Hıristiyanların cehaletine bak ki asılan bir Tanrıdan
medet ummaktadır.
Çünkü onlarca İsayı Yahudiler asmıştır. Peki.. iş böyleyse ona kim
imdat etsin?
O padişahın yüreği, onların yüzünden kan olunca Sen, onların
içinde oldukça Tanrı onlara azap göndermez hükmü nasıl olur da sürüp
gider?
Hain kalpazandan, halis altınla kuyumcu, daha fazla korkar.
1405. Yusuflar, çirkin kişilerin hasedinden korkup
gizlenirler. Güzeller, düşman korkusundan ateş içinde yaşarlar.
Yusuflar, kardeşlerinin hilesi yüzünden kuyuya düşmüşlerdir. Çünkü
o kardeşler, hasetlerinden Yusufu kurtlara verip dururlar.
Hasetten Mısır Yusufunun başına neler geldi? Bu haset, pusuya
yatmış büyük bir kurttur.
Hulâsa halîm Yakup, Yusufa bir şey yapmasın diye bu kurttan daima
korkar.
Zahiri kurt, Yusufun etrafında dönüp dolaşmadı. Fakat bu haset,
işlediği işle kurtları da geçti!
1410. Bu haset kurdu, Yusufu yaraladı da Biz onu
elbiselerimizin başında bırakmış, gitmiştik, kurt kapmış diye tatlı
sözlerle özür serdetti.
Bu hile, yüz binlerce kurtta bile yok Hele dur, bak, bu kurt
sonunda nasıl rüsvay olur!
Ondan dolayı herkesin yaptığı kötülüğün zararını göreceği gün
hasetçiler, muhakkak kurt şeklinde haşredileceklerdir.
Hırsla dolu aşağılık ve haram yiyici kişi, o sayı günü domuz
şeklinde,
Zina edenler,avret yerleri kokarak, şarap içenler, ağızları kokarak
dirilirler.
1415. Gönüllerin duyduğu o gizli koku, mahşerde açığa
çıkar, duyulur.
İnsanın varlığı bir ormana benzer. O deme agâhsan çekin bu
varlıktan çekin!
Vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz.. temiz, pis, güzel,
çirkin binlerce sıfat var.
Herhangi huy galipse hüküm, onundur. Maden de altın bakırdan
fazlaysa o maden altın sayılır.
Vücudunda hangi huy galipse o huyun suretine göre haşredilmen
gerekir.
1420. İnsan da bir an olur, kurtluk zuhur eder, bir an
olur, ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel haline gelir.
İyiliklerle kinler gizli bir yolda gönüllerden
gönüllere gidip durmaktadır.
Hattâ insandan, öküzle eşek bile bilgi sahibi olur, akıllanır,hüner
elde eder.
Serkeş at, rahvan bir hale gelir, alışır. Ayı oynar, keçi de selâm
verir.
Köpeğe insanın huyu geçer, nihayet çoban olur, av, avlar yahut
sürüyü korur.
1425. Eshabı Kehfin köpeğine onlardan öyle bir huy
sirayet etti ki sonunda Tanrıyı aramaya koyuldu.
Kalpte her an bir çeşit şey baş gösterir.. insan bazen şeytanlaşır,
bazen melekleşir.. bazen tuzak kesilir, bazen yırtıcı hayvan!
Aslanların bildiği o acayip ormandan, gönüller tuzağına gizli bir
yolu bulunan o meşelikten,
İçten içe hırsızlık et, can mercanını çal! Ey köpekten aşağı,
âriflerin gönüllerinden o mercanı elde et.!
Madem ki hırsızlık ediyorsun, bari lâtif inciyi çal! Mademki
hamallık ediyorsun, bari yüce bir yük yüklen!
Müritlerin, Zünnunun deli olmayıp mahsustan öyle
göründüğünü anlamaları
1430. Dostlar Zünnunun bu işinde düşünceye daldılar,
zindana gittiler, bu hal hususunda konuşup fikirlerini söylemeye
başladılar:
Dediler ki: Bunu herhalde kasten yapıyor. Bunda bir hikmet var. O
bu dinle bir kıbledir, bir delildir.
Ona delilik hükmetsin, o çaldırsın.. imkân mı var? Böyle bir şey
onun deniz gibi hudutsuz aklından ne kadar uzak!
Hâşa delilik bulutu, onun ayını örtsün.. böyle bir şey onun ulu
makamının kemalinden değildir.
O halkın şerrinden bir bucağa sindi. Akıllılardan utandı da divane
oldu.
1435. Tane tapan sersem akıldan usanmış da bu yüzden
mahsus kendisini deli göstermiştir.
Maden de der ki: Yiğit , beni bağla.. öküz kuyruğundan yapılma
kamçı ile başıma, sırtıma vur.. fakat deşeleme!
Kamçı yarasından hayat bulayım.Musanın öküzü yüzünden dirilen
maktul gibi dirileyim.
Öküz kuyruğundan yapılma kamçının açtığı yaradan iyileşeyim,
Musanın mucizesiyle dirilen o öldürülmüş adam gibi canlanayım.
O öldürülmüş adam öküz kuyruğu kamçısının açtığı yaradan dirildi.
Bakır gibi kimya yüzünden altın oldu.
1440. Sıçrayıp kalktı, sırları söyledi, kanını
dökenleri gösterdi.
Beni bunlar öldürdü, bu fitnenin tohumunu bunlar ekti diye açıkça
söz söyledi.
Bu ağır beden de öldürüldü mü sırları bilen ruh varlığı dirilir.
O adamın canı cenneti de görür, cehennemi de.. bütün sırları da
tanır, bilir.
Kanlı şeytanları, hile ve huda tuzağını ve şeytanlıkları gösterir.
1445. Kuyruğunun açacağı yara yüzünden can kurtulsun
diye öküz kesmek, yol şartlarındandır.
Sen de tez öküz nefsi tepele de gizli ruh dirilsin, akıllansın.
Onlar, ahvali anlamak üzere Zünnunun yanına yaklaşınca Zünnun
onlara bağırdı: Hey, kimlersiniz? Sakının!
Onlar, edepli, edepli Biz dostlardanız. Buraya canla başla hal
hatır sormak için geldik.
Nasılsın ey hünerli, marifetli akıl denizi? Akıllı olduğun halde
niye kendini deli gösteriyorsun, bu ne bühtan?
1450. Güneşe külhanın dumanı erişir mi? Anka, kargaya
zebun olur mu?
Bizden çekinme, şunu anlat.Biz seni sevenleriz. Bize bu işi etme.
Sevenleri, kendinden uzaklaştırmak yaraşmaz. Onlardan işi gizlemek
onları hileyle aldatmak doğru değildir.
Padişahım, sırrı açığa vur. Ey ay yüzlü, yüzünü bulutla gizleme.
Biz seni seviyoruz,sana sadığız, âşığız. İki âlemde de gönlümüzü
sana verdik dediler.
1455. Zünnun, sövüp saymaya başladı, delicesine saçma
sapan sözler söyledi.
Sıçrayıp onlara taş topaç yağdırmaya, sopa sallayıp fırlatmaya
koyuldu. Hepsi yaralanıp ezilmek korkusundan kaçtılar.
Zünnun, kahkahayla gülüp başını salladı. Dedi ki: Şu dostların
heva ve hevesine bak.
Dostlara bak! Hani dost olanların nişanesi? Dostlara zahmet can
gibi sevimlidir.
Dosta, dostun zahmeti ağır gelir mi? Zahmet içtir, ruhtur.
Dostluksa onun derisine benzer.
1460. Dostluk nişanesi belâdan, âfetlerden,
minhetlerden hoşlanmak değil midir?
Dost altın gibidir. Belâ da ateşe benzer. Halis altın, ateş içinde
saf bir hale gelir
Efendisinin
Lokmanı sınaması
Tertemiz bir kul olan Lokman, gece gündüz kullukta
çevik ve gayretli değil miydi?
Efendisi, onu ileri tutar, oğullarından üstün görürdü.
Çünkü lokman, filvaki kul oğluydu ama efendiydi, heva ve hevesten
hürdü.
1465. Bir padişah, konuşma esnasında bir şeyhe dedi ki:
Benden bir şey dile
Şeyh Padişahım, bana böyle söylemekten utanmıyor musun? Hele
biraz daha yüksel!
Benim iki kulum var. Onlar hor hakîr kişilerdir ama ikisi de sana
hükmederler, ikisi de emrederler dedi.
Padişah Bu söz hatalı bir söz. O iki kul kimler ? deyince ,şeyh
Birisi kızmak, öbürü şehvet dedi.
Padişahlıktan feragat edeni padişah bil. Onun nuru ayla güneş
olmaksızın da parlar durur.
1470. Mahzene sahip olan, zatı mahzen olmuş kişidir.
Varlığa, mağlûp olan, varlığa düşman olan kişidir.
Lokmanın efendisi, görünüşte onun efendisiydi ama hakikatte
Lokmanın kuluydu.
Bu ters dünyada benzerler pek çoktur. Onların nazarında bir gevher,
çöp parçasından da bayağıdır.
Her çöle, geçip kurtulunacak yer adı verilmiştir. Ad ve suret,
halkın akıllarına tuzaktır.
Bir güruhu, elbisesi tanıtır. Onu o libasla görünce avamdan derler.
1475. Mürailik sureti de bir güruhun adını zâhitliğe
çıkarmıştır.Halbuki kendisi riyaya boğulmuştur.
Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki, onu, sözünü
dinlemeden, işini görmeden tanısın.
Bu nura sahip olan , akıl yoluyla onun kalbine girer, nakdini
görür, nakil ve rivayete bağlanmaz.
Gaybı adamakıllı bilen Tanrının has kulları can âleminde kalp
casuslarıdır.
Hayal gibi gönle girerler. Gizli şey ve hal, onların önünde
apaçıktır.
1480. Serçenin vücudunda ne kuvvet, ne kudret vardır ki
sırrı, doğanın aklından gizli kalsın?
Tanrı sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlukatın sırrı nedir
ki?
Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi?
Be zâlim, Davutun elinde demir mum haline gelir,erirdi, artık onun
avucunda mum ne oluyor?
Lokman, kul şeklinde bir efendiydi. Kulluğu, yalnız zahiri bir
görünüşten ibaretti.
1485. Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna
elbisesini giydirir.
Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi
yapar.
Kullar gibi onun ardından yürür. Bu suretle kendisini kimseye
tanıtmaz.
Ey kul, sen baş köşeye otur. Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını
götüreyim.
Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle ağırlama.
1490. Şimdi hizmetin, bence bana hizmet etmeyi
bırakmadan ibarettir. Ben, bu suretle gurbet diyarında bile tohumu
ekeceğim der.
Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kulluğu kabul
etmişlerdir.
Onların gözleri toktur, efendiliğe doymuşlardır, kendilerine lâzım
olan işi yapa gelmişlerdir.
Halbuki bu heva ve heves kulları, onların aksine kendilerini akıl
ve can efendisi gösterirler.
Efendi kulluk edebilir. Fakat kuldan kulluktan başka bir şey zuhur
edemez ki.
1495. Şunu bil ki o âlemden bu âleme böyle tersine
akseden nice şeyler vardır.
Lokmanın efendisi bu gizli hali biliyordu, ondan bir nişane
görmüştü.
Sırrı bildiği için o yol gösterici,iş başarmak için eşeğini güzelce
sürmekteydi.
Lokmanı daha önceden azat ederdi ama hoşnutluğunu diliyordu.
Çünkü Lokmannın muradı buydu. O aslan, o yiğit, istiyordu ki kimse
sırrına ermesin.
1500. Sırrını kötülerden gizlemen, şaşılacak bir şey
değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman,kendinden de gizlemendir.
Fakat sen, işini gözünden bile gizle de işine kötü göz değmesin.
Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin
olmaksızın bir şey çal.
Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir,
uyuturlar.
Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstıraplar verirler. O halde
meşgulken canını alıverirler.
1505. Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir
düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır.
Her ne düşünür, her ne elde edersen hırsız, emin olduğun yerden
gelip çatmaktadır.
Binaenaleyh bari en iyi işe koyul da hırsız, senden
hiç olmazsa en bayağı, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin.
Tacirin yükü suya düşerse ondan daha iyi bir kumaşa el atar.
Senin de madem ki suya bir şeyin düşecek, mahvolacak.. en aşağı
şeyi terk et de daha iyisini bul.
İmtihan edenlerce,Lokmanın fazilet
veferasetinin meydana çıkması
1510. Lokmanın efendisi, kendisine yemek getirdiler
mi, Lokmana adam gönderip çağırtır,
Önce o yemeğe Lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi.
Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun
yemediğini ise dökerdi.
Hattâ yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi. İşte asıl sonsuz dirlik,
birlik budur.
Bir gün Lokmanın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler.
Hizmetçiye Git, oğlum Lokmanı çağır dedi.
1515. Lokman gelince, efendisi, karpuzu kesip ona bir
dilim verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi.
Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokmanın efendisi, ikinci dilimi de
kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi;
Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi Bunu da ben yiyeyim; bir
göreyim,bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz dedi .
Çünkü Lokman, öyle lezzetle,öyle zevkle,öyle iştahlı,iştahlı
yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu.
Efendisi, o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir
ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı.
1520. Bir eyyam acılığından âdeta kendisini kaybetti.
Sonra A benim canım, efendim,
Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı
nasıl oldu da lütuf saydın?
Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?
Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?
dedi.
Lokman dedi ki: Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar
rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.
1525. Elinle sunduğun bir şeye ; ey marifet sahibi; bu
acıdır demeğe utandım.
Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi.
Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;
Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün
cüzileri Hak ile yeksan olsun!
Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç
bırakır mı?
Sevgiden acılıklar tatlılaşır,sevgiden bakırlar altın kesilir.
1530. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir
hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.
Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.
Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi
nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
Noksan bilgi nerden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur
ama o aşk, cansız şeylerdir.
Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini
görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.
1535. Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir.
Nihayet şimşeği güneş sanır.
Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melûn dedi. Fakat bu
noksan, tevil de akıl noksanıdır.
Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lânet etmek böyle bir
adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil.
Kötü hastalık, lânet edilmesi icap eden, uzaklığa lâyık olan illet,
akıl noksanıdır.
Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat
bedendeki noksanı tamamlamaya imkân yok.
1540. Tanrıdan uzak düşen her kötü kişinin kâfirliği,
Firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir.
Beden noksanı için Kuran da Köre teklif yok diye bir genişlik
var.
Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak
olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun.
Şimşek güler o kişiye. Kime biliyor musun ? Onun nuruna gönül
bağlayana.
Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan
Tanrı nuruna benzer mi hiç?
1545. Şimşek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil
ki gözlere yardımcıdır.
Deniz köpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak,
Hırs yüzünden âkıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına
gülmektir.
Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Âkıbeti görmeyen akıl,
nefistir.
Nefse mağlûp olan akıl, nefis haline gelmiştir. Müşteri, Zuhal
tesiri altında kalırsa Zuhalleşir.
1550. Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu
nuhuseti verene bak!
Bu cezirle meddi gören kişi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer.
Tanrı, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla
meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur.
Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de
Eshabı Yeminin lezzetini umarsın.
Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur.
Bir kanatlı kuş katiyen uçamaz, âcizdir.
1555. Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim, yahut da izin
ver tamamıyla söyleyeyim.
Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne
bilir ki maksadın ne, muradın nerede?
Can, İbrahim canı olmalı ki nuruyla ateş içinde cennetler, köşkler
görsün.
Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya
kalmasın.
Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin.. Çünkü ben batanları,
geçenleri sevmem.
1560. Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden
başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider.
Hüthüdün küçücük vücudunu görünce,Belkısın kalben Süleymen
Âleyhisselâmdangelen haberi ulu
bulması
Belkısa yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce
erkeğin aklını vermişti.
Bir hüthüt kuşu, Süleymandan birkaç satırdan ibaret bir mektup
getirdi.
Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor görmedi.
Gözü, hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu onu
bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.
1565. Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetiştirmek için zahmet
çeker, hele gözü her şeyin sonunu görüp dururken buna imkân mı var?
O iki ağaç, filvaki şimdi görünüşte bir görünüyor ama ağaçlardan
maksat ne? Meyve vermek değil mi?
Tanrı nuruyla gören, sondan önden agâh olan şeyh;
Âhiri gören gözü Tanrı uğrunda yummuş, menzile ulaşma hususunda sonu
gören gözü açmıştır.
O hasetçiler, kötü ağaçtır.Yarattıkları acı, bahtları kötüdür.
1570. Hasetten coşarlar,ağızları köpürür durur, gizlice
hileler kurarlar.
Bu suretle has kölenin boynunu vurmak, dünyadan kazımak dilerler.
Canı, padişahın canı olan kişi, nasıl fâni olur? Birisinin gönlünü
Tanrı korursa o adam nasıl yok olur?
Padişah o sıralara vâkıftı, fakat Ebubekr-i Rebabi gibi ses
çıkarmıyordu.
Yaratılışları kötü, ahlâkları fena kişilerin gönüllerini görüyor, o
testicilerle gizlice alay ediyordu.
1575. Hileciler, hile düzüp koşuyorlar,padişahı çömleğe
sokmak istiyorlardı.
O kadar büyük bir padişah, a eşekler, nasıl bir çömleğe sığar?
Padişah için bir tuzak ördüler ama nihayet bu hileyi de ondan
öğrendiler.
Ne kötü talebedir o talebe ki hocasıyla baş koşar, onunla kendisini
bir görür.
Hem de hangi hocayla? Huzurunda gizli, aşikâr bir olan cihan
hocasıyla.
1580. Onun gözü, Tanrı nuruyla bakmakta, bilgisizlik
perdelerini yırtıp yakmaktadır.
O talebe, eski kilim gibi paramparça, delik deşik olmuş gönülleri bir
perde yapıp o hâkimin önüne gerer.
Halbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur.Her ağzı hocaya
bir delik olmuştur. ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur.)
Hoca , talebeye der ki; Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan
yok?
Haydi beni kuvvetli, müşküller halledici bir hoca farz etme, tut ki
senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör.
1585. Fakat canına, gönlüne yardımım da mı dokunmadı?
Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor.
Şu halde görüyorsun ya, gönlüm, senin bahtının tezgâhı. Be doğru düzen
olmayan, bu tezgahı niye kırarsın? Çakmağı gizlice çakıyorum dersen
kalpten, kalbe pencere yok mu ki?
Gönül, nihayet senin fikrini de pencereden görür, andığın şeye şahadet
eder.
Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü yerlere sürtmüyor, ne
söylersen gülüp Evet, evet diyor.
1590. Fakat senin hilene, hudana gülmüyor. Kötü
huyuna, yaptığın şeylere gülüyor.
Hile edenin göreceği, bulacağı karşılık hileden ibarettir. Büyük
testiyi vur kır, küçük testiyi al iç. İşte lâyığın bu! Eğer o senden
razı olur, bu yüzden gülerse sana yüz binlerce gül açılır.
Gönlü senden razı olursa bil ki o, Hamel burcunda bir güneş kesilir.
O yüzden hem gündüz güler hem bahar.Çiçeklerle yeşillikler birbirine
karışır.
1595. Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar;
sessiz cihanı sesle doldurur.
Ruh yaprağını sararmış,kararmış bir halde görüyorsun da padişahın
gazabından yine haberin yok.
Padişahın güneşi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karartır.
O Utaritin sayfaları , bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık,
karalık, bizim mizanımız.
Sonra ruhları; sevdadan, âcizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve
yeşil bir ferman yazar.
1600. Hulâsa ilkbaharın yazıp çizdiği şeyler de
kavsikuzah gibi kırmızı ve yeşil sayılır.
Padişah adamlarının o has köleye haset edişlerine dair olan hikâyenin
sonu
Padişah beylerinin hikâyesi,o ebedî sultan kölelerinin
has köleye hasetleri,
Söz, sözü aça, aça hayli geri kaldı. Yine o hikâyeye başlamak, onu
tamamlamak gerek.
İkbâl sahibi ve bahtlı melek bahçıvan, nasıl olur da ağacı ağaçtan
fark etmez?
Acı ve kötü ağaçla, bire yedi yüz meyve veren meyveli ağacı.
1605. Akıl, bu iki renkli tılsımlar yüzünden
Muhammetle, Ebucehillerin savaştığı gibi duygu ile savaşır durur.
Kâfirler, Ahmeti beşer gördüler. Çünkü onun ayı böldüğünü
görmemişlerdi.
Hisse ait gözüne toprak serp. His gözü, akla da düşmandır, dine de.
Tanrı duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi.
Çünkü o, köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu demi gördü de yarını
görmedi.
1610. Bu günün sahibi de odur, yarının sahibi de. Her
ana sahip olan, önünde durup durur da o, hazineden bir pul bile
görmez.
Bir zere bile o güneşten haber verir ve güneş; o zerreye kul, köle
kesilir.
Birlik denizinin elçisi olan katraya yedi deniz esir olur.
Bir avuç toprak bile onun yüzünden çevikleşirse felekler, o, bir
avuç toprağın önüne baş koyar.
Âdemin toprağı Tanrıdan çevikleşince Tanrı melekleri o toprağın
önünde secde ettiler.
1615. Göğün yarılması nedendi? Toprakla olan münasebeti
kaldıran, müşkülleri halleden bir gözden.
Toprak, kesafeti yüzünden suyun dibine gider. Öyle olduğu halde
toprağa bak ki çevikleşti, süratle Arşı bile geçti.
Bil ki o letafet sudan değildir, ancak Verici ve Eşsiz, Örneksiz
Yaratıcının ihsanından,.
Dilerse havayı, ateşi aşağılatır, dilerse dikeni gülden üstün eder.
Tanrı hükmedicidir, dilediğini yapar.Derdin ta kendisinden deva
yaratır.
1620. Havayı, ateşi aşağılatırsa onları karartır,
bulandırır, ağırlaştırır.
Yeri ve suyu yüceltirse kâinat yolunu ayaklarıyla arşınlarlar,
yürürler.
Gayrı tamamıyla anlaşıldı ki dilediğini yüceltir, toprağa mensup
olana Kanatlarını aç der.
Ateşe mensup olana der ki: Yürü, İblis ol, yedinci kat yerin
altında şeytanlık et.
Ey topraktan yaratılan adam, sen de yürü, Süha yıldızını bile
geç.Ateşten yaratılan İblis, sen de yerin dibine git.
1625. Ben dört tabiat ve illet-i şlâ değilim. Her şeyi
tasarruf etmede Baki ve Daimîyim .
İşim illetsiz, sebepsiz ve dosdoğrudur. Ey kötü düşünceli;
takdirim, sebebe bağlı olamaz.
Bir vakit olur,âdetimi değiştirir.. bir vakit olur, bu tozu
yatıştırırım.
Denize Durma, hemencecik ateşlerle dol derim. Ateşe Haydi, gül
bahçesi kesil diye emrederim.
Dağa derim ki: Pamuk gibi hafifleş! Göğe derim ki: Göze baş
aşağı görün
1630. Güneşe Ey güneş, ayla birleş der, ikisini de
iki kara bulut haline getiririm.
Güneş çeşmesini kurutur, kan çeşmesini, sanatımla misk haline
getiririm
Tanrı, güneşle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki kara
öküz gibi bağlayıverir.
Filozofun İn asbaha mâüküm gavrayı
inkar etmesi
Kuran okuyan biri, Kurandan Mâüküm gavra yani
Suyu kaynağından keser,
Yerin derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale
getirirsem,
1635. Benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek
Tanrıdan başka kim vardır ki suyu tekrar kaynağına getirebilsin?
âyetini okuyordu.
Bir hor, hakîr felsefeci, bir aşağılık mantıkçı, mektep yanından
geçerken,
Bu âyeti duyup hoşuna gitmedi. Dedi ki: Suyu külünkle biz
çıkarırız.
Belin, kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden kaynatırız
Gece uyudu, rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye
bir tokat vurdu. İki gözünü de kör etti.
1640. Dedi ki: Ey kötü kişi, eğer doğrucuysan, gözün
doğruysa bu iki göz kaynağını da, haydi kazma ile nur landır
Gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de
kör olmuş, iki gözünün nuru da sönmüş!
Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe ve istiğfar etseydi mahvolan
nur, Tanrı keremiyle yine zuhur ederdi.
Fakat istiğfar etmek de elde değildir. Tövbe zevki, her sarhoşun
mezesi olmaz.
Yapılan işlerin çirkinliği, küfür ve inkârın şomluğu, onun gönlüne
tövbe gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı.
1645. Gönlü, katılıkta taşa dönmüştü. Tövbe onu ekin
ekmek için nasıl yarabilir?
Nerede Şuayb gibi biri ki duasıyla dağı, ekin ekmek üzere toprak
haline getirsin.
Halilin niyazı ve inanışı yüzünden güç ve olmayacak iş mümkün
oldu.
Yahut Mukavkısın Peygamberden dilemesi üzerine taşlık yer, gayret
güzel bir tarla haline geldi.
Bunlar gibi o kötü adamın inkârı da aksine olarak altını bakır
haline getirir, sulhu savaş yapar.
1650. Bu kötü kişi, çarpma kehribarıdır. Kabiliyetli
toprağı bile taş topaç yapar.
Her gönle secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil.
Kendine gel de Tövbe eder, Tanrıya sığınırım diye cürümde
bulunma, günah etme.
Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut
şart.
Meyvenin olması için hararet ve su lâzımdır. Bunun için de bulut ve
şimşek icabeder.
1655. Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit
ve hışım ateşi nasıl yatışır?
Vuslat zevkinin yeşilliği nasıl yetişir, kaynaklardan arı, duru su
nasıl coşar?
Gül bahçesi; yeşilliğe nasıl sır söyler, menekşe nasıl olur da
yaseminle ahdedebilir?
Çınar, dua için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar?
Çiçek bahar mevsiminde ( renklerle, kokularla dolu olan) eteğini
nasıl serper?
1660. Lâlenin yüzü nasıl kan gibi kızarır? Gül,
kesesinden nasıl altın saçar?
Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kuşu, bir istekli gibi
Kû-kû- nerede, nerede diye öter?
Nasıl olur da leylek lek, lek senin sesin sesini canla, başla
çıkarır. Ey yardımı dilenen Tanrı, senin de ne demek? Zaten her şey
senin mülkünden ibaret.
Nasıl olur da toprak, içteki sırları gösterir? Nasıl olur da bahçe
gökyüzü gibi aydınlanır?
Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem
sahibi Tanrıdan.. hepsini de merhamet sahibi Tanrıdan!
1665. O letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane
de ibadet edici bir erin ayak izi.
Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine
gelemez.
Elest deminde Rabbini görüp sarhoş olarak kendinden geçen kişinin
ruhu bu gün de Rabbini görür, kendinden geçer.
Şarap kokusunu şarap içen tanır. Şarap içmeyen şarap kokusunu ne
bilsin?
Hikmet, müminin kaybolmuş devesine benzer, Hikmet, teşrifatçı gibi
adamı padişahla görüştürür.
1670. Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana vâde
verir, alâmetler söyler.
Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın sana filân kişi gelecek.
Onun bir alâmeti atlı oluşudur. Bir alâmeti de şu: Seni görünce
kucaklayacak.
Bir alâmeti de seni görünce gülmesi; diğer bir nişanesi de sana
karşı el kavuşturmasıdır.
Diğer bir alâmeti de şudur ki: Heveslenip bu rüyayı yarın hiç
kimseye söylemeyeceksin.
1675. Bu alâmet, Yahyanın babasına da gösterilmiş, ona
da Üç güne kadar kimseye bir söz söylemeye muktedir olamazsın.
Üç geceye dek iyiden kötüden bahsetme, sus. İşte bu senden Yahya
adlı bir çocuk olacağına alâmettir.
Üç gün konuşma. Bu susmak senin maksadına erişeceğine delâlet eder.
Kendine gel, bunları dile getirme. Bu sözü gönlünde gizli tut
denmişti.
Sana da bu alâmetleri şeker gibi tatlı, tatlı söyler. Hattâ bunlar
nedir ki?Daha yüzlerce nişaneler var.
1680. Bu rüya; durmadan dinlenmeden biteviye Tanrıdan
dilediğin saltanata, istediğin makama erişeceğine alâmettir.
Olması için uzun gecelerde ağlayıp inlediğin, seher çağlarında
niyaz ettiğin muradına;
Eline girmedikçe günlerini karartan, boynunu iğ gibi incelten
maksadına erişeceğine delâlet eder.
Temiz erler nasıl varını, yoğunu verirlerse sen de onu elde etmek
için varını,yoğunu verdin;
Malını, mülkünü, uykunu feda ettin, yüzünün rengi kaçtı, hatta
başından bile geçtin, bir kıl gibi kaldın;
1685. Nice demdir ödağacı gibi ateşlere atıldın.Kaç
kereler miğfer gibi kılıç önüne gittin!
Bunlar gibi, yüz binlerce biçarelikler, âşıkların huyudur. Bunlar,
sayıya gelmez ki!
Geceleyin bu rüyayı görünce gündüz oldu mu o ümitle günün
aydınlanır.
O alâmetler nerede acaba diye gözünü sağa, sola çevirir durursun.
Eyvah, gün geçer de o alâmetler zuhur etmezse diye yaprak gibi
titrersin.
1690. Mahallelerde, pazarlarda buzağısını kaybetmiş
adam gibi koşarsın.
Birisi Baba, hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi
kaybettin, kaybettiğin ne? dese,
Hayırdır ama bana. Benden başka kimsenin bilmesi caiz değil.
Söylersem bana gösterilen nişaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu
ben, öldüm gitti dersin.
Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın. Baktığın adam, sana Bana
deli gibi bakma beder.
1695. Ben, bir sahip kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum.
Ey atlı, devletin daimî olsun. Âşıklara acı, onları mazur tut
dersin.
Madem ki gayretle aradın dikkatle baktın, bu işe adamakıllı
sarıldın.. elbette bulursun. Bir işe ciddi bir suretle sarılan
yanılmaz demişler.
Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.
Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi
olmayan da İşte sana riyakâr, işte sana münafık! der.
1700. Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu
nedir? Bu kimin vuslatı, nişanesi? Bilmez ki.
Bu nişane, gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden
zuhur edecek?
Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte, canına can
katılmaktadır.
Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş.. bu nişaneler, o
kitabın delilleridir.
Peygamberlerde olan nişaneler de âşina olan cana mahsustur.
1705. Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı.
Gönlüme malik değilim ki mazur gör.!
Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka
kaptırmış bir adam olursa!
Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şadetmek için
sayıyorum.
Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan
da sayıya sığmaz.
1710. Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı
tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır.
Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve
nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de
ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı,o
yıldızının ateşinden yanar.
1715. Padişahımız, bize Tanrıyı anın diye ruhsat ve
müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti.
Dedi ki: Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni
tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil.
Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz
anlayamaz
Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan
tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
Birisi padişaha, Çulha değildir dese bu ne biçim metih? Yoksa
padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
Musa
Aleyhisselâmın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi
1720. Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle
söylenip duruyordu: Ey kerem sahibi Tanrı!
Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını
tarayayım.
Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Tanrı, sana süt ikram
edeyim.
Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince
yerceğizini silip süpüreyim.
Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nağmelerim, heyheylerim
senin yâdınladır Tanrım!
1725. O çoban, bu çeşit saçama sapan şeyler söyleyip
duruyordu. Musa Kiminle konuşuyorsun? diye sordu.
Çoban, Bizi yaratanla, bu yeri göğü halk edenle diye cevap
verince,
Musa dedi ki: Vah ,vah, sen sersemlemişsin. Daha Müslüman olmadan
kâfir oldun,
Bu ne saçma söz, bu ne küfür, bu ne olmayacak şey? Ağzına pamuk
tıka.
Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din kumaşını yıprattı.
1730. Çarık, dolak,ancak sana yaraşır. Bir güneşe bu
çeşit şeylerin ne lüzumu var?
Böyle sözlerden ağzını kapamazsan bir ateş gelir, halkı yakar.
Zaten ateş gelmedi de bu duman ne?Can niye kapkara bir hale geldi,
ruh merdutlaştı?
Tanrının her şeye kadir ve her hususta âdil olduğunu biliyorsan
nasıl oluyor da bu hezeyanlara, bu küstahlığa cüret ediyorsun?
Akılsız dost, zaten düşmandır. Ulu Tanrı, bu çeşit hizmetlerden
ganidir.
1735. Sen bunları kime söylüyorsun. Amcana, dayına
mı?Tanrı sıfatlarında cisim sahibi olmak ve ihtiyaç var mı?
Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağı muhtaç olan çarık giyer.
Eğer bu dedikodu, kulu içinse
Tanrı, onun hakkında da O, benim
dedi. Yine beyhude ve bâtıl.
Tanrı, onun hakkında, Hastalandım da yine halimi hatırımı
sormadın? Yalnız o hastalanmadı, ben de hasta oldum demiştir.
Bu çeşit sözler, Benimle duyar, benimle görür haki katına erişen
kişi içinde bâtıldır.
1740. Tanrı haslarıyla edepsizce konuşmak gönlü öldürür
amel defterini kapkara bir hale koyar.
Sen bir erkeğe Fatma desen; erkekle kadın, hep bir cinsten olmakla
beraber,
İmkân bulursa kanına kasteder, isterse haddi zatında halîm ve
mülâyim olsun!
Fatma sözü, kadınlar için övünçtür. Fakat erkeğe söylersen kılıç
yarası gibi tesir eder.
El ayak.. bizim için övünç vesilesidir; fakat
Tanrının arılığına nispetle kusur.
1745. Doğmaz, doğurmaz vasfı ona lâyıktır . Babayı
da halk eden o, oğlu da.
Doğma, cisim olanın vasfıdır. Doğan, ırmağın bu yüzüne mensuptur.
Çünkü doğan, Kevnü Fesat âlemindendir, aşağılıktır, sonradan
olmadır. Elbette onu bir meydana getiren lâzım.
Çoban, Ya Musa ağzımı bağladın, pişmanlıktan canımı yaktın dedi;
Elbisesini yırtıp yana ,yana bir ah çekti, başını alıp çöle doğru
yola düştü.
Ulu Tanrının Musaya çoban
yüzünden darılması
1750. Musaya Tanrıdan şöyle vahiy geldi: Kulumuzu
bizden ayırdın.
Sen ulaştırmaya mı geldin, yoksa ayırmaya mı?
Kaadir oldukça ayrılığa ayak basma. Bence en hoşlanılmayan şey
ayrılıktır.
Ben, herkese bir huy, herkese bir çeşit ıstılah verdim.
Ona metih olan söz, sana zemdir; ona göre baldır, sana göre zehir!
1755. Bizse temizden de münezzehiz, pisten de.
Ağırlıktan da arıyız, çeviklik ve titizlikten de!
Kullara ibadet edin diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim
diye değil, kullara ihsanlarda bulunayım diye.
Hintlilere, Hintlilerin sözleri metihtir. Sintlilere, Sintlilerin.
Onların beni tespih etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih
incilerini saymakla kendileri temizlenirler.
Biz; dile, söze bakmayız; gönle hale bakarız.
1760. Kalp huşu sahibiyse kalbe bakarız, isterse
sözünde kulluk ve aşağılık olmasın!
Çünkü gönül cevherdir.. söz söylemekse araz. Bu yüzden araz,
âriyettir,maksat cevherdir.
Mânası gizli kapalı, yahut başka olan bu çeşit
lâflar, ne vakte kadar sürecek? Yanıp yakılmak isterim ben, yanıp
yakılmak.O ateşe düş!
Canda sevgiden bir ateş tutuşur.. düşünceyi, sözü, baştanbaşa
yakıver!
Musa, edep bilenler başka, canı, ruhu yanmış âşıklar başka.
1765. Âşıklara her nefeste bir yanış var. Yıkık köyden
haraç, âşar alınmaz.
Hatalı söz söylerse bile ona hatalı deme. Kanına bulanıp şehit
olursa yıkamaya kalkışma.
Şehitlere kan, sudan yeğdir. Bu yanlış sözde yüzlerce doğrudan yeğ!
Kabenin içinde kıbleden eser yoktur, dalgıcın ayağında dolak
olmazsa ne gam!
Yürü, sarhoşlardan kılavuzluk arama. Elbisesi paramparça olana
yamadan bahsetme.
1770. Aşk şeriatı, bütün dinlerden ayrıdır. Âşıkların
şeriatı da Allahtır, mezhebi de.
Lâlin, lâl olduğunu ispat eden bir damgası olmasa da ne çıkar? Aşk,
gam denizinde gamlanmaz ki!
Musa Aleyhisselema o çobanın mazur olduğuna
dair vahiy gelmesi
Ondan sonra Hak, Musanın sırrına dile gelmeyecek
sırlar söyledi;
Musanın gölüne sözler döktüler.. görmekle söylemeyi birbirine
karıştırdılar.
Nice defa kendisinden geçti, nice defa kendisine geldi.. kaç kere
ezelden ebede uçtu!
1755. Eğer bundan ötesini anlatmaya kalkışırsam
ahmaklık etmiş olurum.Çünkü bunu açmak, bunu anlatmak, anlayışın
ötesindedir.
Söylesen akıllar hayran olur. Yazsam birçok kalemler kırılır!
Musa Tanrıdan bu azarı duyunca çöle düşüp çobanın ardınca koştu.
O hayran âşığın izini izledi, çöldeki otların tozunu silkti.
Âşık ve hayran adamların ayak izleri, başkalarının izlerinden
ayrılır, hemen belli olur.
1780. Âşık, Ruh gibi bir ayağını yukardan aşağıya atar;
bir ayağını fil gibi eğri büğrü basar.
Bazen bir dalga gibi bayrak diker, yücelir.Bazen balık gibi suyun
içinde gider, görünmez.
Bazen de remilcinin remil dökmesi gibi ahvalini toprak üstüne
yazar.
Musa nihayet onu bulup gördü. Dedi ki: Müjdemi ver! Tanrıdan izin
geldi.
Hiçbir sebep ve tertip yolu arama; daralan gönlün ne isterse onu
söyle!
1785. Senin küfrün, din, dinin can nuru.. Sen emniyete
erişmişsin; bütün bir cihan da senin yüzünden amanda.
Ey Tanrı dilediğini yapar sırrına erişip o sırla her şeyden
affedilmiş olan kişi; pervasızca yürü, dilini aç!
Çoban Ey Musa, ben o halde, o sözden geçtim. Şimdi kendi gönlümün
kanına bulandım.
Ben Sidret-ül Müntehâdan da aşmış, oradan bile yüz binlerce yıl
öte gitmişim.
Sen bir kamçı vurdun, atım şahlanıp sıçradı, kâinatı aştı.
1790. Nâsutumuzun mahremi Lâhutu olsun artık.Aferin
eline koluna!
Şimdi benim halim, söze sığmaz. Zaten bu söylediğim de benim
ahvalim değil.
Ayna da bir suret görürsün ya.. fakat o senin suretindir, aynanın
değil.
Neyzen, ney üfler. Fakat bu nefes ve bu nefesten çıkan ses, neyin
midir, neyzenin mi.. Bu ses, neyin harcı mı, neyzenin harcı mı? dedi.
Kendine gel, kendine! Tanrıyı övsen de bu övüşünü, çobanın lâyık
olmayan övüşü gibi bil, öyle tanı.
1795. Senin övüşün, çobanın övüşüne nispetle daha
iyidir. Ama Tanrıya nispetle onun da değeri yok, onun da sonu gelmez.
Ne vakte dek ben Tanrıya hamlederim deyip duracaksın? Perde
kaldırılınca oldu sanılan nice şeylerin olmamış bulunduğu meydana
çıkar.
Tanrıyı anışımın mâkul olması Tanrı rahmetindendir.Âdeta istihaze
olan kadının namaz kılması gibi bir ruhsattan ibarettir.
Onun namazına nasıl kan bulaşmışsa senin Tanrıyı anışına da
benzetiş ve zannediş bulaşmış!
Kan pistir ama bir parçacık su ile temizlenir. Fakat içte öyle
pislikler vardır ki,
1800. Tanrının lütuf suyundan gayrı bir şeyle arınmaz,
ibadet eden kişinin gönlünden eksilmez.
Keşke secdende kıbleden yüzünü çevirmiş olaydın da tek Sübhane
rabbiyel Alânın mânasına ereydin!
Tanrım secdem de varlığın gibi sana lâyık değil. Sen, kötülüğe
iyilikle mukabele et diyeydin.
Bu yeryüzünde Hakkın hikmetinden eser vardır. Ondan
dolayı pislikleri giderir, çiçekleri bitirir.
Bizim pisliklerimizi örter, karşılığın da ondan koncalar biter.
1805. Kâfir vergide, cömertlikte topraktan daha aşağı,
daha verimsiz olduğunu görüp,
Varlığından çiçek ve meyve bitmediğini, hattâ bütün temizlikleri
bozup pislemekten başka bir şey yapmadığını anlar da
Ben aykırı anlamış, yanılmışım, yazık, keşke toprak olsaydım;
Keşke topraktan sefer etmeseydim,keşke bir avuç toprak gibi ben de
bir tane düşürüp yetiştirseydim..
Topraktan sefere düştüm ama beni yol imtihan etti, bu yolculuktan
ne armağan getirdim ki? der.
1810. Kâfir yolculuğundan bir fayda görmez, ondan
dolayı da bütün meyli toprağadır.
Adamın yüzünü geriye çevirmesi, hırstan tamahtandır
yüzünü yola
çevirmesi; doğruluktan niyazdan.
Büyümeye meyli olan her ot, büyüyüp durur, yaşar günden güne
gelişir!
Fakat başını yere eğdi mi de günden güne küçülür, kurur, noksan
bulur, mahvolur!
Ruhunun meyli, yüceliklere ise yücelir durursun, varacağın yer de
orasıdır.
1815. Aksine olarak başını yere eğdin mi battın gitti,
Hak Ben batanları sevmem demiştir.
Musa Aleyhisselâmın Ulu Tanrıdan zâlimlerin galip
gelmelerindeki sırrı sorması
Musa, Ey kerem sahibi, ey her işi yapan, ey bir an
zikri, uzun bir ömre bedel olan Tanrı!
Bu balçık âleminde eğri büğrü bir iz gördüm. Gönül melekler gibi
itiraz etti.
Bir nakış yapıp ona fesat tohumunu ekmekteki maksat nedir?
Zulüm ve fesat ateşini alevlendirip mescidi de, secde edenleri de
yakmakta ne hikmet var?
1820. Bir yalvarış için kan ve irin kaynağını coşturmak
neden? dedim.
Ben bunların aynı hikmet olduğunu biliyorum. Fakat maksadım, bu
hikmetin büsbütün açığa çıkması ve benim açıkça görmem.
O yakîn bana Sus dediği halde görme hırsı hayır, coş! demekte.
Sen, Meleklere sırrını gösterdin. Böyle bir lezzet, kahır ve
minhete değer!
Âdemin nurunu Meleklere açıkça arz ettin, müşküllerini halleyledin.
1825. Ölümün sırrını hasredilmen söyler, yaprağın
hikmetini meyveler anlatır!
Kanın, meninin sırrı da insanın duygusudur; her artmanın sonu da
nihayet eksilme!
Yazan kişi önce yazı yazacağı tahtayı yıkar, temizler; sonra ona
harfleri yazar.
Tanrı da önce gönlü kan eder, hor hakir gözyaşıyla yıkar, sonra o
gönle sırları kaydeder.
Yıkamakla, o levhi bir defter yapmak istediklerini bilmek, anlamak
gerek.
1830. Bir evin temelini atacakları vakit oradaki eski
ve evvelki yapıyı yıkarlar.
Sonunda arı duru su çıkarmak için önce yerden toprak çıkarırlar.
Çocuklar, hacamattan ağlarlar. Çünkü işin hikmetini bilmezler ki.
Halbuki adam, hacamatçıya para verir, kan içen hançere iltifatlarda
bulunur.
Hamal ağır yükün altına koşar, yükü, başkalarından kapar.
1835. Yük için hamalların savaşlarına bak.Din işinde
çalışma da böyledir.
Rahatın aslı zahmet olduğu gibi acılıklar da nimetin önüdür.
Cennet, hoşumuza gitmeyen şeylerle kaplanmış, cehennem de zevkimize
giden şeylerle dolmuştur.
Ateşin aslı yaş ağaç olduğu gibi ateşe yanan da Kevsere
ulaşmıştır.
Zindan da mihnetlere düşen adam, bir lokmanın, bir zevkin yüzünden
düşmüştür.
1840. Bir köşkte devlete erişen de bir savaş, bir
mihnet karşılığı olarak o devleti bulmuştur.
Kimi altına, gümüşe sahip olmuş, zenginlikte naziri olmayan bir
dereceye erişmiş görürsen, bil ki o, kazanma zahmetine sabretmiştir.
Gözü açık olan bunları sebepsiz, Tanrı hikmeti olarak görür. Fakat
madem ki sen duygu âlemindesin, sebeplere kulak as!
Sebeplere yapışmamak, onları görmemek makamı; ruhu tabayi âleminden
kurtulmuş olanındır.
Bu çeşit adam, peygamberlerin mucizeleri çeşmesini sebepsiz
görür.Onları, sudan, ottan meydana geliyor bilmez.
1845. Bu sebep, doktorla hasta, kandille fitil gibidir.
Gece kandiline yeni bir fitil bük, fakat güneş kandilini bunlara
muhtaç sanma.
Yürü, aşevinin damı için samanlı balçık hazırla. Fakat bil ki
kâinatın damı, buna muhtaç değil.
Ah.. sevgilimiz, gamımızı yakıp mahvedince gece yalnızlığı bile
geçti, gündüz oldu.
Ay, ancak geceleyin cilve eder.Gönlün istediği sevgiliyi gönül
derdinden başka bir şey de arama.
1850. Fakat sen, İsayı bıraktın da eşeği besledin.
Hulâsa eşek gibi perdenin ardında kaldın gitti!
Bilgi ve irfan, İsanın talihidir, ey eşek sıfatlı, eşeğin talihi
değil!
Eşeğin anırmasını duyar, acırsın. Halbuki bilmezsin ki eşek, sana
eşeklik telkin ediyor.
İsaya acı, eşeğe değil.. tabiatı aklına baş etme.
Bırak tabiatını, ağlaya dursun.. sen, ondan al, canın borcunu öde!
1855. Yeter artık yıllarca eşeğe kul oldun. Çünkü eşeğe
kul olan , eşeğin ardından gider.
Onları artta bırakın dan murat nefsindir.
Nefis geride, aklın ilerde gerek.
Ama bu aşağılık akıl da eşekle aynı mizaçta. Çünkü bütün fikri onu
nasıl elde ederimden ibaret.
İsanın eşeği gönül mizacına malik olmuş, akıllar makamında yer
tutmuştur.
Çünkü akıl galebe çalmıştı, eşekse zayıftı.Eşek, şişman ve kuvvetli
biniciden zayıflar.
1860. Ey eşek değerli; aklının azlığından bu eşek,
ejderhalaştı.
Gönlün İsadan hastalandıysa yine ondan iyileşir, sıhhat yine ondan
gelir, onu bırakma.
Ey nefesi hoş Mesih, cihanda yılansız hazine olmaz.. eziyetlerle
nasılsın?
İsa, Yahudileri görünce ne hale gelir; Yusuf, hasetçi kardeşler
elinde ne olur?
Sen, gece gündüz bu azgın kavmin ardından koştukça, nasıl olur da
gece gibi, gündüz gibi ömre medet bağışlar, yardım edersin?
1865. Ah safra illetine tutulmuş o hünersiz kişilerden!
Safradan ne hüner meydana gelir? Ancak baş ağrısı.
Sen, hemen doğu güneşinin yaptığını yap. Bizse nifak hile,
hırsızlık ve riya içinde yüzelim!
Sen dünyada da balsın, dinde de.. Bizse sirke. Safraya ancak
sirkengübin iyi eder, giderir.
Halbuki biz karın ağrısına tutulmuş olduğumuz halde boyuna sirkeyi
artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme de balı artır!
Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlüğü
fazlalaştırır.
1870. Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey,
değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır.
Bu zâlimlerin ateşinden gönlün kebap olduğu halde daima Yarabbi,
kavmime hidayet et diye hitap ediyordun.
Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla,
fesleğen kokusuyla dolar.
Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh
değilsin ki gama esir olsun.
Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına
nasıl hamle edebilir.
1875. Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha
iyi olan!
Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha
iyidir.
Peygamber, Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir
dedi.
Bir
emîrin,ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan
birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için
koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
1880. Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi
olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu.
O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar
kaçırdı.
Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama Ey dertli kişi,
bunları ye dedi.
Beyim, ben sana ne yaptım, bana ne kastın var?
1885. Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı,
birden kanını dök!
Sana çattığım saat ne menhus saatmiş. Ne mutlu senin yüzünü
görmeyene!
Dinsizler bile kimseye suçsuz, günahsız, az çok bir şey yapmadan
böyle sitem etmezler, bu sitemi caiz saymazlar diyordu.
Söz söylerken ağzından kan geliyordu Yarabbi cezasını sen ver!
diye bağırmakta,
Her an ona kötü söylemekte, lânet etmekteydi. Atlı ise bu ovada
koşdiye onu dövüyordu.
1890. Adam, topuz acısıyla atlının korkusundan yel gibi
koşmağa başladı. Hem koşuyor, hem yüzüstü düşüyordu.
Karnı toktu, uykulu ve gevşemiş bir haldeydi. Ayağında, yüzünde yüz
binlerce yara vardı.
Atlı o adamı akşam çağına kadar çekiştirip durdu. Nihayet, adamın
safrası kabardı, kusmağa başladı.
İyi, kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da içinden
dışarı çıktı.
O yılanı görünce kendisine iyilik eden atlıya secde etti.
1895. O kapkara çirkin ve heybetli yılanı görünce bütün
dertlerini unuttu.
Dedi ki: Sen, bir rahmet Cebrailisin, yahut da velinimet
Tanrısın
Ne kutlu saatmiş ki beni gördün.Ölüydüm, bana yeni bir can
bağışladın.
Sen, beni analar gibi aramaktayken, ben eşekler gibi senden
kaçıyordum.
Eşek, sahibinden eşekliği yüzünden kaçar. Halbuki sahibi,
iyiliğinden dolayı onun peşine düşer.
1900. Onu, bir fayda elde etmek, bir ziyandan kurtulmak
için aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar.
Ne mutlu yüzünü görene, yahut ansızın senin bulunduğun yere
ulaşana!
Pak ruh bile seni övmüş.. halbuki ben, sana ne kadar kötü ve saçma
şeyler söyledim.
Fakat efendim, padişahlar padişahı sultanım, onları ben söylemedim,
bilgisizliğim söyledi.
Bir parçacık olsun bu hali bilseydim, böyle abes sözler
söyleyebilir miydim?
1905. Ey iyi huylu, eğer bana bu hali kinaye ile bile
olsa çıtlatsaydın seni bir hayli överdim.
Fakat sükut ederek kızgın göründüm. Hiçbir şey
söylemeksizin kafama vurmaya başladın.
Başım sersemleşti, aklım gitti. Hele benim bu başım.. zaten aklı da
kıt!
Ey yüzü de güzel, işi de güzel adam, affet. Deliliğimden söylediğim
sözleri bağışla!..
Atlı Eğer ben, bunu biraz çıtlatsaydım derhal
yüreğin su kesilir, ödün patlardı.
1910. Yılanı anlatsaydım, korkudan canın çıkıverirdi.
Mustafa Canınızdaki düşmanı size, olduğu gibi anlatsam.
Yiğitlerin bile ödü patlar.. ne yol yürümeğe takatları kalır, ne
bir işin tasasına düşerler!
Ne kimsenin gönlünde niyaz etmeğe kudret kalır, ne tenin de oruç
tutmaya, namaz kılmaya kuvvet buyurdu.
Bunu duyan, kedi önündeki sıçan gibi yok olur; kurt önündeki kuzu
gibi mahvolur..
1915. Ne uyku uyuyabilir, ne yemek yiyebilir. Onun için
ben sizi, bunu söylemeden terbiye etmekte, yetiştirmekteyim.
Ebu Bekr-i Rebabi gibi susmakta, Davut gibi demire el vurmaktayım.
Bu suretle de olmayacak şey, benim elimde mümkün olur, bir hale
yola girer, kanadı yolunmuş kuşun bile kanadı çıkar.
Çünkü Tanrının eli, insanların ellerinden üstündür. Tek Tanrı da
bizim elimize Benim elim demiştir.
Şu halde şüphe yok ki benim kolum uzundur;her yere,her şeye erişir.
Ta yedinci kat gökten bile aşar.
1920. Elim gökte bile hünerler göstermiştir. Ey Kuran
okuyan İnşakkal Kamer âyetini okuyuver!
Bu övüş de akıllar zayıf olduğu içindir. Zayıf olanlara kudreti
anlatmaya imkân mı var?
Uykudan başkaldırırsan anlarsın.Bu iş böyledir işte.. doğrusunu
Tanrı daha iyi bilir.
Eğer sen içinde ki yılanı bilseydin ne elma yemeğe kuvvetin
kalırdı, ne yol yürümeye, ne de kusmağa!
Sen beni sövüyordun, ben de seslenmiyor, fakat atımı sürüyordum.
Gizlice de Yarabbi, sen işimi kolaylaştır demekteydim.
1925. Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi
haline bırakmaya da kaadir değilim.
Her an gönlümdeki dert yüzünden, Yarabbi, kavmime yolu sen göster,
çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim dedi.
Derdinden kurtulan adam, secdeler etmekte Ey bana saadet, ikbal
ve hazine olan!
Ey yüce kişi! Tanrıdan hayırlar bul! Bu zayıfın sana şükretmeye
kudreti yok.
Mükâfatını Tanrı versin. Ağzım, dilim, sana şükretmekte âciz
demekteydi.
1930. İşte akıların düşmanlığı bu çeşittir. Onların
zehirleri bile cana neşe verir.
Ahmağın dostluğu ise eziyettir, sapıklıktır. Misal olarak birde
hikâyeyi dinle:
Bir adamın, ayının
vefakârlığına güvenmesi
Bir ejderha bir ayıyı yakalamıştı. Yiğidin biri,
giderken ayının bağırmasını duydu.
Âlemde düşkünlere yardımcı erler vardır. Onlar, mazlumlar feryat
ettiler mi derhal yetişirler.
Mazlumların seslerini her yerden işitirler, Hak rahmeti gibi o
tarafa koşarlar.
1935. Âlemin sarsıntılarına, yıkıntılarına direk,
destek olan.. gizli dertlerin tabibi bulunan o erler;
Muhabbetin, adaletin, rahmetin ta kendisidirler.Onlar, Hak gibi
illetsiz, rüşvetsiz kişilerdir.
Onlardan birine Can ve gönülden ettiğin bu yardım için, neden
yardım ediyorsun? denilse ancak yardım isteyenin gamından,
çaresizliğinden der.
Erin avı merhamettir. İlaç, âlemde dertten başka bir şey aramaz.
Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Su, neresi alçaksa, oraya
akar.
1940. Sana da rahmet suyu gerekse yürü, alçal da sonra
rahmet suyunu iç, sarhoş ol.
Ta başa kadar rahmet içinde rahmet var. Oğul, bir tek rahmete
dalma, bir tek rahmete kani olma.
Ey yiğit, gökyüzünü ayak altına al, feleğin üstünden nağme
seslerini duy!
Kulağından vesveseler pamuğunu çıkar ki, kâinatın cuşu huruşunu
duyasın.
Gözlerini ayıp kılından arıt ta gayp bağını,gayp selviliğini gör.
1945. Burnundan, beyninden nezleyi gider de Tanrı
kokusu burnuna gelsin.
Sıtmadan, safradan hiçbir eser bırakma da âlemden şeker lezzetini
bul.
Sen yüz türlü güzel yüzlü evlât olması için erlik ilâcını kullan,
erlikten kesilmiş olarak koşup tozma.
Can ayağından ten bukağısını çıkar da meclis etrafında dönüp
dolaşsın.
Hasislik zincirini elinden, boynundan at, eski felekte yeni bir
baht bul.
1950. Lütuf Kâbesine uçmaya kanadın yoksa çare bulana
arz et.
Ağlayıp inleme kuvvetli bir sermayedir; külli rahmet, pek güçlü bir
dadıdır.
Dadı ve ana, çocuk ne vakit ağlayacak diye bahaneler ararlar.
Tanrı da sizin hacet çocuklarınızı, ağlasın da süt meydana gelsin
diye yarattı;
Tanrıyı çağırın dedi; ağlayıp inlemeyi bırakma ki Tanrının
merhamet sütleri coşsun.
1955. Rüzgârın sesi de bizim gamımızı teskin etmek
içindir, bulutun süt yağdırması da. Hele bir an sabret.
Rızkınız gökyüzündedir âyetini duymadın mı? Neden bu aşağılık
yere saplanıp kaldın?
Korkunu, ümitsizliğini gul sesleri bil. Onlar, seni aşağılıkların
ta dibine kadar çekerler.
Seni yücelere çeken her ses, bil ki yücelerden gelmektedir.
Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt sesi bil.
1960. Bu yücelik, mekân bakımından değildir.. bu
yücelikler, akıl ve can yücelikleridir.
Her sebep eserinden yücedir.Çakmak, kıvılcımdan üstündür.
Birisi, azametli birinin alt yanına otursa bile hakikatte üst
tarafına oturmuş sayılır.
Çünkü orasının üstünlüğü şeref bakımındandır. Baş köşeden uzak olan
yer, alçaktır.
Kıvılcım çıkarmak için taş ve demir gerek. Bunların varlığına lüzum
olduğundan bu ikisi, kıvılcımdan üstün sayılabilirse de.
1965. Çakmaktan maksat taş ve demirden meydana gelen
kıvılcım olduğundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir.
Taş ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım
can.
Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından
ondan üstündür.
Zaman bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından
daldan üstün.
Çünkü ağaçtan maksat meyvedir; şu halde meyve evveldir, ağaç sonra
gelir.
1970. Ayı, ejderhadan feryat edince o er, ayıyı onun
pençesinden kurtardı.
Hile ile babayiğitlik birleşti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt
edip öldürdü.
Ejderhanın gücü vardır ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama
hilenden üstün hile de var!
Hile ve tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O
başlangıç tarafına dön, o tarafa yönel.
Aşağılık âlemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir. Haydi var,
gözünü yüceliklere dik.
1975. Yücelere bakmak, önce gözü alır, kamaştırır ama
sonra bakışa bir aydınlık bağışlar.
Gözünü aydınlığa alıştır.Yok.. eğer yarasaysan karanlıklara baka
dur!
Âkıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense senin
mezarın.
Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip âkıbeti gören kişi,
bir tek oyun görene benzemez.
Bir oyun gören, o tek oyuna öyle mağrur oldu ki ululanması yüzünden
üstatlardan uzak kaldı.
1980. Sâmirî gibi.. o, kendisinde bir hüner görünce
ululanıp Musadan baş çekti.
Halbuki o, hünerini Musadan öğrenmişti. Öyle olduğu halde
öğretmeninden gözünü yumdu.
Hulâsa Musa da başka bir oyun etti ; onun oyununu kapıverdi,
kendisini de!
Başta dönüp dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan
onlarla baş oluncaya kadar, baş elden gider!
Başının gitmemesini istersen ayak ol, rey ve tedbir sahibi Kutba
sığın!
1985. Şah bile olsan kendini ondan üstün görme.Bal bile
olsan onun otundan başka bir şey devşirme.
Senin fikrin surettir, onun ki can . Senin paran kalptir, onunki
maden.
O, sensin. Kendini onda ara. Kû, Kû- Nerede, nerede? diye onun
civarında bir üveyik ol!
Sefa ehline hizmet etmek istemezsen ejderha ağzına düşen ayıya
benzersin.
Belki bir üstat seni kurtarır, tehlikelerden çekip çıkarır.
1990. Madem ki gücün kuvvetin yok.. ağlayıp inle! Madem
ki körsün.. yol görenden baş çekme!
Ayıdan daha aşağı mısın ki derdinden ağlayıp inlemiyorsun.? Ayı
feryat ettiği için dertten kurtuldu.
Ey Tanrı, bizim taş yüreğimizi mum gibi yumuşat; kerem et de
feryadımıza acı!
Kör bir dilencinin Bende iki
körlük var demesi
Bir kör vardı, derdi ki: Ey zamane ehli, elâman..
benim iki körlüğüm var.
Şu halde bana iki kat acıyın. Çünkü iki kat körüm, bu iki körlüğe
birden müptelâyım
1995. Birisi Bir körlüğünü görüyoruz. Öbür körlüğün
nedir? Göster dedi.
Kör dedi ki; Sesim çirkin, avazım bed. Ses çirkinliği ve körlük
iki kat körlüktür.
Çirkin sesim halka keder vermekte. Halkın acıması, sesim yüzünden
azalmakta.
Kötü sesim nereye varırsa hiddet, gam ve kin meydana gelmekte.
İki körlüğe siz de iki kat acıyın. Böyle hiçbir yere sığmayan
kişiyi gönlünüze sığdırın, hoş görün
2000. Bu şikâyet, bu sızlanma yüzünden sesinin
çirkinliği kalmadı. Halkın hepsi ona acımaya başladı.
Sırrını söyleyince gönlünün güzel sesi, sesini güzelleştirdi,
sesindeki çirkinlik gitti.
Fakat birisinin gönül sesi de çirkin olursa o adamda üç ebedî
körlük vardır.
Fakat sebepsiz illetsiz hacetleri reva edenler, olabilir ki onun
çirkin başına bir el korlar.
O dilencinin sesi hoş ve acınacak hale gelince taş yüreklilerin
yüreği bile muma döndü.
2005. Kâfirin sesi çirkin olduğundan icabete eş olamaz.
Susun emri, kötü ses hakkındadır. Çünkü o ses, halkın kanından
köpek gibi sarhoş olmuştur.
Ayının feryadı bile acındıracak bir ses olur da senin feryadın
olmazsa bu çok kötü bir şeydir!
Bil ki sen Yusufa kurtluk etmişsin, yahut bir suçsuzun kanını
içmişsin.
Tövbe et içtiğini kus.. Eğer yara eskidiyse yürü, dağla!
Ayıyla,onun vefakârlığına güvenen
ahmağın hikâyesi
1210. Ayı, ejderhadan kurtulup o babayiğit erden o
keremi görünce,
Eshâb- Kehfin köpeği gibi onun peşine takıldı.
O Müslüman, hastalanıp yastığa baş koyunca da ayı, ona bağlanmış,
gönül vermiş olduğundan bırakmadı, başın da beklemeye başladı.
Birisi oradan geçerken Halin nasıl? Kardeş, bu ayıyla ne işin
var dedi.
Er, ejderha hikâyesini nakletti. O adam Ayıya güvenme be ahmak.
2015. Ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir. Ne
suretle olursa olsun sürülmesi gerek dedi.
Er dedi ki; Vallahi bunu hasedinden söyledin, yoksa sen ayıya ne
bakıyorsun, sevgilisini gör!
Adam, Ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir, benim bu hasedim,
onun sevgisinden iyidir.
Be adam, gel benimle bir ol da o ayıyı sür, defet.Hemcinsini
bırakıp ayıya güvenme dediyse de
Er, Git, git hasetçi herif, kendi işine bak dedi. Adam İşim
buydu ama sana nasip değil.
2020. Yüce kişi ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya.
Onu bırak da eşin dostun ben olayım.
Başına bir şey gelecek diye yüreğim titriyor. Böyle bir ayı ile
ormanlığa gitme.
Yüreğim asla olmayacak şeyden titremedi. Bu seziş Tanrı
nurundandır, saçma değil.
Ben müminim Mümin Tanrı nuruyla bakar sırrına mazharım. Kendine
gel, kendine! Bu ateşgedeyi bırak! dedi.
Bu sözler, erin kulağına girmedi. Suizan adama kuvvetli bir settir.
2025. Ayının elini tuttu, adamın elini bıraktı. Adam da
Senin aklın başında değil, gidiyorum dedi.
Er dedi ki: Git benim kaydıma kalma. Boş boğaz herif, o derece
bilirlikten dem vurup durma
Adam tekrar Ben senin düşmanın değilim. Peşimden gelirsen kendine
lütfetmiş olursun dedi.
Er Uykum geldi. Bırak beni işine gitdedi. Adam Yahu, ne olur
bir dosta uy da,
Akıllı birisinin himayesinde, gönül sahibi bir dostun civarında
uyu dedi.
2030. Babayiğit, o adamın ısrarından hayallenip
kızıverdi, yüzünü çevirip,
Bu galiba bir katil, bana kastetmeye geldi; yahut bir şey umuyor,
dilenci ve külhani herifin biri!
Yahut da beni bu ayıyla korkutma hususunda evvelce dostlarıyla
bahse girişmiş olmalı dedi.
İçinin kötülüğünden hatırına iyi bir şey gelmedi.
Bütün hüsnü zannı ayıyaydı. Sanki ayıyla aynı cinstendi!
2035. Bir köpek uğruna bir akılıyı itham etti, ayıyı
muhabbet ve merhamet sahibi bir dost bildi!
Musa Aleyhisselâmın öküze tapana Nerde düşüncen,nerde
ihtiyatın,tedbirin? demesi
Musa bir hayal sarhoşuna dedi ki: Ey kötülükten,
sapıklıktan fena düşüncelere saplanmış kişi,
Benden bunca bürhan görmene ne benim bu derece güzel huyuma rağmen,
peygamber olup olmadığıma dair yüzlerce şüphen vardı.
Benden yüz binlerce mucize gördüğün halde hayalin yüz kat artmakta,
o derece şüpheye,zanna düşmekteydin.
Hayalden, vesveseden daraldın, Peygamberliğime tanedip durmaya
başladın.
2040. Seni Firavuna uyanların şerrinden kurtarmak için
denizden apaçık toz kopardım.
Gökten kırk yıl kâselerle yemek geldi, duam bereketiyle taştan
ırmak coştu.
Bu ve buna benzer nice yüzlerce mucize, senin vehmini azaltmadı,
eksiltmedi.
Fakat sihirli bir buzağı ses verdi.Tanrım sensin diye derhal secde
ettin.
O vehimlerini Nil götürdü, o soğuk anlayışın uykuya daldı.
2045. Onun hakkında da niye kötü bir zanna düşmedin? Ey
kötü suratlı, onun önüne nasıl baş koydun?
Niçin onun hilesinden şüphelenmedin, onun ahmakları aldatan
sihrinden niye işkillenmedin?
Be aşağılık kişiler, Sâmirî kim oluyor ki âlemde bir Tanrı düzüp
koşsun.
Onun bu hilesine nasıl oldu da kapıldın, nasıl oldu da ona uydun,
onunla aynı fikirde bulundun?Nasıl oldu da bütün şüpheleri
attın,kurtuldun?
Sence öküz, bir lâfla Tanrılığa lâyık oluyor da sonra benim
peygamberliğimde şüpheye düşüyorsun ha?
2050. Bir öküze eşeklikten secde ettin, aklın Sâmirînin
sihrine av oldu.
Ululuk sahibi Tanrının nurundan göz yumdun. İşte sana adamakıllı
bilgisizlik, işte sana sapıklığın ta kendisi!
Yuf olsun sendeki akla, irfana. Senin gibi bilgisizlik madenini
öldürmek gerek.
Altından yapılan öküz ses verdi de ne dedi ki, ahmaklar ona bu
derece rağbet ettiler?
Ben size daha ziyade şaşılacak pek çok şeyler gösterdim. Fakat
aşağılık kişiler, nasıl olur da hakkı kabul ederler?
2055. Bâtılları ne cezbedebilir? Ancak bâtıl!
Tembellere ne hoş gelir tembellik!
Çünkü her cins, kendi cinsini çeker. Öküz nasıl olur da erkek
aslana yüz tutar?
Kurt neden Yusufa âşık olacak? Ancak hile ile onu sever görünür,
sonra da onu parçalayıp yer.
Fakat kurt, kurtluktan kurtulursa Yusufa mahrem olur.Eshab-ı
Kehfin köpeğin gibi âdemoğullarından sayılır.
Ebubekir, Muhammet den bir koku alınca Bu yüz yalancı yüzü değil
dedi.
2060. Fakat Ebu cehil, dert sahiplerinden olmadığı için
yüzlerce Şakkı Kamer gördü de yine inanmadı.
Leğeni damdan düşen, şöhreti âleme yayılan dertliden Hakkı
gizledik, fakat gizlenmedi gitti.
Cahil olan ve Tanrı derdinden uzak bulunan kişiye de hakikat
sırlarını nice defalar gösterdiler de o görmedi.
Gönül aynası sâf olmalı ki orada çirkin suratı güzel surattan ayırt
edebilsin
Nasihatçının,ayıya kapılan kimseyi,bir çok nasihat
verdikten sonra terketmesi
O Müslüman, kızarak ve içinden Lâ havle diyerek
ahmağı bırakıp gitti.
2065. Benim ona ciddiyetle nasihat vermemden, üstüne
düşmemden, gönlündeki hayaller attı, büsbütün vehimlendi.
Demek ki nasihat yolu kapandı dedi. Farıd anhum emrine
bağlandı.
Verdiğin ilâç derdi arttırırsa sen de sözü isteyene söylet. Abese
suresini okusana.
Tanrı Kör, Hakkı diliyorsa onun yoksulluğu yüzünden gönlünü
kırmak yaraşmaz.
Sen, halk, ulularından öğrensin diye uluları irşat etmek istiyorsun
ama,
2070. Ey Ahmet, büyüklerin bir kısmı seni dinlemeye
koyulunca hoşlandın,belki,
Bu ulular, dine güzelce yardımcı olurlar, bunlar Araba Habeşe
reistir.
Bunların yüzünden İslam dininin şöhreti Basrayı Tebükü aşar.
Çünkü halk, padişahlarının dinindendir.
Diye düşündün, bu yüzden de hidayet isteyen körden yüz çevirdin,
onun sohbetinden sıkıldın.
Bunlar her vakit ele geçmez. Sen dostlarımızdansın, vaktin de
geniş.
2075. Bu dar vakitte işime mâni olma.Bunu sana
darılarak, kızarak söylemiyorum, nasihat yollu söylüyorum dedin.
Fakat Ey Ahmet , Tanrı indinde bu bir tek kör, yüzlerce Kayserden,
yüzlerce vezirden yeğdir.
İnsanlar madenlerdir, sözünü hatırına getir. Öyle maden olur ki yüz
binlerce madenden daha değerlidir.
Gizli kalmış lâl ve akik madeni, yüz binlerce bakır madeninden
değerlidir.
Ey Ahmet, burada malın faydası yok.Aşkla, dertle, dumanla dolu
gönül lâzım.
2080. Gönlü aydın kör gelince kapıyı kapama. Ona
nasihat ver, nasihat onun hakkıdır.
İki üç ahmak seni inkâr etse neden acılaşırsın, sen
zaten şeker madenisin.
İki üç ahmak seni itham etse bile Hak, sana tanıklık eder dedi.
( Muhammed dedi ki:) Âlemin ikrarından fariğim. Birisine Tanrı
tanık olursa gayrı ona ne gam!
Yarasa, güneşi göremez.Görüyorum dese bile gördüğü güneş değildir.
2085. Yarasaların nefretinden de anlaşılıyor ki ben ulu
Tanrının parlak bir güneşiyim.
Bir gül suyuna bokböcekleri rağbet etseler bu, onun gül olmadığına
delâlet eder.
Kalp akça mihenk istese, mihengin mihenk oluşunda şüphe hâsıl olur.
Bil ki hırsız geceyi ister, gündüzü değil.Ben gece değilim, cihanda
parıldayan gündüzüm.
Bey ayırıcıyım. Benden bir saman çöpü bile geçmesin diye kalbur
gibi her şeyi eler, ayırt ederim.
2090. Bunların nakışlardan, suretlerden ibaret
olduğunu, onlarınsa can bulunduğunu göstermek üzere unu, kepekten
ayırırım.
Ben, dünyada Tanrı terazisiyim.Hafif olan her şeyi ağırdan tefrik
eder, gösteririm.
Öküz, elbette bir buzağıyı Tanrı tanır. Eşek müşteri olup bir şey
alsa, elbette ham kavun alır.
Ben öküz değilim ki, beni buzağı satın alsın. Ben, diken değilim ki
beni deve yesin!
O, bana cevrettim sanır, halbuki hakikatte âdeta aynamı siler,
cilâlar.
Bir delinin Calinusa yaltaklanması,Calinusun
bundan korkması
2095. Calinus, eshabına Bana filân ilâcı verin dedi.
İçlerinden birisi dedi ki: Ey her fenni bilen üstat, bu ilâcı
delilik için verirler.
Delilikse, senin aklından uzak. Bu sözü bir daha söyleme! Calinus,
Bana bir deli baktı.
Bir müddet güzelce yüzümü seyretti. Bana göz kırptı; sonra yenimi
yakamı yırttı.
Eğer benim, onunla bir münasebetim olmasaydı o çirkin suratlı nasıl
olur da bana yüz çevirirdi?
2100. Eğer bende
kendisiyle bir cinsiyet, bir münasebet görmeseydi nasıl olur da bana
gelip çatardı? Nasıl olur da kendi cinsinden olmayana musallat olurdu?
|