O iyilikçi Müslümanın şefkatine güvenerek hırsızı
bıraktı yola düzüldü.
Varıp Aziz dost ne var? Böyle kimin elinden feryat ediyorsun ?
dedi.
Adam İşte, hırsızın ayak izine bak. Hırsız çalacağını çalıp bu
tarafa gitmiş.
İşte o kaltabanın ayak izi. Yürü, bu izi izle, ardından koş!dedi.
2805. Adam Be ahmak, sen ne söylüyorsun?Ben onu
tutmuşum.
Sen bağırınca koyuverdim. Sen bir eşekmişsin meğerse. Bense seni
adam sandım.
Bu ne herze, bu ne hezeyan? Ben kendisini tutmuştum, ayak izini ne
yapayım? dedi.
Sen bir hilebazsın, yahut aptalın birisin. Hattâ belki de hırsızın
ta kendisisin ve bu işi de mahsus yaptın.
Öbürü Ben ayak izini gösteriyorum. İşin haki katından âgahım
dedi.
2810. Adam dedi ki: Sen ya düzenbazsın, ya ahmak,
belki de hırsızın ta kendisisin de işi biliyorsun.
Ben hasmımı çeke, çeke yakalamak üzereydim. İşte ayak izi diye sen
koyuverttin. Sen cihetten bahsediyorsun, bense cihetlerden çıkmış,
kurtulmuşum. Vuslatta delil ve âlamet olur mu?
Sıfatlarla perdelenmiş olan kişi, ancak sıfat görür. Zatı kaybeden
kişidir ki sıfatlarda kalır.
Oğul, Tanrıya ulaşanlar, zata gark olmuşlardır. Artık onlar
sıfatlara nazar ederler mi?
Başın ırmağın dibinde oldukça renge bakabilir misin?
2815. Suyun rengine bakmak için dipten çıktın mı?Güzel
bir halıyı bırakmış, köhne bir kilimi almış olursun.
Avamın ibadeti, havasın günahıdır. Avamın vuslatı bil ki havasın
hicabıdır.
Padişah bir veziri muhtesip yapsa, onun dostu değildir, düşmanıdır.
Mamafih o vezir belki suç işlemiştir. Böyle birden bire muameleyi
değiştirmek elbette sebepsiz olamaz.
Çünkü önce muhtesip olan kişiye baht ve devlet nasip olmuş
demektir.
2820. Fakat önceden padişaha vezir olanı, sonra
muhtesip yapmak kötü bir iş yaptığından olabilir.
Fakat padişah, seni eşikten huzuruna çağırmış, sonra tekrar eşiğe
sürmüşse,
Şüphe etmeksizin bil ki bir suç ettin. Bilgisizlikle cebre yapışır.
Kısmetim buymuş dersen neden önce o devlet kısmetin olmuştu?
Bilgisizlikle kendi kısmetini kendin teptin. Halbuki ehil olan kişi
kısmetini artırır.
Münafıkların Mescid-i Dırâr yapmaları
2825. Aykırı gidişe Kurandan getireceğimiz başka bir
misal de dinlesen yerindedir.
Münafıklar, buna benzer bir çift- tek oyununu da Peygamberle
oynamışlardı.
Ahmet dinini yüceltmek için bir mescit yapalım dediler. Halbuki
bu mürtetlikten başka bir şey değildi.
Bu çeşit aykırı bir oyuna girişerek Peygamberin mescidinden başka
bir mescit yaptılar.
Döşemesini, tavanını, kubbesini düzdüler.Fakat bununla cemaati
ayırmak diliyorlardı.
2830. Yalvararak Peygamberin yanına geldiler, deve
gibi huzuruna çöktüler.
Ey Tanrı Peygamberi, lûtfedip o mescide kadar bir zahmet etsen;
Kademlerinle kutlasan.. günlerin kıyamete kadar ter-ü taze olsun!
Topraklı, bulutlu günün, zaruret ve yoksulluk gününün mescidi işte.
Diledik ki oraya bir garip gelirse yer bulsun, bu hizmet konağında
bolluğa ersin.
2835. Bu suretle de din şiarı çoğalsın, etrafa
yayılsın, dostlarla olunca acı yemiş bile hoştur.
Bir an orayı şereflendir, bizi tezkiye et ,diğer sahabeye bildir.
Mescide, mescittekilere iltifat et..sen aysın, biz de gece. Bir an
olsun bizimle ol da.
Gece cemalinle gündüze dönsün, ey cemali, geceleri aydınlatan
güneş.! dediler.
Ah ne olurdu bu sözleri gönülden söyleselerdi de muratları olsaydı.
2840. Gönül istemeden ağza gelen lâtif sözler,
külhandaki yeşilliğe benzer dostlar.
Uzaktan bak, geç. Yavrum onlar yemeye kokmaya değmez.
Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, yıkık köprüdür.
Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da
kırılır.
Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa, iki, üç karı tabiatlı adamın
yüzünden uğrar.
2845. O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer.
Diğerleri de, işte tam dost diye ona güvenirler.
Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin
mânevi kuvvetini de kırar.
Bu bahis, uzundur. Uzadıkça uzar, maksat da gizli kalır, geçelim.
Münafıkların Peygamberi Mescid-i Dırâra götürmek için
kandırmaya çalışmaları
Halk Peygambere masallar okumakta; yalan dolan
atını sürmekteydiler.
O merhametli, şefkatli Peygamber gülümseyerek ancak Peki
diyebildi.
2850. O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini
anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi.
Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt
içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
Fakat o lûtuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o
zarif kimse sütü övüyordu..
Yüz binlerce hile ve huda kıllarına o an gözünü yummuştu.
O kerem denizi doğru buyurmuştu: Ben, sizi, sizden ziyade
esirgerim,
2855. Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş,
yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim.
Siz pervane gibi o tarafa koşuyorsunuz. Ben de iki elimle pervane
koymaktayım
Münafıkların dileği üzerine Peygamber, o tarafa yürüyünce Tanrı
gayreti haykırdı: Gul sesini dinleme,
Bu habisler hile ettiler, söyledikleri sözlerin hepsi aykırıdır.
Maksatları kara yüzlülükten başka bir şey değildir. Hıristiyanlarla
Yahudiler, en hayırlı dini nasıl olur da aralar?
2860. Cehennem köprüsü üstüne bir köprü kurdular,
Tanrıya tavlada hileye giriştiler
Maksatları Peygamberin sahabesinin arasını bozmaktı. Her
herzevekil Hakkın fazıl ve ihsanını nasıl tanır?
Şamdan buraya bir Yahudi getirmek niyetindeydiler. Yahudiler, o
Şamlı Yahudinin vazından sarhoş olmuşlardı.
Peygamber, Gelmeğe gelirim ama şimdi yol üstündeyiz. Savaşa
gidiyoruz.
Savaştan dönünce o mescide giderim buyurdu;
2865. Onları defetti; savaşa gitti. O kötü, o yalancı
kişileri bu suretle avuttu.
Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki vadini hatırlattılar.
Tanrı, Peygamber, açıkça söyle. Neticesi savaş bile olsa onların
hıyanetlerini açığa vur dedi.
Peygamber de Ey hilebaz Kavim,susun da sırlarınızı söylemeyeyim
Deyip sırlarından birkaçını söyleyiverdi. Derhal halleri kötüleşti.
2870. Münafıkların elçileri ,hemen Hâşa, hâşa demeğe
başladılar.
Her münafık, koltuğuna bir Mushaf urup hile ile Peygambere koştu;
Yemin etmeye koyuldu. Çünkü yemin etmek siperdir, ve yemin
etmek,yalancı kişilerin âdetidir.
Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini
bozar.
Doğruların yemin etmeğe ihtiyaçları yoktur. Onların gözleri
aydındır.
2875. Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır.Yeminine vefa
etmek ve yemininde durmaksa temiz kişinin işidir.
Peygamber dedi ki : Sizin yemininize mi inanayım, Tanrının
yeminine mi?
Münafıklar, yine ellerin de Mushaf olduğu halde güya ağızlarının
orucuyla yemin etmeye giriştiler.
Bu doğru ve temiz kelâm hakkı için o mescidi kurmamız Tanrı
rızası içindir.
Bu hususta hiçbir hilemiz, düzenimiz yok. Orada ancak Tanrıyı
anacak, doğru bir yürekle Tanrıya ibadet edeceğiz dediler.
2880. Peygamber dedi ki : Tanrının sesi, kulağına
diğer sesler gibi gelmekte.
Hak, kulaklarınızı mühürledi de Tanrı sesini duymuyorsunuz.
İşte apaçık kulağıma Tanrı sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan
süzmekteyim
Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musaya da bir ağaçtan gelmişti.
Ben Tanrıyım sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar
belirmiş, parlamıştı.
2885. Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye
koyuldular.
Tanrı yemine siper demiştir. Savaşçı ,siperi elden bırakır mı?
Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara
Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz dedi.
Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp Peygamber Sallâhü Aleyhi
Ve Selem ne için ayıpları
örtüyor
diye düşünmesi
Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin
gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
Peygamber böyle ak sakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
2890. Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ?
Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi?
Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düşmeyeyim
diye gönlünden istiğfar etti.
Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi
çirkinleştirdi, âsileştirdi.
Yine Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Tanrı, beni
küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
Bakışım nasıl elimde değilse, gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an
hışımla gönlümü yakardım dedi.
2895. Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların
mescidini fışkı ile dolu gördü.
Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara
dumanlar tütüyordu.
Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın
kokusundan uyandı.
Hemen yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı. Tanrı, bunlar, münkirlik
nişanesi.
Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir şefkatten daha
iyi diyordu.
2900. Mecaz ehlinin çalışıp çabalamasını araştırsan
görürsün ki soğan gibi kat, kattır.
Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların
her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir.
Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için
yüzlerce gayret kemeri kuşanmışlardı.
Onlar, Eshab-ı File benziyorlardı. Habeşistanda bir Kâbe
yapmışlardı da Tanrı, Kâbelerine ateş vurmuştu.
Bunun üzerine öç almak için Kâbeyi yıkmaya niyetlendiler. Halleri
nice oldu, Kuranı oku, anla!
2905. Dinde kara yüzlü olanların hileden
düzenden,savaştan başka bir şeyleri yoktur.
Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle
münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık
anlaşılır.
Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler
nazenindirler, onlara naz yaraşır.
Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı
mehenge vurmadan almamışlardır.
2910. Kuranın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes
kaybını bilir, tanır.
Kaybolmuş devesini soran
kişinin hikâyesi
Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya
koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
Arapça da Dalle kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere
gizlenmiş deveye derler.
Kervan, yükü yüklemeğe gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok.
Dudağın kupkuru.. o yana bu yana koşup durmaktasın; kervan da
uzaklaşıyor, gece de yakın.
2915. Pılı pırtı kokulu yerde, toprak üstünde kalmış,
sen deve peşinde şuraya buraya dönüp dolaşıyorsun.
Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı göreniniz var mı ?
Kim söylerse, kim haber verirse şu kadar para veririm demeye
başlarsın;
Herkesten sorup soruşturursun. Her aşağılık adam, sana bıyık
altından güler.
Biri Bir deve gördük, şu tarafa, çayıra doğru gidiyordu der.
2920. Öbürü Ha ,ha.. kulağı da kesikti der, bir
başkası da der ki: Üstünde nakışlı bir çuval vardı.
Diğer biri Gördüm, tek gözlüydü der, bir diğeri de der ki
Uyuzluktan tüyü filân da kalmamıştı..
Müjde almak için her bayağı adam, yüzlerce nişan söyler durur.
Birbirine aykırı mezhepler arasında mütereddit bir hale
geliş ve onlardan kurtuluş yolu
Bu şuna benzer: Herkes marifet hususunda gayp
mevsufunu bir sıfatla över.
Filozof onu başka bir çeşitte anlatır. Mübahase eden, onun sözünü
cerh eder.
2925. Başka biri her ikisini de kınar. Bir başkası da
riya ile can çekişir.
Halk, bunları da o köyün adamı sansın diye her biri, bu yola ait
deliller söyler.
Hakikatten şunu bil ki bunların hepsi hak değildir. Fakat bu
sürünün hepsi de sapık değil.
Çünkü hak olmadıkça, bâtıl meydana çıkmaz. Ahmak, kalp altını,
altın kokusunu duyar da alır.
Âlem de sağlam ve geçer akçe olmasaydı kalpı nasıl harcayabilirdin?
2930. Doğru olmasaydı yalan olur muydu hiç? O yalan,
doğrudan nurlanır.
Doğru ümidiyle eğriyi de alırlar. Zehri şekere dökerler de öyle
içerler.
Güzel ve tatlı buğday olmasaydı, buğday gösterip arpa satan ne
yapardı?
Şu halde bütün bu sözler bâtıldır. Bâtıllar hak ümidiyle gönüle
tuzaktır.
Ama hepsi hayalden, sapıklıktan ibarettir de deme. Çünkü âlemde
hakikatsiz hayal olmaz.
2935. Tanrı Kadir gecesidir. Kadir gecesi, insan her
geceyi ibadetle geçirsin diye geceler içinde gizlidir ya Tanrı da öyle
gizli.
Ey genç, her gece Kadir gecesi değildir ama bütün geceler de ondan
hâli değil.
Hırka giyenler arasında bir Tanrı fakiri vardır. Sana da haksa ona
yapış!
Nerede anlayışlı bir mümin ki padişahtan yoksulu ayırt etsin.
Âlemde her şey ayıpsız olsaydı, ticaret edenlerin hepsi aptal
olurdu.
2940. Bu taktirde kumaş tanımak pek kolaylaşırdı. Madem
ki ortada ayıp yok, ehil ne oluyor, nâehil ne oluyor?
Fakat eğer her şey de ayıplı olsaydı bilginin ne faydası olurdu?
Mademki hepsi odun, burada ödağacı yok demektir.
Her şey hak demek ahmaklıktır, fakat her şey bâtıl diyen de
şakîdir.
Peygamberlerin tacirleri kâr ettiler; renk ve koku tacirleriyse
ziyan!
Yılan, güzel mal gibi görünür. İki gözünü de ovuştur da iyice bak!
2945. Bu alışverişe gıpta ile bakma, Firavunla Semud
kavminin ziyanını gör!
Hayır ve şerri anlaşılsın diye
her şeyi sınama
Şu göğe defalarca bak. Çünkü Tanrı Ona bir kere
daha dön de bak buyurdu.
Bu nurani tavana bir kere bakmakla kani olma, defalarca bak, Bir
çatlak görebilir misin?
Tanrı, sana Bu güzel göğe ayıp arayan kişi gibi defalarca bak
dedi.
Gök hususunda böyle olunca ya, bu kara yeri görmek, fark edip
anlayarak beğenmek için bilir misin. Ne kadar bakmak gerek!
2950. Tortuyu süzmek, sâfı meydana getirmek için
aklımızın ne kadar zahmetler çekmesi lâzım.
Kış ve güz imtihanlarıyla yazın harareti, can gibi olan bahar,
Yeller, bulutlar, şimşekler, hep hâdiselerin zuhur etmesi;
Rengi toprak olan yerin, yeninde, yakasında bulunan lâlle, âdi taşı
meydana çıkarması içindir.
Bu abus suratlı toprak, Hak hazinesinden, kerem deryasından ne
çalmışsa,
2955. Takdir şahnesi, hadi der, doğru söyle..aldığın
neyse bir kılına kadar anlat!
Hırsız, yani toprak Hiçbir şey almadım, hiçbir şey derse de
şahne, onu durmadan çekiştirip durur, eğip büker.
Şahne, ona gâh şeker gibi lâtif sözler söyler; gâh onu asar, en
kötü işkencelerde bulunur.
Bu suretle kahırla, lûtufla, korku ve can ateşinin tesiriyle o
gizli şeylerin açığa vurulmasına gayret eder.
O baharlar, Kibriya, şahnesinin lûtfudur. Hazan da Tanrının
korkutması, tehdit etmesidir.
2960. Kış da Ey gizli hırsız, meydana çık diye
mânevi bir çarmıhtır.
Savaş erinin gönlü bir zaman ferahlar, bir zaman daralır; derde,
gıllıgüşa düşer.
Çünkü bedenlerimiz olan bu su ve toprak, bu balçık,
münkirdir.Canların ziyasının hırsızıdır.
Ulu Tanrı, ey yiğit; sıcağı soğuğu, zahmeti, derdi bedenlerimize
havale etmiştir.
Bütün bunlar, korku, açlık,malların azlığı, bedenimizin hastalığı,
hepsi can nakdinin meydana çıkması içindir.
2965. Vaitlerle tehditler, bu birbirine karışmış olan
iyi ve kötüyü ayırt etmek içindir.
Hakla,bâtıl birbirine karıştığından, sağlam parayla kalp akçayı bu
hareme döktüklerinden dolayı,
Ayırt etmek için hakikatları sınamış, görmüş bir mehenk gerektir
ki,
Bu hileleri fark etsin, şu tedbirlerin esası olsun.
Ey Musanın anası, Musaya süt ver, belâya düşeceğini düşünme, suya
at!
2970. Kim, Elest gününde o sütü emmişse Musa gibi sütü
fark eder.
Çocuğun fark ve temyiz sahibi olmasını cidden istiyorsan, ey
Musanın anası, hemen şimdi onu emzir de,
Anasının sütündeki lezzeti anlasın, yaratılışı kötü dadılara teslim
olmasın.
Devesini arayan adamın hikâyesinin faydası
Ey itimada lâyık adam, sen bir deve kaybetmişsin,
herkes sana devenden bir nişan vermekte.
Sen devenin nerede olduğunu bile bilmiyorsun ama o söylenen
nişanların yanlış olduğunu biliyorsun.
2975. Devesini kaybetmeyen de taklitle devesini
kaybeden kişi gibi bir deve arar.
Ben de devemi kaybettim. Kim bulursa müjdesini vereceğim der.
Deve aramakta seninle yoldaşlık eder, deveye tamah ettiğinden böyle
bir oyuna girişir.
Sen, kime Bu söylediklerin yanlış dersen o da sana uyup aynı
sözü söyler.
O, yanlış nişaneyle doğrusunu ayırt edemez ama senin sözün, o
mukallidin asâsıdır, ona dayanır.
2980. Doğru ve benzer bir nişane verirlerse inanırsın,
şüphen kalmaz.
O nişane, hasta canına şifa olur, benzinin rengi yerine gelir,
iyileşir, kuvvetlenirsin.
Gözün ışıklanır, ayağın tutar, yürür.. cismin can olur, canın
tamamıyla ruh kesilir.
Doğru söyledin ey emniyetli kişi, bu nişaneler, tamamıyla deveme
ait.
Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller.. bu nişaneler, devemi
gördüğüne delâlet etmekte, âdeta Berat ve Kadir, âdeta kurtuluşun ta
kendisi
2985. Der, bu nişaneleri vereni Haydi, önden yürü.
Yürüme vakti, sen öne düş de,
Ben senin ardınca geleyim. Doğru sözlü kişi, devemin kokusunu
aldın, şimdi de nerede, göster diye onu öne salarsın.
Fakat deve sahibi olmayıp bu araştırmada taklide uyan kişinin,
Bu doğru nişanelerle yakını artmaz, ancak hakikaten devesi
kaybolanın inanışı ona da akseder.
Onun ciddiyetinden, tahassüründen bir koku alır, anlar ki onun bu
yelip yortması saçma değil, elbette bir aslı var!
2990. Bu deve arayışı doğru değil ama o da bir deve
kaybetmiştir.
Başkasının devesine tamah edişi onun yüzünü örter de kendi kaybını
unutturur.
Devesi kaybolan nerelerde koşarsa bu da koşar, tamahından dertliye
dost ve yoldaş olur.
Yalancı da doğrucuyla yoldaş olunca yalanı, ansızın doğru olur.
Devenin koştuğu o ovada yalancı da kendi devesini buluverir.
2995. Onu görünce devesini hatırlar; dostunun,
arkadaşının devesinden tamahını keser.
Devesini orada otlar görür de mukallitten muhakkik olur.
Deveyi orada aramadığı halde bulunca o an hakikaten deveye talip
kesilir.Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller.
Ondan sonra yalnızca yürümeye başlar, gözünü kendi devesine açar.
Asıl deve arayan Beni bıraktın mı, halbuki şimdiye kadar
arkadaşlık ettik deyince,
3000. Şimdiye kadar abes bir şeyle meşguldüm,tamahtan
sana yaltaklanıp duruyordum.
Bu arayışta senden zâhiren, cismen ayrıldım ama asıl şimdi seninle
derttaş oldum.
Şimdiye kadar devenin evsafını senden çalmıştım . Halbuki şimdi
canım, benimkini gördü, artık gözüm doydu.
Onu görmedikçe aramadım, istemedim. Fakat şimdi bakır mağlûp oldu,
altın üst geldi.
Bütün suçlarım, şükür olsun,ibadet oldu, alay fena buldu, doğruluk
kaldı.
3005. Suçlarım, Hakka vesile oldu. Gayri suçlarımı
kınama, onlara dokunma.
Seni, doğruluğun arayıcı etmişti. Bana da ciddiyetim ve araştırmam
doğruluk kapısını açtı.
Seni, doğruluğun aramaya sevk etti, beni de aramam doğruluğa çekti.
Alay olsun diye, iş olsun diye yere devlet tohumu ekiyordum.
Halbuki onun aslı varmış, hakikî kazancımmış.. ektiğim her taneye
bedel yüzlerce tane çıktı diye cevap verir.
3010. Hırsız, bir eve girmeğe kalkışır, girince görür
ki girdiği kendi eviymiş!
Ey soğuk, hararetlen ki ısınasın, sertliğe alış ki yumuşayasın.
O iki deve değildir ki.. bir devedir. Fakat söz dar, mâna ise pek
geniş!
Söz mânaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber Tanrıyı bilenin
dili tutulur dedi.
Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar
bilebilir ki?
3015. Hele bu gök olursa.. bu öyle bir gök ki, gökyüzü,
buna nispetle bir katre. Bu güneş,o güneşe nispetle bir zerre!
Her an bir
Mescidi Dırâr var
Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit
olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca,
Peygamber Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın
buyurdu.
Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler,
cömertlik sayılmaz ki.
Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne
ihsandır, ne cömertlik!
3020. Kubâlıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken
yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırarın vücuduna meydan
vermedi.
Taşa toprağa bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emîri
olan Resulullah, Kubâ mescidine benzemeyen o mescide şûle vurdu, onu
yakıp yıktı!
Asılların aslı olan hakikatların da, bil ki, farkları, ayrılıkları
vardır.
Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına.
Hattâ kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben
nasıl söyleyeyim?
3025. Ey iş eri, sen işini mehenge vur da bir Mescidi
Dırâr da sen yapma.
Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü
çevirip baksan görürsün ki sen de onlardansın!
Bir iş
için savaşan, fakat kendisinin de o hale müptelâ olduğından haberi
olmayan Hintli
Dört Hintli bir mescitte Tanrıya ibadet için namaza
durmuşlar, rükû ve sücuda koyulmuşlardı.
Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz
kılmaktaydı.
Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından
bilâihtiyar bir söz çıktı; Müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var
mı?
3030. Öbür Hintli, namaz içinde olduğu halde Sus
yahu, konuştun, namazın bozuldu. dedi.
Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : Onu ne kınıyorsun baba, kendi
derdine bak, kendini kına!
Dördüncü Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim dedi.
Hulasâ dördünün de namazı bozuldu. Âlemin ayıbını söyleyen daha
fazla yol kaybeder.
Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür.Kim birisinin ayıbını
görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.
3035. Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan!
Madem ki başında onlarca yara var, merhemini başına vurmalısın.
Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düştü mü
Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın onahadîsine mazhar olur.
Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de
yaparsın, günün birin de o ayıp, senden de zuhur edebilir.
Tanrıdan Emin olmayın sözünü duymadın mı? Peki o halde neden
müsterih ve emin oluyorsun?
3040. İblis, yıllarca iyi adla anılarak yaşadığı halde
nihayet bak, nasıl rüsvay oldu, adı ne oldu?
Yüceliği âlemde tanınmıştı; aksiyle tanındı, yazık!
Emin değilsen, tanınmayı isteme. Yürü, yüzünü korkuyla yıka da
sonra göster.
Güzelim, sakalın çıkmıyorsa başka sakalsızları kınama.
Şu işe bak: Şeytan, belâlara düştü de sana ibret oldu.
3045. Sen belâya uğrayıp ona ibret olmadın.. o zehri
içti, sen şerbetini iç,(ibret almana bak!).
Oğuzların,birini korkutmak için başka birini öldürmeye kalkışmaları
Kan dökücü Oğuz Türkleri, malları yağma etmek üzere bir
köye girdiler.
O köyün eşrafından iki kişi yakalayıp birini öldürmeye niyet
ettiler.
Öldürmek üzere elini bağladıkları zaman dedi ki : Padişahlar,
yüce erler.
Niye benim kanıma kastediyorsunuz. Neden benim kanıma susadınız?
3950. Öldürülmemde ki maksat, garaz ne? Görüyorsunuz ya,
gördüğünüz gibi yoksulum, çırçıplak bir adamım
Oğuzların biri Arkadaşın korksun, ürksün de altınları çıkarsın
diye öldürüyoruz dedi.
Adam O benden yoksul deyince Oğuz, Haber verdiler onun altını
var dedi.
Adam dedi ki : Madem ki bizim ikimizden bir şey umuyorsunuz,
Evvelâ onu öldürün de ben korkayım, altınların yerini göstereyim!
3055. Şimdi sen de Tanrının keremine bak ki biz âhir
zamanda geldik.
Zamanlardan sonuncusu, ilk devirlerden daha üstündür. Hadîste
Ahirûnes Sâbikun denmektedir.
Merhamet sahibi Tanrı, Nûh ve Hûd kavimlerinin helâkini bize
gösterdi;
Biz korkalım, ibret alalım diye onları kahretti. Ya aksi olsaydı
vay haline!
Kendisine tapanların--peygamber ve velilerin-- Aleyhimüsselâmvarlıkları
nimetken buna
şükretmeyenlerin hali
Peygamberlerden hangisi, suça, ayıba dair bir şey
söylediyse taş gibi katı gönüle, kapkara cana,
3060. Tanrı fermanlarına ehemmiyet vermemeye, yarın ki
ahret gününü düşünmeyip rahatça keyfine bakmaya,
Bu aşağılık dünyaya heves etmeye,bu aşağılık dünyaya âşık, karılar
gibi nefse zebun olmaya,
Nasihat edenlerden kaçmaya, temiz kişilerle buluşmaktan çekinmeye,
Gönüle, gönül ehline karşı yabancı durmaya, padişahlara hile
düzmeye, onlara karşı tilkilik yapmaya kalkışmaya,
Gözü tok kişileri yoksul sanmaya,onlara haset edip gizlice düşman
olmaya dair söyledi.
3065. Onlardan biri verdiğin bir şeyi kabul ederse
yoksul dersin, kabul etmezse riyakâr ve mürai!
İnsanlara karışırsa tamahkâr dersin. Karışmaz, çekingen davranırsa
kibirli!
Yahut da münafıklar gibi Çoluğun, çocuğun nafakasını kazanmaya
uğraşıyorum,
Ne başımı kaşımaya vaktim var , ne din kaydına düşüp ibadet etmeğe!
Lûtfet, bizi himmetle bir an da sonunda biz de velilerden olalım
diye mazeret serdedersin.
3070. Fakat bu sözde, dertten, aşktan değildir. Âdeta
uyuyan bir adamın bir aralık uyanıp sayıklayarak tekrar uykuya
dalmasına benzer.
Ayalimin rızkını kazanmaktan başka bir şey yapamıyorum. Ne çare?
Dişimle, tırnağımla çalışıp çabalıyor, helâlinden kazanıyorum dersin.
Ey sapıklara karışan, ne helâli? Senin kanından başka helâl
göremiyorum.
Çare Tanrıdandır. Lokmandan değil.. çare dindendir puttan değil!
Ey aşağılık dünyaya bile sabredemeyen, bu yeryüzünü güzel bir
tarzda döşeyen Tanrıya nasıl sabredebiliyorsun?
3075. Ey naz ve nimete bile sabredemeyen, kerim
Tanrıya nasıl sabredebiliyorsun?
Ey temize, pise bile sabırsız, Yaradanına nasıl sabredebiliyorsun?
Nerede bir Halil ki mağaradan çıkıp ayı görünce Bu benim Rabbim
dedikten sonra battığını görünce kendisine gelip Nerede kâinatı
yaratan Tanrı? desin.
Ben, bu iki meclis sahibini görmedikçe iki âlemi de görmek istemem.
Tanrı sıfatlarını görmedikçe ekmek bile yesem boğazımda kalır.
3080. Onun yüzünü görmedikçe, onun gülünü , gül
bahçesini temaşa etmedikçe lokma nasıl siner?
Tanrıyı ummadan bu suyu bir an bile kim içer? Ancak öküz ve
eşek!..
Hayvan gibi olanlar, hatta ondan da aşağı bir dereceye düşmüş
bulunanlar, hileyle dolu olsa bile yine pis, murdar, kokmuş
kişilerdir.
Böyle kişinin hilesi de baş aşağı olmuştur, kendisi de. Zamanı
geçip gitmiş, günü bir türlü gelmez olmuştur.
Düşüncesi körleşmiş, aklı bozulmuş ömrü hiçe gitmiştir. Elif gibi
hiçbir şeyi yoktur!
3085. Ben de bu düşüncedeyim dese bile bu da o
nefsin hilesinden,masalındandır.
Tanrı yargılayıcıdır, merhametlidir demesi de aşağılık nefsin
hilesinden başka bir şey değildir.
Ey elimde ekmeğim yok diye gamdan ölen, Tanrı yargılayıcı ve
merhametliyse ya bu korku ne?
İhtiyar bir adamın hastalıklardan doktora şikayeti,doktorun cevabı
İhtiyarın biri, bir doktora Dimağım yorgun, aklım
yerinde değil dedi.
Doktor dedi ki . O akıl zayıflığı ihtiyarlıktandır. İhtiyar,
Gözüm de kararıyor dedi. Doktor Koca ihtiyar, ihtiyarlıktan dedi.
3090. Doktor,Koca ihtiyar,ihtiyarlıktan dedi.Adam,
Arkam dehşetli ağrıyor deyince,
Doktor dedi ki: A zayıf ihtiyar, ihtiyarlıktan! Adam, Ne
yiyorsam hazmedemiyorum dedi.
Doktor Mide zayıflığı da ihtiyarlıktan dedi. Adam, Nefes
alırken sıkıntı çekiyorum, nefes darlığım var dedi.
Doktor dedi ki: Evet, nefes darlığı da ihtiyarlıktan.
İhtiyarlayınca insanda iki yüz türlü illet peyda olur.
İhtiyar kızıp, Be ahmak, lâfın hep bu mu, sen doktorluktan yalnız
bunu mu belledin?
3095. Be herif, Tanrı her derde bir derman verdi, bunu
bilemiyor musun?
Sen ahmak bir eşeksin,bilgin de kıt, aklın da. Ayağın kısa
olduğundan yeryüzünde kalakalmışsın dedi.
Doktor cevap verdi: Ey yaşı altmış, işi bitmiş adam, bu
kızgınlık, bu hiddet de ihtiyarlıktan!
Vücudun bütün cüzileri, zayıflar, yıpranır, sabır da azalır.
İki çift söze bile tahammül edemez, haykırır. Bir yudum suyu bile
hazmedemez, kusuverir!
3100. Ancak Tanrı sarhoşu olan ihtiyar müstesna. O
tertemiz bir yaşayışa sahiptir.
Zâhiren ihtiyardır ama hakikatte çocuk. Zaten o veli ve nebi nedir
ki?
Eğer iyinin, kötünün yanında zâhir olmasalar bu aşağılık kişilerin
onlara şu hasedi neden?
Onlar yakîn ilmini bilmiyorlarsa onlara karşı bu buğuz, bu
hilekârlık, bu kin ne?
Onlara düşman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kıyamet gününü
bilselerdi kendilerini keskin kılıcın üstüne nasıl atarlardı.
3105. O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme;
onun için yüzlerce kıyamet var.
Cennet, cehennem.. hepsi onun cüzileri. Ne düşünürsen, O, o
düşünceden de üstün.
Ne düşünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düşünceye sığmayan yok mu?
İşte Tanrı odur.
İçinde kim olduğunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?
Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalışır.
3110. Halbuki o mecazidir be eşekler, bu hakikat.
Uluların gönülden başka Mescidi yoktur.
Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Tanrı vardır.
Tanrı erinin gönlü derde düşmedikçe Tanrı, hiçbir milleti rüsvay
etmemiştir.
Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi
insan sanmışlardır.
Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar
gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
3115. Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Madem
ki onlardansın, nerde kurtulacaksın?
Cuha
ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta,
başına vurmaktaydı.
Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına
yatıracaklar.
Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı
var, ne hasır.
Ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek.. ne yemek
kokusu var, ne yiyecekten eser..
3120. Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol.. ne de
sığınılacak bir komşu!
Halkın öptüğü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?
Amansız bir ev, dar bir yer.. orada ne bet kalır, ne beniz
demekte.
Bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaşlar
saçmaktaydı.
Cuha, babasına dedi ki: Babacığım, vallahi bu adamı bizim eve
götürüyorlar.
3125. Babası , Cuhaya Ahmak olma dedi. Cuha,
Baba, şu nişaneleri dinle.
Birer ,birer saydığı bu nişanelerin hepsi, şeksiz şüphesiz bizim
evin nişaneleri.
Ne hasır var, ne ışık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne
damı!
Halkta da bu suretle kendilerine ait yüzlerce alâmet olduğu halde
azgınlar, bu nişaneleri görmezler.
Kibriya güneşinin şuanından mahrum ve ışıksız olan gönül evi,
3130. Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır;
muhabbet ihsan eden Tanrının zevkinden mahrumdur.
Ne güneşin o gönüle ışığı parlar, ne o gönlün sahası genişler, ne
kapısı açılır.
Sana böyle bir gönülden mezar yeğdir. Gönül mezarından çık artık!
Ey şuh ve neşeli can, dirisin, diri oğlusun. Bu dar gönül mezarında
nefesin daralmıyor mu?
Sen vaktin Yusufusun, gökyüzünün güneşi. Bu çölden, bu zindandan
çık yüzünü göster!
3135. Yunus, balık karnında pişti. Yunus Peygamber, bu
belâdan ancak tespihle kurtuldu.
Balık karnında tespih etmeseydi kıyamete kadar o hapiste, o zindan
da kalırdı.
Yunus, balıktan Tanrıyı tespih ederek halâs oldu. Tespih nedir?
Elest gününün nişanesi.
Eğer can tespihini unutursan şu balıkların tespihini dinle.
Tanrıyı gören Tanrıya mensuptur; o denizi gören, o balıktır.
3140. Bu cihan denizdir, ten balık.. ruh da sabah
nurundan mahcup Yunus.
Yunus Tanrıya tespih ettiği için balıktan kurtuldu, yoksa hazmolur,
yok olup giderdi.
Bu deniz, can balıklarıyla dopdoludur. Sen görmüyorsun ama
etrafında uçuşup duruyorlar.
O balıklar, sana kendilerini çarpmaktalar. Gözünü aç da apaçık gör.
Balıkları görmüyorsan bile bari kulağın, tespihlerini duysun.
3145. Sabretmek, canının tespihleridir. Sabret, asıl
doğru tespih odur.
O derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, asıl doğru tespih odur. O
derecede hiçbir tespih yoktur. Sabret, Sabır, sıkıntının, darlığın
anahtarıdır.
Sabır, sırat köprüsüne benzer, cennet se öbür tarafta. Her güzelin
bir çirkin lalası vardır.
Laladan çekinirsen vuslata imkân yok.Çünkü lala,gözlerden ayrılmaz.
Ey azıcık bir şeyden kırılan sırça gönüllü, sen sabrın zevkini ne
bilirsin? Hele o Çikil güzeline ulaşmak için çekilen sabrın lezzetini!
3150. Savaş zevki, kudret ve kuvvetli ere göredir, karı
tabiatlı adamsa ancak zekerden zevk alır.
Zekerden başka ne dini vardır, ne zikri; o düşünce , o adamı ta
aşağılık yere kadar çekip götürür.
Gökyüzüne bile çıksa korkma ondan.Çünkü o, ancak aşağılık aşkıyla
ders öğrenmiştir.
Çanı yukarılarda çalınsa, Çan sesi yukarılardan gelse bile atını
aşağıya doğru sürüp durur.!
Yoksulların âlemlerinden korkulur mu? O âlemler lokma elde etmek
için bir yoldur.
Oğlanın iriyarı adamdan korkması.adamın Korkma çocuğum,ben
er değilim demesi
3155. Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana
kast eder diye çocuğun yüzü sarardı.
Adam dedi ki Güzelim, emin ol.. sen benim üstüme bineceksin.
Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim.
Deveye biner gibi bin üstüme, sür
İnsanların suretleriyle mânaları da işte böyledir. Dışardan adam
görünürler, içerden melûn Şeytan!
Ey Âd gibi ipiri adam, sen rüzgârın tesiriyle dalın vurduğu davula
benziyorsun.
3160. Tilki, hava ile dolu tulum gibi bir davul
yüzünden avını yele verdi.
Davulda bir can olmadığını, içinin hava dolu olduğunu görünce dedi
ki: Domuz bile şu bomboş tulumdan yeğ!
Davul sesinden tilkiler korkar, fakat akıllı kişi onu öyle döver ki
deme gitsin!
Ormana
dalan süvariden korkan okçu
Bir atlı cins ata binmiş, pür silâh, heybetle bir
ormana dalmış, gidiyordu.
Usta bir okçu görüp korkarak yayını çekti.
3165. Onu vurmak isterken atlı bağırdı: Ben cüssece
iriyim ama hakikatte zayıf bir adamım.
Sakın benim iriliğime bakma, savaş zamanı kocakarıdan da aşağıyım.
Okçu haydi git, iyi ki söyledin, yoksa korkumdan seni vuracaktım
dedi.
Nice adamlar vardır ki erkek olmadıklarından ellerinde kılıç olduğu
halde karşıdakini silâhla tepelenmişlerdir.
Rüstemlerin silâhını bile kuşansan ehli olmadıktan sonra canından
olursun.
3170. Oğul, kılıcı bırak da can siperini ele al. Bu
padişahtan ancak başsız olan başını kurtarır.
Senin silâhın; hilen, düzenindir.Hem senden doğar hem canına kast
eder.
Bu hilelerden madem ki bir fayda elde edemedin, hileyi bırak da
devletlere kavuşasın.
Madem ki hileden bir meyve elde edip yiyemedin, bırak hileyi,
Tanrıyı ara!
Bu bilgiler, sana madem ki kutlu değil, kendini ahmak yerine koy,
şom şeyi terk et!
3175. Melekler gibi Tanrım, bizim bilgimiz, ancak
senin bildirdiğin bilgidir, başka bir şey bilmiyoruz de!
Bedevinin çuvala kum
doldurması ve filozofun onu kınaması
Bir bedevi,
devesine iki dolu çuval yüklemiş, birisi onu lâfa tuttu.
Vatanından sorup konuşturdu ve o suallerle bir hayli inciler deldi.
Sonra dedi ki: O iki çuvalda ne dolu? Doğruca söyle!
3180. Bedevi Bir tanesinde buğday var. Öbürü kum, yiyecek bir şey
değil! dedi.
Adam Neden bu kumu doldurdun diye sordu.Bedevi cevap verdi: O
çuval boş kalmasın diye.
Adam; Akıllılık edip buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da
öbür çuvala koy.
Bu suretle hem çuvallar hafifler, hem devenin yükü dedi. Bedevi
bu fikri pek beğenip Ey akıllı ve hür hakîm,
Böyle bir ince fikir, böyle bir güzel rey sahibi olduğun halde
neden böyle çırçıplaksın, yaya yürüyor, yoruluyorsun?
3185. Dedi. O iyi kalpli bedevi, hakîme acıdı, onu deveye bindirmek
istedi.
Tekrar Ey güzel sözlü hakîm, birazcık halinden bahset.
Böyle bir akılla, böyle bir kifayetle sen ya vezirsin, ya padişah.
Doğru söyle! dedi.
Hakîm dedi ki: İkisi de değilim, halktan bir adamım. Halime,
elbiseme baksana!
Bedevi Kaç deven, kaç öküzün var? diye sordu.Hakîm cevap verdi:
Uzun etme. Ne ona malikim, ne buna!
3190. Bedevi, Peki, bari dükkânındaki mal ne, onu söyle! dedi.
Hakîm dedi ki Benim dükkânım nerede, yerim yurdum nerede?
Bedevi, öyleyse paranı sorayım: sen yapayalnız gidiyorsun, hoş
nasihatlarda bulunuyorsun, ne kadar paran var?
Âlemdeki bakırları
altın yapacak kimya senin elinde, akıl ve bilgi incilerin tümen, tümen
dedi! dedi.
Hakîm, Ey Arabın iftiharı, vallahi para şöyle dursun, bir gecelik
yiyecek alacak mangırım bile yok.
Yalınayak, başı kabak koşup duruyorum. Kim, bir dilim ekmek verirse
oraya gidiyorum.
3195. Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve baş ağrısı
elde ettim deyince;
Arap dedi ki : Yürü, yanımdan uzaklaş.. senin nuhusetin benim
başıma da çökmesin.
O şom hikmetini benden uzaklaştır. Sözün, zamane halkına şom.
Ya sen o yana git, ben bu yana gideyim. Yahut sen önden yürü, ben
arkadan yürüyeyim.
Bir çuvalımda buğday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha
iyi be hayırsız!
3200. Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklık. Gönlümde azığım var,
canım perhizkâr!
Sen de şekavetin
azalmasını istiyorsan çalış, sendeki hikmet azalsın.
Tabiattan doğan, hayalden meydana gelen hikmet, Tanrı nurunun
feyzinden nasipsiz bir hikmettir.
Dünya hikmeti, zannı, şüpheyi artırır, din hikmetiyse insanı
feleğin üstüne çıkarır.
Âhir zamanın âdi ukalâsı, kendilerini evvelce gelenlerden üstün
görürler.
3205. Hileler öğrenip ciğerler yakmışlar, hileler, düzenler
bellemişlerdir.
Asıl sermaye iksiri olan sabrı, ihsanı, cömertliğiyle vermişlerdir.
Fikir ona derler ki
bir yol açsın.. yol ona derler ki önüne bir padişah çıkagelsin.
Padişah ona derler ki kendiliğinden padişah olsun; hazinelerle,
askerlerle değil.
Zira kendiliğinden padişah olursa padişahlığı, Ahmetin pâk dininin
yüceliği gibi ebedîdir.
Tanrı
rahmet etsin,İbrahim Ethemin deniz kıyısında gösterdiği keramet
3210. İbrahim Ethemden rivayet edilmiştir: Bir yerde
deniz kıyısında oturmuş,
O can sultanı, hırkasını dikmeğe koyulmuştu. Ansızın oraya bir emîr
geldi.
O emîr, Şeyhin kullarındandı. Şeyhi tanıyıp hemen secde etti.
Şeyhin hırka dikmekte olduğunu görüp şaşırdı. Şekli de değişmişti,
huyu da!
Emîr, kendi kendisine Öyle bir ulu sultanlığı terk etti de şu
yoksulluğu ihtiyar etti. Bu ne acayip iş!
3215. Yedi iklim padişahlığını kaybetsin de yoksullar
gibi kendi hırkasını diksin diyordu.
Şeyh, onun düşüncesini anladı.Şeyh aslana benzer,gönülleri ormana.
Şeyh, ümit ve korku gibi gönüllere girer, yürür. Cihan esrarı ona
gizli değildir.
Ey sermayesizler, gönül sahiplerinin huzurunda gönüllerinizi
koruyun!
Ten ehlinin yanında edep, zâhiri muameleden ibarettir. Çünkü Tanrı,
onlardan gizli şeyleri örtmüştür.
3220. Fakat gönül ehillerinin yanında edep, bâtıni bir
muameledir. Bâtına aittir. Zira onların gönülleri, gizli şeyleri
anlar.
Sen ne aykırı iş yapıyorsun. Körlerin yanına bir makam kapmak
hevesiyle gidiyor, huzur ile edebe riayet ederek ta kapı yanında
oturuyor.
Gözlülerin yanındaysa edebi terk ediyorsun. Onun için şehvet
ateşine odun oldun ya!
Madem ki anlayışın yok, hidayet nurundan mahrumsun.. körler için
yüzünü cilâla, süsle dur.
Gözlülerin huzurunda da yüzüne pislik sür; sonra da bu kokmuş
halinle nazlan!
3225. Şeyh, derhal iğnesini denize attı ve yüce sesle
iğneyi istedi.
Yüz binlerce Tanrı balığı, her birinin ağzında birer altın iğne
olduğu halde,
Ey şeyh Tanrının iğnelerini al, diye Tanrı denizinden baş çıkardı.
İbrahim Ethem, yüzünü o emîre dönüp dedi ki; Ey emîr, gönül
saltanatı mı iyi, öyle bayağı bir saltanat mı?
Bu zâhiri bir işaretten ibaret, bir hiç bile değil. Bâtın âlemine
varırsan bunun yirmi mislini görürsün.
3230. Şehre bahçeden bir dal getirirler. Fakat bağı
bostanı oraya nasıl götürsünler?
Hele bu gökyüzü, ancak bir yaprağı olan bir bağ olursa.. hatta o
âlem bir içtir, hakikattir de şu cihan, onun kabuğuna benzer.
Sen, o bağa doğru adım atamıyorsun. Fazla koku kokla da nezleni
gider!
Bu suretle o koku, canını çeksin de gözlerinin nuru olsun.
Yakup Peygamberin oğlu Yusuf, bu koku hakkında Gömleğimi alın,
götürüp babamın yüzüne koyun dedi.
3235. Ahmet, bu koku için vaizlerinde daima Gözüm
namazda ışıklanır buyurdu.
Beş duyguda birbirleriyle birleşmiştir.Çünkü beşi de bir asıldan
meydana gelmedir.
Bu beş duygudan biri kuvvetlense öbürleri de kuvvetlenir; birisi
her birisine sâki olur.
Gözün görüşü, söz söyleme kabiliyetini artırır. Gözdeki aşk da
doğruluğu.
Doğruluk, her duygunun uyanıklığıdır, bu suretle duygulara zevk,
munis olur.
Ârifin gaybı gören
nurla nurlanması
3240. Sülûkta bir duygu, bağını çözdü mü öbür
duyguların hepsi birden değişir.
Bir duygu, zâhiri duygularla idrâk edilemeyecek şeyleri duydu,
gördü mü, gayba ait şeyler bütün duygulara aşikâr olur.
Sürüden bir koyun yürüyüp dereyi atlayınca öbür koyunlar da birer,
birer o tarafa atlarlar.
Sen de duygu koyunlarını sür, Tanrı yazısında yay, otlat.
Da orada sümbül ve ağustos gülü yesinler, hakikat bahçelerine yol
bulsunlar.
3245. Öbür duyguların hepsi birer, birer o cennete
ulaşsın diye her duygun, duygulara peygamberlik eder.
Duygular, senin duyguna dilsiz, dudaksız, hattâ hakikatten de öte,
mecazdan da öte sırlar söyler.
Çünkü bu hakikat dediğin türlü, türlü tevil edilebilir. Bu
vehimlenme de hayaller doğurur durur.
Halbuki âyan âlemine mensup olan hakikatse hiçbir suretle tevil
edemez.
Her duygu, senin duyguna kul olunca gayri felekler bile senden
ayrılamaz.
3250. Bir derinin sahibi kimdir diye dâva çıksa, deri
kiminse içi de onundur.
Bir saman denginin kime ait olduğunda nizaa düşülse buğday kimin?
Sen ona bak! (çünkü saman da buğday sahibinindir.)
Felek kabuktur, ruhun nuru iç. Bu görünürde o görünmez. Ayağın
kaymasın, sallanma, kendine gel!
Cisim zâhiridir, ruhsa gizli. Cisim yen gibidir, ruh el gibi.
Akılsa ruhtan daha gizlidir. Duygu, ruhu çabucak anmalı.
3255. Meselâ bir hareket gördün mü anlarsın ki o
hareket eden diridir. Fakat akıllı mı acaba? Bunu bilemezsin.
Mevzun hareketlere başlar, bakırın kimya ile altın oluşu gibi o da
hareketlerini bilgisiyle tanzim ederse,
Ele benzeyen ruhun o münasebetli, o muntazam hareketlerinden
anlarsın ki aklı vardır.
Vahiy kabul eden ruhsa akıldan da gizlidir. Çünkü o gayptır, gayp
âlemindendir.
Ahmedin aklı kimseden gizli değildir, herkes onun akıl ve kemal
sahibi olduğunu bilirdi. Fakat vahiy ruhunu her can anlayamadı.
3260. Vahiy ruhuna münasip şeyler de var,fakat onları
akıl anlayamaz. Çünkü o ruh pek yücedir.
Akıl, o ruhun işlerine gâh delilik diye bakar, gâh şaşkınlık diye.
Çünkü onu anlamak, o olmaya bağlıdır.
Hızıra göre alelâde olan işler Musanın aklını şaşırttı, Musa
onları görünce bulandı.
O işler Musaya aykırı göründü. Çünkü Musa o hale sahip değildi.
Musanın aklı bile gayp işlerine ermezse, ey ulu kişi, bir farenin
aklı nedir ki bu işlere ersin!
3265. Taklit bilgisi, satış içindir, bu bilgi sahibi,
müşteri buldu mu, bilgisini güzelce satar.
Fakat hakikat bilgisine müşteri, Tanrıdır. Bu bilgi sahibinin
pazarı daima işler, daima parlar.
Alışveriş ederken mest bir halde ağzını yumup oturur. Fakat
müşterisi Tanrıdır.
Âdemin dersine melek müşteridir, o derse dev ve peri mahrem
değildir.
Âdem, senin dersin her şeyin adını haber vermektir. Haydi, Tanrı
sırlarını kıldan kıla anlat.
3270. Kısa görüşlü, daima halden hale giren, renkten
renge boyanan ve temkini bulunmayan,
Kişiye fare dedim, çünkü yeri, yurdu topraktır. Farenin de geçim
yeri topraktan ibarettir.
Yolları, izleri bilmez değil, bilir ama yer altındakileri bilir. O
, her yanda toprağı delmiş, delik deşik etmiştir.
Fare gibi nefis, ancak lokma ufalar. Tanrı fareye de miktarınca
akıl vermiştir.
Çünkü yüce Tanrı, hiç kimseye, ihtiyacından artık bir şey vermez.
3275. Eğer âlemin yeryüzüne ihtiyacı olmasaydı
âlemlerin Rabbi, yeri yaratmazdı.
Bu titreyip duran yeryüzü, dağlara muhtaç olmasaydı Tanrı, o
heybetli dağları halk etmezdi.
Göklere de ihtiyaç olmasaydı yedi kat göğü yoktan meydana
getirmezdi.
Güneş, ay ve şu yıldızlar, ancak ihtiyaç yüzünden zuhura geldi.
Şu halde varlıkların kemendi,( yoklukları çekip varlık âlemine
getiren) ihtiyaçtır. Tanrının ihsanı, ihtiyaç miktarınca zâhir olur.
3280. Yürü, çabuk ihtiyacını arttırır da Tanrının
kereminden cömertlik denizi coşsun.
Şu yol üstünde dilenen, şu dilenciliğe düşmüş olan yoksullar, halka
ihtiyaçlarını arz ederler.
Kör , sakat, hasta, illetli olduklarını gösterir, bu suretle halkın
merhametini coşturmak isterler.
Ey halk, ekmek verin. Benim de ambarım var, benim de malım, benim
de sofram var derler mi hiç?
Köstebeğin yemek içmek için göze ihtiyacı yoktur. Onun için Tanrı
onu gözsüz yarattı.
3285. Köstebek, gözsüz de pekâlâ yaşayabilir. Ter-ü
taze toprakta göze ne ihtiyacı var?
Zaten ancak hırsızlık etmek için topraktan çıkar, başka bir iş için
değil, Tanrı, onu bu hırsızlıktan arıtsa,
O da kanatlanır, kuş olur; melekler gibi göklere uçup gider.
Tanrının gül bahçesinde her an bülbül gibi yüzlerce nağme çıkarır.
Ey beni çirkin sıfatlardan kurtaran, ey cehennemi cennet haline
getiren,
3290. Bir yağ parçasına aydınlık bahşetmekte, bir
kemiğe işitme kabiliyeti vermektesin ey gani Tanrı.
Fakat o maanınin cisimle ne alâkası var?Eşyanın adlarıyla,anlayışın
ne münasebeti var?
Söz yuva gibidir,mâna kuş gibi.Cisim ırmak gibidir, ruh akıp giden
su gibi.
O ırmak akıp gitmektedir, fakat sen ona duruyor dersin.. o koşup
gelmektedir, sen onu bir yere kımıldamıyor sanırsın.
Eğer su, yerden yere gitmiyorsa, eğer su akıp durmuyorsa üstündeki
yeniden, yeniye görünen çerçöp nedir ki?
3295. Senin çerçöpün de fikrî suretlerindir. Aklına her
an yeniden yeniye el dokunmamış düşünceler gelmektedir.
Düşünce ırmağın yüzü de güzel ve sevimsiz çerçöpten halî değil.
Bu kadar suyun üstünde görünen kabuklar, gayp bağı meyvelerinin
kabuklarıdır.
Bu kabukların içini suda ara. Çünkü su ırmağa bağdan kaynamakta,
bağdan gelmektedir.
Âbıhayatın akışını görmüyorsan ırmağın üstündeki dalların,
yaprakların,çerçöpün akışına bak.
3300. Su, yeğin akarsa üstündeki kabuklar ve çerçöp de
daha çabuk sürüklenip gider.
Bu feyiz şiddetle zuhur etti mi gayri âriflerin gönüllerine gam
gelmez, o gönüllerde elem eğleşmez olur.
Nitekim ırmak da, dopdolu olur, pek hızlı akarsa üstünde çerçöp
eğlenmez!
Halden bigâne birisinin bir şeyhi kınaması ve
müridin şeyhe cevap vermesi
Birisi, şeyhin birini Kötü adam, doğru yolda
değil.
Şarap içiyor, mürai ve pis herif. Böyle adam nereden müritlerin
imdadına yetişecek? diye kınadı.
3305. Başka biri de ona dedi ki Edebe riayet et.
Büyükler hakkında böyle zanda bulunmak yaraşmaz.
Onun sâf seli, bulanıversin.. bu ondan ve onun sıfatlarından ne
kadar uzak!
Hak ehline böyle bühtanlarda bulunma. Bu, senin hayalinden ibaret,
çevir yaprağı!
Böyle bir şey olmaz ya.. şayet olsa bile ey toprakta uçan kuş,
bahrimuhite pislikten ne zarar!
O, iki testiden az, yahut küçük bir havuz değil ki.. bir katracık
pislik onu nasıl bulandırır, nasıl kirletir.?
3310. Ateş, İbrahime bir ziyan veremedi. Kim Nemrutsa
sen ona de : Kork ateşten!
Nefis Nemruttur, akılla can da Halil. Ruh, işin tam içindedir.
Kılavuza ihtiyaç yok.. kılavuza muhtaç olan nefistir.
Kılavuz yolcuya, çöllerde her an kaybolana lâzımdır.
Menzile ulaşanlara gözden, ışıktan başka bir şey lâzım değil. Onlar
kılavuzdan da kurtulmuşlardır, çölden de.
Eğer o vuslat eri bir delil getirirse henüz mücadele içinde
bocalayanlar anlasınlar diye getirir.
3315. Baba, küçük çocuğuna onun dilince Ti, ti der,
aklı, âlemi ölçüp biçse bile!
Üstat Elifte bir şey yok dese fazileti eksilmez, yücelikten
düşmez.
Henüz söz bilmez cahile bir şeyler öğretmek için kendi dilini terk
etmek,
Onun dilince konuşmak gerek. Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir
fen öğrenebilir.
Bütün halk da şeyhin çocukları mesabesindedir. Nasihat verdiği
zaman pîre, onların seviyesine inmek lâzım
*Şeyhin müridi, o kötü sözlüye, o küfürle, sapıklıkla dopdolu
kişiye dedi ki:
*Kendini keskin kılıç üstüne atma. Aklını başına al, padişah ve
sultanla savaşa girişme.
*Havuz ,deryaya omuz vurur, onunla boy ölçüşmeye kalkışırsa
mahvoldu gitti.
*O, öyle bir deniz değil ki ucu, kıyısı bulunsun da sizin
pisliğinize bulansın!
3320. Küfrün de bir haddi, hududu var. Fakat şeyhe ve
şeyhin nuruna bir kenar, bir had yok!
Haddi hududu olmayanın yanında mahdut olan şey, yok demektir.
Tanrıdan başka her şey fanidir.
Onun bulunduğu yerde ne küfür var, ne iman.Çünkü, o içtir, küfürle
imansa deri.
Bu yokluklar, yüze perdedir.O, leğen altında gizli ışığa benzer.
Hulâsa bu ten başı, o başa perdedir. O başın önünde bu ten başı
kesilmiş gibidir, bir şeye yaramaz.
3325. Kâfir kimdir? Şeyhin imanından gafil olan. Ölü
kimdir? Şeyhin canından haberdar olmayan!
Can, tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir. Kim,
daha fazla haberdarsa daha ziyade canlıdır.
Canımız hayvan canından daha üstündür, neden? Çünkü daha fazla
biliyoruz.
Meleklerin canı da bizim canımızdan üstün.Çünkü onlarda Hissi
Müşterek yoktur.
Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür,
şaşkınlığı bırak!
3330. Melekler, Âdeme secde ettiler; çünkü onun canı,
meleklerinkinden üstündür.
Üstün olmasaydı secde ederler miydi? Üstün olanın daha aşağı
mertebede bulunana secde etmesini emretmek doğru bir şey değil
değildir, yaraşmaz.
Tanrının adaleti, Tanrının lûtfu bir gülün dikenine secde
etmesini hoş görür mü?
Bir can, oldu da son mertebeyi de aştı mı artık her şeyin canı, ona
mûti olur;
Kuş, balık, in,cin,insan.. hepsi ona itaat eder. Çünkü o üstündür,
öbürleri noksan.
3335. Balıklar, hırkasını diksin diye ona iğne
getirirler. Bu, ipliğin iğneye tâbi olmasına benzer.
--Tanrı rahmet etsinİbrahim Ethem
hikâyesinin sonu
O emîr, balıkların İbrahim Ethemin emrini yerine
getirdiklerini, balıkların ağızlarında iğneyle sudan baş
çıkardıklarını görünce vecde geldi.
Bir ah çekip Balık bile pîri tanıyor. Yuh olsun o tapudan sürülen
tene!
Balıklar bile pîri biliyorlar da biz ondan uzağız. Biz, bu
devletten mahrumuz da onlar erişmiş deyip,
Secde ederek ağlaya ,ağlaya perişan bir halde yola düzüldü; bu
kerametin aşkından divaneye döndü.!
3340. Hey yüzünü yıkamamış pis herif, neredesin sen ?
kiminle kavgaya girişiyor, kime haset ediyorsun?!
Sen aslanın kuyruğuyla oynamakla, meleklere saldırmaktasın.
Hayırdan ibaret olana neden kötü söylüyorsun. Kendine gel, o
alçalışı yücelme sayma.
Kötü nedir? Aşağılık ve muhtaç bakır, Şeyh kimdir? Ucu, sonu
olmayan kimya!
Bakır, kimya yüzünden altın olmak kabiliyetinde değilse kimya,
bakır yüzünden bakırlaşmaz ya!
3345. Kötü nedir? İşi ateş gibi serkeş kişi, şeyh
kimdir? Ezel denizinin ta kendisi.
Ateşi daima su ile korkuturlar. Fakat suyu hiç ateşle
korkutabilirler mi?
Sen ayın yüzünde ayıp noksan buluyor, cennette diken topluyorsun.
Ey diken arayan, cennete gitsen bile orada senden başka bir diken
göremezsin.
Güneşi balçıkla sıvıyor, kâmil bedirde gedik arıyorsun.
3350. Âlemde parlayıp duran güneş bir yarasa için nasıl
gizlenir?
Ayıplar, pîrler ret ettiğinden ayıp oldu.Kayıplar onların hasedi
yüzünden kayıp kesildi.
Huzurdan uzaksan bari dost ol, çabucak nedamet getir, işe güce
koyul,
Da o yoldan sana da bir rüzgâr essin. Rahmet, suyuna neden hasetle
mani oluyorsun?
Uzaktaysan bile bulunduğun yerden o tarafa yönel, Nerede
olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün!
3355. Eşek bile hızlı yürüyeyim derken balçığa saplandı
mı oradan kurtulmak için anbean oynar durur.
Orada kalmak için yerini düzeltmeğe kalkışmaz, bilir ki orası geçim
yeri değildir.
Duygun, eşek duygusundan daha aşağı mı ki gönlün bu balçıktan
sıçramadı bile.
Balçığın içinde tevile ruhsat vermektesin.Çünkü oradan gönlünü
almak istemiyorsun ki.
Bana bu lâyık..ihtiyarım elimde değil. Allah kerimdir. Bir âcizi
de suçlu tutacak değil ya dersin.
3360. Ey sırtlan gibi kötülüğe giriftar olmuş kişi, sen
gafletinden bu muahezeyi görmüyorsun.
Sırtlanı mağaranın içinde değil, dışarıda arayın derler,
De mağarayı kapatırlar, halbuki sırtlan Benden haberleri yok.
Bu düşmanlar, benden haberdar olsalardı sırtlan nerede, hani ya?
diye bağırırlar mıydı der.
Birinin Ulu Tanrı günah yüzünden beni suçlu tutmuyor,bana ceza
vermiyor diye iddiaya girişmesi ve
Şuayb aleyhisselâmın ona
cevap vermesi
Şuayb zamanında birisi, Tanrı benden nice ayıplar
gördü.
3365. Nice suçlarda bulundum. Böyle olduğum halde
kereminden bana ceza vermiyor,beni muahaze etmiyor dedi.
Ulu Tanrı, Şuaybın kulağına dedi ki. Ona gayp âleminden fasih
bir dille cevap ver:
Sen, ben ne kadar suç işledim, öyle olduğu halde Tanrı kereminden
suçuma bakmıyor, bana mücazat etmiyor dedin ama,
Ey aykırı düşünceli, ey sersem, ey yolu bırakıp da çölü tutmuş!
Seni nice kereler cezalandırdım. Fakat senin haberin yok. Ayağından
tepene kadar zincirler içinde kalmışsın.
3370. A kara kazan, isin, pasın kat,kat; için, yüzün
berbat!
Gönlünde is üstünde is, kurum üstünde kurum. Bu is ve kurum bir
derecede ki nihayet gönlün, bütün sırlara karşı kör olmuş.
Eğer o is, kurum, yeni bir kazana ursa bir arpa tanesi kadar küçük
bile olsa eseri görünür.
Çünkü her şey, zıddı ile meydana çıkar. Bembeyaz kazanın beyazlığı
ütünde o kara is berbat bir şekilde kendini gösterir.
Fakat dumanın tesiriyle kazan karardı mı artık onun üstünde isi,
kurumu kim görür a inatçı?
3375. Demirci zenci olursa yüzü, dumanla isle aynı
renktedir.
Fakat beyaz adam demirciliğe kalkışırsa yüzü yer ,yer kararır,
kızarır.
Bu takdirde de günahın tesirini derhal anlar da ağlayıp sızlamaya
başlar ve Aman Yarabbi demeye koyulur.
Fakat bir adam ,günahta ısrar eder,kötülüğü kendine sanat
edinir,düşünce gözüne toprak saçarsa,
Artık tövbe etmeyi bile aklına getirmez; o suç gönlüne tatlı
gelir;böyle böyle nihayet dinsiz olur gider.
3380. O pişman oluş,o Yarabbi deyiş ondan zail olur,
gönül aynasının yüzünü beş kat pas örter.
Paslar, demirini yemeye gevherini yok etmeye başlar.
Beyaz bir kâğıda yazı yazarsan o yazı, kâğıda bakar bakmaz okunur.
Yazılı kâğıda bir yazı yazarsan okunur ama iyi anlaşılmaz, insan
yanılabilir.
Çünkü o karalanmış kâğıt üstüne kara yazı yazıldı mı her iki yazı
da körleşir, hiçbir mânası kalmaz.
3385. O kâğıda üçüncü defa bir şey yazarsan kâfirlerin
canı gibi tamamıyla kapkara olur.
Şu halde her şeye çare bulan Tanrıya sığınmaktan başka ne çare
var? Bakırın ümitsizliğine iksir, ancak onun nazarıdır.
Ümitsizlikleri ona arz edin de devasız derdinizden kurtuluverin!
Şuayb ona bu nükteleri söyleyince Şuaybın nefesleri yüzünden
adamın gönlünde güller açıldı.
Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini duydu. Dedi ki. Eğer bizi
cezalandırdıysa nişanesi nerede?
3390. Şuayb Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye,
bu cezaya nişane aramakta dedi.
Tanrı Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak
iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte..
Namaz kılmakta, zekât vermekte.. başka ibadetlerde bulunmakta.
Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir
parçacık bile tat yok.
3395. İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok
ama içleri boş!
İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek.. tohumun ağaç olması
için iç gerek!
İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey
değil.
O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması
hikâyesinin sonu
O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı.
Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
Ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret.
3400. İnanmıyorsan bu gece kalk da şeyhinin fıskını
apaçık gör dedi.
Geceleyin o adamı bir pencere başına götürdü, dedi ki : Fasikliğe
bak, işreti gör
Gündüzün riyasiyle gecenin fıskını seyret. Gündüz Mustafa gibi,
gece Ebuleheb gibi!
Gündüz adı Abdullah ,gece elinde kadeh, nezübillâh!
Pîrin elinde dolu bir kadeh vardı. Mürit bunu görünce Şeyhim, sen
de mi aldatıcısın?
3405. Sen, Şeytan, şarap kadehine hemencecik
işeyiverir demez miydin? dedi.
Şeyh dedi ki: Benim kadehimi öyle doldurdular ki içine tek bir
üzerlik tohumu bile sığmaz.
Bir bak hele.. buraya bir zerre bile sığar mı? Sen sözü yanlış
anlamışsın, aldanmışsın.
Bu zâhiri şarap, zâhiri kadeh değil ki. Onu, gaybı bilen şeyhten
uzak bil.
Be ahmak, şarap kadehi, şeyhin varlığıdır. Oraya Şeytanın sidiğine
asla yol yok!
3410. O varlık, Tanrı nuruyla dolu, hem de dudağına
kadar. Ten kadehi kırılmış, mutlak nur kalmıştır.
Güneşin nuru, pislik üstüne düşmekle pislenmez ya, yine aynı
nurdur
Şeyh bu sözleri söyledikten sonra Bu, ne kadehtir, nasıl şarap,
bir gel de bak be hey münkir dedi.
Mürit gelip baktı, gördü ki halis bal. O mânasız düşmansa kör oldu,
bir şey göremedi.
O zaman pîr müridine dedi ki: Yürü ey ulu mürit bana şarap bul,
3415. Bir hastalığım var, şarap içmek zaruretindeyim.
Hastalıktan ölüm haline geldim, hattâ bu halden de ileri bir hale
düştüm.
Zaruret vakti her pis, temiz sayılır. İnkâr edene lânet, başına
toprak!
Mürit, meyhaneleri dönüp dolaşmaya,şeyh için her küpten şarap
taşımaya başladı.
Fakat küplerin hiç birin de şarap bulamadı. Hurma şarabıyla dolu
olan küpler, balla dolmuştu.
Rintler, bu ne hal, bu ne iş? Hiçbir küpte şarap bulamıyorum
dedi.
3420. Bütün Rintler, ağlayıp ellerini başlarına vurarak
Şeyhin yanına geldiler.
Ey ulu Şeyh, sen meyhaneye geldin, bütün şaraplar, kudümünün
hürmetine bal oldu.
Şarabı arıttın, bizim canlarımızı da kötü huylardan arıt, tebdil et
dediler.
Cihan, baştanbaşa ağız, ağıza kanla dolu olsa Tanrı kulu yine ancak
helâl yer.
Tanrı
razı olsun,Ayşenin Mustafa Sallâllahü Aleyhi Ve Selleme Sen seccade
yaymadan her yerde
namaz
kılıyorsun demesi
Bir gün Ayşe, Peygambere dedi ki. Ey Tanrı Resulü,
sen aşikâr, gizli,
3425. Neresini bulursan orada namaz kılmaktasın.
Halbuki evde pis adamlar da gezip tozuyor.
Sen de bilirsin ki pis çocuklar, nereye varırsa orasını pislerler.
Peygamber, Şunu bil: Tanrı, büyükler pis şeyleri temiz etmiştir.
Hakkın lûtfu, bu yüzden secdegâhımı, ta yedinci kat göğe kadar
arıttı diye cevap verdi.
Kendine gel, kendine. Padişahlara hasede kalkışma. Terk et
hasedi.Yoksa âlemde sen de bir iblis olursun.
3430. Veli,zehir yese bal olur.. sen bal yesen zehir
kesilir.
O, varlığını Tanrı varlığına tebdil etmiştir. İşi de eşyayı tebdil
etmedir.O, lûtuftan ibaret bir hale gelmiştir, her türlü ateşi de nur
olmuştur.
Ebabil kuşlarında Tanrı kuvveti vardı. Yoksa bir kuşcağız nasıl
olurda bir fili helâk edebilirdi?
Koca bir orduyu birkaç kuş kırıp geçirdi. Bak da bu kudretin
Tanrıdan olduğunu bil.
Eğer bundan şüpheye düşersen yürü var, Eshabı fil suresini oku.
3435. Onunla inada kalkışır, beraberlik dâvasına
girişirsen, yok mu? Eğer onlardan başını kurtarabilirsen beni de kâfir
bil sen!
Farenin deve yularını çekmesi ve kendi
kendisine gururlanması
Bir fareceğiz, bir devenin yularını eline aldı,
kurula, kurula yola düştü.
Deve , tabiatındaki mülâyimlik yüzünden onunla beraber yürümeye
koyuldu. Fare Ben, ne de pehlivan, ne de yiğit ermişim diye gurura
düştü.
Düşüncesinin ışığı deveye aksetti. Hele hoşindi. Ben sana
gösteririm! dedi.
Gide, gide bir büyük ırmak kenarına geldiler. Öyle büyük, öyle
derindi ki ulu bir fil bile o ırmakta zebun olurdu.
3440. Fare orada duru, kaskatı kesildi. Deve Ey
dağda, ovada bana arkadaş olan,
Bu duraklama ne, niye şaşırdın? Irmağa ercesine ayak bas, gir suya!
Sen kılavuzsun, benim öncümsün. Yol ortasında durup susma dedi.
Fare dedi ki: Bu su, pek büyük, pek derin bir su. Arkadaş,ben
boğulmaktan korkuyorum.
Deve Hele bir göreyim, ne kadarmış bu su ? deyip hemen ayağını
attı.
3445. Dedi ki: A kör sıçan, su diz boyuymuş. A
hayvanların kusuru, neden şaşırdın?
Fare, Sana karınca ama bize ejderha! Dizden dize fark var.
Ey hünerli deve, sana diz boyu ama benim tepemden yüz arşın geçer.
dedi.
Deve dedi ki: Öyleyse bir daha küstahlık etme de cismin, canın
yanıp yakılmasın.
Sen, kendin gibi farelerle boy ölçüş. Deveyle sıçanın sözü yoktur.
3450. Fare, Tövbe ettim, Tanrı hakkı için beni bu
helâk edici sudan geçir. dedi.
Deve acıdı, Haydi hörgücüme sıçra, otur.
Bu geçiş, benim işim. Seni de, senin gibi yüzlercesini de
geçiririm dedi.
Madem ki peygamber değilsin, yola düş de günün birin de kuyudan
kurtulup yüce bir makama erişesin.
Sultan değilsen yürü, raiyet ol. Kaptan değilsen gemiyi öyle
alabildiğine yürütme.
3455. Ticarette kâmil değilsen yalnız başına dükkân
açma; yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir.!
Susun, dinleyin emrini işit, sükût et. Madem ki Tanrı dili
olamadın, kulak kesil.
Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padişahıyla
edepli konuş!
Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip
kuvvetlenmesi de itiyat yüzündendir.
Kötü huy, âdet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir. Seni
ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.
3460. Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye
kalkışırsa onu düşman sayarsın.
Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman
olmuşlardır.
İblis, ululanmayı huy edinmişti de eşekliğinden Âdemi kendisinden
aşağı gördü.
Benden daha ulu başka birisi yok ki. Benim gibi bir kişi, ona
secde eder mi? dedi.
Ululuk zehirdir. Ancak, ta ezelden panzehire sahip olan ruh
müstesna.
3465. Dağ, yılanla dolu ise içersinde panzehir yeri
bulundukça korkma.
Kafana ululuk yerleşmiş, onun için kim seni kırarsa onu ezelî
düşman sayarsın.
Birisi huyuna aykırı söz söylerse ona bir hayli kinlenirsin.
Beni huyumdan çevirecek, şakirt haline sokacak, kendisine tâbi
kılacak dersin.
Böyle adamın kötü huyu serkeş olmasa, o huya aykırı şeylere niye
ateşlenir, kızar;
3470. Yahut muhalife müdana eder, onun gönlünde bir yer
kazanır?
Çünkü kötü huyu adamakıllı kuvvetlenmiştir.Karınca gibi olan
şehvetti, itiyat yüzünden adeta ejderha kesilmiştir.
Şehvet yılanını önceden öldür. Yoksa hemencecik ejderhalaşır.
Fakat herkes, yılanını karınca görür. Sen kendini bir gönül
sahibine sor!
Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olmadıkça
müflisliğini bilmez.
3475. Bakır gibi sen de iksire hizmet et.Gönül,
dildarın cevrini çek.
Dildar kimdir? İyice bil. Dildar ehli dildir. Çünkü ehli dil olan,
gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta, âlemde eğleşmemektedir.
Tanrı kulunun ayıbını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına.
Gemide
bir dervişi hırsızlıkla töhmet altına almaları
Bir gemide bir derviş vardı. Erliği kendisine arka
yastığı yapmış, ona dayanmıştı.
Gemide bir kese altın kayboldu.O, uyuyordu.Herkesi aradılar. Birisi
onu da gösterip,
3480. Bu uyuyan yoksulu da arayalım dedi. Para
sahibi derdinden onu da uyandırdı.
Bu gemide bir kese kayboldu. Herkesi aradık, bu arayıştan sen
kurtulamazsın.
Hırkanı çıkar, soyun da senin hakkında kimsenin şüphesi kalmasın
dedi.
Derviş Yarabbi, şu aşağılık kişiler, kulunu töhmet altına
alıyorlar, fermanını eriştir dedi.
Dervişin gönlü dertlenir dertlenmez hemen denizin her tarafından,
3485. Yüzbinlerce balık baş çıkardı. Her birinin
ağzında bir inci vardı. Ama ne inci?
Her tanesi bir memleket haracı. Tanrıdan geliyor, elbette eşi
bulunmaz.
Derviş gemiye birkaç inci atıp fırladı, havayı âdeta kendisine bir
taht edip oturdu.
Padişahlar gibi tahtının üstüne bağdaş kurup kuruldu.
O, havanın yücesinde, gemi de onun önünde!
3490. Dedi ki: Yürüyün, gidin. Gemi sizin Hak benim,
yoksul bir hırsız sizinle bir arada olmasın!
Bakalım, bu ayrılıktan kim ziyan eder? Ben hoşum, Hakla çift,
halktan tek!
O,ne beni hırsızlıkla töhmet altına alır ne yularımı bir gammaza
verir!
Gemidekiler dediler ki: Ey ulu, sana bu yüce makamı ne yüzden
verdiler?
Derviş, Yoksulu töhmet altına almak, hor hakîr bir şey için Hakkı
incitmek yüzünden.
3495. Hâşa, bu yüzden değil. Ululara tâzim ettiğimden.
Çünkü ben, yoksullar hakkında hiç kötü zanna düşmedim.
Onlar öyle lâtif, öyle nefesleri hoş kişilerdir ki onları ululamak
için Tanrıdan Abese suresi geldi.
Onların yoksulluğu, dünyayı dönüp dolaşma yüzünden ve dünyalık için
değil. Haktan başka hiçbir şey olmadığından onlarda yokluğu,
yoksulluğu kabul etmişlerdir.
Nasıl töhmet altına alabilirim ki. Hak, ondan yedinci kat göğe
kadar hazinelerine emin etmiştir dedi.
Töhmetli nefistir;yüce akıl değil.Töhmetli duygudur; lâtif nur
değil.
3500. Nefis Sofestai
olmuştur, vur nefsin kafasına! Çünkü hakikati kötekle anlar, delil
getirmekle değil. |