Zeyd: Mümin bir kul olarak deyince İman bağın yeşermiş,
çiçekler açmışsa nişanesi nerede? dedi.
Zeyd dedi ki: Gündüzleri susuz geçirdim, geceleri aşktan, yanıp
yakılmadan uyumadım.
Mızrak kalkandan nasıl geçerse ben de gündüzlerden, gecelerden öyle
geçtim. (onlar beni tutamadıkları gibi onlardan bana bir şey de
bulaşmadı.)
Ondan dolayı bence bütün şeriatler, bütün dinler birdir. Bence yüz
binlerce yılla bir saat aynı.
3505. Ezelle ebed birleşti. Fakat akıl, kabiliyetsizliğinden
buraya yol bulamaz.
Peygamber Peki, o yoldan, bu diyarın anlayışınca, bu diyar
akıllılarının harcına getirdiğin bir hediye var mı, nerede? Çıkar
bakalım! dedi.
Zeyd dedi ki: halk, gökyüzünü nasıl görürse ben de arşı,
arştakilerle beraber öyle görüyorum.
Benim önümde sekiz cennetle yedi cehennem, şaman önündeki put gibi
apaçık ve meydanda.
Halkı, değirmende buğdayı arpadan fark edercesine teker ,teker
tanıyorum.
3510. Cennetlik kim, yabancı nerede? Bence yılan ve balık gibi
apaşikâr.
Kıyamet günü, bazı yüzler ak olur, bazıları kara... Sırrı,
şimdiden meydana çıktı. Bu halkın bir kısmının yüzü ak, bir kısmının
kara.
Hakikatte bazı ruhlar, bundan önce de ( dünyaya gelmeden de)
ayıplıydı. Fakat ana rahminde olduğu için hali, halka gizliydi.
Şakî, ana karnında şakî olur (fakat bilinmez) Cisim âlemindeyse
cisimdeki hallerden, ruhun halleri de anlaşılır.
Vücut da ana gibi can çocuğuna gebedir. Ölüm, doğmak derdi ve
kıyamettir.
3515. Bu dünyada geçmiş canların hepsi, O ferahlı can acaba
nasıl doğacak? diye beklemektedirler.
Zenciler, o mutlaka bizdendir derler. Beyazlar da, imkânı yok... O
çok güzel olacak, derler.
Vücudun canı, ahiret âlemine doğunca artık beyaz, kara ihtilafı
kalmaz.
Kara ise Zenciler alıp götürürler, beyazsa kendi cinslerinden olan
bu çocuğu, beyazlar alıp götürürler.
Fakat doğmadıkça anlamak, âlemdeki müşkül işlerdendir. Çünkü henüz
doğmamış çocuğun nasıl olduğunu bilen azdır.
3520. Bunu anlayan kişi, ancak Tanrı nuruyla bakıp gören
kişidir. Böyle olan zat, bâtına da nüfuz edebilir.
Nutfenin aslı beyaz renkli ve hoştur. Fakat beyaz kişinin canının
aksi;
Nutfeye renk verir, onu en güzel şekle sokar; kara kişinin canının
aksi de bir kısım halkı, en aşağılık bir renge, en bayağı bir şekle
sürer, götürür.
Bu söze nihayet yoktur. Sen yine atını sür de biz kervandan geri
kalmayalım.
Bir gün her zümrenin önünde, saman çöpü müsün , dağ mı. Hindu
musun, Türk mü? Meydana çıkar.
3525. Hindu ile Türk, ana karnında belli olmaz. Fakat doğunca
zayıf mı kuvvetli mi... herkes görür anlar.
Zeydin
Peygamber Sallâllahu Aleyhi Veselleme Halkın ahvali bence gizli
değildir, apaçıktır diye cevap vermesi
Zeyd Ben halkı, kadın, erkek... Herkesi, kıyamet
günündeymiş gibi apaçık görüyorum.
Hemen şimdicik söyleyeyim mi? Yoksa kapayayım mı? dedi. Mustafa,
dudağını ısırarak sus demek istedi.
Zeyd dedi ki: Ey Tanrı Peygamberi, haşir sırrını söyleyeyim de
bugün dünyada kıyameti koparayım mı?
Müsaade et bana, perdeleri yırtayım da aslım, mahiyetim güneş gibi
parlasın;
Güneş benim nurumdan tutulsun... Hurma ağacı (gibi meyveliler) ile
söğüt ağacını (gibi meyvesizleri) göstereyim.
3530. Kıyamet sırrını açayım, halis altın para ile ayarı bozuk
parayı izhar edeyim.
Elleri kesik Eshab-ı Simal-ı küfür rengiyle al rengi...
Tutulmayan, gidilmeyen ayın ziyasında yedi nifak deliğini...
Şakîlerin pırtıl elbiselerini göstereyim. Peygamberlerin
davullarını, nöbetlerini duyurayım.
3535. Cehennemi, cennetleri, ikisinin arasındaki Arafı
apaçık olarak kâfirlerin gözlerinin önlerine getireyim.
Kevser Havuzunun çoşmakta olduğunu... suyunun, cennetliklerin
yüzlerine vurmakta. İç, İç! diye seslenmekte ve bu sesin de
kulaklarına gelmekte bulunduğunu...
Susuzların, havuzun etrafında koşup durduklarını apaçık göstereyim.
Onların omuzları omuzlarıma sürünmekte, naraları kulağıma gelmekte.
İşte gözümün önünde... Cennet ehli, dilekleriyle birbirlerini
kucaklamışlar;
3540. Birbirlerinin ellerini ziyaret ediyor, musafahada
bulunuyorlar, dudaklarından buseler yağmalıyorlar.
Aşağılık kişilerin hasret naralarından, ah, ah diye
bağrışmalarından kulağım sağır oldu.
Bu söylediklerim ancak işaretlerden ibarettir. Daha derin söylerim
ama Peygamberi incitmekten korkuyorum.
Zeyd, böylece sarhoş, harap bir surette söyleyip duruyordu.
Peygamber, yakasını büktü.
Dedi ki: Kendine gel, atın pek hızlı gidiyor, yuları çek. Tanrı
haya etmez hükmünün aksi vurdu, utanma ortadan kalktı.
3545. Aynan, kılıftan çıktı. Ayna ve terazi yalan söyler mi?
Ayna ile terazi, kimse incinmesin, utanmasın diye sözünü saklar mı?
Ayna ile teraziye yüzlerce yıl hizmet etsen onlar yine doğrucu ve
kadri yüce mihenklerdir.
Sen benim sırrımı sakla, doğruyu gizle; sen de eksik gösterme,
fazla göster, ( diye yalvarsan bile)
3550. Onlar sana Kendini maskara etme ayna, terazi nerede;
hile düzen nerede?
Tanrı, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi
yüceltti.
Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü
nasıl ağartırdık? derler.
Fakat sen, gönlüne Sinâ dağındaki Tanrı tecellisi vurduysa bile
yine aynayı koynuna koy!
Zeyd, Tanrı güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı?
Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da. Önünde ne
delilik kalır, ne akıllılık! dedi.
3555. Peygamber dedi ki: Bir parmağını gözünün üstüne koydun
mu... dünyayı güneşsiz görürsün.
Bir parmak bile, aya perde oluyor. İşte bu padişahın ayıp
örtücülüğüne alâmettir.
Bu suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme
de güneşi küsufa uğratır.
Dudağını yum, denizin dibine bak. Tanrı, denizi, insana mahkûm
etmiştir.
Nitekim Selsebîl ve Zencebîl ırmakları da Tanrının cennete koyduğu
kulların hükmü altındadır.
3560. Cennetin dört ırmağı bizim hükmümüzdedir.
Fakat bu gücümüzden, kuvvetimizden değil...Tanrı emriyle böyledir.
Bu ırmaklar, büyücülerin hükümlerine uyan büyüler gibi bizim
hükmümüzdedir; onları nereye istersek oraya akıtırız.
Bu akıp duran ve gönlün hükmü altında, canın fermanına tâbi bulunan
iki göz çeşmesi gibi...
Gönül dilerse gözler; zehrin, yılanların bulunduğu tarafa gider;
gönül dilerse baktığı şeylerden ibret alır.
Gönül dilerse görülen şeylere bakar; gönül dilerse örtülü , gizli
şeylere akar.
3565. Gönül dilerse, gözleri külliyat tarafına sevk eder;
gönül dilerse cüziyatta hapseyler.
Bu beş duygu da ( çeşmelerdeki lüleler, nasıl çeşmeye tâbi ise)
aynı tarzda gönle tâbidir. Onun muradınca ve onun emrine göre iş
görür.
Gönül ne tarafı işaret ederse beş duygu da eteklerini toplayıp o
tarafa gider.
Musanın elindeki sopa nasıl Musaya tâbi ise el, ayak da apaçık
gönlün emrine tâbidir.
Gönül isterse ayak, raksa girer, yahut yavaş yürürken hızlı
yürümeye başlar.
3570. Gönül isterse el, parmaklarla hesaba girişir, yahut
kitap yazar.
El, gizli bir elin hükmündedir. O gizli el içerdedir, dışarıya teni
dikmiş, kendisine onu vekil etmiştir.
Gönül dilerse el, düşmana bir ejderha kesilir. Gönül dilerse
sevgiliye yardımcı olur.
Gönül dilerse el, yemek için kepçedir, on batmanlık gürz.
Acaba gönül, bunlara ne söylüyor ki? Bu ne şaşılacak vuslat, bu ne
gizli sebep!
3575. Gönül, acaba Süleyman Mührünü mü ele geçirdi ki bu beş
duygunun yollarını istediği gibi işaret etmekte!
Beş zâhirî duygu dışarıda kolayca onun mahkûmu olmuş, beş bâtınî
duyguda içeride onun memuru...
On duygu bunlardan başka yedi endam... Daha da dille söylenmeyecek
kadar çok kuvvetler... Gayri sen say.
Gönül mademki ululukta sen de bir Süleymansın...Parmağındaki
saltanat yüzüğüyle perilere, şeytanlara hükmet!
Bu saltanatta hileye sapmazsan o üç şeytan, senin parmağından
yüzüğü alamaz.
3580. Gayri adın, sanın, bütün dünyayı tutar. Cismin gibi iki
cihan senin hükmüne uyar.
Fakat şeytan elindeki yüzüğü alırsa padişahlık bitti, bahtın öldü
demektir.
Tanrı kulları, eğer iş böyle olursa bundan böyle kıyamete kadar
ancak ve ancak Ah hasretlik! der, durursunuz.
Hadi, tutalım, kendi hileni inkâr edersin; canını teraziyle aynadan
nasıl kurtaracaksın?
Getirdiğimiz turfanda meyveleri o yedi diye kölelerle kapı
yoldaşlarının, suçlarını Lokmanın üstüne atmaları
Lokman, efendisinin hizmetinde bulunan köleler arasında
hor, hakîr görünmekteydi.
3585. Efendi rahatça yesin, eğlensin diye kullarını meyve
getirmek üzere bağa gönderdi.
Lokman, kullar içinde, âdeta onlara tâbi bir kuldu. İçi mânalarla
dolu, görünüşü gece gibi kapkaranlıktı.
Köleler topladıkları meyveleri, tamah edip bir iyice yediler.
Efendilerine de Lokman yedi dediler. Efendi, Lokmana yüzünü
ekşitti, ağır bir tavır takındı.
Lokman bunun sebebini araştırıp anlayınca efendisine dargın bir
tarzda ağzını açıp.
3590. Efendi; hain kul, Tanrı yanında, onun rızasını
kazanmış bir kul olmaz.
Ey kerem sahibi! Hepimizi imtihan et. Bize fazlasıyla sıcak su
içir.
Ondan sonra beni büyük bir sahraya çıkar. Sen atlı olarak koş, bizi
de yaya olarak koştur.
O zaman kötülük yapanı gör, sırları açan Tanrının işlerini seyret
dedi.
Efendi, kullara sâki oldu, sıcak suyu içirdi. Onlarda korkularından
içtiler.
3595. Sonra onları ovalarda koşturmaya başladı. Kullar aşağı
yukarı koşup duruyorlardı.
Nihayet iyice yoruldular, kusmaya başladılar. İçtikleri su
yedikleri meyvelerin hepsini çıkardı.
Lokmanın da gönlü bulandı, o da kustu. Fakat onun karnından halis
su geldi.
Lokmanın hikmeti bunu göstermeyi bilirse, varlığın Rabbi olan
Tanrının hikmeti nelere kadir değildir?
Kıyamet gününde bütün sırlar çıkacak, bilinip görülecek. Sizin de
bilinmesini istemediğiniz sır meydana çıktı.
3600. Sıcak suyu içtikleri gibi kendilerini rüsvay edecek
sırları tamamı ile açığa vurulmuş oldu.
Taş; ateşle sınanacağı ( ateş içinde parçalanıp yumuşayacağı,
eriyebileceği) için kâfirler, ateşe atılırlar, onların azabı ateşle
olur.
O taş gibi gönle biz kaç kereler yumuşak sözler söyledik, fakat
öğüt almadı.
Damarda da kötü yara olursa oraya kötü ilâç konur, eşeğin başına
köpeğin dişi lâyıktır.
Habîs olan şeyler habîsler içindir hükmü bir hikmettir. Çirkine
münasip olan çirkin eştir.
3605. Şu halde sen de hangi eşi dilersen yürü, onu al.
Tanrıda mahvol, onun sıfatlarını kazan!
Nur istersen nura istidat kazan; Tanrıdan uzaklık istersen kendini
gör, uzaklaş!
Yok, eğer bu harap zindandan kurtulmaya bir yol istersen sevgiliden
baş çekme, secde et de yaklaş!
Zeydin, Peygamber
Sallâllahu Aleyhi Veselleme cevabı, bu hikâyenin sonu
Bu sözün sonu yoktur. Zeyd; kalk, natıka Burakını bağla!
Söz söylemek kabiliyeti ayıbı açar; gayb perdelerini yırtar.
3610. Tanrı, nice yerlerde gaybı ister. Şu davulcuyu sür, yolu
kapa.
Atını hızlı sürme, yuları çek. Sırların gizli kalması, herkesin
gizli zannından mesrur olması daha iyi.
Hak kendisinden ümit kesenlerin de bu ibadetten yüz çevirmemelerini
istemektedir;
Onlar da bir ümide kapılsınlar, birkaç gün o ümidin maiyetinde
koşup dursunlar;
Tanrının merhameti herkese şâmil olduğundan diler ki o rahmet,
herkesi aydınlatsın.
3615. Her bey, her esir, ümit ve korkuyla Tanrıdan çekinsin.
Bu ümit ve korku: herkes bu perdenin ardında beslenip yetişsin diye
perde ardına girmiştir.
Ümit ve korku perdesini yırttın mı... Gayb, bütün şâşâasıyla ortaya
çıkar.
Bir genç dere kıyısında balık tutan birisini görüp, Bu balıkçı
Süleyman olmalı diye zanna düştü.
Süleymansa neden yalnız ve gizlenmiş; değilse nasıl oluyor da bu
derece Süleymana benziyor?
3620. Süleyman tekrar müstakil bir padişah oluncaya kadar
gönlünde bu şüphe vardı.
Dev, onun tahtından, diyarından yıkılıp gitti; baht kılıcı, o
şeytanın kanını döktü.
Yine yüzüğünü parmağına taktı dev ve peri askerlerini yine başına
topladı.
Halk, seyretmek için tapuya geldiler, düşünceye kapılmış olan genç
de onların arasına katılıp huzura vardı.
Süleymanın parmağında yüzüğü görünce düşüncesi, kuruntusu tamamı
ile geçti.
3625. Vehim, işin gizli, kapalı olduğu zamandadır. Bu
araştırma görünmeyen şey içindir.
Ortada olmayan şeyin kuruntusu, büyüdükçe büyür. Fakat gaypta olana
şey, meydana çıktı mı, kuruntu geçer.
*Gerçi bir şeyin hakikatini izhar etmek esasen kemaldir ve canları
kuruntudan kurtarır;
*Fakat gayba imanın, görünen şeye inanmaya nispetle bire yüz
fazileti vardır. Bunu iyice bil de şüphe ve tereddütten kurtul!
Nurlu gökyüzü yağışsız olmaz ama kara yeryüzü de nebatatı
yetiştirmeden vazgeçmez.
Bana gayba iman edenler gerek... Onun için bu fâni konağın
penceresini örttüm.
Nasıl izhar eder de gökleri yarar, açarım; eğer hakikatleri meydana
korsam, nasıl Bunda bir ayıp, bir noksan gördün mü? diyebilirim?
3630. Bu karanlıkta arayıp taradıkça herkes, yüzünü bir tarafa
çevirir;
İşler bir zaman aksine gider; hırsız, polisi dar ağacına
sürükler...
Böylece bir nice sultan, bir nice yüce himmetli, bir müddet kendi
kuluna kul olur.
Kul, efendisinin huzurunda değilken de kulluğunu korur, itaatten
çıkmazsa bu kulluk iyi ve hoş bir kulluktur.
Bu padişahın önünde onu öğen kişi nerede, padişah yokken bile ondan
utanıp çekinen nerede.
3635. Memleket ucunda, padişahtan saltanat sayesinden uzak bir
kale dizdarı;
Kaleyi düşmanlardan korur, orasını sayısız mal ve para verse bile
satmaz,
Padişah orada değilken, hudut boylarında, padişahın huzurundaymış
gibi vefakârlıkta bulunursa;
O dizdar; elbette padişahın yanında, huzurunda bulunan ve can feda
eden kişilerden daha değerlidir.
Şu halde yarı zerre miktarı, fakat gaibane emir tutmak; emredicinin
huzurunda kulluk etmek ve emrine uymaktan yüz binlerce defa üstündür.
3640. Kulluk ve iman, şimdi makbuldür. Fakat ölümden sonra her
şey meydana çıkınca inanmak, bir işe yaramaz.
Hakikatın kapalı, örtülü olması ve gayba inanmak daha iyi, daha
makbul olunca ağzın kapalı, dudağın yumuk olması elbette iyidir.
Kardeş, sözden el çek ki bizzat Tanrı, sende Ledün ilmini meydana
çıkarsın.
Güneşin varlığına delil kendisi yeter. Tanrıdan daha ulu şahit
kimdir?
Hayır... söyleyeceğim çünkü Kuranda şahadet hususunda hep
beraberce Tanrı da anılmıştır, melek de âlimler de.
3645. Tanrı da şahadet eder, melekler de, bilgili kişiler de:
Şüphe yok ki Rabb, ancak daimî Tanrıdır...
Hak, şahadet edince melek kim oluyor ki şahadette Tanrı ile
müşterek olsun!
Çünkü ziyaya tahammül edemeyen zavallı gözlerle biçare gönüllerin
güneşin nuruna ve güneşe takatleri yoktur.
Bu çeşit gözler, böyle gönüller, yarasaya benzerler. Yarasa güneşin
ışığına, güneşin hararetine tahammül edemez, ümidini keser ( güneşten
mahrum kalır)
Gökyüzünde cilve eden güneşe şahadette, melekleri de bize dost,
bize eş bil!
3650. Biz o tek güneşten nurlandık, güneşin halifesi gibi
zayıfları nurlandık diye şahadet ederler.
Her melek; yeni ay, yahut üç günlük ay, yahut da dolunay gibi
kemal, nur ve kudret sahibidir.
O şûle; üçer, dörder kanatlı meleklerin her birine, mertebelerine
göre vurmakta, onları nurlandırmaktadır.
Meleklerin kanatları insanların akıl kanatlarına benzer. İnsanların
akılları arasında da çok fark vardır.
İyilikte olsun, kötülükte olsun her insana kendisine benzer bir
melek arkadaştır.
3655. Gözü tahammül edemediği için çipile, yıldız ışık verir,
o da bu suretle yol bulur.
Peygamber Sallâllahu Aleyhi
Vesellemin Zeyde Bunun sırrını faşetme; gözet! demesi
Peygamber Sahabem yıldızlar gibi yola gidenlere ışık,
şeytanlara taştır dedi.
Herkes uzaktan görebilseydi gökyüzündeki güneşle nurlanırdı.
Ve ey aşağılık kişi, güneşin nuruna delalet etmek üzere yıldıza ne
lûzum kalırdı?
Ay; buluta, toprağa ve gölge der ki: Ben de sizin gibi insanım.
Ancak bana vahiy geliyor.
3660. Ben de yaratılışta sizin gibi karanlıktım. Fakat vahiy
güneşi, bana böyle bir nur verdi.
Güneşlere nispetle biraz karanlığım, fakat insanların
karanlıklarına nispetle nurluyum.
Tahammül edebilesin diye nurum zayıf. Çünkü sen parlak güneşin eri
değilsin.
Balla sirkeden meydana gelen sirkengebin gibi ben de nurlu
zulmetten meydana geldim ve bu suretle kalp hastalığına yol buldum,
faydalı oldum.
Hasta adam hastalıktan kurtulunca sirkeyi bırak bal yiye gör.
3665. Gönül tahtı, heva ve hevesten arındı; gönülde Er
Rahmânu alel arşistevâ sırrı zuhur etti.
Bundan sonra Hak, gönle vasıtasız hükmeder. Çünkü gönül bu rabıtayı
buldu.
Bu sözün de sonu yoktur. Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi
değildir, diyeyim!
Zeydin hikâyesine dönüş
Artık Zeydi bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan
fırladı, papuçlarını bile bıraktı!
Sen kim oluyorsun? Zeyd bile, üstüne güneş vurmuş yıldız gibi
kendisini kaybetti, bulamadı!
3670. Ondan ne bir nakış bulabilirsin, ne bir nişan... Hattâ
ne de saman uğrusu yoluna gidebilmek için bir saman çöpü!
Duygularımızla sonu gelmeyen sözümüz, sultanımızın bilgi nurunda
mahvoldu.
(Bu mazhariyete erenlerin) duygularıyla akılları iç âlemde Ledeynâ
Muhdarûn denizinde dalgalanmakta, dalga dalga üstüne, çoşup
durmaktadır.
Fakat gece olunca gene teklif ve icazet vakti gelir; gizlenmiş
yıldızlar işlerine, güçlerine koyulurlar.
Tanrı akılsızların akıllarını kulaklarında halka halka küpeler
olduğu halde geri verir.
3675. Hepsi hamdüsena ederek ayaklarını vurur, ellerini
çırpar, nazlı nazlı Rabbimiz bizi dirilttin bize hayat verdin
derler.
O çürümüş deriler, dökülmüş kemikler, yerden tozlar koparan atlılar
kesilir;
Kıyamet günü, şükrederek, yahut kâfir olarak yokluktan varlığa
hamle ederler.
Niçin başını çevirir, görmezlikten gelirsin? Önce yoklukta da böyle
baş çevirmemiş miydin?
Beni nerede yerimden tedirgin edecek? Deyip yoklukta da böyle
ayağını diremiştin.
3680. Tanrının sunu; görmüyor musun? Nasıl seni alnındaki
perçemden tutup çekerek:
Evvelce hatırı hayalinde olmayan bu çeşit hallere uğrattı.
O yokluk da daima Tanrıya kuldur. Ey dev, kulluk et. Süleyman
diridir!
Dev, havuzlar gibi kâseler yapmakta; kudreti yok ki bu işi
yapmaktan vazgeçsin, yahut emredene bir cevap versin!
Bir kendine bak, yok olmaktan nasıl titreyip durmaktasın? Yokluğu
da aynen böyle tir tir titrer bil!
3685. Dünya mansıplarını elde etsen bile yine kaybetme
korkusundan canın çıkar.
En güzel olan (Güzeller güzeli ) Tanrının aşkından başka ne varsa
can çekişmeden ibarettir, hattâ şeker yemek bile!
Can çekişme nedir? Ölüme yaklaşmak, abıhayatı elde edememek.
Halkın iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmıştır. Abıhayat var mı,
yok mu, bunda yüz türlü şüpheler var.
Sen cehdet de bu yüz şüphen de sana düşsün. Geceleyin yürü ,yol
al... Uyudun mu gece gitti gider!
O gündüzü geceleyin ara; karanlıkları yakan o aklı, kendine kılavuz
yap!
3690. Kötü renkli gecede çok iyilikler vardır. Abıhayat,
karanlıkların eşidir, karanlıktadır.
Böyle yüzlerce gaflet tohumunu ekip durdukça başını uykudan
kaldırabilir misiniz?
Ölü uyku, ölü lokmaya dost oldu; efendi uyudu, geceleyin iş gören
hırsız da hazırlığa koyuldu.
Senin düşmanın kimlerdir? Bilmiyorsun. Ateşten yaratılanlar,
topraktan yaratılmışların varlığına düşmandır.
3695. Ateş suyun ve oğullarının düşmanıdır. Nitekim su da
ateşin canına düşmandır.
Suyun ve çocuklarının düşmanı olduğundan su da ateşi öldürür,
söndürür.
Bütün bunlardan sonra ( şunu da bil ki) bu ateş, şehvet ateşidir,
günahın suçun aslı ondadır.
Dış âlemdeki ateşi su söndürür. Fakat şehvet ateşi kıyamete kadar
sürüp gider.
Şehvet ateşi, su ile sakin olmaz. Çünkü azap ve elem bakımından
cehennem tabiatlıdır.
3700. Şehvet ateşine ne çare var? Din nuru. Müminler ;nurunuz
kâfirlerin ateşini söndürdü.
Bu ateşi ne söndürür? Tanrı nuru. Bu hususta İbrahimin nurunu
kendine usta yap.
Ki öd ağacına benzeyen bu cismin, Nemrut gibi olan nefis ateşinden
kurtulsun!
Şehvet ateşi yanmakla eksilip bitmez. Yanmakla güzelce eksilir,
nihayet yok olur.
Bir ateşe odun attıkça o ateş nereden sönecek?
3705. Fakat odun atmazsan söner. Çünkü bu çekinme ateşe su
serper.
Yüzüne, kalplerin haramdan çekinmesinden kızıllık süren kişinin
güzel yüzü, hiç ateşten kararır mı?
Tanrı ondan
razı olsun, Ömer zamanında şehre ateş düşmesi
Ömerin zamanında bir yangın oldu. Ateş, taşları bile kuru
ağaç gibi yakmaktaydı.
Yapıları, evleri yakmağa, hatta kuşların kanatlarını ve yuvalarını
bile tutuşturmağa başladı.
Alevler şehrin yarısını sardı. Su bile ondan korkmakta,
şaşırmaktaydı!
3710. Akıllı kişiler, ateşe kovalarla su ve sirke döküyorlar.
Yangın inada gelip alevini artırıyordu. Ona Tanrı yardım
etmekteydi.
Halk Ömere yüz tuttular, koşa koşa gidip Yangınımız suyla
sönmüyor? dediler.
Ömer O yangın, Tanrı alâmetlerindendir. Sizin hasislik ateşinizden
bir şûledir.
Suyu bırakın yoksullara ekmek dağıtın. Eğer bana tâbi iseniz
hasisliği terk edin dedi.
3715. Halk, Ömere Bizim kapılarımız açık. Cömert kişileriz,
mürüvvet ehliyiz, dediler.
Ömer dedi ki: Siz, âdet olduğu için yoksullara ekmek verdiniz,
Tanrı için eli açık olmadınız.
Öğünmek, görünmek, nazlanmak için cömertlik etmektesiniz; korkudan.
Tanrıdan çekinmeden, ona niyaz etme yüzünden değil!
Mal tohumdur, her çorak yere ekmek; kılıcı her yol vurucunun eline
verme!
Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hakla oturanı ara, onunla otur!
3720. Herkes, kendi kavmine ( meşrebine uygun kimselere)
cömertlik gösterip mal, mülk verir, Nâdan kişi de bu suretle bir iş
yaptım sanır.
Düşmanın,
Ali Keremallahu vechehunun yüzü- ne tükermesi üzerine Emîr-ül Müminîn
Alinin elinden kılıcı atması
İbadetteki ihlâsı Aliden öğren, Tanrı aslanını hilelerden
arınmış bil.
Savaşta bir yiğiti atletti, hemen kılıcını çekip üstüne saldırdı.
O, her peygamberin, her velînin öğündüğü Alinin yüzüne tükürdü.
Bir yüze tükürdü ki ay, secde yerinde o yüze secde eder.
3725. Ali, derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmadan
vazgeçti.
O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşıp kaldı.
Dedi ki: Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin
ve beni bıraktın?
Benimle savaşmadan daha âlâ ne gördün de beni avlamadan vazgeçtin?
Ne gördün ki bu derecede kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir
şimşek çaktı, sonra sönüverdi?
3730. Ne gördün? O gördüğün şeyin aksi bana da vurdu;
gönlümde, canımda bir şûle parladı.
Kevinden, mekândan yüce, candan daha iyi neydi o gördüğün ki bize
can bağışladı?
Yiğitlikte Tanrı aslanasın, mürüvvette kimsin, bunu kim bilir?
Mürüvvette Tih sahrasında Musanın bulutusun. O bulutta eşi
görülmemiş nimetler, ekmekler yağar.
Bu bulutlar, çalışıp çabalar, buğday bitirirler. Halk onu pişirip
bal gibi tatlı bir hale koyarl.
3735. Halbuki Musanın bulutu rahmet kanadını açar, halka
zahmetsizce pişmiş ve tatlı nimetler verir.
O bulutun rahmeti, kerem sofrasında pişmiş yemek yiyenler için
âlemde bayrak açmıştır.
O vergi ve o ihsan, niyaz ehlinden tam kırk yıl, bir gün bile
eksik olmadı.
Nihayet onlar, bayağılıklarından kalkıp pırasa, tere ve marul
istediler; onun üzerine kesildi.
3740. Ahmedin yüce ümmeti için o yemek kıyamete kadar
bakidir.
Peygamberin Rabbime misafir olurum demesi ortalığa yayılınca, O
beni doyurur, su verir sözü, bu mânevi yemekten kinaye oldu.
Bunu, hiç tevil etmeden kabul et ki boğazına bal ve süt gibi
lezzetli gelsin.
Çünkü tevil ihsan edilen şeyi geri vermektir. Çünkü tevilci
hakikatı hata görür.
Halbuki bu hata görmesi, aklının zayıflığındandır. Akl-ı Küll
içtir, Akl-ı Cüzi ise deridir.
Kendini tevil et, hadîsleri değil; kendi dimağına kötü de,
gülbahçesine değil!
3745. Ey baştanbaşa akıl ve göz olan Ali! Gördüğünden bir
parçacık söyle.
Hilim kılıcın canımızı parça parça etti; ilim suyun toprağımızı
arıttı.
Açıver; biliyorum, bu Tanrı sırlarındandır.
Çünkü kılıçsız adam öldürmek, ancak onun işidir.
Tanrı, aletsiz, uzuvsuz bir yapıcıdır. Artıp duran bu hediyelerin
vericisi odur.
Akla yüz binlerce şarap tattırır ki onlardan ne iki gözün haberi
vardır, ne kulağın!
3750. Ey arşta hoş bir surette evlanıp duran doğan! Bu anda
Tanrıdan ne gördün? Açıkça söyle.
Senin gözün gayb idrakını öğrenmiştir. Orada bulunan başkalrının
gözleriyse kapalıdır.
Birisi ayı apaçık görür, öbürüyse dünyayı kapkaranlık.
Diğer birisi de bir yerde üç tane ay görür. Evet, bu üç kişi bir
yerde oturmuşlardır:
Üçünün de gözü açık, kulakları duymakta
Fakat bunlar, senin
eteğine yapışmışlardır, senin adamlarındır (Hallerini sen bilirsin),
benden kaçıyorlar (ben bunları bilemem).
3755. Bu hal, acaba gabya mensup bir sihir mi, yoksa gizli bir
lûtuf mu? Sende bir kurt sureti mi var, bende de Yusuf sureti mi?
Âlem on sekiz bin, hattâ daha fazla olsa bunların on sekizi bile
her göze görünmez.
Ey Aliyyel Mürtezâ, ey kötü kaza ve kaderden sonra güzel kaza ve
kader, sırrı aç;
Ya sen akılına geleni söyle, ya ben gönlüme doğanı söyleyeyim.
Bu sır, senden parladı, bana vurdu; nasıl gizleyebilirim? Ay gibi,
söylemeden nur saçmakta.
3760. Fakat ayın kursu, söze gelirse gece yol alanları
hemencecik yola sokar.
Yanlış yola gitmekten de emin olurlar, yoldan çıkmadan da. Ayın
sesi, gulyabani sesinden üstün olur.
Ay, söylemeksizin yol gösterirse, söyleyince ne yapmaz, dünyayı
ışığa boğar!
Madem ki sen ilim şehrine kapısın, mademki sen hilim güneşine
şûlesin;
Ey kapı, kapı arayanlara açıl ki kabuklar içlensin (zâhir ehli,
hakikate erişsin)!
3765. Ey rahmet kapısı, ey eşi, naziri olmayan Tanrı dergâhı,
ebede kadar açık kal!
Her istek, her zerre bir penceredir, fakat kör gönül nasıl olur da
Orada bir kapı vardır der.
Gözcü, bir kapı açmadıkça gönle, orada kapı olmak ihtimali bile
gelmez.
Fakat bir kapı açıldı mı, şaşırır. Tamah ümidinin kuşu uçup gider.
Akıllı bir kişi, bir viranede ansızın define buldu, onun için her
viraneye koşuyor.
3770. Sen, yoklukta bir inci bulamadıysan gayri orada ne diye
inci arıyorsun?
Zan, yıllarca kendi ayağıyla koşsa burnunun direğinden ileriye
geçemez (olduğu yerde sayar, durur).
Burnuna gayptan bir koku gelmedikçe, söyle
burnunun ucundan başka
bir şey görebilir misin?
O kâfirin,
Ali Keremmallahu Vechehu- ye Bana üstün gelmişken niçin elinden
kılıcını attın? diye sorması
*Bunun üzerine o yeni Müslüman velî sarhoşluk ve lezzetle.
Aliye dedi ki: Ya Emîrel Müminîn, buyur da can; tende, ana
karnındaki cenin gibi canlansın, oynasın.
Ey can, yedi yıldız; ana karnına düşen her çocuğu, muayyen
müddetlerde ve nöbetle terbiye eder.
3775. Ceninin canlanma zamanı gelince ona yardım eden
güneştir.
Cenin, güneşin tesiriyle harekete gelir. Güneş, ona derhal can
bağışlar.
Cenine güneş doğmadıkça, güneşin nuru, ona vurmadıkça öbür
yıldızların tesiriyle canlanmaz. Onlar, ancak suretine hizmet ederler.
Cenin, ana rahminde güzel yüzlü güneşle bu alâkayı hangi yoldan
kazandı?
Bizim duygumuzdan gizli olan bir yoldan gökyüzündeki güneşe nice
yollar var.
3780. Bir yol var; yakut, o yolla güneşten gıdalanır
Bir yol
var; o yolla ve güneşin tesiriyle yakut olur.
Bir yol var, güneş o yola lâli kızıllaştırır. Bir yol var, o yolla
nala kıvılcım saçma hassasını verir.
Bir yol var, güneş o yolda meyveleri oldurur
Bir yol var, o yolla
korkaklara yürek verir.
Ey kandı aydınlanmış, padişahla ve padişahın koluyla ^şina olmuş
doğan, açık söyle!
Ey padişahın ankayı bile avlayan doğanı, ey askerle değil, bizzat
ve tek başına ordular kıran,
3785. Sen, tek başına bir ümmetsin, fakat yüzbinlerce er
sayılırsın. Ey bu kulu, himmet doğanına av eden!
Kahır zamanında bu merhamet neden? Ejderhayı elden bırakmak kimin
yolu?
Emîr-ül
Müminîn Ali Kerremallahu Vechehu- nun, cevap vermesi ve o sırada
kılıcı elinden atmasının sebebi ne olduğunu söylemesi
Ali dedi ki: Ben kılıcı Tanrı için vuruyorum. Tanrı
kuluyum ten memuru değil!
Tanrı aslanıyım heva heves aslanı değil... İşim, dinime şahittir.
3790. Ben Attığın zaman sen atmadın, Tanrı attı sırrına
mazharım. Ben kılıç gibiyim, vuran o güneştir.
Ben; pılımı pırtımı yoldan kaldırdım; Tanrıdan gayrısını yok
bildim.
Bir gölgeyim sahibim güneş... Ona hacibim hicap değil.
Kılıç gibi vuslat incileriyle doluyum; savaşta diriltirim,
öldürmem.
Kılıcımın gevherini kan örtmez. Rüzgâr nasıl olur da bulutumu
yerinden teprendirebilir?
Saman çöpü değil; hilim, sabır ve adalet dağıyım. Kasırga dağı
kımıldatabilir mi?
3795. Bir rüzgârla yerinden kımıldanıp kopan bir çöpten
ibarettir. Çünkü muhalif esen nice rüzgârlar var!
Hışım, şehvet ve hırs rüzgârı, namaz ehli olmayan kişiyi silip
süpürür.
Ben dağım; varlığım, onun binasıdır. Hattâ saman çöpüne benzesem
bile rüzgârım, onun rüzgârıdır.
Benim hareketim, ancak onun rüzgarıyladır. Askerimin başbuğu,
ancak tek Tanrının aşkıdır.
Hiddet, padişahlara bile padişahlık eder, fakat bize köledir. Ben
hiddete gem vurmuş, üstüne binmişimdir.
3800. Hilim kılıcım, kızgınlığımın boynunu vurmuştur. Tanrı
hışmıysa bence rahmettir.
Tavanım, damım yıkıldı ama nura gark oldum. Toprak atası ( Ebu
Turab) oldumsa da bahçe kesildim.
Savaşırken içime bir vesvese, bir benlik geldi; kılıcı gizlemeyi
münasip gördüm.
Bu suretle Sevgisi Tanrı içindir denmesini diledim; ancak Tanrı
için birisine düşmanlık etmeli.
Cömertliğimin Tanrı yolunda olmasını, varımı yine Tanrı için
sakınmamı istedim.
3805. Benim sakınmam da ancak Tanrı içindir. Vermem de...
Tamamı ile Tanrınınım, başkasının değil.
Tanrı için ne yapıyorsam bu yapışım, taklit değildir; hayale
kapılarak, şüpheye düşerek de değil. Yaptığımı, işlediğimi, ancak
görerek yapıyor, görerek işliyorum.
Hüküm çıkarmadan arayıp taramadan kurtuldum. Elimle Tanrı eteğine
yapıştım.
Uçarsam uçtuğum yeri görmekteyim, dönersem döndüğüm yeri.
Bir yük taşıyorsam nereye götüreceğimi biliyorum. Ben ayım, önümde
güneş, kılavuzuyum.
3810. Halka bundan fazla söylemeye imkân yok; denizin ırmağa
sığması mümkün değildir.
Akılların alacağı kadar aşağı mertebeden söylemekteyim. Bu, ayıp
değil, Peygamberin işidir.
Garezden hürüm ben; hür olan kişinin şahadetini duy. Kul, köle
olanların şahadetleri iki arpa tanesine bil değmez!
Şeriatte dâva ve hükümde kulum şahitliğinin kıymeti yoktur.
Senin aleyhinde binlerce köle şahadet etse şeriat onların
şahadetlerini bir saman çöpüne bile almaz.
3815. Şehvete kul olan, Tanrı indinde köleden, esir olmuş
kullardan beterdir.
Çünkü köle bir sözle sahibinin kulluğundan çıkar,hür olur. Şehvete
kul olansa tatlı dirilir, acı ölür.
Şehvet kulu, Tanrının rahmeti, hususi bir lûtuf ve nimeti
olmadıkça kulluktan kurtulamaz.
Öyle bir kuyuya düşmüştür ki bu kuyu, onun kendi suçudur. Ona cebir
değildir, cevir de değil!
Kendisini kendisi, öyle bir kuyuya atmıştır ki ben o kuyunun dibine
varacak ip bulamıyorum.
3820. Artık yeter... Eğer bu sözü uzatırsam ciğer ne oluyor?
Mermer bile kan kesilir.
Bu ciğerlerin kan olmaması katılıktan, şaşkınlıktan, dünya ile
uğraşmadan ve talihsizliktendir.
Bir gün kan kesilir ama bu kan kesilmesinin o gün faydası yok. Kan
kesilme işe yararken kan kesil!
Mademki kulların kölelerin, şahadeti makbul değildir, tam adalet
sahibi, o kişiye derler ki gulyabani kölesi olmasın.
Kuranda peygambere Biz seni şahit olarak gönderdik denmiştir.
Çünkü o, varlıktan hür oğlu hürdür.
3825. Ben, mademki hürüm; hiddet beni nasıl bağlar, kendisine
nasıl kul eder? Burada Tanrı sıfatlarından başka sıfat yoktur, beri
gel!
Beri gel ki Tanrının ihsanı seni azat etsin. Çünkü onun rahmeti
gazabından üstün ve arıktır.
Beri gel ki şimdi tehlikeden kurtuldun, kaçtın kimya seni cevher
haline soktu.
Küfürden ve dikenliğinden kurtuldun, artık Tanrı bahçesinde bir gül
gibi açıl!
Ey ulu kişi, sen bensin, ben de senim. Sen Aliydin, Aliyi nasıl
öldürürüm?
3830. Öyle bir suç işledin ki her türlü ibadetten iyi bir anda
gökleri bir baştan bir başa aştın.
O adamın işlediği suç ne kutlu suç! Gül yaprakları dikenden bitmez
mi?
Ömer'in Peygambere kastedişi suçu, onu ta kabul kapısına kadar
çekip götürmedi mi?
Firavun; büyücüleri, büyüleri yüzünden çağırmadı mı?
Onlara da bu yüzden ikbal yardım etmedi mi, bu yüzden devlete
erişmediler mi?
Onların büyüsü, onların inkârı olmasaydı inatçı Firavun, onları
huzuruna alır mıydı?
3835. Onlar da asâyı ve mucizeleri nereden göreceklerdi? Ey
isyan eden kavim! Suç, ibadet oldu.
Tanrı ümitsizliğin boynunu vurmuştur. Çünkü günah ve suç ibadet
olmuştur.
Çünkü Tanrı, şeytanların rahmine suçları ibadete, sevaba tebdil
eder.
Bundan dolayı Şeytan, taşlanır; hasedinden çatlar, iki parça olur.
Şeytan bir günah meydana getirmek ve onunla bizi bir kuyuya
düşürmek ister.
3840. O günahın ibadet olduğunu gördü mü? işte o an,
Şeytana yomsuz bir andır.
Beri gel; ben, sana kapı açtım; sen benim yüzüme tükürdün, bense
sana armağan sundum.
Cefa edene bile böyle muamelede bulunur, aleyhime ayak atanların
ayağına bile bu çeşit baş korsam,
Vefa edene ne bağışlarım? Anla! Cennetlerde ebedî mülkler ihsan
ederim
Peygamber
Aleyhisselâmın Emîr-ül Müminîn Ali Kerremallâhu Vechehu- nun
seyisinin kulağına Alinin şahadeti senin elinle olacak, sana haber
veriyorum demesi
Ben öyle bir erim ki kanlıma, katilime bile lûtuf şerbetim,
kahır zehri olmadı.
3845. Peygamber, hizmetkârımın kulağına, bu başımı boynumdan
onun ayıracağını söyledi.
Peygamber, sevgilinin vahyiyle nihayet ölümümün onun eliyle
olacağını haber verdi.
O, daima Beni önce öldür de benden bu kötü ve yanlış iş zuhur
etmesin demekte;
Ben de Mademki ölümüm senden olacak, ben kaza ve kadere karşı
nasıl hile edebilirim? demekteyim.
O, daima önümde yerlere kapanarak Ey Kerem sahibi, beni Tanrı
hakkı için ikiye böl,
3850. Ki bu kötü akıbete uğramayayım. Bu yüzden canım
yanmasın der;
Ben de daima Yürü, git. Kader kalemi, bunu yazdı, yazının
mürekkebi de kurudu. Olan oldu. Kader kaleminden nice bayraklar, baş
aşağı olur.
Gönlümde, sana hiçbir düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden
bilmiyorum ki.
Sen Tanrı aletisin; yapan, Tanrının eli. Hakkın aletini nasıl
kınayayım, Hakkın aletine nasıl itiraz edeyim? derim
O, Öyle ise kısas niçin? dedi. Ali cevap verdi: O da Haktan, o
da gizli bir sır.
3855. Eğer Tanrı, kendi yaptığı işe itiraz ederse bu itiraz
yüzünden bağlar, bahçeler yeşertir.
Kendi yaptığı işe itiraz, ancak onun kârıdır. Çünkü kahırda da
tektir, lûtufta da.
Bu hâdiseler şehrinde bey odur, memleketlerde tedbir onundur,
Aletini kırarsa kırılanı tekrar iyileştirebilir.
Ulu kişi, Hiçbir âyeti değiştirmedik ki ardından daha hayırlısını
getirmeyelim remzini bil.
3860. Tanrı hangi şeriatın hükmünü kaldırdıysa âdeta otu
yoldu, yerine gül bitirdi demektir.
Gece, gündüz meşguliyetini giderir, bitirir. Akıl ermeyen şu uykuya
bak!
Sonra tekrar gündüzün nuruyla gece ortadan kalkar, bu suretle de o
yalımlı ateş yüzünden donukluk, uyku yanar, gider.
O uyku, o duygusuzluk zulmettir ama abıhayat, zulmette değil mi?
Akıllar, o zulmetle tazelenmiyor mu? Hanendenin bestedeki
duraklaması sese kuvvet vermiyor mu?
3865. Zıtlar, zıtlardan zuhur etmekte... Tanrı, kalpte ki
süveydada daimi bir nur yarattı.
Peygamberin savaşı sulha sebep oldu. Bu âhir zamandaki sulh o savaş
yüzündendir.
O gönüller alan sevgili ( Peygamber), âlemdekilerin başları aman
bulsun diye yüz binlerce baş kesti. Bahçıvan, fidan yücelsin, meyve
versin diye muzır dalları budar.
Sanatını bilen bahçıvan, bahçe ve meyve gelişsin diye bahçedeki
otları yolar.
3870. Sevgilinin ağrıdan, hastalıktan kurtulması için hekim,
çürük dişi çekip çıkarır.
Noksanlarda nice fazlalıklar var. Şehitlere hayat yokluktadır.
Rızk yiyen boğaz kesildi mi Onlar Rablerinden rızıklanır,
ferahlarlar nimeti hazmedilir.
Hayvanın boğazı kesilince insanın boğazı gelişir. O hayvan, insan
vücuduna girer, insan olur, fazileti artar.
İnsanın boğazı kesilirse ne olur, fazileti ne dereceye varır? Artık
agâh ol da onu bununla mukayese et.
3875. Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki o, Tanrı şerbetiyle,
Tanrı nurlarıyla beslenir, gelişir.
Kesilen boğaz, bu şerbeti içer ama Lâ dan kurtulmuş Belâ da
ölmüş boğaz!
Ey kısa parmaklı, himmeti kesik kişi! Ne vakte dek canının hayatı
ekmek olacak?
Beyaz ekmek için yüzsuyu döktüğünden dolayı söğüt ağacı gibi meyven
yok!
Duygu canı, bu ekmeğe sabredemiyorsa kimyayı elde et de bakırı
altın yap!
3880. Elbiseyi yıkamak istiyorsan bez yıkayanların
mahallesinden yüz çevirme!
Ekmek orucunu bozduysa kırıkçıya yapış, yücel!
Onun eli, mademki kırıkları sarar, iyileştirir... Şu halde onun
kırması şüphe yok ki yapmaktır.
Fakat sen kırarsan der ki: Gel yap bakalım. Elin ayağın yok ki
yapamazsın.
Şu halde kırmak, kırığı sarıp iyileştiren adamın hakkıdır.
3885. Dikmeyi bilen yırtmayı da bilir. Neyi satarsa yerine
daha iyisini alır.
Evi yıkar, hâk ile yeksan eder; fakat bir anda da daha mamur bir
hale getirir.
Bir bedenden baş kesti mi yerine derhal yüz binlerce baş izhar
eder.
Canilere kısas emretmese, yahut Kısasta hayat var demeseydi,
Kimin haddi vardı ki kendiliğinden, Tanrı hükmüne esir olmuş bir
kişiye kılıç vurabilsin!
3890. Çünkü Tanrı, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil,
takdirin esiridir.
O takdir kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç
vurmuştur.
Yürü, kork ve kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı
aczini bil!
Âdem
Aleyhisselâmın İblisin sapıklığına şaşması ve ululanması
Âdem Peygamber, ansızın esasen şakî olan İblise hor baktı.
Kendisini beğenip, kendisini ulu görüp melun şeytanın yaptığı işe
güldü.
3895. Tanrı gayreti bağırdı: Ey tertemiz adam! Sen gizli
sırları bilmiyorsun.
Eğer Tanrı kürkü ters giyerse dağı bile ta kökünden temelinden
söker.
O zaman, yüzlerce Âdemin perdesini yırtar, yüzlerce yeni müslüman
olmuş suçsuz, günahsız iblis yaratır!
Âdem Bu hor görüşten tövbe ettim. Bir daha böyle küstahça
düşünceye düşmem dedi.
Ey yardım dileyenlerin yardımcısı, bize hidayet ver. Bilgilerle,
zenginlikle öğünmeye imkân yok.
3900. Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma; takdir
ettiğin kötülükleri bizden defet;
Kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi Tanrıya razı olan
kardeşlerden ayırma!
Senin ayrılığından daha acı bir şey yok... Sana sığınmazsak sen
esirgemezsen işimiz, gücümüz ancak kargaşalıktır.
Zaten malımız mülkümüz; malımızın, mülkümüzün yolunu kesmekte...
Zaten cismimizi soyup çırçıplak bırakmakta!
Elimiz, ayağımıza kastettikten sonra artık kim, senin lûtfun
olmadıkça canını kurtarabilir ki?
3905. Bu pek büyük tehlikelerden canını kurtarsa bile
kurtardığı şey ancak idbar ve tehlike sermayesi kesilir.
Çünkü can, canana ulaşmadıkça ebediyen kördür... ebediyen yaslıdır.
Esasen senin inayetin olmazsa can, âdeta bir tutsaktır; seninle
diri olmayan canı ölü farz et.
Sen kullara darılır,kulları kınarsan, Ey Tanrı hakkındır, yaparsın.
Aya, güneşe kusurlu, nursuz... Servinin boyuna iki büklüm;
3910. Feleğe, arşa hor ve aşağı... madene, denize yoksul
dersen,
Kemaline nispetle yaraşır. Çünkü yokluklara kemal verip onlara
eriştirme kudreti ancak senindir.
Çünkü sende yokluk ve ihtiyaç yoktur; yokları icat eden, onları
ihtiyaçtan kurtaran sensin.
Yetiştiren, yakmayı da bilir; çünkü yırtık söken, dikmeyi de bilir.
Her güz; bağı bahçeyi yakıp yandırmakta. Sonra yeniden bahçeleri
renklere boyayan kırmızı güllere boyayan kırmızı gülleri
yetiştirmektedir.
3915. Ey yanıp yakılan, zuhur et, yenilen; tekrar güzelleş,
güzel sesli bir hale gel diye hepsini yeniden yaratır.
Nergisin gözü körleşir, o, tekrar açar... Kamışın boğazını keser,
sonra yine kendisi tekrar okşar, ondan nağmeler çıkarır.
Biz mademki masnuuz, sâni değiliz... Şu halde ancak zebunuz, ancak
kanaatkârız.
Hepimiz Nefsim, nefsim deyip durmakta, hepimiz yalnız kendimizi
düşünmekteyiz. Sen buna lûtufta bulunmazsan şeytanız.
Sen bizim canımızı körlükten kurtardığından, gözümüzü açtığından
dolayı Şeytandan kurtulduk.
3920. Kim hayattaysa değnekçisi, yol gösteren sensin.
Değneğin, değnekçisi olmadıkça kör nedir ki, ne yapabilir ki?
Senden gayrı hoş olsun, hoş olmasın... Her şey, insanı yakar,
ateşin aynıdır.
Kim ateşe dayanır, ateşe arka verirse hem Mecusidir, hem Zerdüşt!
Tanrıdan başka her şey bâtıldır, asılsızdır. Tanrının ihsanı,
yağmuru kesilmeyen bir buluttur.
Ali Kerremallâhu
Vechehu hikâyesine dönüş, Alinin katilini hoş görmesi
Tekrar Ali ve katilinin hikâyesine dön; katiline fazlasıyla
gösterdiği kerem ve mürüvveti anlat.
3925. Ali dedi ki: Ben düşmanımı gözümle görmekte, gece
gündüz ona bakıp durmaktayım. Böyle olduğu halde hiç kızmıyorum.
Çünkü ölümüm, bana can gibi hoş geliyor; dirilmemle âdeta bir.
Ölümsüzlük ölümü bize helâl olmuştur; azıksızlık azığı, bize rızk
ve nimettir.
Ölümün görünüşü ölüm, iç yüzü diriliktir; ölümün görünüşte sonu
yoktur, hakikatte ise ebedîliktir.
Çocuğun rahimden, doğması bir göçmedir; fakatta cihanda ona yeni
baştan bir hayat var.
3930. Ecele doğru meylimiz, ecele aşkımız olduğundan
Nefislerinizi elinizle tehlikeye atmayın nehyi asıl bizedir.
Çünkü nehiy, tatlı şeyden olur, acı için nehye zaten hacet yok ki.
Bir şeyin içi de acı olur dışı da acı olursa onun acılığı kötülüğü
esasen nehiydir.
Bana da ölüm tatlıdır. Onlar ölmemişlerdir, Rablerinin huzurunda
diridirler âyeti benim içindir.
Ey inandığım, itimat ettiğim kişiler! Beni kınayın ve öldürün.
Şüphe yok, benim ebedî hayatım öldürülmemdedir.
3935. Ey yiğit! Hayatım, mutlaka ölümdedir. Ne zamana kadar
yurdumdan ayrı kalacağım?
Bu âlemde durmaklığım, ayrılık olmasaydı (öldüğümüz zaman) Biz,
şüphe yok, Tanrıya dönenleriz denmezdi.
Dönen kişi; ayrıldığı şehre tekrar gelen kişidir; zamanın
ayırışından kurtulup birliğe erişendir.
Seyisin Emir-ül Müminîn, beni
öldür ve bu kazadan kurtar diye ayaklarına kapanması
Seyis tekrar gelerek Ya Ali, beni tez öldür ki o kötü
vakti, o fena zamanı görmeyeyim.
Sana helâl ediyorum, kanımı dök ki gözüm o kıyameti görmesin dedi.
3940. Dedim ki: Eğer her zerre bir kanlı, bir katil olsa da
elinde hançer olarak senin kastına yürüse.
Yine senin bir tek kılını kesemez. Çünkü kader kalemi böyle
yazmıştır; sen beni öldüreceksin.
Fakat tasalanma, senin şefaatçin benim. Ben ruhun eri ve
sultanıyım, ten kulu değil!
Yanımda bu tenin kıymeti yok; ten kaydına düşmeyen bir er oğlu
erim.
Hançer ve kılıç, benim çiçeğim; ölüm meclisim... bağım, bahçemdir.
3945. Tenini bu derece öldürüp ayaklar altına alan kişi, nasıl
olur da beylik ve halifelik hırsına düşer?
O, ancak emirlere yol göstermek, emirliği belletmek için zâhiren
makam işleriyle ve hükümle uğraşır;
Emirlik makamına yeni bir can vermek, hilâfet fidanını
meyvelendirmek için bu işle meşgul olur.
Mustafa
Sallallahu Aleyhi Vesellemin, Mekkeyi ve diğer yerleri fethetmek
istemesi, dünya mülkünü sevdiğinden değildi; Tanrı emriyleydi. Çünkü
Dünya cifedir buyurmuştu.
Peygamber, Mekkeyi fethe uğraştı diye nasıl olurda dünya
sevgisiyle ittiham edilir?
O öyle bir kişiydi ki imtihan günü ( yani Miraçta) yedi göğün
hazinesine karşı hem yüzünü yumdu, hem gönlünü kapadı.
3950. Onu görmek için yedi kat gök uçtan uca hurilerle
meleklerle dolmuştur.
Hepsi kendilerini, onun için bezemişti, fakat onda sevgiliye
aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir heva ve heves nerede
ki:
O, Tanrı ululuğuyla, Tanrı celâliyle öyle dolmuştur ki bu dereceye,
bu makama Tanrı ehli bile yol bulamaz.
Bizim makamımıza ne bir şeriat sahibi peygamber erişebilir, ne
melek, hattâ ne de ruh dedi. Artık düşünün anlayın!
Göz Tanrıdan başka bir yere şaşmadı, meyletmedi sırrına mazharız,
karga değiliz; âlemi renk renk boyayan Tanrı sarhoşuyuz; bağın
bahçenin sarhoşu değil buyurdu!
3955. Göklerin, akılların hazineleri bile Peygamberin gözüne
bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse.
Artık Mekke, Şam ve Irak ne oluyor ki onlar için savaşsın, onlara
iştiyak çeksin!
Ancak gönlü kötü olan, onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi
hırsına göre mukayese eden kişi onun hakkında böyle bir şüpheye düşer.
Sarı camdan bakarsan güneşin nurunu sapsarı görürsün.
O gök ve sarı camı kır da eri ve tozu gör!
3960. Atlı bir er, atını koştururken tozu dumana katar,
etrafta bir tozdur kalkar. Sen, tozu Tanrı eri sanırsın.
İblis de tozu gördü, Bu toprağın feridir. Benim gibi ateş alınlı
birisinden nasıl üstün olur? dedi.
Sen azizleri insan gördükçe bil ki bu görüş İblisin mirasıdır
Be inatçı, İblisin oğlu olmasan o köpeğin mirası nasıl olur da
sana düşer?
Ben köpek değilim, Tanrı aslanıyım. Tanrı aslanı suretten
kurtulandır.
3965. Dünya aslanı av ve rızk arar, Tanrı aslanı hürlük ve
ölüm!
Çünkü ölümde yüzlerce hayat görür de varlığını pervane gibi yakıp
yandırır.
Ölüm isteği, doğru kişilerin boyunlarına bir halkadır. Çünkü bu
istek, yahudîlere imtihan oldu.
Tanrı Kuranda Yahudîler, doğrulara ölüm; fütuhat, sermaye ve
ticarettir.
Sermaye ve ticaret isteği var ya; ölümü istemek ondan daha iyidir.
3970. Ey yahudiler; halk içinde namusunuzu korumak
istiyorsanız bu dileği, bu ölüm temennisini dile getirin dedi.
Muhammed, bu bayrağı kaldırınca bir tek yahudi bile bu istekte
bulunmaya cüret edemedi.
Peygamber Eğer bunu dillerine getirirlerse dünyada tek bir yahudi
bile kalmaz dedi.
Bunun üzerine yahudiler ; Ey din ışığı, bizi rüsvay etme! Diyerek
mal ve haraç verdiler.
Bu sözün sonu görünmez. Mademki gözün sevgiliyi gördü, ver elini
bana!
Emîr-ül
Müminîn Ali Kerremallâhu Vechehunun, arkadaşına Sen benim yüzüme
tükürünce nefsim kabardı, savaşımda ihlâs kalmadı. Seni öldürmeme
mâni buydu demesi
3975. Emirül Müminin, o gence dedi ki: Ey yiğit! Savaşırken.
Sen benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, hiddet ettim, huyum
harap berbat bir hale geldi.
Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Tanrı içindi,
yarısı nefsim için. Tanrı işinde ortaklık yaraşmaz.
Sen Tanrı nakışısın: Seni, o, kudret eliyle yarattı, bezedi.
Onunsun, benim değil.
Tanrının nakışını yine Tanrı eliyle kır; sevgilinin camına
sevgilinin taşını at!
3980. Kâfir bu sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti
ki zünnarını kesti.
Ben, cefa tohumunu ekmiştim, seni başka türlü sanıyordum.
Halbuki sen Tanrı huylu bir teraziymişsin, hattâ her terazinin oku
senmişsin!
Meğer sen benim soyum sopummuşsun; meğer çırağımın, dinimin
aydınlığı senmişsin!
Ben o görür göz arayan çırağın kulu, kölesiyim ki senin çırağın da
ondan nurlanmış, aydınlanmıştır...
3985. Ben, o nur denizinin kulu, kurbanıyım ki böyle bir inci
izhar eder.
Bana kelime-i şahadeti söyle, bende söyleyeyim ki seni zamanın en
yücesi gördüm dedi.
Onlar beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de
âşıkçasına dine yüz tuttular, müslüman oldular.
Ali, ilim kılıcıyla bu kadar boğazı, bu kadar halkı kılıçtan
kurtardı.
Hilim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hattâ yüzlerce ordudan
daha galip, daha üstündür.
3990. Yazıklar olsun ki iki lokmacık yendi de bu yüzden fikir
çoşkunluğu dondu, yatıştı.
Bir buğday tanesi, Âdem Peygamberin güneşinin tutulmasına... arzın,
güneş ile ay arasına girmesi , dolunayın kararmasına sebep oldu.
İşte sana gönlün letafeti! Bir avuç balçıktan (bir iki lokma
ekmekten) ay darmadağın bir hale gelmekte!
Ekmek mânevi olursa yenmesinde fayda var. Fakat bildiğimiz ekmeğin
faydası yok, kalbi daraltıyor.
Mânevi ekmek, yeşil diken gibi... deve yiyince yüz türlü fayda,
yüzlerce lezzet bulmakta.
3995. Fakat yeşilliği gitti de kurudu mu, onu çölde deve
yiyince;
Damağını avurdunu yırtar, paralar. Yazıklar olsun; öyle yetişmiş
gül kılıç kesildi.
Ekmek de mânevi oldukça o yeşil dikendi. Fakat şimdi zâhiri ekmek
olduğundan kupkuru bir hale geldi, sertleşti.
Ey nazlı nazenin varlık (ey Husâmeddin), bundan önce onu yemeğe
alışmıştın.
O alışkanlıkla bu kuru ekmeği de alıp yemek istiyorsun ama gayri
mâna, yerle karıştı;
4000. Toprakla karışık, kaskatı, dili damağı yırtar bir hale
geldi. Ey deve, şimdi otu yeme, ondan çekin!
Söz, toprakla pek karışık bir hale geliyor, su bulandı... Kuyunun
ağzını kapa.
Ki Tanrı onu yine sâf, yine hoş bir hale getirsin. Onu bulandıran,
durultur da.
Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Tanrı
daha iyi bilir. |