701. Aşkı meydandadır
da maşuku gizli. Zahiri sevgili de, cihanda o gizli maşukun bir
imtihanından ibaret.
Bunu bırak, surette olan aşklar mutlaka surete ve güzel kadına
değildir.
İster bu cihanın aşkı olsun ister o cihanın aşkı . Hakikî maşukta
suret yoktur.
Hakikaten surete âşıksan sevgili ölünce onu niye terk ediyorsun?
705. Sureti
yine yerinde, bu terk ediş neden? Âşık, iyice ara, maşukun kim?
Sevgili, hisle idrak edilseydi her hisle idrak edilene âşık
olurdum.
Vefa, aşkı artıyorsa,suret nasıl olur da vefayı değiştirir?
Güneşin ziyası duvara vurdu, duvar kendinden olmayan bir parlaklık,
bir ziya elde etti.
Ey temiz ve sâf kişi neden
bir kerpice gönül veriyorsun? Ebedi olan bir aslı iste.
710. Ey
kendi aklına âşık olan ve kendisine surette tapanlardan üstün gören!
Hissine hâkim olan, akıl ziyasıdır. Bunu, bakırının üstündeki altın
bil.
İnsanlardaki güzellik, altın yaldızdır. Öyle olmasaydı nasıl olurdu
da sevgilin kart bir eşek haline gelirdi?
Melek gibiyken Şeytana döndü ya. Elbette çünkü o güzellik ona
ariyetti.
O güzelliği yavaş ,yavaş alıyor, taze fidan gitgide kuruyor. ,
715.
Var, Yaşattıkça kuvvetlerini azaltır ayetini oku da gönül iste,
kemiğe gönül verme.
Çünkü o gönül güzelliği, baki güzelliktir. O güzellik devleti,
Abıhayata sâkidir.
Esasen abıhayat da kendisidir, saki de kendisi, sarhoş da.Tılsımın
bozuldu mu üçü birleşir.
Fakat bu birliği kıyas yoluyla bilemezsin. Kulluk et ey kendini
bilmez, saçma sapan söylenme.
Senin mâna sandığın surettir, eğretidir. Sen kendince övünüp
seviniyorsun!
720.
Mâna odur ki seni senden alır; suretten müstağni kalır.
Seni kör ve sağır eden, insanı, surete bir kat daha âşık eyleyen,
mâna olamaz.
Köre nasip olan, ancak gam arttıran hayallerdir. Gözün nasibi bu
fâni hayallerden ibarettir.
Körler, Kuranın harflerini ezberlemişlerdir. Eşeği görmezler de
semeri dövüp dururlar!
Gözün açıksa kaçan eşeği gör; ey puta tapan, niceye dek
semercilik?!
725.
Eşeğin oldukça semer de mutlaka bulunur.Canın oldukça ekmeğin mutlaka
az çok gelir.
Eşeğin sırtı hem dükkândır, hem mal, hem mal kazanılacak yer.
Kalbinin incisi, yüzlerce kalbe sermayedir.
Ey boşboğaz, eşeğe çıplak bin. Peygamber, çıplak binmedi mi?
Peygamber, çıplak eşeğe bindi. Yaya yürüdü de
denmiştir.
Eşek nefsin kaçıyor, onu bir kazığa bağla. Ne zamana kadar işten,
yükten kaçacak?
730.
İster yüz yıl olsun, ister otuz yıl. Mutlaka sabır ve şükür yükünü
yüklemeli.
Hiç bir suçlu başkasının suçunu çekmedi. Hiçbir kimse ekmeğini
biçmedi.
Ekmeğini biçmeyi dilemek ham tamahtır, oğul, o ham
tamaha kapılma. Ham şey yemek insana hastalık verir.
Birisi bir define buluverir; ben de onu istiyorum.,
dükkânla,alışverişle ne işim var? der.
Baht işi bu, fakat nadirdir. Tende kudret oldukça çalışıp kazanmak
gerek.
735.
Çalışıp kazanmak define bulmaya mâni değil ya. Sen işten kalma da
nasibinde varsa define de arkandan gelsin.
Böyle yap
ki Eğer illetine uğramayasın, Eğer şunu yapsaydım, yahut bunu
yapsaydım deyip tereddüde düşmeyesin.
Çünkü halkla hoş geçinen peygamber Eğer demeyi menetti, Onu
söylemek münafıklıktandır dedi.
O münafık da eğer derken, işi şarta bağlarken öldü, bu şarta
bağlayıştan öbür dünyaya ancak hasret götürebilirdi!
Temsil
Bir
yabancı adam, acele bir ev arıyordu. Bir dostu onu harap bir eve
götürüp
740.
Eğer tavanı olsaydı benim yanı başımda ev sahibi olur, otururdum.
Evde bir oda daha olsaydı çoluğun çocuğun rahat ederdi dedi.
Adam
dedi ki: Evet, dostlara bitişik komşu olmak iyi, fakat Eğer de
oturmaya imkân yok!
Bütün âlem, hoşluğu ister, bu yüzden de ateş içindedir.
İhtiyar olsun, genç olsun herkes altın ister. Fakat herkesin gözü
kalp parayı altından fark edemez ki.
745. Halis altın kalp
akçaya bir ziya, bir parıltı vermiştir. Fakat ayar olmadıkça zan ile
altını seçmeye kalkışma.
Ayarın varsa altın seç, yoksa yürü, kendini bilen bir kişiye teslim
et.
Yahut da ruhundan mihenk olmalı. Bilmiyorsan yapayalnız yola düşüp
ilerleme.
Yolda gulyabaniler vardır, sesleri bildik sesine seni mahvetmeğe
çeken tanıdık sesine benzer.
Ey kervan halkı, buraya gelin; işte yol, iz buracıkta diye
bağırırlar.
750.
Gulyabani kervan halkını yok etmek, onları da yok
olanlara katmak için birer, birer adlarıyla çağırır.
Çağrılan kişi, oraya varınca bir de bakar ki karşısında kurt,
aslan. Ömrü zayi olmuş, yol uzun, gün de geçiyor.!
Ey iyi huylu kişi, gulyabani sesi nasıldır? Mal isterim, mevki
isterim, şeref, isterim! işte böyle.
İçimden bu sesleri menet de sırlar keşfedilsin.
Tanrıyı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan
gözünü bu gergese karşı kapa.
755.
Subhu sadıkı, subhu kâzipten, şarabın rengini kadehin renginden
ayırdet ki.
Bu sabır ve sebatla şu yedi renkli zâhiri gözden başka bir göz elde
edersin.
O gözle bu renklerden başka renkler, taşlar yerine
mücevherler görürsün.
Hattâ gevher nedir ki? Sen, kendin bir deniz olur, göklerde
seyreden bir güneş kesilirsin.
İş sahibi, iş yurdunda gizlidir. Yürü, onu ancak iş yurdunda apaçık
görürsün.
760.
Madem ki iş,sahibine bir hicap olmuştur?Şu halde onu işinden başka bir
yerde göremezsin.
Madem ki iş yurdu; iş sahibinin mekânıdır, dışarıda kalan
gafildir.
O halde iş yurduna, yani yokluğa gel ki sanatı da sanatkârı da bir
arada göresin.
Madem ki iş yurdu;apaçık görüş yeridir, tabii iş yurdundan dışarısı
da hicap mahallidir.
İnatçı Firavun, varlığa yüz tuttu çünkü, onun yerini görmüyordu.
765.
Hulâsa kaderi değiştirmek istiyor, kazayı savuşturmak arzusunda
bulunuyordu.
Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi.
O,Tanrının hükmünü, Tanrının takdirini bozmak için yüz binlerce
çocuk öldürttü.
Bu suretle Musa Peygamberin zuhuruna mâni olmak
istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana girdi.
O kadar kan döktü ama Musa, yine doğdu ve onu kahretmek için
hazırlandı,
770.
Eğer zevali olmayan Tanrının sanat yurdunu görseydi eli, ayağı kurur,
hile yapamazdı.
Musa, onun evinde rahatça yaşadığı halde o, dışarıda beyhude yere
çocukları öldürüp durmaktaydı.
Tenini besleyip yetiştiren; nefsine hizmet eden, sonra
da başkalarının kendisine haset ettiğini,düşmanlıkta bulunduğunu sanan
kişi gibi.
Bu, benim düşmanım, şu bana haset ediyor, der durur, halbuki
kendisine haset eden, kendisine düşman olan o tendir,kendi nefsidir.
O, adam Firavuna benzer, bedeni de Musaya. Böyle olduğu halde
dışarıda Nerede düşman? diye koşmaktadır. Nefsi ten evinde nazla,
naimle beslenmektedir.
775.
Nefsi ten evinde nazla,naimle beslenmektedir,kendisi başkalarına kin
güdüp elini ısırmakta.
Halkın,bir töhmet yüzünden anasını öldüren kişiyi kınaması
Birisi, kızgınlıkla anasına hançerleyerek, döverek öldürdü.
Biri ona Huyunun kötülüğü yüzünden ana hakkını gözetmedin.
Çirkin herif, ananı neden öldürdün! niye söylemiyorsun, o sana ne
yaptı ki? dedi.
Adam Çok ayıp bir iş işledi,bende onu öldürdüm. Ayıbını toprak
örtsün diye cevap verdi.
780.
Kınayan Be adam, ananı öldüreceğine o kişiyi öldürseydindeyince dedi
ki: Her gün başka birisini mi öldüreyim?
Onu
öldürdüm, halkın kanına girmekten kurtuldum; halkın boğazını
keseceğime onu boğazladım, bu daha iyi!
O kötü huylu ana, fesadı her tarafta zâhir olan nefsindir.
Her an onun için bir azize kastedip duruyorsun; kendine gel, onu
öldür!
Onun yüzünden bu güzel dünya sana dar geliyor. Onun yüzünden Tanrı
ile de savaşıyorsun, halkla da.
785.
Nefsini öldürürsen özür serdetmeden kurtulursun, ülkede
hiçbir düşmanın olmaz.
Bir kimse peygamberlerle velileri düşünüp sözümüzden şüpheye düşer.
Peygamberlerin nefisleri helâk olmamış mıydı? Onların neden
düşmanları vardı, onlara niye haset ediyorlardı? derse,
Ey doğru söz arayan, kulağını aç! Bu şüpheye, bu tereddüde
vereceğimiz cevap şu:
O münkirler, kendilerinin düşmanlarıydı; onlar kendilerini
yaralıyorlardı.
790.
Düşman, ona derler ki cana kastetsin. Kendi kendisine can çekişene
düşman demezler.
Yarasacağız, güneşin düşmanı değildir, hicaba girmiş,kendi
kendisine düşman olmuştur.
Güneşin ziyası onu öldürür; fakat güneş, yarasanın zahmetini hiç
çeker mi, yarasa güneşe bir kötülükte bulunabilir mi?
Düşman, ona derler ki ondan bir azap,bir eziyet gelsin;
kabiliyeti olan taşın güneş tesiriyle lâl olmasına mümanaat etsin!
Halbuki kâfirlerin hepsi de peygamberlerin cevherlerindeki ziyadan
kendilerini men ederler.!
795.
Halk, nasıl olur da o tek kişinin gözüne perde olur? Bilâkis kendi
gözlerini kör eder, kendi gözlerini kötü bir hale sokarlar.
Efendisiyle inada girişip kinlenerek kendisini öldüren
Arap köle gibi!
Köle, sahibine ziyan vermek için kendisini damdan baş aşağı yere
atar,helâk olup gider!
Hasta, doktora düşman olmuş; çocuk, kendisini terbiye edene
düşmanlık beslemiş;( zarar kime?)!
Hakikatte hasta da, çocuk da kendi yolunu vurmakta, kendi akıl ve
canının yolunu kesmektedir.
800. Bez
yıkayan, güneşe kızar; balık, denize hiddet ederse,
Bir bak,ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı
kararır?
Tanrı seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin,
hem huyu çirkin olma!
Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa
dört boynuzlu olma!
Sen Ben filân kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters
gidiyor diye haset ediyorsun ama,
805.
Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp. Hattâ bütün
aşağılıklardan daha beter!
Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telâkki etti de
kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü.
Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede?
Kanlara bulanıp kaldı.
Ebucehil, Muhammete uymaya utandı,hasedinden kendisini
yüceltmeye,ondan yüksek olmaya çalıştı.
Adı Ebül Hakemdi. Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki
haset yüzünden naehil olup kalmışlardır!
810.
Ben, bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet
görmedim.
Fazileti, mahareti,hüneri bir tarafa bırak. Bu yolda hizmet ve iyi
huy işe yarar.
Tanrı,mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye
peygamberleri vasıta etti.
Çünkü Tanrıdan kimse arlanmaz, Tanrıya kimse hasedetmez.
Fakat, halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden
ona hasededer.
Fakat peygamberin büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse haset
edemez, ona herkes uyar.
815. Şu
halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır, bu sınama kıyamete
kadar daimidir.
Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin kalbi sırçadansa sınmıştır.
İşte diri
ve faal imam, o velidir; ister Ömer soyundan olsun, ister Ali
soyundan!
Ey yol arayan, Mehdi de Odur, Hadi de O. Hem gizlidir, hem senin
karşında oturmakta.
O, nura benzer; akıl onun Cebrailidir. Ondan aşağı olan veli de
onun kandilidir.
820. Bu
kandilden daha aşağı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir.
Nura mertebe bakımından dereceler vardır.
Çünkü Tanrı nurunun yedi yüz perdesi vardır. Nur perdelerini bu
kadar kat bil!
Her perdenin ardında bir kavmin durağı var. İmama kadar bu
perdeler saf saftır.
Son
saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül
edemez.
Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön
saftakilerin nuruna takat getirmez.
825. İlk
saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve âfettir.
Şaşılıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi
deniz kesilir.
Demiri, yahut altını sâf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve
elmaya yarar mı?
Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat
demire benzemezler, hafif bir hararet isterler.
Halbuki o hararet, o şuleler, demir için kâfi değildir. Çünkü
demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister.
830. O
demir, meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin
içinde kıpkırmızı bir hale gelir; ondan hoşlanır.
Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile
olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer.
Fakat su ve su oğulları; hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın
ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.
Ayağa, yürümek için nasıl ayakkabı lâzımsa bunlara da
ateşten feyz almak için bir tencere; yahut tava lâzımdır.
Yahut da ortada bir yer gerektir ki hava ısınsın, kızsın da
harareti suya müessir olsun.
835.
Fakir ona derler ki şûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.
Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül
vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe
yarar.
Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten,
araştırmadan ne anlar?
Demek ki şûlelerin nazargâhı o demirdir. Şu halde Tanrının
nazargâhı da gönüldür, ten değil!
Sonra bu cüzi olan gönüller de hakikî maden olan gönül sahibinin
gönlüne nispetle ten gibidir.
840. Bu
söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı
sürçer diye korkuyorum.
Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın.. İyilik
yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde
olmadığından,ihtiyarım elimde bulunmadığından.
Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya
varır.
Padişahın,yeni
aldığı iki köleyi sınaması
Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz
konuştu.
Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi
dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder.
845.
Ademoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir.
Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.
O evde inci
mi var, buğday mı.. altın hazinesi mi var, yoksa yılan ve akreplerle
mi dolu?
Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü
altın hazinesi bekçisiz olmaz.
Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa
düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir.
850. Sanki
içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu
Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile bâtılı ayırır.
Kuranın nuru da Hak ile bâtılı zerre,zerre fark eder, bize
gösterir.
O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık,cevabı
da biz verirdik.
Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün. İşte bu bakış,
şüpheye düşüp sual sormaya benzer.
855. Gözünü
doğrult da aya öyle bak ki tek göresin. İşte cevabı da bu!
Düşünceni doğrult, iyi bak. Çünkü düşünce de o incinin
pırıltılarındandır.
Kulaktan gönüle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy
der.
Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa
dedikoduda!
Kulağın duygusu sıfatları
tebdil eder, halbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri bile
değiştirir.
860. Ateşin varlığını
sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde
kalma.
Yanmadıkça o bilgi,Aynel Yakîn değildir. Bu yakîni istiyorsan
ateşe dal.
Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır,
gönüle tesir etmez.
Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı,onu
anlat!
Padişahın o kölelerden birini bir yere yollayıp
öbüründen bazı şeyler sorması
Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne Beri geldiye emretti.
865.
Buradaki sevgiye ve acımaya delâlet eden ceğiz eki küçültme, horlama
için değildir. Nitekim ana oğula yavrucuğum derse bu horlama
sayılmaz.
İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu,dişleri de
kapkaraydı.
Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye
sırlarını aramaya koyuldu.
Bu şekilde, bu pis kokulu ağızla biraz ötede otur;
fakat o kadar da ileri gitme.
Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek. Benimle düşüp kalkamazsın,
benimle bir yerde oturamazsın.
870.
Biraz ötede dur da senin o ağzını bir tedavi edelim. Sen güzelsin, ben
de hünerli bir doktorum.
Bir pire için yepyeni bir kilim yakılmaz ya. Sana da büsbütün göz
yummak doğru değil.
Bütün ayıplarınla beraber otur, iki üç hikâye söyle de aklın nasıl
bir göreyim dedi.
O zeki köleyi de Haydi git yıkanıp arın diye hamama
yolladı.
Huzurundaki köleye Aferin, sen akıllı bir adamsın, Hakikatte yüz
köle değersin, bir değil.
875.
Kapı yoldaşın, hakkında kötü şeyler söyledi, fakat sen hiç de öyle
değilsin. O hasetçi herif, az kalsın bizi senden soğutuyordu.
Senin hakkında, hırsızdır, doğru adam değildir, münasebetsiz
hareketlerde bulunur, ahlâksızdır, lânettir,şöyledir, böyledir
demişti. Dedi.
Köle dedi ki: O daima doğru söyler. Onun gibi doğru sözlü adam
görmedim.
Doğru söyleme, yaradılışında vardır. Ne dese, aslı yok diyemem.
O iyi düşünceli adamı ben kötü bilmem, kusuru üstüme alırım
doğrusu.
880.
Padişahım, olabilir ki o bende bazı ayıplar görmüştür de ben onları
kendimde görememişimdir.
Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet
eder miydi?
Halk kendisisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin
kusurunu görürler.
Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm; sen
de benim yüzümü görürsün.
Kendi yüzünü görmeye muktedir olanın nuru, halkın nurundan
artıktır.
885. O
ölse bile nuru bakidir. Çünkü görüşü, Tanrı görüşüdür.
Kendi yüzünü, gözünün önünde apaçık bir surette gören nur,
bildiğimiz nur değildir.
Padişah Şimdi o senin ayıplarını söylediğin gibi sen de onun
ayıplarını söyle,
Ki, benim dostum olduğunu, memleketimde emin bir vekilim
bulunduğunu ve beni sevdiğini bileyim dedi.
Köle dedi
ki; Padişahım, o benim iyi bir kapı yoldaşımsa da kusurlarını
söyleyeyim:
890. Kusuru; sevgi,
vefa, insanlık.. doğruluk, zekâ ve dostluktur.
En ehemmiyetsiz kusuru cömertlik, düşkünlere yardım etmektir. Ama
nasıl cömertlik? Canını da verir.
Tanrı bu can bağışlamaya karşılık yüz binlerce can ihsan eder. Bunu
görmeyen kişi nasıl cömert olabilir?
Eğer görseydin nasıl olur da can vermeden çekinir, bir can için bu
kadar tasalanırdın?
Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmağı görmeyendir.
895. Peygamber
Kıyamet gününde verilecek karşılığı yakînen bilen,
Bire on karşılık verileceğini anlayan kişinin cömertliği artıp
durur, bu çeşit adam, türlü, türlü cömertlikler icat eder. dedi.
Cömertlik, bütün karşılıkları görmedir. Şu halde karşılığı görüş,
korkunun zıddıdır.
Nekeslik de karşılıkları görmemektir. İnciyi görmek, denize dalan
dalgıcı sevindirir.
Eğer cömertliğe karşılık
verilecek olan şeyleri herkes görseydi dünyada kimse nekes olamazdı.
Çünkü hiçbir kimse karşılıksız bir şey bağışlamaz.
900. Şu halde cömertlik
gözden gelir, elden değil. İşe yarayan görüştür, gözü açıktan başkası
kurtulamaz.
Arkadaşımın bir kusuru da kendisini görmemesidir. O, kendisinde
kusur arar durur.
Kendi ayıbını söyler, kendi ayıbını arar. Herkesi iyi bilir,
herkesle dosttur da kendisiyle dost değildir.
Padişah Arkadaşını övmede ileri gitme. Onu överken kendini övmeye
kalkışma.
Çünkü onu imtihana çekersem ilerde utanırsın dedi.
Kölenin, iyi zannı yüzünden arkadaşının doğruluğuna ve
vefakârlığına yemin etmesi
905.
Köle dedi ki; Hüküm ve kudret sahibi, bağışlayan ve acıyan Ulu
Tanrıya ant olsun
Peygamberleri, ihtiyacı olduğundan değil de fazlından,
kereminden gönderen,
Aşağılık topraktan, yüce padişahlar yaratan.
Onları topraktan yaratılmış mahlûkatın tabiatlarından arıtan, gök
ehlinin derecelerinden üstün kılan,
Ateşten sâf bir nur yaratıp onunla bütün nurları parlatan,
910.
Nurlara doğan, nurları aydınlatan nuru yaratan, Âdem peygamberin feyiz
alıp marifete eriştiği aydın ziyayı meydana getiren,
Âdemden bitip Şîsin devşirdiği nuru, Âdemin görüp Şîsi yerine
halife ettiği nuru.
Nuhun feyiz aldığı, can denizi havasında inciler
yağdırdığı nuru halk edene ant olsun.
İbrahimin canı o nurlardan nurlandı da pervasızca ateş şulelerine
koştu, ateşe atıldı.
İsmail, onun ırmağına düştü de o yüzden parlak bıçağın önüne baş
koydu, boyun verdi.
915.
Davutun canı onun şulelerinden hararetlendi de ondan dolayı elinde
demir yumuşadı, eridi.
Süleyman, onun vuslatından süt emdi de cinler periler onun için
fermanına tabi oldular.
Yakup, onun kaza ve kaderine teslim oldu da ondan
oğlunun kokusuyla gözü açıldı, aydınlandı.
Ay yüzlü Yusuf, o güneşi gördü de rüya tâbirinde o kadar uyanık
hale geldi.
Asâ, Musanın ellinden su içti de o yüzden Firavunun saltanatını
bir lokma etti.
920.
Meryem oğlu Îsa, merdivenini buldu da dördüncü kat göğün üstüne çıktı.
Muhammed, o mülkü, o nimeti buldu da hemencecik ayı ikiye böldü.
Ebubekir, tevfika mazhar oldu da öyle bir padişahın
müsahibi oldu, öyle bir padişahı candan tasdik etti.
Ömer, o mâşuka âşık oldu da gönül gibi, hakkı bâtılı ayırt etti.
Osman, o apaçık görüşün ta kendisi oldu da feyizli bir nura nail
olup Zinnûreyn oldu.
925. Mürteza, onun
yüzünden inciler saçtı da can vâdisinde Tanrı aslanı kesildi.
Cüneyt, onun askerinden yardıma nail olunca eriştiği mertebeler
sayıdan üstün oldu.
Bayezid, onun ihsanına yol bulunca Tanrıdan Kutbül Ârifin adını
duydu.
Kerhî, onun harimine bekçi olunca aşk halifesi oldu, nefesleri
tanrı nefesi haline geldi.
Edhemoğlu, atını sevinçle o tarafa koşturunca âdil sultanların
sultanı oldu.
930.
Şakik, o ulu yolun meşakkati yüzünden güneş gibi
aydınlatıcı bir reye, her şeyi gören bir göze erişti.
Daha nice yüz bin gizli Padişahlar var ki o nur âleminde yüceliğe
sahiptirler, makamları vardır.
Tanrı, her yoksul, onların adlarını anmasın diye gayretinden
adlarını gizledi.
O nura ve denizde balıklar gibi yaşayan nuranilere ant olsun
O nura ve o denizi,denizin canı desem de lâyık değil.O âleme yeni
bir ad aramaktayım.
935. O Tanrıya ant
olsun ki bu da ondandır, o da ondan. İçler, hakikatler, ona nispetle
kabuktur, zâhirdir.
Ant olsun o Tanrıya ki kapı yoldaşım ve dostum, bu benim
sözlerimden yüz kat daha üstündür.
Arkadaşımın evsafından bildiklerimi söyledim, fakat, ey kerem
sahibi inanmıyorsun; ne diyeyim?
Padişah dedi ki : Şimdi artık kendi halinden bahset. Ne vakte dek
şunun, bunun halini anlatacaksın?
Söyle bakalım,senin neyin var, ne elde ettin, deniz dibinden ne
inciler getirdin?
940.
Ölüm günü, bu duygun kalmaz. Can nurun var mı ki
gönlüne yâr olsun?
Mezarda bu göze toprak dolar. Mezarı aydınlatacak nurun var mı?
Bu elin, ayağın gidince canının uçması için kolun kanadın var mı?
Bu hayvani can kalmayınca yerine koymak için baki bir cana sahip
misin?
Şart, iyilik etmek değil, iyilikle gelmek, bu iyiliği Tanrıya
götürmektir.
945.
İnsanlıktan mı bir cevhere sahipsin, eşeklikten mi? Bu ârazlar yok
olunca nasıl götüreceksin ki?
Bu namaz ve oruç arazlarını Tanrıya nasıl ileteceksin ki? Çünkü
araz, iki zaman zarfında baki kalmaz, yok olup gider, bir anlıktır.
Arazları götürmeye imkân yoktur. Fakat cevherden hastalıkları
giderirler.
Bu suretle de cevher, bu hastalık arazlarından kurtulur, değişir.
Perhiz yüzünden hastalığın geçmesi gibi.
Perhiz arazı, çalışmalarıyla cevher olur; acı ağız perhizle
tatlılaşır.
950.
Ziraatla topraklar ekinle, başakla dolar. Saç ilacı, örgü, örgü saç
bitirir.
Kadını nikâhlamak arazdı, mahvolup gitti. Fakat o arazdan bize
evlât cevheri meydana geldi.
Atı, deveyi çiftleştirmek arazdır. Bundan maksat da yavru cevherini
elde etmek.
Bostan ekmek arazdır, Bostanda biten mahsul cevheridir. Zaten
maksat da budur.
Kimya ile uğraşmayı da araz bil, eğer o kimyadan bir cevher elde
ettiysen onu getir.
955.
Aynayı cilâlamak da arazdır. Fakat bu arazdan tertemiz bir ayna
cevheri meydana gelir.
Şu
halde Ben ibadette bulundum deme, o arazlardan elde edileni göster,
ürkme.
Senin o köleyi övmen de arazdır. Sus, koçun gölgesini kurban etmeye
kalkışma!
Köle dedi ki : Padişahım, araz tebeddül etmez dersen
bu söz, akla ancak ümitsizlik verir.
Padişahım, araz gider de bir daha geri gelmezse bu, kulu ancak
meyus eder.
960. Eğer arazlar başka
bir şekle tebeddül etmeseydi, başka bir şekle bürünüp var olmasaydı iş
bâtıl olur, sözler manâsız bir hale gelirdi;
Bu arazlar başka bir varlık suretine bürünüp haşrolur. Her şey,
neye lâyıksa o şekle tebeddül eder. Sürünün çobanı, sürüye lâyık
kişidir.
Mahşerde her arazın bir sureti vardır,her araz suretinin de bir
nöbeti.
Kendine bak, sen de araz değil miydin, anandan, babandan hâsıl
olmadın mı ve bir maksat uğrunda birisiyle eş değil misin?
965. Evlere köşklere
bak. Bunlar mühendisin tasavvuratından ibaretti.
Güzel olarak gördüğümüz sofası hoş. Tavanı, kapısı mükemmel olan
filan ev ,(mühendisin zihnindeydi).
Mühendisin zihnindeki o araz, o düşünce aletleri hazırladı,
ormanlardan direkleri getirdi (ev yapılıp meydana çıktı.)
Her hünerin aslı, esası, hayâlden,arazdan, düşünceden başka nedir
ki?
Dünyanın bütün cüzilerine, fakat garazsızca bak; arazdan başka bir
şeyden meydana gelmemiştir.
970. Önceki fikir,
sonun da fiile gelir. Dünyanın kuruluşunu ezelden beri böyle bil.
Meyveler, gönülde evvelce vücuda gelir de sonunda fiile çıkar.
İşe girişip de ağaç diktin mi ilk harfi,sonunda okudun demektir.
Gerçi dal, yaprak ve kök evveldir ama onların hepside meyve için
vücut bulur.
Feleklerin dimağı olan o baş da bunun için en sonunda Levlâk
sırrına mazhar oldu.
975. Bu
sözler arazların nakline ait bahislerdir. Bu aslan ve tuzak, hep bunun
içindir.
Bütün âlem,esasen arazdı. Hel Etâ suresi, bu mânayı izah için
geldi.
Bu arazlar neden doğar? Suretlerden. Ya bu suretler neden vücuda
gelir? Düşüncelerden.
Bu cihan, Akl-ı Küllün bir düşüncesinden ibarettir. Akıl, padişaha
benzer, suretler de peygamberlere.
İlk âlem, imtihan âlemidir. İkinci âlem şunun bunun yaptıklarının
mükâfat ve mücazatını görme âlemidir.
980. Padişahım, kulun hain olsa o araz, yani hainliği, zincir ve
zindan olmakta.
Yerinde ve değerinde bir hizmette bulunsa, savaşta bir yararlık
gösterse o araz da bir hilat şeklinde temessül etmekte.
Bu arazla cevher, kuşla yumurtadır; bu ondan olmakta, o bundan
doğmakta.
Padişah, köleye Tut ki dediklerin doğru, hepsini
kabul ettim. Fakat arazlardan bir cevher doğmadı ki dedi.
Köle Bu iyi ve kötü dünyası, gayp âlemi haline gelsin,iyilik ve
fenalık apaçık bilinmesin diye akıl onları gizlemiştir.
985.
Çünkü fikrin şekil ve suretleri meydana çıksaydı kâfir ve mümin,yalnız
Tanrıyı zikreder, başka bir söz söyleyemezdi.
Eğer iyilik ve kötülükten meydana gelen suretler gizli olmayıp da
meydana bulunsaydı küfür ve iman,apaçık meydana çıkar,alında
yazılırdı.
O takdirde nasıl olurdu da bu âlemde put kalır, puta tapan
bulunurdu? Nasıl olur da kimsenin kimseyle alay etmeye mecali
kalırdı.?
O vakit bu dünyamız kıymet kesilirdi. Kıyamette kim suç
işleyebilir dedi.
Padişah Tanrı bütün mücazatı gizledi, gizledi ama avamdan
gizledi, kendi haslarından değil.
990. Ben
bir emîri tuzağa düşürmek dilersem emîrlerden gizlerim, fakat vezirden
gizlemem.
Hak bana işlerin mükâfat ve mücazaatını, amellerden yüz
binlercesinin büründüğü suretleri gösterdi.
Ben bilirim ama sen de bir nişane ver. Ay, bulutla örtülse de bana
gizli değildir dedi.
Köle, madem ki olanı ,biteni olduğu gibi biliyorsun; beni
söyletmeden kastın ne? deyince.
Padişah Dünyayı izhar etmekteki hikmet, Tanrının ilmindekileri
izhar etmektir.
995.
Bildiğini izhar etmedikçe âlemdeki zahmet ve meşakkatleri belirtmez.
Senden bir kötülük yahut iyilik meydana gelmeksizin
hattâ bir an bile duramazsın.
Bu amelleri izhar etme zarureti, sırrının açığa çıkması içindir.
Nasıl olur da ipliğin ucunu gönlün çekip durduğu halde iplik eğirme
âletine benzeyen tenin işlemez?
Tasalanman, dertlenmen; gönlünün o çekişine, isteğine âlamettir. O
işi yapmamak da sana açıkça can çekişmedir, ölümdür.
1000. Bu
âlem de daimî olarak doğurur, o âlem de. Her sebep anadır, eser
çocuğunu meydana getirir.
Eser doğdu mu ondan da şaşılacak sebepler doğması için sebep haline
gelir.
Bu sebepler, nesilden nesile yürür gider. Fakat görmek için
adamakıllı aydın bir göz lâzım dedi dedi.
Padişah, onunla konuşurken söz buraya gelince o köleden bir alâmet
gördü mü , görmedi mi? Bilmem.
Hakikati
arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de
umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin
yok.
1005.
Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı.
Sıhhatler olsun,daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif,
ne de güzelsin.
Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne
olurdu?
O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek,
cihana malik olmaya değerdi dedi.
Köle dedi ki: Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir
parçacık anlat!
1010.
Padişah Önce iki yüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir
deva, fakat hakikatte bir dertmişsindedi.
Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca
derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına
düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
Dedi ki : O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi
hayli pislik yemişti.
Çan gibi durmadan onun aleyhinde bulunmaya başlayınca padişah,
elini ağzına götürüp Kâfi dedi.
1015.
Bu sınamayla onu da anladım, seni de. Senin canın kokmuş, onun ağzı.
Ey kokuşuk canlı, uzak otur. O âmir olsun, sen onun memuru ol!
Ulular bunun için Dünyada insanın rahatı, dilini
korumasındadır dediler.
Riya ile tespih, külhanda biten yeşilliğe benzer mealinde bir
hadis vardır, bunu böyle bil ey ulu kişi!
Güzel ve iyi suret, bil ki kötü huyla beraber olunca bir kalp akça
bile değmez!
1020.
Bil ki zâhiri suret yok olur, fakat mâna âlemi ebedidir, kalır.
Testinin suretiyle ne vaktedek oynayıp duracaksın? Testinin
nakşından geç, ırmağa, suya yürü.
Suretini gördün ama mânadan gafilsin. Akıllıysan sedeften bir inci
seç, çıkar.
Âlemdeki bu sedefe benzeyen kalıpların hepsi can denizinden diriyse
de,
Her sedefte inci bulunmaz, gözünü aç da her birinin içine bak!
1025.
Onda ne var, bunda ne var? Onu anla. Çünkü o değerli inci nadir
bulunur.
Surete talip olursan (bu şuna benzer:) bir dağ,
görünüşte büyüklük bakımından lâlin yüzlerce mislidir.
Senin elin, ayağın,saçın, sakalın da gözünden yüzlerce defa daha
büyüktür.
Fakat iki gözün, bütün âzadan daha kıymetli olduğu meydandadır.
Gönlüne gelen bir tek düşünce yüzünden de yüzlerce cihan, bir anda
baş aşağı devrilir gider.
1030.
Padişahın cismi, surette birdir ama yüz binlerce asker, arkasından
koşar.
Fakat o
tertemiz padişahın şekli ve sureti de gizli bir fikre mahkûmdur.
Gör ki bu sayısız halk, bir tefekkür yüzünden yeryüzünde akıp giden
sel gibidir.
Halk, o düşünceyi küçük ve ehemmiyetsiz görür ama sel gibi cihanı
suya boğar ,alıp götürür.
Âlem de her hünerin
fikirle kaim olduğunu,
1035.
Evlerin, köşklerin, şehirlerin,dağların, sahraların, nehirlerin hep
onda meydana geldiğini,
Denizdeki balığın denizin vücuduyla yaşadığı gibi yerin de, denizin
de, güneşin de, göğün de fikirle diri bulunduğunu madem ki
görmektesin.
Neden kör gibisin, neden ahmaklık ediyorsun, neden sence ten
Süleyman gibi oluyor da fikir karınca gibi?
Gözüne dağ, büyük görünüyor da fikri fare gibi küçük, dağı kurt
gibi büyük sanıyorsun.
Âlem, gözünde pek korkunç, pek büyük görünmekte
Buluttan,
gökten,gök gürlemesinden ürküp korkuyor,tir, tir titriyorsun.
1040.
Halbuki ey eşekten aşağı kişi, fikir âleminden emin ve gafilsin, bir
taş gibi o, cihandan haberin yok!
Çünkü
suretten ibaretsin, akıldan nasibin yok. İnsan huylu değilsin, bir
eşek sıpasısın!
Bilgisizlikten gölgeyi adam görüyorsun da insan o yüzden sence bir
oyuncaktan ibaret, değersiz bir şey.
O fikir, o hayal örtüsüz bir surette kol kanat açıncaya kadar dur.
O zaman dağları yumuşak
pamuk gibi görürsün, bir de bakarsın ki bu soğuk, sıcak yeryüzü yok
oluvermiş!
1045. O zaman ezelî ve
ebedî hayata ve muhabbete sahip olan Tanrıdan başka ne göğü görürsün
ne yıldızı!
Bir misal, ister doğru olsun, ister yanlış
doğrulukları
aydınlatsın da.
O has köleye padişaha mensup adamların haset
etmeleri
Padişah, lütfüyle bir köleyi bütün adamların içinden seçmiş, onlardan
üstün etmişti.
Elbisesinin pahası, kırk emirin maaşına bedeldi. Onun kazandığı
kadir ve kıymetin onda birini, hattâ yüz vezir bile görmemişti.
Talihin yaverliği, bahtının müsait oluşu yüzünden yücelmiş, âdeta
bir Eyaz olmuştu. Padişah da sanki zamanın Mahmutuydu.
1050.
Ruhu padişahın ruhîyle birdi. Bu ten âleminden önce de o iki ruh,
birbirine eş olmuş, birbirine âşina olmuştu.
Zaten iş, tenden önce olan iştir. Sonradan meydana gelenlerden geç!
İş ârifindir. Çünkü ârif, şaşı değildir. Gözü, ilk ekilen şeyleri
görür.
Buğday mı ekildi, arpa mı? Gece, gündüz gözü ondadır.
Gece, neye gebeyse onu doğurur.
Bunu menetmek için yapılan hileler, başvurulan tedbirler havadan
ibaret!
1055.
Tanrının takdirini, kendi tedbirinden üstün gören kişi, nasıl olur da
kendi tedbirleriyle gönlünü avutabilir?
Aklına, tedbirine güvense tuzak içinde olduğu halde tuzak kurar,
fakat canına andolsun, ne bu kurtulur,ne o!
Yüzlerce çayır, çimen bitse de, dökülse de sonun da yine Tanrının
ektiği çıkar!
Ekilmiş ekinin üstüne ekin ekerler ama bu ikincisi
fânidir, ilki doğrudur,ilki yerindedir.
İlk ekin kemal bulur, seçilip toplanır. İkinci tohumsa bozulur,
çürüyüp gider.
1060.
Sevgilinin huzurunda tedbirini terk et; filvaki tedbiri de onun
tedbirinden, onun kaderinden doğmadır ya!
Hakkın yücelttiği iş,işe yarar. Nihayet biten, ilk ekilendir.
Madem ki sevgiliye esirsin, ey âşık ektiğini onun için ek!
Hırsız nefsin etrafında dolaşma, onun işine bulaşma. Bir iş,
Hakkın işi değil mi? Hiçtir hiç!
Kıyamet günü gelmeden, gece hırsızı, mal sahibinin yanında rüsvay
olmadan bu işten vazgeç.
1065.
Hilelerle, tedbirlerle çalınmış olan malın vebali adalet günü çalan
adamın boynunda kalır.
Yüz binlerce akıl, bir araya gelip onun tuzağına aykırı bir tuzak
kurmak isterler, kurarlar da.
Kurdukları tuzağı pek kuvvetli pek yerinde ve kâfi
bulurlar ama bir çöp parçası rüzgâra nasıl dayanabilir?
Eğer sen Şu halde varlığın ne faydası var? dersen senin bu
sualinde fayda var mı inatçı adam?
Sualinde fayda yoksa bu abes ve faydasız suali niye dinleyeyim?
1070.
Eğer bir çok faydaları varsa neden bu cihan faydasız olsun öyle ise?
Cihan, bir cihetten faydasız, başka bir cihetten
faydalarla dopdoludur.
Sana faydalı olan şey, bana faydasızsa.. mademki sence faydalı,
onun yapmaktan geri durma.
Yusufun güzelliği kardeşlerince abesti,lüzumsuzdu.. Fakat bütün
bir âleme faydalıydı.
Davutun sesi kadar güzeldi ama güzel sesten anlamayanlar dinlemek
istemezlerdi.
1075. Nil nehrinin
suyu, Âbıhayattan daha hoştu, daha feyizliydi. Fakat nasipsiz ve
münkir olanlara kandı.
Şehitlik, mümin için hayattır, münafık için ölüm ve çürüme!
Âlemde bir sürü halkın mahrum olmadığı bir nimet var mı? Söyle.
Şekerden öküze, eşeğe ne fayda var? Her canın başka bir gıdası
vardır.
Fakat o gıda, gıdalanan kişiye arızî ise ona nasihat etmek de onu
doğru yola getirmek demektir.
1080. Birisi
hastalık dolayısıyla toprak yemeyi sevse toprağı,kendisine gıda sanır
ama,
Asıl gıdasını unutmuş, hastalık yüzünden alıştığı gıdaya yüz
tutmuştur.
Şerbeti bırakmıştır da zehir yemektedir. Hastalık yüzünden alıştığı
gıda kendisine tatlı gelmiştir.
İnsanın asli gıdası Tanrı nurudur; ona hayvan gıdası lâyık değil!
Fakat gönül, hastalık
yüzünden bu gıdaya düşmüştür; gece gündüz bu suyu içmekte, bu toprağı
yemektedir.
1085. Bu
gıdayı yiyen kişinin yüzü sapsarıdır. Ayağı tutmaz kalbi helacana
uğrar. Nerede yol, yol olan göklerin gıdası nerede bu?
O, gıda devletin has kullarına mahsustur. O, boğazsız âletsiz
yenir.
Güneşin gıdası, Arş nurundandır, hasetçinin, Şeytanın gıdası ferş
dumanından!
Tanrı, şehitler için Onlar rızıklanırlar buyurdu. O,
gıda için ne ağız vardır, ne tabak!
Gönül, her dosttan bir gıda ile gıdalanır, her bilgiden bir lezzet
alır.
1090.
Her insanın sureti,bir kâseye benzer.Göz de suretinin mânasına ait bir
duygu âletidir.
Herkesin yüzünden bir şey yemekte, her buluştuğundan bir şey
almaktasın.
Yıldız, yıldızla kırân etti mi mutlaka her ikisine uygun bir şey
doğar.
Erkekle kadının buluşmasından çocuk doğduğu gibi,taşla demirin
birleşmesinden de kıvılcım meydana gelir.
Toprağın,
yağmurla kırânı, meyveleri, yeşillikleri, çiçekleri bitirir.
1095.
İnsan, yeşilliğe baksa gönlü hoşlanır,gamı gider, neşelenir.
Canımız neşelenirse bizden iyilikler, ihsanlar doğar.
Güzelce, dilediğimiz gibi gezdik, eğlendik mi karnımız acıkır,
iştahımız artar.
Rengin kızarması karanlıktandır.Kan da hoş ve gül renkli
güneştendir.
Renklerin en güzeli kırmızı renktir. O renk de güneştendir,
güneşten meydana gelir.
1100.
Zuhale karîn olan her yer çoraklaşır, oraya ekin ekilemez.
Bir şeyin bir şeyle birleşmesi,kuvvetin halindeki fiili meydana
çıkarır; Şeytanın münafıkla birleşmesi gibi.
Bu
mânalara, dokuzuncu kat gökten yüce derecesiz dereceler, mekânsız
yücelikler vardır.
Halkın makamı, derecesi ariyettir. Fakat Emir Âlemi olan Melekût
diyarının makam ve derecesi aslidir.
Halbuki halk, makam ve derece için aşağılıklara katlanır,bayağı
hallere düşer, yücelik ümidiyle horluktan lezzet alır,hoşlanır!
1105.
On günlük yücelik için zilleti çekerler, gam ve gussa
ile boyunlarını iğ gibi ipince bir hale korlar.
Nasıl oluyor da benim bulunduğum yere, bu yücelikten aydın güneş
olduğum mekâna gelmiyorlar?
Güneşin doğduğu yer, kapkara bir burçtur. Bizim güneşimizse doğu
yerlerinden dışarıdır!
Onun doğduğu yer, zerrelerine nispetle doğu yeridir. Halbuki zatı
ne doğar, ne dolunur!
Onun arta kalan zerreleri olan bizler de iki cihanda gölgesiz bir
güneşiz.
1110. Ne
şaşılacak şey! Böyle olduğu halde yine Şemsin etrafında dönüp
dolaşmaktayım. Buna sebep de yine Şemsin ışığı, aydınlığı!
Şems, hem sebepleri, vesileleri meydana getirmede, hem de sebepler,
vesileler ona erişememekte!
Yüz binlerce defa ümidimi kestim. Kimden mi? Şemsten.
Buna inanır mısınız?
Ben güneşten ümidimi keseyim, balık suya sabretsin! Bu sözüme
inanma sakın!
Ümitsizliğe düşersem ümitsizliğimde güneşin işidir, onun
tecellisidir ey Hasan!
1115.
Sanat, nasıl olur da sanatkârdan ayrılır? Hiç var olan,varlıktan başka
bir yerde otlar mı?
Bütün varlıklar bu bahçede yayılır
İster Burak olsun, ister Arap
atları, ister eşek!
Fakat bu hareketlerin bu denizden olduğunu görmeyen, her an yeni
bir mihraba yüz çevirir.
O, tatlı denizden acı su içe, içe nihayet o acı su, gözünü kör
etmiştir.
Deniz Ey kör, benden sağ elinle su iç de gözün açılsın der.
1120.
Burada sağ el, hüsnü zandır. Çünkü iyinin, kötünün nereden geldiğini
hüsnü zan bilir.
Ey mızrak, seni bir döndüren var. O yüzden bazen dümdüz
dikilmekte, bazen iki kat olmuş gibi eğilmektesin.
Şemsettinin aşkıyla tırnağımız yok ki. Yoksa bu körün güzünü
açardık!
Ey Hak ziyası Hüsâmettin; sen hasetçinin gözünün körlüğüne rağmen
hemen yürü, onun illetini tedavi et!
Senin ilâcın çabucak tesir eden ululuk tutyası, eseri mutlaka
görülen karanlıklar dağıtıcı bir ilâçtır.
1125. O
ilâç, bir körün gözüne konsa yüzyıllık zulmeti derhal giderir.
Hasetçiden başka bütün körleri tedavi et! Fakat seni inkâr eden
hasetçiyi tedavi etmek.
Hattâ, sana haset eden ben bile olsam, bırak, can çekişip durayım,
sakın can bağışlama.
Güneşe haset eden, güneşin varlığından incinen kişi yok mu?
Ah, işte sana devası olmayan illet. O adam kördür, kör! İşte sana
ebediyen kuyunun ta dibine düşmüş kalmış bir kişi!
1130. O
ezeli güneşi yok etmek ister, fakat söyle, bu muradı nasıl olur da
yerine gelir, imkan var mı?
Doğanın viranede baykuşlar içine düşmesi
Doğan diye, dönüp tekrar padişaha gelen doğana derler.
Yolunu kaybeden kör doğandır.
Bir doğan,
yolunu kaybetti, bir viraneye düştü, Baykuşların arasıda kaldı.
O rıza nurundandı,
baştanbaşa nurdu; fakat kaza ve kader çavuşu, gözünü kör etti;
Gözüne toprak saçtı, onu
yoldan sapıttı, viranede baykuşlar arasına uğrattı.
1135.
Padişahtan ayrı düşmesi şöyle dursun, baykuşlar, başına vurmağa,
güzelim kanatlarını yolmaya başladılar.
Baykuşlar
arasına Kendinize gelin; doğan yerinizi, yurdunuzu almaya geldi diye
bir velveledir düştü.
Mahalle köpekleri gibi
hepsi de kızgın, korkunç bir halde garip doğanın başına üşüşüp
hırkasını çekiştirmeye başladılar.
Doğan, Ben baykuşlara
lâyık mıyım? Baykuşlara bunun gibi yüzlerce virane bağışladım.
Ben burada kalmak istemem,
padişaha dönmek isterim.
1140.
Tasalanıp kendinize kıymayın. Ben burada durmam vatanıma giderim.
Bu harabe,
sizin gözünüze hoş bir yer görünüyor, bana değil. Benim naz ettiğim
yer, padişahın koludur diyordu.
Baykuş ise Doğan sizi
evinizden, barkınızdan etmek için hileye sapıyor.
Hile ile bizi yurdumuzdan
ayırmak, yuvamızdan etmek niyetinde.
Bu hileci tokluk
gösteriyor ama Tanrı hakkı için bütün harislerden beterdir.
1145.
Hırsından balçığı pekmez gibi yer. Ayıya kuyruğunuzu kaptırmayın.
Bizim gibi
saf kişileri yoldan çıkarmak için padişahtan, padişahın elinden dem
vurmakta.
Bir kuşcağız, hiç
padişahla düşüp kalkar mı? Bir parçacık aklınız varsa dinlemeyin bu
sözü,
O, padişahın cinsinden mi,
vezirin cinsinden mi? Hiç sarımsakla badem helvası yenir mi?
Padişah, adamlarıyla beni
arıyor demesi de hilesinden, fendinden.
1150.
Bu, kabul edilmeyecek bir malihulya. Bu, olmayacak bir lâf, ahmak
aldatmak için kurulmuş bir tuzak!
Kim buna
inanırsa ahmaklığından inanır . Zayıf bir kuşcağızın padişahla ne
münasebeti olabilir?
En aşağı bir baykuş , onun
beynine vursa ona padişahtan yardımcı gelecek ha! Hani, nerede?
demekteydi.
Doğan dedi ki: Benim bir
tüyüm bile kopsa padişah, baykuş yuvasının kökünü kazır.
Baykuş kim oluyor ki? Bir
doğan bile beni incitir, gönlümü kırar, bana cefa ederse,
1155.
Padişah; her yokuşta her inişte doğan başlarından harmanlar yapar,
tepeler yüceltir.
Benim
bekçim, onun inayetleridir. Nereye varırsam padişah arkamdadır.
Hayalim, padişahın
gönlündedir. O, bensiz duramaz.
Padişah beni uçurunca onun
ziyası gibi gönül yücelerinde uçarım.
Ay gibi güneş gibi uçup
gök perdelerini aşarım.
1160.
Akılların aydınlığı, benim fikrimden; göklerin halk edilmesi, benim
yüzümdendir.
Öyle bir
doğanım ki Hüma bile bana hayran olur. Baykuş kim oluyor ki sırımı
bilsin.
Padişah, benim kurtulmam
için zindanı açtı, Yüz binlerce mahpusu azadetti.
Bir zamancağız beni
baykuşlara hemdem etti de benim yüzümden baykuşları doğanlaştırdı.
Ne mutlu o doğana ki
uçuşuma uyar; talihi yâr olur da sırrımı anlar.
1165.
Bana yapışın da doğan olun, baykuşsanız bile doğanlaşın!
Böyle bir
padişaha sevgili olan nereye düşerse, düşsün, nasıl olur da garip
olur.?
Padişah kimin derdine
derman olursa o, ney gibi feryat eder, sessiz sedasız kalmaz.
Ben mülk sahibiyim,
başkasının sofrasına oturup yemeğini yemiyorum. Padişah, uzaktan benim
davulumu çalmakta,nöbetimi vurmakta.
Benim davulumu döğen
İrciî sesidir. Benimle dâvaya girişenlerin rağmine şahidim,
Tanrıdır.
1170.
Padişahın cinsinden değilim, hâşa
bunu iddia etmiyorum. Fakat onun
tecellisiyle, onun nuruna sahibim.
Cins oluş,
sade şekil ve zat bakımından değildir. Su, nebatta toprağın cinsinden
sayılır.
Rüzgâr, ateşi yaktığı,
yanmasına yardım ettiği için rüzgârın cinsi demektir. Nihayet
şarap,tabiata neşe verdiğinden onun cinsidir.
Cinsimiz, padişah
cinsinden olmadığı için varlığımız onun varlığına büründü, yok oldu.
Varlığımız kalmayınca da
tek olarak onun varlığı kaldı. Ben onun atının ayağı önünde toz
gibiyim, toz gibi!
1175.
Can da, canın nişaneleri de toprak oldu. Toprakta onun ayak izi var.
Bu izi
bulmak için ayağı altında toprak ol ki başı dik kişilerin tacı olasın.
Sizi şeklimin aldatmaması
için sözümü dinlemeden şarabımı için, mezemi yiyin.
Nice kişiler var ki suret,
onların yolarını kesti. Surette kastettiler, Allaha çattılar.
Bu can da, bedenle
birleşmiştir ya. Fakat hiç can bedene benzer mi?
1180.
Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli.
Neşe
ciğerin kızılındandır, gam karasında; akıl bir mum gibi beynim içinde.
Bu alâkadar keyfiyetsiz
bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede âcizdir.
Külli can, cüzi cana
alâkalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu.
Meryem nasıl gönüller alan
Mesihe gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe
kaldı.
1185.
Fakat o Mesih, kuru ve yaş üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih
değildir. O Mesihin şanı seyahatten yücedir.
Can, canlar
canından gebe kaldı ya. İşte cihan, böyle candan gebe kalır.
Cihan da başka bir cihan
doğurur. Bu mahşer de başka bir mahşer gösterir.
Kıyamete kadar söylesem,
saysam bu kıyameti anlatamam.
Bu, sözler, mâna
bakımından Yarab nidasına benzer. Harfler, bir tatlı dudaklının
nefesini avlamağa tuzaktır.
1190.
Kulun Yarab sözüne Tanrının Lebbeyk cevabı geldikten sonra, nasıl
olur da Yarab demekte kusur eder?
Fakat bu
lebbeyk öyle bir Lebbeyk tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya
kadar bütün vücudunla tadabilirsin.
Susuz
birisinin duvarın üstünden ırmağa taş,topaç atması
Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın
üstünde dertli bir susuz duruyordu.
Suya erişmesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık
gibi çırpınmaktaydı.
Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi
kulağına geldi.
1195. O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses,
adamı şarap gibi sarhoş etmişti.
O minhetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan
kerpiç kopararak suya atmaya başladı.
Su sanki Ey adam, bana taş atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?
diye bağırmaktaydı.
Susuz dedi ki. Ey su, iki fayda var. Onun için ben bu işten el
çekmem.
Birinci fayda şu: Su sesini duymak, susuzlara rebap dinlemek gibi.
1200. Su sesi İsrafilin sesine benziyor. Ölü bile bu
sesten hayat bulmada.
Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor.
Bu ses yüzünden bağlar, bahçeler, ne kadar güzelleşiyor, çiçeklerle
dolar.
Yahut yoksula zekât zamanını geldiği söylenmiş, mahpusa kurtuluş
müjdesi verilmiş gibi.
Muhammete Yemenden gelen ve ağızsız söylenen Rahman nefesine.
Yahut âsilere şefaate gelen Ahmedin,
1205. Yahut da zayıf Yakubun canına erişen güzel ve
lâtif Yusufun kokusuna benziyor.
Öbür faydası da duvardan koparıp tertemiz suya attığım her taş, her
kerpiç parçası,
Yüksek duvarı biraz daha alçaltıyor, her defasında duvar biraz daha
inmiş oluyor.
Duvarın alçalması, suya yaklaşmama sebep olmakta.Duvarın ortadan
kalkması vuslata çare bulmakta.
Duvardaki o taşları, kerpiçleri koparmak Secde et de yaklaş
âyetindeki yakınlığı mucip olan secdedir.
1210. Duvarın boynu yüksekken bu baş indirmeğe mânidir.
Bu toprak bedenden kurtulmadıkça Âbıhayata secde edemem.
Duvar üstündekilerden en fazla susuz kimse; taşı, topacı en çabuk
koparıp atan da odur.
Suyun sesine en fazla âşık olan duvardan en büyük taşı koparıp
atar.
O adam, suyun sesinden, âdeta boğazına kadar şaraba batmışçasına
neşelenir.
Yabancı kişi ise kerpicin suya düşünce bluk diye çıkardığı sesten
başka bir şey duymaz.
1215. Ne mutlu o kişiye ki gençlik çağını ganimet bilir
de borcunu öder.
Kudretli olduğu günlerde sıhhatli, güçlü, kuvvetli bulunduğu
zamanlarda bu işi başarır.
Çünkü gençlik çağı, yemyeşil,terütaze bir bahçe gibi esirgemeksizin
meyveleri yetiştirir.
Genç adamın kuvvet ve şehvet çeşmeleri akıp durur. Bedenin zeminini
onlarla yeşertir.
Gençlik; mamur, tavanı adamakıllı yüksek, dört duvarı sapasağlam
bir eve benzer.
1220. Ne mutlu o kişiye ki ihtiyarlık günleri gelip
çatmadan, boynunu liften yapılmış iple bağlamadan
Toprak çoraklaşıp akmadan, kaymadan işini başarmıştır. Çünkü çorak
yerden güzel nebatat asla yetişmez.
İhtiyarın gücü, kuvveti kesilir, şehvet suyu akmaz olur.
Kendisinden de faydalanmaz, başkalarına da faydası dokunmaz.
Kaşları eyer kuskunu gibi aşağı düşer, gözü yaşarır, görmez olur.
Yüzü buruşur, kertenkele sırtına döner. Söz söyleyemez, tat alamaz
olur, dişleri bir şey kesmez bir hale gelir.
1225. Gün geçip gitmiş, akşam çağı gelip çatmış,leş gibi beden
topallamakta, yolsa uzun.. İş görülecek yer yıkık iş işten geçmiş..
Kötü huyların kökleri kuvvetlenmiş, onu kökünden söküp çıkarma
kuvveti de azalmış!
Valinin,yola diken ekene Yola diktiğin dikenleri
sök diye emir vermesi
Bu iş, o tatlı sözlü, fakat kötü huylu adamın yol
üstüne diken dikmesine benzer.
Yoldan geçenler ona darılmaya başladılar, bu dikenleri sök diye bir
hayli söylediler, fakat fayda etmedi.
Her an o dikenler çoğalmakta, halkın ayağı dikenler yüzünden
kanamaktaydı.
1230. Halkın elbisesi dikenlerden yırtılmakta,
yoksulların ayakları paramparça olmaktaydı.
Vali, ona Mutlaka bunları sök dedikçe. Evet, bir gün sökerim
diyordu.
Bir müddet Yarın, yarın diye vâde verip durdu. Bu müddet için de
diktiği dikenler kökleşti, kuvvetlendi.
Vali, bir gün Ey vadin de durmayan, beri gel, emrettiğimiz işi
sürüncemede bırakma dedi.
Adam dedi ki: Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa
yarın!Vali Hayır,acele davran, işi savsaklama.
1235. Sen bu işi yarın görürüm diyorsun ama şunu bil ki
gün geçtikçe,
O dikenler daha ziyade yeşeriyor, dikeni sökecek de ihtiyarlayıp
âciz bir hale geliyor.
Diken kuvvetlenmekte, büyümekte, diken sökecekse ihtiyarlamakta,
kuvvetten düşmekte.
Diken her gün, her an yeşerip tazelenmekte.Diken her gün perişan
bir hale gelmekte, kuruyup kalmakta!
O daha ziyade gençleşiyor, sen daha fazla ihtiyarlıyorsun. Çabuk
ol, zamanını geçirme dedi.
1240. Her kötü huyunu bir diken bil; dikenler kaç
keredir senin ayağını zedelemekte.
Nice defalardır kötü huyunu bir diken bil; Dikenler kaç keredir
senin ayağını zedelemekte.
Nice defalardır kötü huydan perişan bir hale düştün. Fakat duygun
yok ki. Pek duygusuzlaştın.
Çirkin huyundan başkalarını ,zarara soktuğundan başkalarına
mazarrat verdiğinden,
Gafilsen hiç olmazsa kendi yaraladığını bilirsin ya. Sen hem
kendine azapsın, hem başkalarına!
Ya baltayı al, ercesine vur, Ali gibi bu Hayber kapısını kopar.
1245. Yahut bu dikeni gül fidanına ulaştır, sevgilinin
nurunu nâra kavuştur?
Da onun nuru senin ateşini söndürsün; vuslatı, dikenini gül bahçesi
haline getirsin.
Sen cehenneme benziyorsun, o ise mümindir. Mümine ateşi söndürmek
imkânı var .
Mustafa, cehennemin sözünü naklederek buyurdu ki: Cehennem,
korkusundan mümine yalvararak,
Padişahım, çabuk geç, Nurun, ateşimi söndürecek der.
1250. Şu halde ateşi helâk eden, müminin nurudur. Çünkü
bir şeyi zıddından başka bir şeyle gidermek imkânsızdır.
Adalet gününde ateş, nurun zıddıdır, zira, ateş kahırdan meydana
gelmedir, nur, ihsan ve fazıldan.
Ateşin şerrini defetmek istiyorsan ateşin gönlüne rahmet suyunu
saç!
O rahmet suyunun kaynağı mümindir.Âbıhayat , ihsan sahibinin pâk
ruhudur.
Nefsin ondan kaçmakta. Çünkü sen ateştensin, o su, ırmak suyu.
1255. Ateş, sudan söndüğündendir ki sudan kaçmaktadır.
Senin duygun, fikrin hep ateşten. Şeyhin duygusu ve fikri ise o
güzel nur.
Onun nur suyu ateşe damladı mı ateşten cız ,cız sesi çıkmaya
başlar.
O cızladıkça sen ona Öl, bit de ki, bu nefis cehennemin sönsün.
Sönsün ki senin gül bahçeni yakmasın; senin adalet ve ihsanını
söndürmesin.
1260. O söndükten sonra ne dikersen biter
Lâleler , ak
güller, marsamalar çıkar.
Yine doğru yoldan alabildiğine gidiyoruz. Hocam, dön geri, yolumuz
nerede?
Şunu anlatıyorduk: Hasetçi adam, senin eşeğin topal, konak yeri de
adamakıllı uzak.
Yıl geçti, ekin vakti değil. Yüz karalığından, kötü işten başka da
mahsul yok.
Ten ağacına kurt düştü. Onu söküp ateşe atmak lâzım.
1265. Yolcu, kendine gel, kendine
vakit geçti, ömür
güneşi kuyuya doğruldu.
Bu iki günceğizinde olsun, kuvvetin varken kocalığını Hak yoluna
sarf et.
Elinde kalan şu kadarcık tohumu olsun ek de bu iki anlık müddetten
uzun bir ömür bitsin.
Bu aydın çırağ sönmeden kendine gel de hemen fitilini düzelt,
yağını tazele.
Yarın yaparım deme. Nice yarınlar geçti.Ekin zamanı tamamıyla
geçmesin ,agâh ol!
1270. Nasihatimi dinle: Ten , kuvvetli bir bağdır.
Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun!
Dudağını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesliğini bırak,
cömertliği ele al.
Cömertlik, şehvetleri, lezzetleri terk etmedir. Şehvet yüzünden
düşen kalkmamıştır.
Bu cömertlik, cennet selvisinin bir dalıdır. Yazıklar olsun böyle
bir dalı elinden bırakana.
Bu heva ve hevesi bırakma, sapasağlam bir iptir.Bu dal, canı göğe
çeker.
1275. Ey güzel yollu, cömertlik dalı seni yukarı çeke,
çeke aslına eriştirdi mi,
Güzellik Yusufun, bu âlem kuyu gibidir. Bu ip de Tanrı emrine
sabretmedir.
Ey Yusuf, ip sarktı, iki elinle yapış. İpten gafil olma, vakit
geçiyor.
Tanrıya hamdolsun ki bu ipi sarkıttılar, fazıl ve rahmeti birbirine
kattılar.
Bu ipe yapış da yeni bir can âlemi apaşikar, fakat görünmez bir
âlem göresin.
1280. Hakikatte yok olan şu cihan var gibi görünmekte,
hakikatte var olan cihan da adamakıllı gizlenmede.
Rüzgâr esti mi toz toprak görünür, uçup savrulur, rüzgâr görünmez.
Toz toprak kendisini gösterir, rüzgâra perde olur.
Zâhiren iş işleyen, hakikatte işsizdir, deriden ibarettir. Gizli
olan içtir; asıl odur.
Toprak, rüzgârın elinde bir alete benzer. Asıl toprağı yüce ve
tabiatı yüksek bil.
Toprağa mensup gözün bakışı da toprağa düşer. Rüzgârı gören göz
başka bir çeşittir.
1285. Atı at bilir; at, atın eşitidir.Binicinin
ahvalini de binici bilir.
Duygu gözü attır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten işe
yaramaz ki.
Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu
kabul etmez.
Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü
olmadıkça at, bir şey göremez.
Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları
buralardan başka nereye çağırsan gelmem, niye geleyim derler.
1290. Tanrı nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra
can, Tanrıya rağbet etmiştir.
Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek
için padişah lâzım.
Nuru, binici olan duyguya doğrul. O onur, duyguya ne güzel bir
sahiptir.
His nurunu bezeyen, Tanrı nurudur. Bu suretle Nur üstüne nur
âyetinin mânası zuhur eder.
His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür.
1295. Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık
bir âlemdir. Tanrı nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi.
Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden,
güzel sözlerinden başka bir şey görünmez.
Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber
gözlerin karasında gizlidir.
Öfkenden sen duygu nurunu bile görmüyorsun, dine mensup nuru nasıl
görürsün?
Duygu nuru, bu kadar kesafetiyle beraber gizli olursa ap-arı olan
bir ışık nasıl olur da gizli olmaz?
1300. Bu cihan, gayp rüzgârının elinde bir saman çöpüne
benzer,tamamıyla âcizdir. Gayp âleminin dileği,
Onu gâh yüceltir, gâh alçaltır. Gâh doğrultur, gâh kırar.
Gâh sağa götürür, gâh sola
gâh gül bahçesi haline kor, gâh diken
haline.
El gizlidir, yazı yazan kalemi gör. At oynayıp seğirtmekte, binici
meydanda değil.
Fırlayıp giden oka bak, yay gizli. Canlar meydanda da canların canı
görünmüyor.
1305. Oku kırma. O padişah okudur. Yaydan çıkan ok
değildir, her şeyi bilenin şastından atılmıştır.
Hak, Mâ remeyte iz remeyte dedi. Tanrının işi, bütün işlere
örnektir, misaldir.
Kendi kızgınlığını kır, oku kırma. Senin kızgın gözün sana sütü kan
gösterir.
O kanlara bulanmış, senin kanınla ıslanmış oku alıp öp de padişaha
götür.
Meydanda olan âcizdir, bağlanmıştır, zebundur. Görünmeyense pek
kuvvetli ve galip.
1310. Biz avlardan ibaretiz, kimin böyle bir tuzağı
var? Çevgânın önünde toplardan başka bir şey değiliz, çevgânı idare
eden nerde?
Yırtıyor, dikiyor, nerde bu terzi? Üflüyor, yakıyor, nerde bu ateşi
yakan?
Bir an içinde sıddıkı kâfir eder, bir an içinde zındıkı zâhit.
Onun içindir ki ihlâs sahibi, varlığından tamamıyla halâs olmadıkça
tuzağa düşmek tehlikesindedir.
Çünkü yoldadır, yol kesicilerse sayısız.Ancak Tanrı amanında olan
kurtulur.
1315. Aynası tamamıyla arınmayan, henüz ihlâs
sahibidir. Kuş tutmayan henüz avla meşguldür.
Fakat ihlâs sahibini Tanrı ihlâs makamına ulaştırırsa ihlâs sahibi
kurtulur, emniyet makamına varır.
Hiçbir ayna yoktur ki ayna olduktan sonra tekrar demir haline
gelsin. Hiçbir ekmek yoktur ki tekrar harmandaki buğday şekline
dönsün.
Hiçbir üzüm tekrar dönüp koruk olmaz. Hiçbir olmuş meyve tekrar
turfanda haline gelmez.
Piş, ol da bozulmadan kurtul. Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol.
1320. Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhan olursun.
Kul yok oldu mu sultan kesilirsin.
Bunu apaçık görmek istersen Salâhaddin gösterdi, gözleri görür bir
hale getirdi, açtı.
Tanrı nuruna sahip olan her göz, fakrı onun gözünden dersler verir.
Şeyh, Tanrı gibi aletsiz işler görür. Müritlere sözsüz dersler
verir.
Gönül, onun elinde mum gibi yumuşaktır. Mührü, gönle gâh ayıp, gâh
şeref damgasını basar.
1325. Mumundaki mühür,bir yüzüğe âlamettir, onu
hatırlatır, ya asıl o yüzük de ki nakış kimin âlametidir, kimi
hatırlatmaktadır?
O nakış, efkârının her halkası, öbürüne geçmiş, bu suretle
birbirine zincirlenmiş olan o Zergerin fikrini anlatır.
Gönül dağlarındaki bu ses kimin? Bu dağ, gâh sesle dopdolu, gâh
bomboş ve sessiz.
Ev sahibi, nerde olursa olsun hâkim ve üstatdır,yaptığı iş yerli
yerindedir. Bu gönül dağı, onun sesinden hâli kalmasın!
Dağ vardır, sesi iki misli aksettirir
Dağ vardır, yüz misli.
1330. Dağ; o sesten ,o sözden yüz binlerce halis ve sâf
kaynaklar sızdırır.
Fakat dağdan o lütûf kesildi mi sular, kaynaklarında kan kesilir.
O kadehi kutlu padişahlar padişahı yüzünden Tûr dağı lâl haline
geldi.
Dağın cüzileri canlandı, akıllandı. Ey halk biz bir taştan da aşağı
mıyız ki ?
Ne candan bir çeşme coşmakta, ne beden yeşiller giymiş ruhanilere
katılmakta
1335. Onda ne bir iştiyak sahibinin sesi var, ne
sâkinin bir yudum şarabının neşesi!
Nerde hamiyet ki böyle bir dağı; keserle, çapayla, neyle olursa
kökünden yıksın.Belki cüzilerine bir ay parıltısı vurur, belki ay
ışığı, ona yol bulur!
Kıyamette dağlar yerlerinden sökülecek
Senin bir davranman da ne
vakit böyle bir keremde bulunacak?
Bu kıyamet, o kıyametten nasıl olur da aşağı sayılır? O kıyamet
yaradır, bu, merheme benzer.
1340. Bu merhemi gören yaradan kurtulmuştur. Bu
güzelliği gören kötü kişi bile ihsan sahibidir.
Ne mutlu o çirkine ki güzele eş, arkadaş oldu; vah eşi kış olan gül
yüzlüye!
Ölmüş eşek cana eş olunca dirilir, canın ta kendisi olur.
Kara odun ateşe eş olur, karalığa gider, baştan başa nur kesilir.
Ölmüş eşek tuzluya düşünce eşekliği, murdarlığı bir tarafta kalır.
1345. Tanrı gününün rengi Tanrı boyasıdır. Onda her şey
bir renge boyanır.
Birisi küpe düşse de sen, ona kalk desen neşesinden Beni kınama.
Küp benim der.
O Ben küpüm demek Ben, Hakkım demektir. Demir demirdir ama
ateş rengine girmiş, o renge boyanmıştır.
Demirin rengi, ateşin renginde mahvolmuştur. Sükût eder gibi
görünmekle beraber ateş olduğundan da dem vurmaktadır.
Madendeki altın gibi kızarınca sözü; ağızsız, dudaksız Ben
ateşim sözüdür.
1350. Ateşin rengiyle, ateşin tabiatıyla ululanmıştır
da der ki: Ben ateşim ,ben ateş!
Sen şüpheye düşsen de ben ateşim, istersen bir tecrübe et, elini
sür.
Ben ateşim, eğer şüphe ediyorsan bir an olsun yüzünü bana koy !
Âdemoğlu, Tanrıdan nurlanırsa seçilir de meleklerin mescudu olur.
Canı melek gibi azgınlıktan ve şüpheden kurtulan kişi de âlemde
secde eder.
1355. Ateş nedir, demir nedir? Dudağını yum. Bu
benzetişte bulunanla alay etme.
Ayağını denize pek basma, denizden çok bahsetme
dudağını ısırarak susup kıyısında dur!
Benim gibi yüzlercesi bile denize tahammül edemezler. Fakat yine de
denizde boğulmaktan korkmuyor, ona dalmadan duramıyorum.
Canım da denize feda olsun, aklım da. Canın da kan diyetini bu
deniz vermekte, aklın da.
Ayağım oldukça denizde yürürüm, ayağım kalmazsa yine su kuşları
gibi denize dalarım.
1360. Huzur da bulunan bîedep kişi huzurda bulunmayan
kişiden daha hoştur. Halka da eğridir ama nihayet kapıda değil mi?
Ey teni bulaşmış, pisleşmiş kişi, havuz kenarında dön dolaş. İnsan,
havuzun dışındayken nasıl temizlenir?
Havuzdan uzak düşen kişi nasıl temiz olur? O adam bâtın
temizliğinden bile uzak düşmüştür.
Bu havuzun temizliğinin haddi yoktur. Cisimlerin temizliği ise pek
az bir miktarda olabilir.
Çünkü gönül havuzdur ama gizli. Bu havuzun, denize gizli bir yolu
var.
1365. Senin muayyen miktardaki temizliğin yardım ister.
Yoksa sayılı şey harcandıkça azalır.
Su, pis adama Bana koş der. Pis adamsa Sudan utanıyorum der.
Su der ki: Bu utanma, bensiz nasıl zail olur, bu pislik, bensiz
nasıl temizlenir?
Bulaşık ve pis adam; sudan utanır, gizlenirse bu utanma, Hayâ,
imana mânidir sözünün tahakkukuna sebep olur.
Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda
arındı.
1370. Oğul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten
havuzundan sakın!
Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında
bir berzah var, birbirlerine karışmazlar.
İster doğru ol, ister eğri. O gönül havuzuna doğru gel, geri kalma.
Padişahların huzurunda can tehlikesi var ama himmetleri yüce
kişiler can korkusu yüzünden padişahtan çekinmezler.
Padişah, şekerden daha tatlı olunca canın tatlılığına gitmesi de
daha hoş, daha doğru.
1375. Ey beni kınayan, sen sağ esen ol. Ey selâmet
arayan, sen beni bırak!
Benim canım ocaktır, ateşten hoşlanır, ocağa ateş yurdu olmak
yeter.
Bana ocak gibi aşka yanmak düştü. Bundan kör olansa zaten ocak
değildir.
Azıksızlık azığı sana azık olursa baki olan canı buldun,ölümden
kurtuldun demektir.
Gamdan neşe artmaya başladı mı can bahçen güllerle, süsenlerle
dolar.
1380. Başkasının korktuğu şeyler, sana emniyet verir.
Su kuşu, denizden kuvvet bulur, ev kuşuysa perişan olur.
Ey tabip, ben; yine divane oldum.. Sevgili, ben yine kara sevdalara
uğradım.
Zincirinin halkalarından her halkanın başka, başka fenleri var. Her
halka, başka bir delilik vermede.
Her halkanın eseri, başka, başka fenler. Onun için her an başka
deliliklerim var.
Darbı meseldir, delilikler; fen, fen , çeşit çeşittir. Hele böyle
ulu bir beyin zincirine bağlanmış kişide olursa!
1385. Bağımı, öyle bir divanelik kopardı ki bütün
divaneler bana nasihat verirler!
Zünnunun hatırını sormak üzere dostlarının tımarhaneye gelmeleri
Bu çeşit delilik, Zünnunu, Mısrinin de başına
geldi. Onda yeni ,yeni coşkunluklar, cezbeler meydana gelmekteydi.
Coşkunluğu âdeta göğün üstüne erişecek bir dereceyi buluyor,
ciğerler acısı bir hale geliyordu.
Kendine gel ey çorak toprak, kendi coşkunluğunu bu işe sahip olan
temiz kişilerin coşkunluğu ile bir tutma!
Halk onun deliliğine tahammül edemez bir hale geldi.Ateşi, âdeta
halkın sakalını tutuşturmaktaydı.
1390. Avamın sakalına ateş düşünce onu körlüklerinden,
inatlarından tutup bağladılar.
Halk, bu yolda umumiyetle dara düşse de yine yuları geri çekmeye
imkân yoktur.
Bu padişahların hepsi, halktan can korkusuna düştüler. Çünkü bu
güruh kördür, padişahların da nişanı yok!
Hüküm külhaniler eline geçince nihayet Zünnun zindana düştü.
Bir tek ulu padişah, tek başına atına binmiş, gitmekte.. ardına
düşen, ona uyan yok. Böyle bir eşi bulunmaz inci, çocukların eline
düşmüş.. kadrini bilen anlayan yok.
1395. İnci de nedir ki? Bir katrada gizlenmiş bir
deniz.. bir zerreye sığmış güneş!
Öyle bir güneş ki kendisini zerre gösterdi de yavaş, yavaş yüzünü
açtı.
Bütün zerreler,onda yok oldu. Âlem, onun yüzünden sarhoş oldu, onun
yüzünden kendisine geldi.
Fakat kalem, bir gaddarın elinde oldu mu şüphe yok, Mansur, dâra
çekilir.
Bu hüküm, bu hükümet, kötü kişilerin elinde oldukça elbette
peygamberleri öldürmek lâzım.
1400. Yol azıtmış
kavim, aptallıklarından peygamberlere Biz, sizi şom bilmekteyiz.
Bize sizin yüzünüzden kötülük geliyor dedi. |