hallerden tövbe etmek isteyen! Bu tövbe etmekten ne vakit
tövbe edeceksin, söyle! Gâh zir nağmesini kıble edinirsin; gâh ağlayıp
inlemeyi öper durursun.
Faruk, sırlara ayna olunca ihtiyar çalgıcının canı da cisminde
uyandı.
Artık can gibi, ağlamadan gülmeden kurtuldu. Canı gitti, bambaşka
bir canla dirildi.
2210. O
zaman gönlüne öyle bir hayret geldi ki yerden de dışarda kaldı, gökten
de ( bütün âlemi unuttu).
Ona arayıp tarama hududu ardında öyle bir arayıcılık düştü ki ben
bilmiyorum; sen biliyorsan söyle!
Halden de öte, kaalden de ileri şöyle bir hale, öyle bir kaale
erişti; ululuk sahibi Tanrının cemaline dalıp kaldı.
Ama tek bir kurtuluş imkânı bulunsun... Yahut denizden başka onu
bir tanıyan, gören olsun... Hayır bu çeşit dalış değil.
Bu sözler, her an zuhura gelmeseydi, durmadan zuhur ediş, bu
sözlerin söylenmesine sebep olmasaydı aklı cüzi, külle ait sözler
söylemezdi.
2215. Fakat birbiri ardınca durmadan zuhur ettikçe zuhur ediyor.
Bundan dolayı da denizin dalgaları buraya gelip durmakta.
İhtiyar çalgıcının hikâyesi buraya varınca ihtiyarda yüzünü perde
arkasına çekti, ahvali de.
İhtiyar, eteğini dedikodudan silkti; ona ait bizim ağzımızda ancak
yarım bir söz kaldı.
Bu ayşü işreti düzüp koşma uğrunda yüz binlerce can feda edilse
değer.
Can ormanındaki avcılıkta doğan ol; cihanın güneşi gidip canla
oyna!
2220. Yüce güneş, can vere gelmiştir; her nefeste boşaldıkça (nurla )
doldururlar.
Ey mânevi güneş, can ver de eski cihana yenilik göster.
İnsanın vücuduna akıl ve ruh, gayb âleminden akar su gibi gelmekte.
Her
Pazar yerinde Yarabbi, muhtaçları doyuranların her birerine
verdiklerine karşılık mükâfat
ihsan eyle. Yarabbi, vermeyip saklayanların mallarını da telef et,
onları zararlandır diye dua eden
iki meleğin dualarını tefsir ve o verici kişinin Tanrı yolunda
mücahit olduğu, heva ve heves yolunda
müsrif
olmadığı
Peygamber dedi ki: Öğüt vermek üzere iki melek hoş bir surette nida
ederler:
Ey Tanrı, muhtaçlara ihtiyaçları olan şeyi verenleri doyur,
verdikleri her dirheme karşılık yüz bin ihsan et!
2225.
Yarabbi, malını esirgeyenlere de ziyan içinde ziyandan başka bir şey
verme!
Fakat nice esirgemeler vardır ki vermeden iyidir. Tanrı malını
Tanrının buyurduğu yerden gayriye verme,
Ki hadde hesaba sığmaz hazine elde edesin ve bu suretle kâfirlere,
küfranı nimet edenlere katılmayasın.
Kâfirler; kılıçları, Mustafaya üstün olsun diye develer kurban
edenlerdi.
Tanrı emrini, Tanrıya ulaşmış birisinden sor, öğren. Her gönül,
Tanrı emrini anlayamaz.
2230.
(Yersiz ihsan), âsi bir kölenin, gûya adalet ediyorum, ihsanda
bulunuyorum diye padişahın malını âsilere dağıtmasına benzer.
Kuranda onların bütün ihsanları hasretten ibarettir diye gaflet
ehlini korkutan bir âyet vardır.
Şu âsinin adlü ihsanı, onu padişahtan daha ziyade uzaklaştırır,
gözden düşürür ve ancak yüzünü kara eder.
Mekke ulularının Peygamberle harp ederken kurban kesmeleri de ,
Tanrı tarafından kabul edilir ümidiyleydi.
İşte bunun için mümin tevfika mazhar olamamak korkusundan daima
namazda İhdinas sıratal mustakim der.
2235. O
para veriş cömert kişiye lâyıktır. Can vermekse esasen âşıkın
vergisidir.
Hak uğruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Hak uğruna can
verirsen sana da can bahşederler.
Şu çınarın yaprakları dökülürse Tanrı, ona yapraksızlık azığı
bağışlar.
Dağıtmaktan dolayı elinde mal kalmazsa Tanrının inayeti, seni hiç
ayaklar altında çiğnetir mi?
Bir adam ekin ekince ambarı boşalır ama bu işin iyiliği, tarlada
belli olur.
2240.
Fakat tohumu ambara kor, biriktirirse zaman geçtikçe bitler, fareler,
o tohumu yiyip bitirirler.
Bu cihan tamamiyle fânidir; aradığını sebatlı, kararlı âlemde ara!
Sûretin sıfırdan ibarettir; dilediğini mâna âleminde dile!
Acı ve tuzlu canı kılıç önüne koy, feda et de tatlı bir deniz gibi
olan canı al!
Eğer bu kapıdan bunu almaya kudretin yoksa bari şu hikâyeyi dinle!
Zamanında Kerem ve ihsanda Hatemi Taiyi geçen ve nazirî bulunmayan
Halifenin hikâyesi
Eski
zamanda bir halife vardı ki, Hâtemi cömertliğine köle etmişti.
2245.
İhsan ve adalet bayrağını yüceltmiş, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı
kaldırmıştı.
Deniz ve inci, onun vergisine nispetle ehemmiyetsiz bir hale gelmiş
lûtuf ve ihsan Kaftan Kafa yayılmıştı.
O padişah, topraktan ibaret olan şu yeryüzünde bulut ve yağmurdu.
İnam ve ihsan sahibi Tanrının vericiliğine mazhardı.
Deniz ve maden, onun ihsanına karşı zelzeleye düşmüş, onun
cömertliğine doğru kafile kafile gelip duruyordu.
Kapısı, hacet kıblesiydi. Şöhreti, cömertlikle bütün âleme
yayılmıştı.
2250.
Onun vergisinden, onun cömertliğinden Acem de şaşırmıştı,Rum da. Türk
de hayrete dalmıştı, Arap da.
Hayat suyu, kerem deniziydi. Onun yüzünden Arap da dirilmişti. Acem
de!
Yoksul Arap bedevisinin
hikâyesi ve yoksulluk yüzünden karısıyla arasında geçen şey
Bir
gece bir bedevi karısı, dedikoduyu hadden aşırarak kocasına dedi ki:
Bütün bu yoksulluğu, bu cefayı biz çekmekteyiz. Âlemin ömrü
hoşlukla geçiyor. Sade biz kötü bir haldeyiz.
Ekmeğimiz yok, katığımız dert ve haset... Testimiz yok suyumuz
gözyaşı.
2255.
Gündüzün elbisemiz güneşin ziyası... Geceleyin döşek ve yorganımız ay
ışığı.
Açlığımızdan değil mi ayı, okkalık ekmek sanıp elimizle gökyüzüne
saldırıyoruz.
Yoksullar bizim yoksulluğumuzdan ve gece gündüz yiyecek
düşünmemizden arlanıyorlar.
Sâmirînin halktan kaçtığı gibi akraba, yabancı... herkes, bizden
kaçıyor.
Birisinden bir avuç mercimek isteyecek olsak bize Sus, geber,
babalar çıkarasıca! diyor.
2260.
Arabın iftiharı, savaş ve ihsandır. Sence Arap içinde yazıda kazınıp
yok edilecek bir yanlışa benziyorsun.
Ne savaşı? Zaten biz savaşsız öldürülmüş, bitmişiz; yoksulluk
kılıcıyla başımız uçurulmuş, gitmiş!
İhsan nerede? Yoksulluğun etrafında dönüp dolaşarak ağ örmekte,
havada uçan sineğin damarını sokup kanını emmekteyiz.
Hele bize misafir gelsin... Geceleyin uyuyunca elbisesini soymazsam
ben de adam değilim!
Muhtaç
ve müştak müritlerin yalancı, düzenci dâvacılara aldanmaları ve onları
Hakka ulaşmış, yüce şeyh sanmaları, veresiyeyi peşinden, hileyle
yapılmış çiçeği hakikî, bitmiş ve yeşermiş çiçekten farketmemeleri
Bundan dolayı bilenler, hikmetle dediler ki: ihsan ve kerem
sahiplerine konuk olmak gerek.
2265.
Halbuki sen, öyle birisinin müridisin ki hasisliği yüzünden kendisi
galip değil, seni nasıl galip edecek?
Sana nur vermesi şöyle dursun... bilâkis kapkara bir hale koyar.
Kendisinin nuru yok, onunla görüşüp konuşanlar nereden nurlanacak?
Bu çeşit şeyh, gözü akan ve görmeyen kişiye benzer. Gözüne ilâç
çeker ama zararlı ilâçtan başka bir şey çekemez ki.
Yoksulluk ve meşakkatta bizim halimiz de böyledir. Bize aldanıp da
hiçbir konuk gelmez.
2270. On
yıllık kıtlığı mücessem olarak görmedinse gözünü aç da bize bak!
Görünüşümüz dâvacı adamların içi gibi gönlü kapkara, fakat dili
şâşaalı!
Tanrıdan onda ne bir koku var, ne bir eser. Fakat dâvası Şitten
de ileri, Âdemden de!
Hattâ ona, Şeytan bile kendisini göstermez. Böyle olduğu halde o
Biz Abdallardanız, hattâ daha ileriyiz der durur.
Kendisini adam sansınlar diye dervişlerin bir hayli sözünü çalmış
çırpmıştır.
2275.
Söz söylerken lâfı Bayezidden ziyade inceler, onu bile kusurlu bulur.
Halbuki onun içyüzünden Yezid arlanır.
Gökyüzünün ekmeğinden, sofrasından nasipsizdir. Hak, önüne bir
kemik bile atmamıştır.
O ise Sofrayı yaydım, Hakkın vekiliyim, halife oğluyum diye
bağırıp
durmaktadır.
Ey aşağılık sâf kişiler, gelin... gelin de ihsan keremimin
sofrasından, kimse mâni olmaksızın yeyin demektir.
Onlar da onun başına toplanırlar. Nimet ve ihsan istedikçe yalancı
şeyh Yarın der. Fakat bir türlü o yarın gelip çatmaz.
2280.
Âdemoğlunun, az çok sırrı meydana çıkabilmek için uzun zamanlar
lâzımdır.
Tek duvarın altında define mi var, yoksa yılan karınca ejderha
yuvası mı?
O yalancı şeyhin hiçbir şey olmadığı meydana çıkıncaya kadar
tâlibin de ömrü tükenmiş olur: artık anlamanın ne faydası var?
Bazen bir mürit, dâvacı ve yalancı
bir şeyhe adamdır diye sadkatle inanır, itikat eder. Bu itikat
yüzünden öyle bir makama erişir ki şeyhi, o makamı ruyada bile
görmemiştir. Bu suretle müride su ve ateş bile zarar vermez. Halbuki
şeyhe zararlıdır. Fakat bu. nadirdir
Fakat nadir olarak tâlibin itikadındaki parlaklık yüzünden şeyhin
yalanı tâlibe faydalı olur.
Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama tâlip, kendi iyi niyeti yüzünden
öyle bir makama erişir ki...
2285.
Hali, tıpkı gece ortasında kıble arayana benzer. Kıble bulunmasa bile
namazı caizdir.
Dâvacı ve yalancı şeyhin can kıtlığı gizlidir. Fakat bizdeki ekmek
kıtlığı meydanda.
Niçin bunu, dâvacı şeyh gibi gizleyelim? Neden fayda olmadığı halde
utanıp arlanarak can çekişelim?
Bedevinin, karısına sabretmesini
buyurması ve ona sabır ve yoksulluğun faziletini söylemesi
Kocası dedi ki: Daha ne vakte kadar gelir ve mahsul arayıp
duracaksın; zaten ömrümüzden ne kaldı ki? Çoğu geçip gitti.
Akıllı kişi, artığa, eksiğe bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer.
2290.
Sel ister sâf olsun, ister bulanık... Mademki baki değildir, ondan
bahsetme?
Bu âlemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta,
geçinip gitmektedir.
Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde ağaçta
Tanrıya şükreder.
Bülbül Ey duaya icabet eden Tanrı, rızık hususunda itimadımız
sana diye Tanrıya hamdeyler.
Doğan, rızkını padişahın elinden umduğundan bütün pis şeylerden
ümidini kesmiştir.
2295.
Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlûkat Tanrı
ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi.
Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın
tozundan, dumanından meydana gelir.
Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer. Bu böyle oldu
kuruntuları da vesveselerimizdir.
Bil ki her hastalık ölümden bir parçadır. Çaresi varsa, ölümün bir
cüzünü kendinden kov!
Ölümün bir cüzünden bile kaçamadığın halde onun hepsini başından
aşağıya dökecekler, bunu iyice bil!
2300.
Ölümün cüzü olan hastalık sana taht geliyorsa bil ki Tanrı küllü,
yani ölümü de sana tatlılaştırır.
Hastalıklar, ölümden elçi olarak gelmektedir; ey boşboğaz, ölümün
elçisinden yüz çevirme!
Tatlı yaşayan, sonunda acı öldü. Ten kaydında olan canını
kurtaramadı.
Koyunları kırdan sürer getirirler; hangisi daha besli ise onu
keserler.
Gece geçti, sabah oldu. Sen ne vakte kadar bu altın masalını yeni
baştan söyleyip duracaksın?
2305.
Gençken daha kanaatliydin; şimdi altın istiyorsun, halbuki sen önceden
altındın.
Üzümlerle dolu bir asmaydın; nasıl oldu da kesada uğradın; üzümün
tam olacakken bozulup gittin?
Meyvanın günden güne daha tatlı olması lâzım.İp eğirenler gibi
gerisin geriye gitmenin lüzumu yok!
Sen bizim eşimizsin; işlerin başarılması için eşlerin aynı huyda
olmaları lâzımdır.
Eşlerin birbirine benzemesi lâzım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine
bir bak!
2310. Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işine
yaramaz.
Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Ormandaki aslana
kurdun çift olduğunu hiç gördün mü?
Bir gözü bomboş, öbürü tıka basa dolu olsa hurç, devenin üstünde
doğru duramaz.
Ben sağlam bir yürekle kanaat yolunda gidiyorum; sen neye kınama
yolunu tutuyorsun?
Bedevi karısının, kocasına Lime tekulûne mâ
lâ tefalûn denmiştir.Haddinden fazla söz söyleme. Bu sözler doğru
olmakla beraber bu tevekkül makamı, senin makamın değildir. Makamından
ve işinden yukarı söz söylemek, sana ziyan verir. Kebüre makten
indallah hükmü zuhur eder, diye
nasihat vermesi
Kanaatkâr adam ihlâsla, yüreği yanarak sabaha kadar karısına bu yolda
sözler söyledi.
2315.
Kadın ona haykırdı: Ey namustan gayri bir şeyi olmayan, artık bundan
fazla senin afsununu istemem.
Yürü git. Gayri bu davadan bahsetme; kibir ve azamete dair saçma
sapan şeyler söyleyip durma!
Ne vakte kadar bu tumturaklı sözler, bu işler güçler? Kendi halini,
kendi işini gör de utan!
Kibir çirkindir ama dilencilerden olursa daha çirkin. Soğuk gün
ortalık kar... Bir de elbise ıslak olursa...
Ey örümcek ağı gibi evi olan! Ne vakte kadar dava, çalım; Ne vakte
kadar kibir, azamet!
2320.
Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın ki? Kanaatten ancak bir ad
öğrendin.
Peygamber Kanaat nedir? Hazinedir dedi. Sen hazineyi mihnet ve
meşakkatten ayırt edemiyorsun.
Bu kanaat daimî bir hazineden başka bir hazineden başka bir şey
değildir. Ey gönüle gam ve elem veren artık beyhude sözlere dalma!
Yürü bana Eşim deme, az koltukla. Ben insafın eşiyim, hilenin
değil.
Neden padişahtan, beyden dem urup durmaktasın? Yoksulluktan havada
sivrisineği bile avlamaktasın.
2325.
Bir kemik parçası için köpeklerle dalaşmakta, içi boş ney gibi inleyip
durmaktasın.
Bana öyle horlukla kötü kötü bakma ki damarlarının içinde dolaşan
sırları söylemeyeyim.
Kendi aklını benden fazla görüyorsun; Ya şu az akıllı olan beni
nasıl gördün? ( Büsbütün aşağı değil mi?)
Çirkin kurt gibi üstümüze atlama. Senin gibi insanı utandıracak
akla sahip olmaktansa akılsızlık daha iyi!
Aklın, insanlara ayak kösteği olunca o akıl, akıl değildir, yılan
ve akreptir.
2330.
Senin hile ve zulmünün hasmı Allah olsun; hile elin bize uzanmasın!
Ne şaşılacak şey ki sen hem yılansın, hem afsuncu... Ey Arap, sen
yılansın, hem de çirkin yılan!
Eğer karga kendi çirkinliğini anlasaydı, derdinden kar gibi erirdi.
Afsuncu düşman gibi, yılana afsun okur, yılan da onu afsunlar.
Yılanın afsunu, yılancıya tuzak olmasaydı yılanın afsununa aldanır,
onunla meşgul olur muydu?
2335.
Afsuncu, kazanç hırsına düşünce yılanın kendisini afsunladığını
anlamaz.
Yılan Ey afsuncu, kendine gel. Kendi hünerini gördün, bir de
benim afsunumu gör!
Sen beni Hakkın adıyla afsunladın, bu suretle de beni halka rüsvay
etmek istedin.
Beni Hakkın adı bağladı, senin tedbirin değil. Hakkın adını tuzak
yaptın, yazıklar olsun sana!
Senden benim hakkımı Tanrının adı alacak. Ben canımı da Tanrı adına
ısmarladım, tenimi de.
2340.
Tanrı adı, beni yaraladığın için ya can damarını koparsın, yahut seni
de benim gibi mahsup etsin! der.
Kadın bu yolda sert sözlerle genç kocasına tomarlar okudu.
Erkeğin, karısına Yoksullara hor
bakma, Tanrının işine noksan isnadetme, kendi yoksulluğunla vehimlenip
hayallenerek yoksulu ve yoksulluğu kınama diye nasihat etmesi
Bedevi dedi ki: Ey kadın, sen kadın mısın, yoksa hüzün ve keder
atası mı? Yoksulluk, benim için iftihar edilecek bir şeydir; başıma
kakma!
Mal ve para başta külâh gibidir. Külâha sığınan, keldir.
Kıvırcık ve güzel saçları olan kişiye gelince: külâhı giderse ona
daha hoş gelir.
2345.
Tanrı eri göz gibidir. Gözün kapalı olmaktansa, açık olması daha
iyidir.
Esirci, esiri satarken ayıp örten elbiseyi soyar.
Esirin bir kusuru olursa hiç onu soyar mı? Soyması şöyle dursun,
bir hile ile ne yapıp yapar, onu elbiseyle gösterir.
Bu; iyiden, kötüden, olur olmaz şeyden utanır. Soyarsam utanıp
senden ürker der.
Zengin, kulağına kadar ayıp içine dalmıştır: fakat malı vardır ve
mal ayıbını örter.
2350.
Tamahkâr tamahı yüzünden zengin ayıbını görmez. Tamahkâr bütün
gönülleri kaplar.
Yoksul, halis altın gibi sevilse yine kumaşı, dükkâna yol bulmaz,
sözünü kimse dinlemez.
Yoksulluk, senin anlayacağın şey değildir; yoksulluğa hor bakma;
Çünkü yoksulların, mülkten, maldan öte ululuk sahibi Tanrıdan pek
büyük bir rızıkları vardır.
Ulu Tanrı âdildir; âdiller, nasıl olur da çaresiz biçarelere
zulmederler?
2355.
Birisine nimet, mal, matrah verip öbürünü yansın diye ateşe atarlar
mı?
Böyle bir iş, Tanrıdan, iki cihanı yaratan umulur mu?
Elfakru Fahri hadîsi, saçma ve asılsız bir söz mü; bu sözde
binlerce yücelik, binlerce naz ve nimet gizli değil mi?
Hiddetle bana lâkaplar taktın; ben sevgilimin dostuyum, onu elde
ederim. Halbuki sen bir yalancı, afsuncusun dedi.
Yılan tutsam bile dişini söker, bu suretle onu başı ezilmekten
kurtarırım.
2360.
Çünkü o diş, onun can düşmanıdır; ben, düşmanı da bu suretle kendime
dost ederim.
Ben asla tamahtan afsun okumam. Ben bu tamahı baş aşağı etmişimdir.
Tanrı göstermesin... Benim halka karşı tamahım yok. Gönlümde
kanaatten bir âlem var. Sen armut ağacı tepesinden böyle görüyorsun.
Aşağı in de sende o şüphe kalmasın.
Biraz dönersen başın dönmeğe başlar; evi dönüyor görürsün...
Halbuki dönen sensin!
Herkesin
hareketi, görüşü, bulunduğu makama göredir. Herkes, âleme kendi görüş
dairesinden bakar. Mavi cam, güneşi mavi gösterir; kızıl cam kızıl.
Camların rengi olmazsa beyaz olurlar. Beyaz cam, öbür camların
hepsinden daha doğru gösterir, hepsinin de başı, imamı odur.
2365.
Ebucehil, Ahmedi görüp Beni Hâşimden çirkin bir çehre zuhur etti
dedi.
Ahmet ona dedi ki: Haddini tecavüz ettinse de doğru söyledin.
Sıddîk görüp Ey güneş! Ne doğudasın, ne batıdan. Lâtif bir surette
parla, âlemi nurlandır dedi.
Ahmet dedi ki: Ey aziz, ey değersiz dünyadan kurtulan! Doğru
söyledin.
Orada bulunanlar Ey halkın ulusu, ikisi birbirine zıt söz
söyledi, sen ikisine de doğru söyledin, dedin... Neden? diye
sordular.
2370.
Peygamber Ben Tanrı eliyle cilâlanmış bir aynayım. Türk, Hintli
nasılsalar, bende o sûreti görürler dedi.
Kadın! Eğer beni tamahkâr görüyorsan bu kadınca arayıştan yüksel!
Kanaate dair söz söylemek, tamaha benzer ama hakikatte rahmettir. O
nimetin bulunduğu yerde tamah ne gezer?
Sen de bir iki günceğiz yoksulluğu sına da yoksulluktaki iki misli
zenginliği gör.
Yoksulluğa sabret, bu gamı, gussayı bırak. Çünkü ululuk sahibi
Tanrının yüceliği yoksulluktur.
2375.
Sirke satmada kanaat yüzünden bal denizine gark olmuş binlerce can
gör.
Yoksulluk acılığı çeken yüz binlerce cana bak... Gül gibi
gülbeşekere karışmış, o lezzetle lezzetlenmişler.
Ah yazık; sende kavrayacak kabiliyet olsaydı da, canımdan gönül
şeması zuhur etseydi!
Bu söz can memesinde süttür. Emen olmadıkça güzelce akmıyor.
Dinleyen susuz ve arayıcı olursa vâzeden ölü bile olsa söyler.
2380.
Dinleyen yeni gelmiş ve usanmamış olursa dilsiz bile sözde bülbül
kesilir.
Kapımdan içeri namahrem girince harem halkı, perde arkasına girer,
gizlenir.
Zararsız ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen
mahremler, yüzlerindeki peçeleri açarlar.
Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır.
Çengin zir ve bem nağmeleri, nasıl olurda sağır kulak için terennüm
edilir?
2385.
Tanrı, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadı? Koku duyan için
yarattı; koku almayan için değil.
Hak, yeri, göğü yaratmış, aralarında da bir çok nur ve nâr
yüceltmiştir.
Bu yeri yerdekiler için yaratmış, göğü de göktekilerin yurdu
yapmıştır.
Aşağılık kişi yükseğin düşmanıdır. Her şeyin müşterisi meydana
çıkar.
Ey kapalı örtünüp bürünmüş kadın, sen hiç kör için süslendin mi?
2390. Dünyayı en değerli incilerle doldursan nasibin yoksa ne yapayım?
Ey kadın, kavgayı, darılmayı bırak; bırakmayacaksan beni bırak!
Ben, iyiyle, kötüyle, kavga edemem; kavga ile işim yok. Savaşmak
şöyle dursun; gönlüm barışlardan bile ürkmekte.
Susacaksan ne âlâ; yoksa öyle bir iş yaparım ki şu anda hemen
kalkar, evimi, barkımı bırakır, giderim.
Kadının yola
gelip söylediklerinden istiğfar eylemesi
Kadın
onu titiz ve hiddetli görünce ağlamaya başladı. Zaten ağlamak, kadının
tuzağıdır.
2395.
Ben, senden bunu mu umardım? Senden başka ümidim vardı dedi.
Kadın yokluk yoluna girip dedi ki: Ben senin karın değil, ayağının
toprağıyım.
Cismim, canım, nem varsa senindir; hüküm de senin, ferman da!
Yoksulluk yüzünden sabrım tükendiyse bu da kendim için değil, senin
için.
Sen, bana dertli zamanlarda deva oldun; muhtaç olmanı istemiyorum.
2400.
Canın için, bu kendim için değil. Bu ağlayış bu inleyiş hep senin
için.
Ben, Tanrı hakkı için varlığımı her nefeste huzurunda feda etmek
isterim.
Canım sana kurban olsun... Ne olurdu ruhun bana vâkıf olsaydı.
Fakat sen hakkımda böyle kötü zanna düşünce candan da usandım,
tenden de.
Ey canımın rahatı! Sen bana böyle aykırı olunca altına da toprak
saçtım, gümüşe de( artık ikisi de gözümde değil).
2405.
Canımda da sen varsın, gönlümde de sen. Öyle olduğu halde bu kadarcık
bir şeyden dolayı benden ayrılmaya kalkışıyorsun.
Kudret senin elinde, ayrılabilirsin; fakat senin bu niyetine
karşılık candan özürler dilemekteyim.
O zamanları hatırla ki ben put gibi güzeldim, sen de karşımda puta
tapan şamana benzerdin.
Bu kul sana tâbidir; gönlü, senin dileğine göre aydınlanmış,
yanmıştır. Neyi pişir, hazırla dersen hemen pişti, yandı bile
derim.
Ben senin ıspanağınım. İster ekşili pişir, ister tatlılı...
2410.
Küfür söylemiştim; işte imana geldim. Can ve gönülle hükmüne tâbi
oldum.
Senin şahane huyunu takdir edemedim. Huzuruna küstahça eşek sürdüm.
Fakat affından bir mum düzüp yakınca tövbe ettim; itirazı bıraktım.
Kılıçla kefeni huzuruna koyuyorum; önüne boynumu uzatıyorum; vur!
Acı ayrılıktan gem vuruyorsun. Ne istersen yap, fakat bunu yapma!
2415.
Gönlünde benim için gizlice bir özür dileyici vardır ki o, ben olmasam
da bana şefaat edip durur.
Gönlündeki o özür dileyicim senin huyundur. Ona güvendiğimden
gönlüm, kendisine suç aradı.
Ey ahlâkı yüz batman baldan daha güzel, daha tatlı olan kızgın
adam! Sen de bana gönlünden ve gizlice merhamet et.
Bu suretle güzel, açık açık söylerken kadına bir ağlamadır geldi.
Ağlaması bile yüzünün güzelliğiyle gönülleri cezbeden o güzelin,
hüngür hüngür ağlaması haddinden aşınca.
2420. O
gözyaşı yağmurundan bir yıldırım zuhur etti, o naziri bulunmayan erin
gönlüne bir kıvılcım sıçradı.
Adamın, güzel yüzüne kul olduğu dilber, kulluğa başlarsa hal ne
olur, insan ne hale gelir?
Azametinden yüreğini oynatan, kibirinden seni tir tir titreten
sevgili, gözünün önünde ağlamaya başlarsa ne hale girersin?
Naz ve istiğnası ile can ve gönülleri kan haline getiren güzel,
niyaza girişirse hal ne olur?
Cevrü cefası, bize tuzak olan dilber, özür dilemeye kalkışırsa biz
ne mazeret bulabilir, ne söyleyebiliriz?
2425.
Züyyine linnâs, hükmünce Tanrının insanlar için bezediği şeylerden
halk, nasıl kurtulabilir?
Tanrı; kadını erkeklere munis olmak üzere yarattı. Âdem nasıl
olurda Havvadan ayrılabilir?
Kişi yiğitlikte Zâloğlu Rüstem bile olsa Hamzadan bile ileri geçse
yine hükmetme hususunda karısının esiridir.
Âdem sözlerinden âlemin sarhoş olduğu Muhammed bile Kellimîni ya
Humeyrâ derdi.
Gerçi zâhiren su, ateşten üstündür; fakat bir kaba konunca ateş,
onu fıkır fıkır kaynatır.
2430.
İkisinin arasında bir tencere, bir çömlek oldu mu ateş, o suyu yok
eder, hava haline getirir.
Görünüşte su nasıl ateşten üstünse, sen de kadından üstünsün; fakat
hakikatte ona mağlûpsun, sen onu istemektesin.
Böyle bir hassa ancak Âdemoğlundadır. Çünkü insanda muhabbet
vardır. Hayvanın muhabbeti azdır ve bu da onun nâkıs olmasından ileri
gelmiştir.
Kadınlar, akıllı kişiye
galebe ederler, fakat cahil kişi onlara galip olur
Peygamber dedi ki: Kadınlar; akıllı kişilere ehli dil olanlara
fazlasıyla galip olurlar.
Fakat cahiller, kadına galebe ederler. Çünkü onlar sert ve kaba
muameleli olurlar.
2435. Onlarda acıma, lûtfetme, sevme azdır. Çünkü tabiatlarında,
yaradılışlarında hayvanlık üstündür.
Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse... hayvanlık
vasfıdır.
Kadın, Hak nurudur, sevgili değil... Sanki yaratıcıdır, yaratılmış
değildir!
O adamın kendisini karısına teslim etmesi,
kadının istek ve itirazını Hakkın emri bilmesi
Dönen
bir şeyi bir döndürenin bulunduğu, her
bilene göre alken sabittir
Avamdan olan birisinin ölüm anında avamlıktan pişman olması gibi o
bedevî de söylediğine pişman oldu.
Canımın canına nasıl oldu da düşman kesildim; canımın başına nasıl
oldu da tekmeler savurdum? dedi.
2440.
Aklımız baştan ayağı fark etmesin diye kaza geldi mi, gözümüzü
örtüyor.
Kaza geçince, insan kendisini yemeğe başlar. Perdesi yırtılan,
sırrı meydana çıkan, yakasını yırtar.
Bedevî dedi ki: Ey kadın, pişman oluyorum. Kâfir olmuşsam bile
müslüman olmaktayım.
Sana karşı suçluyum bana acı; beni kökümden, dibimden kâmilen söküp
atma!
İhtiyar kâfir, pişman olursa özür getirmeye başlar ve müslüman
olur.
2445.
Tanrı tapusu, rahmet ve keremlerle dopdoludur. Varlık da ona âşık
yokluk da.
Küfür de o ululuk sahibi Tanrıya âşıktır, iman da; bakır da o
kimyanın kuludur, gümüş de!
Zehirle
panzehir, zulmetle nur nasıl Tanrı dileğine müsahharsa Mûsâ ve Firavun
da Tanrı dileğine müsahhardır. Firavunun, şerefine halel gelmemesi
için Tanrıya yalnızca münacatı
Mûsânın da mâna cihetinden bir yolu vardır, Firavunun da. Fakat,
zâhiren Mûsâ yolludur, Firavun yolsuz.
Mûsâ , gündüzün Tanrı huzurunda ağlayıp inledi; Firavunda gece
yarısı ağladı,
Dedi ki; Ey Tanrı, boynundaki bu demir zincir nedir? Boynumda
demir zincir olmasa kim Ben, benim der (asılsız dâvaya. Benliğe
kalkışır? )
2450.
Şüphe yok ki Mûsâyı nurlandıran iradenle beni de karanlıklara
daldırdın.
Mûsâyı, ay yüzlü bir hale getirten dileğinle canımın aynı kara
yüzlü bir hale getirdin.
Yıldızım aydan daha iyi, daha talihli değil ki. Tutulursa ne çarem
var?
Halk, benim nöbetimi Tanrı diye, Sultan diye tutuyor ama doğrusu ay
tutulmuş, tas çalıyorlar!
Onlar tas çalıp gürültü ediyorlar ama o gürültüyle ayı rüsvay
etmektedirler.
2455.
Ben ki Firavunum, şöhretten elâman! Enerabbüküm-ül âlâ demem de
beni rüsvay eden tas gürültüsüdür.
Mûsâda, ben de aynı kapının kuluyuz. Fakat senin ormanında senin
baltan işliyor; dalları senin baltan kesmektedir;
Bir dalı yetiştiriyor, öbürünü kesip atıyor.
Baltaya karşı dalın eli var mı? Ne gezer! Hiç dal baltanın elinden
kurtulabilir mi?
Balta senindir, o kudret hakkı için kereminden bu eğrilikleri
doğrult!
2460.
Firavun yine kendi kendine Ne şaşılacak şey! Ben bütün gece Ey
Rabbimiz diye yalvarmıyor muyum?
Yalnızken mütevazi bir hale geliyor, düzeliyorum. Neden Mûsâya
karşı öyle oluyorum?
Kalp altının rengi halis altından on derece daha parlak olsa ataşe
karşı nasıl yüzü kara bir hale gelir!
Kalbim de kalıbım da onun hükmünde değil mi? Bir zaman, beni iç
haline kor, bir zaman kabuk haline.
Bir zaman beni ay haline kor, bir zaman karartır. Tanrının işi,
bundan başka nedir ki?
2465.
Ekin ol der beni yeşertir. Çirkinleş der, sarartır.
Varlığı emriyle yaratan Tanrının çevgânları önünde mekân âleminde
de koşup duruyoruz. Lâmekân âleminde de.
Renksizlik âlemi, renge esir olunca bir Mûsâ öbür Mûsâ ile savaşa
düştü.
Renksizlik âlemine ulaşırsan Mûsâ ile Firavunun karıştığı âleme
erişirsin.
Bu nükte yüzünden hatırına renk, nasıl olur da kıylü kalden
kurtulur?
Şaşılacak şey... Bu renk, renksizlik âleminden zuhura geldiği
halde, renksizlikle nasıl savaşa girişir?
2470. *
Yağın aslı sudandır ve su ile artar. Sonunda nasıl olur da suya zıt
olur?
Mademki yağı su ile yoğurdular; yağ sudan oldu; su ile yağ neden
birbirine zıt oldu?
Gül dikenden meydana meydana gelmiştir, diken de gülden... böyle
olduğu halde niçin savaşa, maceralara düşmüşlerdi?.. gibi bir sual
hatıra gelirse (bil ki bu)
Ya hakikatta savaş değildir, bir hikmet içindir, eşek satanların
kavgaları gibi bir hiledir. Bir sanattır;
Yahut ne savaş ne hikmet...Hayretten ibarettir. Bu, viraneliktir,
içinde define aramak gerek.
2475.
Sen define sandığın şey yüzünden, o vehminden defineyi kaybediyorsun.
Sen vehmi de, tedbirleri, düşünceleri de mamure bil, mamur yerlerde
define olmaz.
Mamur yerlerde varlık, didişmek olur. Yok olan, varlıklardan
utanır, arlanır.
Varlık, yokluktan feryad etmemiştir. Yokluk, o varlığı, kendisinden
uzaklaştırmış, gidermiştir.
Ben yokluktan kaçıyorum deme. Hakikatte o, senden yirmi kere daha
fazla kaçmakta!
2480.
Görünüşte seni kendisine çağırmaktadır ama içinden seni reddetme
sopasıyla sürmektedir.
Bu işler, kovalayanı yanıltmak için ata çakılan ters nallardır; ey
sâf kişi! Firavunun, Mûsâ'dan nefretini, sen Mûsâ'dan bil.
Hasiret dünya vel âhire hükmünce
şakilerin, iki cihanda da mahrumiyetlerinin sebebi
Tabiata inananlar; gök bir yumurtadır, yer de onun sarısı diye itikat
etmişlerdir.
Birisi, Bu yeryüzü, yeri kaplayan göğün ortasında nasıl duruyor?
Havaya asılmış bir kandil gibi ne aşağıya gitmekte, ne yukarı
çıkmakta dedi.
2485. O
hakîm, Altı cihetten de göğün çekmesi yüzünden hava ortasında kalır.
Mıknatıstan bir yuvarlak olsa ortasına konan demir, ortada kalır
diye cevap verdi.
Öteki hakîm de Sâf gök, kara toprağı kendisine çekmez.
Onu altı taraftan da iter. Ondan dolayı da yeryüzü, kuvvetli yeller
ortasında muallâkta kalmıştır dedi.
Kemâl ehlinin gönülleri de firavunların canlarını böyle defeder de,
onlar dalâletde kalırlar.
2490.
Onları bu cihan da defeder, o cihan da. O yolsuzlar da bu yüzden o
cihandan da mahrum kalırlar, bu cihanda da.
Ululuk sahibi Tanrının kullarından, velîlerden baş çeker,
uzaklaşırsan bil ki onlar senden hoşlanmıyorlar, onlar seni
istemiyorlar.
Onların kehlibarları vardır, meydana çıkarırlarsa senin saman çöpü
gibi olan varlığını deliye döndürür, kendilerine çekerler.
Kehlibarlarını saklarlarsa derhal seni azgınlığa teslim ederler.
Hayvanlık mertebesi nasıl insanlığa esir ve mağlûpsa.
2495.
İnsan mertebesinin de Tanrı velîlerinin elinde hayvan gibi mağlûp
olduğunu anla ey yoksul!
Ahmed, irşadederken halka Kullarım dedi. Tanrı bütün âlemi Kul
yâ ibâdî diye çağır buyurdu.
Senin aklın deveciye benzer, sen de devesin, Akıl, seni, ister
istemez hükmünce çekip durmaktadır.
Velîler, akılların aklıdır. Akıllar da ta en sonuncusuna kadar
develere benzer.
Onlara ibretle bak: bir kılavuz, yüz binlerce can!
2500. Ne
kılavuzu ne deveciyi! Sen, güneşi gören gözü bul da sonra bak!
Bütün cihan, gece içinde kalmış, karanlıklara mıhlanmış, güneşi ve
gündüzü bekleyip durmakta.
İşte sana zerrede gizli güneş, işte sana kuzu postuna bürünmüş
erkek aslan.
İşte sana saman altında gizli bir deniz! Kendine gel, o samana
şüphe ile ayak basma!
Ama yol gösterici hakkında içe gelen şüphe, Tanrı rahmetidir.
2505.
Her peygamber dünyaya tek gelmiştir. Tektir ama içinde yüzlerce âlem
gizli.
Âlem-i Kübra, kudretle sihir yaptı da cirmini, küçücük bir suret
içinde gizledi.
Ahmaklar onu tek ve zayıf gördüler. Hiç padişahın dostu olan zayıf
olur mu?
Ahmaklar, "O, ancak bir tek kişiden ibaret! dediler. Vay âkıbeti
düşünmeyen!
His
gözünün Salih Peygamberi ve devesini hakîr görmesi
Ulu Tanrı, bir
orduyu helâk etmek isterse, düşmanları, galip olsalar bile onlara hor
ve pek az gösterir Ve yukallilüküm fî ayünihim liyakdiyallahu ermen
kâne mefûlâ
Salihin devesi görünüşte deveydi, o zâlim kavim, bilgisizlik yüzünden
deveyi kestiler.
2510. Su
için deveye düşman olduklarından kendileri, mezara su ve ekmek
oldular. ( helâk olup mezarı doyurdular).
Tanrı devesi, ırmaktan buluttan su içmekteydi. Onlar, Hakkın
suyunu Haktan esirgediler.
Salihin devesi, salih kişilerin cisimleri gibidir; onlar kötülerin
helâki için tuzaktır.
Neticede Tanrı devesinden ve içeceğinden çekinin hükmü, o ümmeti
ne dertlere uğrattı, onları nasıl helâk etti!
Tanrı kahrının şahnesi, bir devenin kanına diyet olarak onlardan
bütün bir şehri diledi.
2515.
Ruh, Salih gibidir,ten de deveye benzer. Ruh vuslattadır ten ihtiyaç
içindedir.
Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrı yaralanmaz.
Böyle ruha sahip olanlara kimse galip gelemez. Zarar gelse bile
sedefe gelir, inciye değil.
Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrının nuru, kâfirlere
mağlup olmaz.
Can, toprağa mensup cisme, kötü kişiler, incitsinler de Tanrı
imtihanını görsünler diye ulaştı, bu yüzden cisimle bağdaştı,
birleşti.
2520.
Canı inciten kişinin, bu incitmenin Tanrıyı incitme olduğundan haberi
yoktur. Bilmiyor ki bu küpün suyu ırmak suyu ile birleşmiştir.
Tanrı bütün âleme penah olsun diye bir cisme alâka bağlamıştır.
*Onların gönüllerine kimse muzaffer olamaz. Sedefe zarar gelir,
inciye gelmez.
Tanrı velisinin cisim devesine kul ol ki Salih Peygamberle kapı
yoldaşı olasın.
Salih peygamber, Madem ki haset ettiniz, bu işi yaptınız
üç gün
sonra Tanrıdan azap erişecek.
Ondan üç gün sonra da can alıcı Tanrıdan başka bir âfet gelecek ki
onun üç alâmeti vardır:
2525.
Hepinizin yüzünüzün rengi değişir. Birbirinize bakınca yüzlerinizi
türlü türlü renklerde görürsünüz.
İlk günlerde yüzleriniz safran gibi sararır; ikinci günü erguvan
gibi kızarır.
Üçüncü günü yüzleriniz tamamı ile kararır, ondan sonra da Tanrının
kahrı gelir, çatar.
Eğer bu tehdide benden delil isterseniz devenin yavrusunu daha
doğru kovalayın!
Eğer tutabilirseniz derdinize çare bulunur. Tutamazsanız ümit kuşu
uzaktan kaçtı, gitti! dedi.
*Bu sözü duyunca hepsi birden köpek gibi onun ardından seğirtmeğe
başladılar.
2530.
Kimse yavruya erişmedi; dağlar arasına dalıp kayboldu.
*Temiz ruh gibi ten ayıbından, nimet ve ihsan sahibi Tanrıya kaçıp
gitmekteydi.
Salih dedi ki: Gördünüz mü Tanrının bu kazası nasıl geldi? Artık
ümidin boynunu vurdu.
Devenin yavrusu nedir? Salih? Peygamberin gönlü. Onun hatırını ele
alın, onun isteğini yerine getirin.
Onun gönlünü alırsanız azaptan kurtuldunuz; yoksa, pişman
olduğunuzun, ümitsizliğe düştüğünüzün günüdür.
Salihten bu bulanık vâdi duydukları gibi azaba göz dikip beklemeye
başladılar.
2535.
Birinci gün yüzlerinin sarardığını gördüler.Ümitsizlikle soğuk soğuk
ah etmeye başladılar.
İkinci günü hepsinin yüzü kızardı. Artık ümit ve tövbe nöbeti
kayboldu.
Üçüncü gün hepsinin yüzü kapkara kesildi. Salih Peygamberin hükmü:
cenksiz, cidalsiz doğru çıktı.
Hepsi de ümitsiz bir hale gelince kuşlar gibi ayaklarını altlarına
alıp iki dizlerinin üstlerine çöktüler.
Cibril-i Emin, bu diz çökmeyi Peygambere Câsimîn âyetini
getirerek Kuranda anlattı.
2540.
Sana diz çökmeyi öğrettikleri ve seni bu çeşit diz çökmeden
korkuttukları vakit, yani belâ gelmeden diz çök!
Salihin kavmi, Tanrı kahrının zahmını beklediler: o kahır ve azap
da gelip o şehri yok etti.
Salih, halvetten çıkıp şehre doğru gitti; gördü ki şehir duman ve
ateş içinde.
Onların hâk ile yeksân olmuş cüzülerinden bile feryat ve
figanlarını duyuyordu; feryat duyulmaktaydı ama ortada feryat eden
yok!
Kemiklerinden iniltiler, sızıntılar duydu; canları çiğ taneleri
gibi yaş döküyor, ağlıyordu.
2545.
Salih bunu duyup ağlamaya başladı: feryat edenlere feryat etmeye
koyuldu:
Ey bâtıl yolda yaşayan kavim! Ben sizin çevrinizden Tanrıya
şikâyet etmiş ağlamıştım.
Tanrı, bana Onların eziyetlerine sabret; onlara nasihat ver. Zaten
devirlerinden çok bir zaman kalmadı demişti.
Ben, Cefaları eziyetleri yüzünden onlara nasihat edemiyorum.
Nasihat sütü sevgiden, sâflıktan coşup akar demiştim.
Bana o kadar eziyetler ettiniz ki nasihat sütü damarlarımda dondu.
2550.
Tanrı, bana Ben sana lûtuf ve inayet eder, o yaralara merhem koyarım
buyurdu.
Hak, gönlümü gök gibi sâf bir hale getirdi. Gönlümden, sizin
cefalarınızı sildi, süpürdü.
Yine size nasihatler vermeye, şeker gibi temsiller getirmeye ,
sözler söylemeye başladım.
Şekerden taze süt çıkarıp balla şekeri sözlerime katmaya, size
tatlı tatlı öğütler vermeye koyuldum.
O sözler, size zehir gibi tesir etti. Çünkü siz baştan aşağı zehir
membaı, zehir madeniydiniz, zehirden ibarettiniz.
2555.
Nasıl gamlanayım ki gam baş aşağı yuvarlanıp gitti. Ey inatçı kavim!
Gam sizdiniz.
Gamın ölümüne ağlayıp feryat eden olur mu? Baştaki yara iyileşince
bu yüzden saçını sakalını yolan bulunur mu?
Salih, yüzünü kendine çevirip dedi ki: Ey feryat eden, onlar
feryat etmeye değmez!
Ey Kuranı doğru okuyan! Eğri okuma. Zâlim kavmin ardından nasıl
yas tutayım?
Fakat yine gözünden, gönlünden yaşlar akmaya başladı. Onda sebepsiz
bir merhamet hâsıl oldu.
2560.
Gözyaşı damarları (yağmur gibi) yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı. Bu
katralar, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katralarıydı.
O ağlarken aklı diyordu ki: Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o
çeşit bir kavme ağlamak reva mı?
Neye ağlıyorsun, söyle. Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü kin
askerine mi?
Onların paslı karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine
mi?
Onların Segsarlarınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep
yatağı olan ağız ve gözlerine mi?
2565.
İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Tanrı
onları nasıl hapsetti, helâk eyledi!
Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları
eğri, öfkeleri eğri...
Onlar, geçmişleri taklit edip naklettikleri reylere uyduklarından
bu akıl pîrinin başına ayak bastılar.
Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısı ile hür ihtiyar
olmadılar, kart eşek oldular.
Tanrı cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar
getirdi...
Tanrı iki
deniz yarattı,birbirlerine kavuştukları halde aralarında bir perde
vardır,birbirlerine karışmazlar âyetlerinin mânası
2570.
Cehennemlikler, cennetlikler bir dükkânda otururlar. Aralarında bir
perde vardır, birbirlerine karışmazlar.
Nâr ehliyle nur ehli, görünüşte karışıktır ama aralarında Kaf dağı
çekilmiştir.
Bunlar, madende toprakla altının birbirine karışmasına benzerler.
Toprakla altın karışıktır ama aralarında yüzlerce ova, yüzlerce konak
var!
Bu, bir dizide hakikî inci ile yalancı incinin bir gecelik konuk
gibi misafir olmasına benzer.
Denizin yarısı şeker gibi tatlı, lezzetli, rengi ay gibi parlak;
2575.
Diğer yarısı, yılan zehiri gibi acı,lezzetsiz, rengi de katran gibi
kara.
Cennetlikle cehennemlik olanlar da deniz gibi alttan üstten,
dalgalanıp dururlar.
Dar ve küçük bir cisimden dalgaların birbiri ardınca zuhuru da
canların barışta, savaşta birbirlerine karışmalarına benzer.
Barış dalgaları kopar, gönüllerden kinleri giderir.
Bunun aksine savaş dalgaları kopar, sevgileri altüst eder.
2580.
Sevgi, acıları tatlıya çeker, tatlılaştırır. Çünkü sevgilerin aslı,
doğru yola götürmedir.
Kahır ise, tatlıyı acılığa çekmektedir. Acı, tatlı ile bir arada
bulunur, bağdaşır mı?
Acı tatlı; bu gözle görünmez. Basiret ehli, onları, akıbet
penceresinden görmeyi bilir.
Akıbeti gören göz, doğruyu görebilir. Âhiri gören göz ise gururdan,
körlükten ibarettir.
Nice tatlılar vardır ki şeker gibidir, fakat o şeker içinde zehir
gizlidir.
2585.
Aklı en üstün, anlayışı en keskin olan, kokudan anlar. Öbürüyse ancak
dudağına, dişine değince fark eder.
Şeytan Yiyin diye bağırır ama o adamın dudağı zehri, boğazına
varmadan reddeder.
Başka biri boğazına varınca anlar, bir başkası yer, bedenini berbat
edince anlar.
Zehir; diğer birisinde abdest bozarken yanış yapar; zaman zaman
ciğerini delen bir acı peyda eder.
Bir başkasında zehrin eseri; günler, aylar geçtikten sonra görünür.
Diğer birisinde ise ölümden ve Sûr üfürüldükten sonra meydana çıkar.
2590.
Eğer o kişiye mezarda mühlet verirlerse mutlaka mahşer günü azap
ederler.
Her otun, her şekerin zamanede bir oluş müddeti vardır.
Lâlin, güneşin tesiriyle renk, parlaklık ve letafet elde etmesi
için yılların geçmesi gerektir.
Alelâde otlar, iki ay içinde yetişir. Fakat kırmızı gül, ancak bir
yılda yetişir gül verir.
Yüce ve Ulu Tanrı, bunun için eceli, yani her şeyin müddetini Enam
sûresinde anlatmıştır.
2595.
Bunu duydun ya; her kılın kulak kesilsin... Bu duyduğun âbıhayattır,
afiyet olsun!
Bu söze söz deme, âbıhayat de. Bu sözü, eski harfler teninde
yepyeni bir ruh olarak gör.
Arkadaş; başka bir nükte daha duy. Bu nükte can gibi hem apaçık,
meydandadır, hem gayet ince ve gizli.
Bir yer olur ki bu yılan zehri, Tanrının tasarruflarıyla gayet
tatlı ve lezzetli bir hale gelir.
Bir yerde zehirdir, bir yerde ilâç... Bir yerde küfürdü, bir yerde
tam lâyık ve yerinde.
2600.
Orada cana zarar verir ama burada derman kesilir.
Su, koruk içinde ekşidir; fakat üzüme gelince tatlılaşır,
güzelleşir.
Sonra küpün içine girince acır, haram olur...Sirke olunca ne güzel
katıktır!
Müridin, küstahlık ederek kâmil vlî ne yaparsa yapması lâyık değildir.
Çünkü helva, hekime ziyan vermez ama hastaya ziyan verir. Soğuk ve
kar, olmuş üzüme dokunmaz, fakat koruğa dokunur. Çünkü koruk, daha
kemâle gelmemiştir; yoldadır; Liyağfire lekellâhu mâ tekaddeme min
zenbike ve ma teahhar haline gelmemiştir
Velî,
zehir yese bal olur, fakat talip yese aklı kararır zarara uğrar.
Süleyman Rabbi hebli demiş, yani Benden başkasına bu saltanatı
verme.
2605.
Yahut benden başkasına bu lûtufta, bu ihsanda bulunma diye niyaz
etmiştir. Bu hasede benzer ama değildir.
Lâ yenbağı nüktesini candan oku. Benden sonra bu saltanatı
kimseye verme sırrını onun nekesliğinden bilme.
Hattâ o, saltanatta yüzlerce zarar ve tehlike gördü. Cihan
saltanatı, kıldan kıla, baştanbaşa can kaygısından, baş korkusundan
ibarettir.
Baş korkusuyla can ve din korkusu... Bize bunun gibi bir imtihan
daha olamaz.
Süleyman himmetli birisi gerektir ki bu yüz binlerce renkten,
kokudan vazgeçsin.
2610.
Kuvvet ve kudretiyle beraber o saltanatın dalgası Süleymanın bile
nefesini tıkıyordu.
Bu keder yüzünden üstüne toz, toprak konunca bütün cihan
padişahlarına acıdı da.
Şefaat edip Bana verdiğin bu saltanatı, kemal sahibi olanlara da
ver.
Bu saltanatı, kerem edip kime verir, kime bağışlarsan Süleyman
odur, o da benim.
O benden sonra kimseye verme hükmüne dahil değildir; benimledir.
Hattâ benimle ne demek? O kişi, davasız, nizasız benim dedi.
2615.
Bunu anlatmak farzdır. Ama biz, yine karıkoca hikâyesine dönüyoruz.
Arapla eşine ait hikâyenin sonu
Bir
Muhlisin (Çelebi Hüsameddinin) gönlü, o karı ve koca hikâyesinin
neticesini istemekte.
Karıkoca hikâyesi, bir masaldan ibaret. Fakat onu nefsinle aklının
misali bil.
Bu kadınla erkek nefisle akıldır. İyi kişiye de mutlaka lâzımdır,
kötü kişiye de.
Bu ikisi, toprak yurtta esir ve mahpusturlar. Gece gündüz savaşta
macera içinde.
2620.
Kadın durmadan evin ihtiyaçlarını ister, evin şerefini, yani eve lâzım
olan ekmeği, yüceliği, hürmeti diler durur.
Nefis, kadın gibi her işe bir çare bulmak üzere gâh toprağa
döşenir, tevazu gösterir; gâh ululuk diler, yücelir.
Aklınsa, bu düşüncelerden zaten haberi yoktur. Fikrinde Tanrı
gamından başka bir şey yoktur.
Hikâyenin içyüzü, bu tane ve tuzaktır, nefisle akıl arasındaki
maceradır, fakat sen dış yüzünün tamamını dinle.
Eğer yalnız mânaya ait anlatış kifayet etseydi âlem halkı, tamamı
ile işten güçten kalır, âlemin nizamı bozulur giderdi.
2625.
Sevgi, düşünce ve mânadan ibaret olsaydı senin oruç ve namazının
zâhiri suretleri de kalmaz, yok olurdu.
Dostların birbirine armağan sunmaları, dostluğa nazaran ancak
görünüşe ait şeylerdir.
Fakat bu suretle o armağanlar, gönüllerde gizli bulunan sevgilere
şahadet eder.
Çünkü, ey ulu kişi, zâhiri iyilikler gizli sevgilere şahittir.
Şahidin de bazen doğrucu, bazen yalancı olur. Sarhoş, bazen
şaraptan olur, bazen de ayrandan!
2630.
Ayran içen de kendisini sarhoş gösterebilir. Gürültü eder, sarhoş
görünür.
O murai de, kendisini muhabbet sarhoşu sansınlar diye oruçlu
görünür, namaz kılar.
Surete ait işlerden meydana gelen şey bambaşkadır. Fakat gönülde
gizli olan şeye alâmettir. Ya Rabbi, duamızı kabul et, bize bu temyizi
ver de o eğri, yalancı alâmeti,doğrusundan ayırt edelim.
Hiç, bu temyize nasıl malik olur? Tanrı nuru ile bakar, görürse o
zaman bu temyizi elde eder.
2635.
Eser olmasa bile sebep onu meydana çıkarır. Akrabalık gibi...Akrabalık
sevgiyi bildirir.
Fakat imam ve muktedası Tanrı nuru olan kişi, ne eserlere kul olur
ne sebeplere.
Sevgi gönülde şûlelendikçe büyür, nihayet sevgi sahibi, eserden
kurtulur.
Sevgisini bildirmeye ihtiyacı yoktur. Çünkü sevgi nurunu bütün
kâinata yaymıştır.
Bu sözün tamamlanması için hayli tafsilât var ama sen ara.
2640.
Gerçi mâna, bu suretten zâhir olmaktadır ama bir cihetten mânaya
yakındır, bir bakımdan mânaya uzak!
Delâlet hususunda mâna ile suret, su ile ağaç gibidir.
Mahiyetlerine bakarsan birbirlerinden tamamı ile uzaktırlar.
Sen mahiyetleri de bırak, hasasları da. O iki rızık arayan
karıkocanın ahvalini anlat.
O Arabın,
karısının dileğine uyması ve Bu inkıyatta bir hilem var, ne de
imtihan yoluyla yapıyorum diye yemin etmesi
Arap
dedi ki: Ayrılıktan vazgeçtim. Hüküm senin
Kılıcı kından çek, emret.
Ne dersen ben sana tâbiim; emrin, ister iyi olsun, ister kötü...
ona bakmam.
2645.
Senin uğruna feda olayım; çünkü seni seviyorum. Sevgi; insanı kör
eder, sağır yapar.
Kadın Sahiden beni seviyor musun, yoksa hile ile sırrımı öğrenmek
mi istiyorsun? dedi.
Erkek dedi ki: Gizli sırları bilen ve Âdem Safiyi yaratan Tanrı
hakkı için (Seni seviyorum).
Tanrı, Âdeme üç arşın bir boy verdiği halde ruhlarda, levhlerde ne
varsa hepsini gösterdi.
Tanrı, ona ezelden ebede kadar ne varsa ve ne olacaksa, önceden ve
Allemelesmâ sından ders verdi, öğretti.
2650. Bu
suretle melekler, onun ders vermesine hayran oldular, kendilerinden
geçtiler. Onun takdisiyle başka bir mukaddesliğe eriştiler.
Âdemin yüzünden nail oldukları fütuhata, göklerde bile
erişememişlerdir.
Âdemin o pak ruhunun fezasına nispetle yedi gök sahası bile dardı.
Peygamber Tanrı; ben, yücelere, aşağılara yere, göğe, hatta arşa
sığmam. Bunu, ey aziz, yakînen bil.
2655.
Fakat şaşılacak şeydir ki inanan kişinin kalbine sığarım. Beni ararsan
inanan gönüllerde ara buyurdu dedi.
Tanrı dedi ki: Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın
arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin.
Arş, bile o nuriyle, o genişliğiyle beraber Âdem görünce yerinden
kalktı.
Arşın sonsuz bir büyüklüğü var, fakat mânaya karşı suret nedir ki?
Her melek diyordu ki: Bizim bundan önce yeryüzüyle üfletimiz vardı.
2660.
Hizmet ve ibadet tohumunu yere ekiyorduk. Yere olan bu meylimize, bu
alâkamıza da şaşmaktaydık.
Gökten yaratıldığımız halde yeryüzüne bu alâkamız nedir?
Biz nurlarız, karanlıklarla ülfetimiz neden? Nur zulmetlerle
yaşayabilir mi?
Ey Âdem! O ülfet, senin kokundanmış. Çünkü cisminin nesci yeryüzü.
Topraktan olan cismini yeryüzünde dokudular; pak nurunu burada
buldular.
2665.
Şimdi canımızın ruhundan bulduğu ülfet, bundan önce cisminin
yoğrulduğu topraktan parlıyordu.
Yeryüzündeydik ama yerden gafildik, orada gömülü olan defineden
haberimiz yoktu.
Tanrı da bize oradan göklere sefer etmeyi emredince, bu yurt
değiştirme, acı geldi.
O yüzden Tanrıya deliller getirerek Ey Tanrı! Bizim yerimize kim
gelecek?
Bu tesbih ve tehlinin nurunu, dedikoduya satıyorsun dedik.
2670.
Tanrı hükmü, bize rahmet yaygısını döşedi:Açıkça istediğinizi
söyleyin.
Tek evlâtların babalarına söyledikleri gibi ağzınıza ne gelirse
çekinmeden deyin.
Çünkü bu sözler, yaraşmasa bile rahmetim, gazabımdan artıktır.
Ey melek! Bunu meydana çıkarmak için gönlünüze şüpheler
salmaktayım;
Sen söyleyesin; ben darılmayayım, gazaplanmayayım. Bu suretle de
benim hilmimi inkâr eden ağız açamasın.
2675.
Her nefeste bizim hilmimizden yüzlerce baba yüzlerce ana doğar,
yokluğa dalıp mahvolur.
O babaların, o anaların hilmi, şefkati, bizim hilim ve şefkat
denizimizin köpüğüdür. Köpük gider gelir ama deniz bâkidir dedi.
Hayır, ne dedim? O inciye karşı bu sedef, köpük değil, köpüğünün
köpüğüdür.
İşte o köpük hakkı için, o sâf deniz hakkı için bu söz bir sınama,
bir lâf değil.
Sevgiden, vefadan, boyun büküp teslim olmadan ileri gelmiştir.
Huzuruna varacağım Tanrı hakkı için.
2680. Bu
hevesim, sence sınamadan ibaretse bu sınamamı sına.
Sırrını saklama ki sırrım meydana çıksın. Elimden geleni; gücümün
yettiğini buyur!
Gönlündekini benden gizleme de benim gönlümdeki de ortaya çıksın bu
suretle ne yapabileceksem kabul edeyim.
Fakat nasıl edeyim; elimde ne çare var? Bir bak hele, canım ne işe
yarar ki?
Kadının kocasına rızık
isteme yolunu göstermesi, onun da kabul etmesi
Kadın
dedi ki:Bir güneş doğmuş, bütün cihan ondan aydınlanmıştır.
2685. O
Tanrı vekili, Tanrı halifesidir. Bağdat şehri, onun yüzünden bahar
gibidir.
O padişaha ulaşabilirsen padişah olursun. Ne vakte kadar ikbal
sahibi olmayanların yanına gidip duracaksın?
İkbal sahiplerinin dostluğu kimya gibidir. Onların nazarına benzer
kimya nerede?
Ahmedin gözü Ebubekire değince o bir tasdik yüzünden Sıddıyk
olmuştur.
Kocası, Ben padişah huzuruna nasıl kabul olunurum; bir bahanesiz
onun yanına nasıl giderim?
2690.
Buna bir münasebet, bir vesile gerek. Hiçbir sanat aletsiz meydana
gelir mi?
Mecnun gibi ki, birisinden Leylânın bir parça hastalandığını
duydu.
Eyvah, dedi; bahanesiz nasıl gideyim? Gitmezsem, hatırını sormazsam
ne hale gelirim?
Keşke hazık bir hekîm olaydım...O vakit Leylâya koşa, koşa
giderdim.
Tanrı, bize Ya Muhammed, gelin de buyurdu da bu davet,
utanmamızın giderilmesine sebep oldu.
2695.
Gece kuşlarının gözleri ve kabiliyetleri olsaydı gündüzün uçup
gezerler, dönüp dolaşırlardı dedi.
Kadın cevap verdi: Kerem sahibi padişah meydana girer, kendisini
gösterirse aletsizlik, aletin ta kendisi, vesileden mahrum oluş,
vesilenin aynı oldu.
Çünkü alet, vesile
dâvaya düşmektir, varlık alâmetidir. Asıl hüner
aletsizliktedir, alçalmadadır."
Arap Aletsiz nasıl alışveriş edeyim de aletsizliği elde edeyim?
Müflisliğime de bir delil gerek ki padişah halime acısın.
2700.
Sen, bana dedikodudan ve hileden başka bir şahit göster de o şen
padişah merhamete gelsin.
Çünkü sözden ve kötü hileden ibaret olan bu şahitlik o hâkimler
hâkiminin yanında mecruhtur.
Müflisin şahidi doğruluk olmalı ki nuru, söylemeden parıldasın
(halini arzetmeden hali anlaşılan) dedi.
Arabın,
orada su kıtlığı var sanarak çölleri aşıp Bağdata, halifeye bir testi
yağmur suyu hediye götürmesi
Kadın
dedi ki: Doğruluk varlığından tamamı ile çıkıp arınarak, isteğini
terk etmendir.
Testimizde yağmur suyu var. Malın, mülkün, sermayen bundan ibaret.
2705. Bu
su testisini al, git; padişahlar padişahın huzuruna var, armağan
götür.
De ki: Bizim bundan başka hiçbir malımız, mülkümüz yok. Çölde de
bundan iyi su hiç yoktur.
Padişahın hazinesi ağır elbiselerle doluysa da bunun gibi suyu
yoktur. Bu su az bulunur.
O testi nedir? Bizim mezar gibi cismimiz, içinde de bizim acı ve
hislerimizin suyu var.
Ey Tanrı! Tanrı, cennet karşılığına iman edenlerin canlarını,
mallarını satın aldı âyetindeki fazıl ve kereminden bizim bu
küpümüzü, bu testimizi kabul et!
2710. Bu
beş duygudan meydana gelme beş lüleli testideki suyu her türlü murdar
şeylerden, her çeşit pisliklerden temiz tut.
Bu suretle şu testinin denize bir menfezi olsunda testim deniz
huyuyla huylansın.
Armağanı padişaha tertemiz götürünce onu görür, anlamak ister.
Ondan sonra da artık testinin suyu nihayetsiz bir dereceye gelir.
Testinin suyundan yüzlerce dünya dolar.
Lüleleri kapa, testiyi de küpten doldur. Tanrı Gözlerinizi heva ve
hevesten yumun buyurdu.
2715.
Arap, kimin böyle bir hediyesi var? Hakikaten bu armağan, öyle bir
padişaha lâyık diye gururlanmaktaydı.
Kadın da bilmiyordu ki, orada yol üzerinde şeker gibi Dicle akıp
durmakta.
Şehrin ortasından gemilerle, balık ağlarıyla dolu, deniz gibi akıp
gitmekte.
Padişahın huzuruna var da şevketi, azameti gör; altından nehirler
akan bahçeler diye övülen yerlere bak!
O saffet denizine nispetle bizim, anlayışlarımız bir katradan
ibarettir.
Arabın su testisini
keçeye sarıp dikmesi ve ağzını kapatması
2720.
Arap, evet, dedi. Testinin ağzını kapa, hakikaten armağan, bize
faydalı.
Keçeye sar, sarmala. Padişah, orucunu armağanla açsın.
Çünkü dünyada bunun gibi su yoktur. Bu halis şarap, zevk ve sefa
kaynağı!
Çünkü onlar acı tuzlu suları içmekten daima hastadırlar, yarı kör
olmuşlardır.
Durağı, yatağı acı subaşı olan kuş; sâf berrak suyu ne bilsin?
2725.
Yurdun acı su kaynağı; Şattı, Ceyhunu nereden bileceksin?
Ey şu fâni konaktan kurtulmayan! Sen yokluğu, sarhoşluğu ve neşeyi
ne bilirsin ki!
Bilsen bile babandan, atandan nakil ve rivayet yoluyla bilirsin.
Senin yanında bu adlar ebced gibidir.
Ebced, hevvez. Bunlar, bütün çocuklara apaçık ve meydandadır, fakat
mânası yok.
Hulâsa, Arap testiyi alıp yola düştü. Gece, gündüz onu
taşımaktaydı.
2730.
Testiye bir ziyan gelecek diye korkusundan titreyerek çölden ta...
şehre kadar götürdü.
Kadın da evde seccadesini yaymış, namaz kılıp dua etmekte;
Suyumuzu, bayağı kişilerden koru...Ya Rabbi, bu inciyi o denize
ulaştır.
Her ne kadar kocam uyanıktır, hünerlidir ama incinin binlerce
düşmanı olur.
Cevher dediğin de nedir ki... Bu su Kevser suyudur. İncinin aslı,
bunun bir katrasıdır diyordu.
2735.
Kadının ağlayıp yalvarması; erkeğin derdi ve ağır yükü bereketiyle,
Arap, testiyi hırsızlara kaptırmadan, taşla kırdırmadan durup
dinlenmeksizin ta Hilâfet Şehrine kadar götürdü.
Orada bir tapu gördü ki nimetlerle dolu. Haceti olanlar oraya
tuzaklarını yaymışlar?
Zaman, zaman her tarafta bir haceti olan o tapudan ihsana nail
olmuş, hilatler elde etmiş.
O kapı; kâfire, Müslümana, güzele, çirkine güneş gibi
Hattâ
cennet gibi.
2740.
Bir bölük halk gördü, huzurda bezenmiş duruyor. Bir bölük halk gördü
ayakta, hizmet bekliyor.
Süleymandan karıncaya kadar herkes, neşe içinde... Hepsi Sûr
üfürülmüş te dirilmiş canlar gibi.
Görünüşe aldananlar, cevherlere gark olmuşlar... İç yüzüne
ehemmiyet verenler, mâna denizini bulmuşlar.
Himmetsizler, himmete erişmiş... Himmet sahipleri nimete erişmiş!
Yoksul,
nasıl ihsana ve ihsan sahibine âşıksa ihsan sahibi de yoksula âşıktır.
Yoksulun sabrı çoksa ihsan sahibi onun kapısına gelir. İhsan sahibinin
sabrı fazlaysa yoksul, onun kapısına varır. Fakat yoksulun sabrı,
kemalidir, ihsan sahibinin sabrı ise noksanı
Kapıdan ses gelmekteydi: Ey istekli, gel! Cömertlik, yoksul gibi,
yoksullara muhtaçtır.
2745.
Cilalı ve tozsuz ayna arayan güzeller gibi cömertlik de yoksul ve
zayıf kişileri arar.
Güzellerin yüzü ayna ile güzelleşir. Onlar aynaya bakıp bezenirler.
İhsan ve keremin yüzü de yoksula bakmakla görünür.
Bundan dolayı Hak Vedduhâ sûresinde Ey Muhammed, yoksula
bağırma buyurdu.
Mademki yoksul, cömertliğin aynasıdır, iyi bil ki ağızdan çıkan
nefes aynayı buğulandırır.
Tanrının bir çeşit cömertliği, yoksulları meydana çıkarır, bir
başka cömertliği de onlara bol bol ihsanda bulunur.
2750. Şu
halde yoksullar, Tanrı cömertliği aynalarıdır. Hak ile Hak olan ve
varlıktan tamamı ile geçen hakikî yoksullarsa mutlak nur olmuşlardır.
Bu iki çeşit yoksuldan başkaları (yani varlığı olmayanlarla
varlıktan geçenlerden başkaları) esasen ölüdür. Bu çeşit adam bu
kapıda değildir, perdedeki, nakıştan, suretten ibarettir.
Tanrıya
muhtaç ve susamış kişiyle Tanrıya ait bir şeye sahip olmayan ve ondan
başkasını dileyen kişi arasındaki fark
O
kişi, yoksulun resmidir, canı yoktur, ekmek yemez. Köpek resmine kemik
atma.
O, Tanrı fakiri değil, lokma fakiridir. Ölü resmin önüne yemek
tabağını koyma.
Ekmek yoksulu, karada balıktır. Şekli balık şeklidir ama denizden
ürküp kaçar.
2755. O
evde beslenen kuştur, havada uçan Sîmurg değil. Nefis şeyler yiyip
içer, gıdası Haktan değildir.
Yemek, içmek için Tanrı âşığıdır; canı güzelliğe âşık değildir.
Tanrının zatına âşık olduğunu vehmetse bile sevdiği zat değildir;
vehmi, esma ve sıfâtın verdiği vehimdir.
Vehim; vasıflardan, hadlerden doğar. Hak ise doğmamıştır, doğurmaz.
Kendi tasvir ettiği şeye, kendi vehmine aşık olan kişi, nereden
nimet ve ihsan sahibi Tanrı âşıklarından olacak?
2760. O
vehme âşık olan, doğrucuysa mecazi sevgisi, kendisini nihayet hakikate
çeker, götürür.
Bu sözü iyice anlatmak, açmak lâzım; fakat eski düşüncelilerden,
onların köhne anlayışlarından korkuyorum.
Kısa görüşlü köhne anlayışlar, fikre yüz türlü kötü hayaller
getirirler.
Herkesin doğru işitmeye kudreti yoktur. Her kuşcağız, bir inciri
bütün olarak yutamaz.
Hele ölmüş, çürümüş, hayallere dalmış kör bir kuş olursa...
2765.
Balık resmine ister deniz olmuş, ister toprak. Kara yüzlüye ha sabun,
ha kara boya!
Kâğıda gamlı bir adam resmi yaparsan o resmin ne gamla alışverişi
vardır, ne neşeyle.
Resim, görünüşte gamlıdır ama, kendisi gamla alâkasızdır. Görünüşte
gülen bir resmin de neşeyle münasebeti yoktur.
Gönülde bir haletten başka bir şey olmayan bu dünya gamı bu dünya
neşesi; hakiki neşeye hakiki gama nispetle resimden ibarettir.
Resmin gamlı bir surette görünüşü, o resim yüzünden mânanın
doğrulması, hakiki gamı anlaman içindir.
2770. Bu
hamamlardaki resimler camekânın dışından bakılırsa elbiseler gibidir;
cansız, hareketsiz durup durmaktadırlar.
Sen, ancak dışardan elbiseleri görürsün. Elbiseni çıkar, soyun da
bir içeriye gir arkadaş!
Halife adamlarının bedeviyi ağırlamak üzere
karşılamaları ve armağanını kabul etmeleri
Çünkü
elbiseyle içeriye yol yoktur. Ten elbiseden, elbise de tenden haberdar
değildir.
O bedevi Arap uzak çöllerden Hilâfet Şehrinin kapısına vardı.
Kapıcılar, bedeviyi karşılayıp üstüne lûtuf gülsuyunu serptiler.
2775.
Bedevi söylemeden ihtiyacını, dileğini anladılar. Zaten onların işi
istetmeden ihsan etmekti.
Ona Ey Arabın en asili, en yücesi! Hangi diyardansın, yolla, yol
yorgunluğuyla nasılsın? dediler.
Bedevi dedi ki: Eğer bana yüz verirseniz asîlim, yüceyim. Fakat
ardınıza atar mühimsemezseniz ne asaletim var ne yüzüm!
Ey yüzlerinde ululuk nişanesi olanlar, ey şevketleri Câferi
altından daha hoş kişiler!
Sizi bir kerecik görmek, sizinle bir kerecik buluşmak, yüzlerce
kişileri görmeye, yüzlerce güzellerle buluşmaya bedeldir. Sizi görmek
için mal, mülk, servet... hepsi feda olsun!
2780. Ey
Tanrı nuruyla bakanlar, bu dereceye erişmiş olanlar, padişahlar
padişahının ahlâkıyla ahlâklanmış kişiler!
Kimya gibi olan bakışı nızla bakıra benzer insanlara bakar, onları
altın haline getirirsiniz.
Ben garibim, padişahın lûtfunu umarak çöllerden geldim. Onun
lûtfunun kokusu çölleri tuttu, kum zerrelerini kapladı, o zerreler
bile lûtfiyle canlandı.
Buralara kadar paraya kavuşmak için gelmiştim, fakat ulaşınca sizin
yüzünüzden sarhoş oldum.
2785.
Birisi, ekmek almak için ekmekçi dükkânına koştu, fakat ekmekçinin
güzelliğini görünce canını verdi.
Birisi, gezip eğlenmek üzere gül bahçesine gitti, bahçıvanın yüzü
teferrüç yeri oldu.
Kuyudan su çekerken Yusufun yüzünden âbıhayat içen bedevi gibi...
Mûsâ ateş elde etmek için gitti, öyle bir ateş gördü ki ateşten
vazgeçti.
İsa düşmanlardan kurtulmak için kaçtı. O kaçış, onu dördüncü kat
göğe kadar çıkardı.
2790.
Buğday başağı, Âdemin tuzağı oldu da bu suretle varlığı, insanlara
başak oldu; bütün insanlar ondan var oldu.
Doğan kuşu, karnını doyurmak üzere tuzağa tutulur, fakat bu yüzden
devlet ve kuvvet bulur, padişahın kolu, durağı olur.
Çocuk, babası lûtfedecek, kendisine kuş alacak ümidiyle, fakat
hakikatte hüner sahibi olmak için mektebe gider.
Mektepten çıkınca yücelir, en yüksek mevkiye sahip olur. Hocaya
aylık verirken âlemi aydınlatan bir bedir haline gelir.
Abbas, kin güderek eski dinin öcünü almak ve Ahmedi ortadan
kaldırmak üzere harp etmeye gelmişti.
2795.
Öyle olduğu halde o ve evlâtları, hilâfet makamında kıyamete dek dine
arka oldular, o makama şeref verdiler.
Ben, bu kapıya bir şey dilemek için geldim; daha dehlizde baş köşe
oldum, yüceldim.
Ekmek ümidiyle armağan olarak su getirdim; ekmek kokusu, beni ta
cennetin baş köşesine kadar çekti, götürdü.
Ekmek, bir Âdemi cennetten sürdürdü; beni ise cennetliklerle
kaynaştırdı.
Melek gibi sudan da vazgeçtim, ekmekten de. Bu kapıda gök gibi
ihtiyarsız dönmekteyim.
2800.
Âşıklarının cisimlerinin, âşıkların canlarının dönmesinden başka
dünyada garezsiz bir dönüş yoktur. Her şey bir maksatla hareket eder,
her şey bir maksatla dönüp dolaşır.
AÇIKLAMALAR ( Beyitler 2101 - 2800 )
B. 2110. 1241
inci beytin izahına bakınız.
B. 2112 - 2119.
"Peygamber, hutbe okurken bir hurma ağacı dalına dayanırdı. Mimber
yapılınca Peygamber, üstüne çıkıp oturduğu zaman mescidin
direklerinden olan o hurma dalından bir inilti çıkmıya başladı.
Nihayet Peygamber mimberden inip elini direğe koyunca direk sustu."
(Sahîh-i Buhari, Bulak tab-ı 1312, Kitab-al Cumua, C. 2, S. 9). Bu
hadis, biraz daha mufassal olarak da rivayet edilmiş ve Peygamberi'n
direği koçtuğu, direğin ağlarken susturulan bir küçük çocuk gibi kesik
kesik inlemiye başlayıp sonra sustuğu, Peygamber'in Tanrı zikrini
duyardı. Ondan ayrıldığı için ağladı" dediği de ilâve olunmuştur
(Ankaravi şerhi, Matbaa-i Âmire tab'ı, s. 426).
B. 2138. Kıyas,
herhangi bir şeyle diğer bir şeyi mukayese etmek, istidlal de
mukayeseden bir delille netice elde eylemektir. Kıyası, şer'î hüccet
bilenler, yani dinî bir hükmü, kıyas üzerine verenler olduğu gibi
kıyası kabul Ğetmiyenler de ğardır. Mevlâna, bir müçtehit olduğundan
kıyas ve istidlali kabul etmez, münasebet düştükçe onların
çürüklüğünden bahseder.
B. 2207. Sazın alt
perdesine "zir", üst perdesine "bem" denir.
B. 2222. den sonraki
başlıktaki söz hadîstir (Buhârî ve Müslim: Ankaravî, S. 444).
B. 2231. 8 inci
sure Enfâl, âyet: 36.
B. 2244. Hâtem-i
'Tâî, Abdullah-ibn-i Sa'd'in oğuludur ve Tay kabîlesindendir.
Cömertliğiyle meşhur olduğu gibi yiğitliği de ilerideydi. Yol
kaybedenler gelsin, kendisine misafir olsun diye geceleri civardaki
tepelere ateşler yaktırırdı. Hicretten aşağı yukarı 17 yıl önce (604)
ölmüştür.
B. 2258. Kur'an'ın
20 nci suresi olan Tâhâ suresinin 84-98 inci âyetlerinde Musa
Peygamber, Tûr'day-ken Sâmirî'nin İsrailoğullarını yoldan çıkardığı,
onların, altınlarından bir buzağı yapıp "İşte bu, sizin Tanrınız
ve-Musa'nın tanrısı, dediği ve hepsinin o buzağıya tapmıya başlayıp
Harun'u dinlemedikleri, bu buzağının ses vermesi, inanışlarını
büsbütün kuvvetlendirdiği, nihayet Musa'nın gelip Sâmirî'yi sorguya
çektiği, onun da Cebrail, Mısırlıları denize gark etmek üzere gelirken
görüp ayağının bastığı yerden aldığı bir avuç toprağı buzağının
altınına karıştırdığını, o yüzden ses verdiğini söylemesi, Musa'nın
Sâmirî'yi hudut haricine sürüp buzağıyı da ateşe atması hikâye
edilmektedir.
B. 2272. Şit, Adem
Peygamber'in oğullanndandır. Şîs de denir.
B. 2275. Bâyezîd-i
Bistâmî, Melâmetîlerden büyük bir sofidir. Hemen bütün tarikatlar,
silsilelerini bu zata bağlarlar. Adı Tayfur'dur. Bir rivayete göre
Hicri 261 de (876), diğer rivayete göre de 234 te (848) vefat
etmiştir. Yezid, Emevi Hanedanını kuran Muaviyye'nin oğlu ve Emevî
halifelerinin ikincisidir. Hicrî 60 ta (679) halife olmuş, senesinde
Kerbelâ vak'ası vukubulmustur. Yine bu adamın zamanında Medine isyanı
üzerine Peygamber'in camii ve türbesi birkaç gün ahır olarak
kullanılmış, şehirde birçok zulüm ve ahlâksızlıklar yapılmış, sonra
Mekke muhasara edilmiş ve Kabe yakılmıştı. Mekke zap-tedilmeden 64
tarihinde (683) Yezid ölmüş, Mekke de kurtulmuştu.
B. 2314. ten sonraki
başlıkta bulunan sözün mânası "Yapmadıklarınızı niye söylersiniz?"
dir. Aynı başlıkta ikinci Arapça cümle "Bu, Tanrı yanında büyük bir
gazaba uğramanıza sebebolur" mânasına gelir. Her iki cümle de 61 inci
surenin (Sâff) 2-3 üncü âyetlerindedir.
B. 2357. "Yoksulluk,
benim öğünmemdir. Öbür peygamberlere onunla öğünürüm" diye bir hadîs
rivayet edilir. Sofiler, bu hadîse çok ehemmiyet verirler ve Buradaki
yokluk ve yoksuzluğu mevhum varlıktan soyunmak. Tanrı varlığiyle var
olmak mânasına alırlar.
B. 2363. Bu beyit,
bir hikâyeye dayanmaktadır; Kadının, biri, sevgilisini bahçede bir
otluğa gizlemiş, kocasiyle gezmiye çıkmış. Otluğa yaklaşınca "Dur,
canım şu armut ağacına çıkmak istiyor" deyip ağaca çıkmış. Ağaçtan
kocasına "O yanındaki kadın kim? Onunla gözümün önünde sevişmekten
utanmıyor musun? diye bağırmıya başlamış. Adam, her ne kadar "Öyle bir
şey yok" demişse de kadın feryadı basmış. Kocası aşağı inip bakmasını
söylemiş, kadın inmiş "Hakikaten bir şey yok. Sen de çık bakalım, bir
şey görecek misin?" diye adamı çıkarmış ve sevgilisiyle oynaşmağa
koyulmuş. Bu sefer adam bağırmağa başlamış. Kadın bir müddet sonra
"hele aşağı in de bak, bir şey var mı" demiş. Adamcağız aşağı ininceye
kadar oynaşı kaçıp gitmiş. Bunun üzerine asağıda karısından başka
kimseyi göremiyen adam, bu ağaçta bir sır olduğuna kani olmuş. Birisi
bir şeyi doğru görmezse Farsça "Armut ağacından in de şüphen kalmasın"
derler. Bu bir atalar sözü olup kalmıştır.
B. 2365. Hâşim. H.
Muhammed'in dördüncü atasıdır. Kureyş kabilesinin Hâşim soyundan
gelenlere-"Beni Hâşim Hâşimoğullan" denir.
B. 2367. Sıddıyk,
tamamiyle inanan, tasdik eden demektir. Ebubekir'in lâkabıdır.
B. 2425.
"Kadınlardan, oğullardan, altın ve gümüşe ait toplanmış mallardan,
damgalanmış atlardan, diğer hayvanlarla ekim biçimden olan şehvetlere
meyil ve sevgi, insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar, dünya
yaşayışına ait kanaatlerdir. Dönülecek iyi makam ise Tanrı
indindedir." (Sure: 3 Âl-i İmran. âyet: 14) Bu beyitteki "Züyyine
linnâs İnsanlar için ziynetlendirildi, onlara güzel gösterildi"
cümlesi, bu âyetin başlangıcıdır.
B. 2427. Zâloğlu
Rüstem, İran'ın meşhur esatiri kahramanıdır. Hamza, Peygamber'in
amcasıdır. ve kahramanlığiyle meşhurdur. Uhud harbinde şehit
düşmüştür.
B. 2428. 1972 nci
beytin izahına bakınız.
B. 2453. Ay
tutulunca halk sahan, fincan gibi şeyler çalarlar. Hattâ tüfek,
tabanca atarlardı.
Bu suretle ayı
tutan şeytan korkup kaçarmış!
B. 2455. "Ene
Rabbüküm-ül a'la" ben, sizin en yüce Tanrınızım demektir. Kur'an'ın 79
uncu suresi olan. Nâziât suresinin 15-26 ncı âyetlerinde
Firavun'un kötülüğü anlatılırken 24 üncü âyette böyle dediği de
hikâye edilmektedir.
B. 2481. den sonraki
başlıktaki cümle "Dünyada da ziyan eder. Ahrette de" demektir. 22 nci
surenin (Hac) 11 inci âyetinden alınmadır. Ayetin mânası şudur:
"İnsanların bazısı Tanrı'ya dille ibadet eder; bir hayra uğrarsa
inanır, bir sınanmaya düşerse dinden yüz çevirir. Bu çeşit adam
dünyada da ziyan eder, ahrette de, işte görünür ziyankârlık budur."
B. 2508. den sonraki
başlıktaki cümle 8 inci surenin (Enfâl) 44 üncü âyetinden
alınmaktadır. "Sizi de onların gözlerine az gösterdi. İşler, nihayet
Tanrı'ya döner, onun dediği olur" demektir. Âyetin tamamının mânası
şudur: "An o zamanı ki Tanrı'nın takdir ettiği şey, yerine gelsin diye
düşmanla karşılaştığınız vakit Tanrı, onları sizin gözünüze azlık
gösterdiği gibi sizi de onların gözlerine az gösterdi. İşler, nihayet
Tanrı'ya döner, onun dediği olur."
B. 2513. ten
itibaren Salih Peygamber'den ve mucizelerinden bahsedilmektedir. Bu
bahis, bilhassa Kur'-an'ın 91 inci üresi olan Şems suresinin 10-15
inci âyetlerinde vardır. 2513 üncü beytin ikinci mısraı, bu surenin 13
üncü âyetinden aynen ve lâfzen alınmıştır.
B. 2539. Bu kelime
"diz çökmüşler" manasınadır. Kuran'da Semud kavminin helaki anlatırken
"Salih Peygamber'in gönderdiği Semud kavmini yer deprentisi ve korkunç
bir ses, tamamiyle helak etti. Onlar, evlerinde diz çökmüş olarak
öldüler ve bu suretle sabahladılar" deniyor (7 nci sure A'râf, âyet:
78).
B. 2558. "Zalim
kavmin ardından..." Şuayb Peygamber, kavminin helakinden sonra böyle
demiştir
(7 nci sure A'râf,
âyet: 93).
B. 2569. dan sonraki
bahis, 297 nci beytin izahına bakınız.
B. 2594. "Tanrı,
öyle bir Tanrı'dır ki sizi topraktan yaratmış, sonra belli olmıyan bir
müddet hayatta kalmanızı takdir etmiştir. O müddetin, yani ecelinizin
ne vakit ve ne suretle geleceğini ve kıyametin ne vakit kopacağını
Tanrı bilir. Siz bunları bilirsiniz de sonra yine şüpheye
düşersiniz."
(Sure: 6 En'âm,
âyet: 3).
B. 2692. den sonraki
başlıktaki Arapça söz. 48 inci surenin (Feth) 2 nci âyetinden
alınmadır ve "Tanrı, suçlarından yapılıp geçmiş onları da yarhgar,
geleceklerini de" demektir.
B. 2604. "Süleyman,
Rabbim, beni yarlıga ve bana öyle bir saltanat ver ki benden sonra hiç
kimseye nasibolmasın. Sen, şüphe yok, verici Tanrısın dedi" (38 nci
sure Sâd. âyet: 35). Bu beyitteki Arapça cümle "Rabbim, bana ver"
demektir. 2606 ncı beyitteki cümle de "nasibolmasın" manasınadır. Her
iki cümle de aynen bu âyetten alınmada.
B. 2610 - 2611.
Süleyman Peygamber'in, kendisine gösterilen atlara dalıp ibadet
zamanını geçirdiği 38 inci surenin (Sâd) 31-33 üncü âyetlerinde
bildirilmektedir.
B. 2654. "Ben
yerime, göğüme sığmadım ama bana inanmış, benden korkan temiz ve
haramdan çekinen kulumun gönlü beni aldı, oraya sığdım." Kudsi hadîs.
B. 2656. 568 inci
beyitin izahına bakınız.
B. 2694. "Ya
Muhammed. de ki: gelin..." Bu cümle birkaç âyette vardır (3 üncü sure
Âl-i İmran. âyet: 64, 6 ncı sure En'âm, âyet: 151.
B. 2709. 9 uncu
sure Tevbe, âyet: 111.
B. 2714. 24 üncü
sure Nur, âyet: 30.
B. 2728. Arap
alfabesindeki 28 harf iki türlü tertibe tâbidir. Birincisi yazı
bakımından birbirine benzer harfler yanyana getirilerek yapılmıştır.
İkincisi harflerin terkiplerinden meydana gelmiştir. Ebc (e) d, H (e)
v (ve) z... gibi. Bu ikinci tertibe "Epçet" denir. Epçet hesabı da bu
harflere göredir. Bu harflere, yani Epçede mâna verenler ve Adem Ataya
inen sahifelerin bunlar olduğunu söyliyenler de vardır.
B. 2734. Kevser,
fazla nesil ve zürriyet, bir de cennette H. Muhammed'e mahsus bir
havuzdur. Kur'an'-ın 108 inci suresinin adı da Kevser suresidir.
B. 2747. Kur'an'ın
93 üncü suresi "Vedduhâ kuşluk çağına and olsun" diye başlar ve
"Duhâ suresi" diye anılır. Bu beyitteki âyet, bu surenin onuncu
âyetidir.
B. 2758. Kur'an'ın
112 nci suresi olan İhlâs suresinin 3 ve 4 üncü âyetlerinden
alınmadır.
B. 2787. Yusuf
Peygamberi kardeşleri kuyuya atmışlar, bir kafile geçerken kuyudan su
çekmek üzere kuyuya kova salmışlar, Yusuf bu suretle çıkmıştır. (12
nci sure, Yusuf, âyet: 19).
B. 2788. Musa
Peygamber. Şuayb Peygamber'in kızını ve kendisine verilen hayvanları
alıp bir yurt kurmak üzere giderken Eymen - Tuvâ vadisinde karşıdan
bir ateş görmüş, yol sormak yahut ısınmak üzere biraz ateş almak için
oraya doğru gidince çalılardan, ağaçlardan ateş çıktığını, fakat
çalılarla ağaçların yanmadığmı görmüş, ilerleyince ateşin de
ilerlediğini, gerileyince ateşin de gerilediğini görerek şaşırmış bir
haldeyken bir ağaçtan "Ben senin Rabbinim, sen mukaddes Tuvâ
vâdisindesin, çıkar ayakkabılarını!" diye bir ses gelmiş. Asasının
ejderha olması, koynuna soktuğu elin parıl parıl yanar bir hale
gelmesi (Yed-i Beyzâ) mucizeleri, kendisine burada verilmiştir.
Tevrat'ta anlatılan bu vak'a, Kur'an'ın da birçok surelerinde geçer
(meselâ sure: 20 Tâhâ, 9 uncu âyetten itibaren).
B. 2794 - 2795. Bu
beyitlere göre Mesnevi'nin birinci cildi yazılırken Bağdad'da henüz
Abbasoğulları halifeliğinin bulunduğuna hükmetmek icabeder. Bağdad,
Hulâgû tarafından hicrî 656 da zaptedilmiş, Abbasoğulları
imparatorluğu bu suretle tarihe karışmıştır. Buna nazaran Mesnevi'nin
birinci cildi, nihayet 656 (1258) yılında ve bu beyitlerin, cildin
sonlarında olduğuna göre herhalde Bağdad'ın zaptından önce
tamamlanmıştır. Mevlana, ikinci cildin başlarında, bu cilde 662
recebinin on beşinci günü başlandığını ve birinci cildin bitmesinden
sonra Mesnevi yazılmasının bir müddet durakladığını bildirir. Eflâki,
bu duraklamanın. Çelebi Hüsameddin'in karısının ölümü ve yeniden
evlenmesi yüzünden olduğunu ve iki yıldan ibaret bulunduğunu söylerse
de ikinci cilde, birinci cildin bitmesinden aşağı yukarı altı sene
sonra başlandığı yukardaki hesaptan açıkça meydana çıkmaktadır. Salih
Ahmet Dede, "Mecmua-al Tavârîh-al Mevleviyye" de birinci cilde 659
cümadelâhırası sonlarında başlandığını, hiçbir kaynak göstermeden
söyler. Herhalde bu hesabı, Eflâkî'nin iki yıl duraklama kaydını
gözeterek ve nihayet bir cildin bir yılda biteceğini tahmin ederek
yapmıştır. Halbuki arzettiğimiz gibi birinci cildin sonlarında henüz
Abbasoğulları İmparatorluğu vardır. Şu halde bu kayıt da tamamiyle
yanlıştır.
|