Mucize görür, aydınlanır. Sonradan der ki: O bir
hayaldi.
Hakikat olsaydı o gördüğüm şaşılacak şey gece gündüz gözümün önünde
dururdu.
Halbuki o temiz gözlerde mukimdir, hayvan gözüne karin olmaz.
O şaşılacak şey, o mucize, bu duygudan utanır çekinir. Tavus kuşu,
hiç dar bir kuyuya girer mi?
3505. Sakın bana, çok söylüyor deme. Ben, yüzde birini
söylüyorum, söylediğim de pek cüzi, muhtasar!
Sofilerin,şeyhin huzurunda çok söz söyleyen sofiyi
kınamaları
Sofiler, bir sofiyi kınayıp tekke şeyhinin yanına
gelerek,
Şeyhe Ey ulumuz, medet.. bu sofiden öcümüzü aldediler.
Şeyh Sofiler, şikâyetiniz neden diye sorunca birisi Bu sofinin
üç kötü huyu var;
Söze başladı mı çan gibi susmak bilmez, boyuna söyler. Yemeğe
girişti mi yirmi kişinin öğününden fazla yemek yer.
3510. Yattı mı uyudu mu Eshabı Kehf benzer dedi.
Sofiler, bu üç huy, yol ehline yaraşmaz diye şeyhin huzurunda savaşa
giriştiler.
Şeyh o fakire yüz çevirip dedi ki: Ne halin olursa olsan, o halde
itidali koru.
İşlerin hayırlısı orta hallisidir diye haberde bile var.
Vücuttaki Ahlât itidal yüzünden faydalı.
Bunların biri herhangi bir ârızî sebeple fazlalaştı mı insanın
bedeninde hastalık meydana gelir.
Yoldaşına pek yüklenme, çok söz söyleme, onu pek övme, çünkü bu,
nihayet ayrılığa sebep olur.
3515. Musanın sözü, kendince haddindeydi ama o iyi
dosta fazla geldi.
O fazlalık da Hızırla arasının açılmasına sebep oldu. Musaya
Haydi, git.. sen çok söylüyorsun.. gayri ayrılık geldi, çattı!
Musa, sen ne fazla konuşuyorsun, git, uzaklaş.. Yahut da benimle
olunca kör dilsiz kesil.
Yok.. eğer gitmez, inadına oturursan hakikatte de bence gitmiş,
benden ayrılmış sayılırsın dedi.
Meselâ namazda ansızın yellensen , biriside sana git yeniden aptes
al dese,
3520. Gitmez, orada kakılır kalır namaz kılmaya devam
edersen istediğin kadar eğil bükül, yat kalk.. be şaşkın, zaten
namazın gitti!
Yürü, seninle eş olanların, sözünü sohbetini susamışçasına
sevenlerin yanına var.
Bekçi, uyuyanlara göredir. Balıkların bekçiye ne ihtiyacı var?
Çamaşırcıya elbise giyenler muhtaçtır. Çırçıplak canın ziyneti
Tanrı tecellisidir.
Ya çıplakları bırak, bir yana çekil.. yahut onlar gibi elbiseden
vazgeç!
3525. Yok.. eğer tamamıyla soyunamıyorsan bari elbiseni
azalt da orta halli ol!
Fakirin şeyhe özrünü arz etmesi
Fakir, o şeyhe ahvalini anlattı, suçuna özürler
diledi.
Şeyhin sualine, Hızırın cevapları gibi güzelce, doğruca cevaplar
verdi.
Nitekim Kelîmin suallerine Hızırın Alîm Tanrıdan verdiği
cevaplarlarla;
Musanın müşkülleri halloldu. Hızır, Musaya her müşkülü için
anlatılamayacak derecede miftahlar verdi.
3530. Dervişe Hızırdan mirastı, o da şeyhin suallerine
cevap vermede himmet etti.
Dedi ki : Orta yol hikmetse de bu orta hallilik de nispidir.
Su, deveye göre azdır, fakat fareye göre deniz gibiydi.
Birisinin dört ekmeğe ihtiyacı olurda iki, yahut üç tanesini yerse
bu, orta bir yiyiştir.
Fakat dördünü de yerse bu yiyiş, orta bir yiyiş değildir ki. O
adam, kaz gibi hırsına esir olmuştur.
3535. Birisinin on ekmeğe iştahı olsa da altısını yese
bu orta sayılır.
Fakat benim elli ekmeğe ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi
değiliz ki.
Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben beş yüz rekât namaz
kılsam usanmam.
Birisi, ta Kâbeye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar
kendisinden geçer.
Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir,
öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can çekişir.
3540. Bu orta halli oluş, sona göredir; önü, sonu olan
şeye nispetledir.
Bir şeyde evvel, âhir olmalı ki ortası tasavvur edilebilsin.
Sonsuz şeyin önü, sonu nasıl olur.. önü, sonu olmayanın ortası
nasıl bulunur?
Tanrı, Deniz mürekkep olsa biterdi de Rabbimin kelimeleri
bitmezdi dedi. Kimse Tanrı tecellisinin evvelini, âhirini göremedi.
Hattâ yedi deniz, tamamıyla mürekkep olsa gene biteceğini umma.
3545. Bağ, orman baştanbaşa kalem olsa bu söz, yine
eksilmez.
O mürekkebin, o kalemlerin hepsi biterde sonu olmayan bu söz yine
kalır.
Benim halim uyuyan adamın haline benzer. Gören sapık, beni uyuyor
sanıyor.
Halbuki bil ki gözüm uyur, gönlüm uyanıktır. Bil ki işsiz güçsüz
gibi duruyorum ama işimde var, gücüm de!
Peygamber Gözlerim uyur ama Tanrı lûtfuyla kalbim uyumaz dedi.
3550. Senin gözün açık, kalbin uyuyor; benim gözüm
uyuyor, gönlüme kapı açılmış!
Gönlün ayrı beş duygusu var, gönül duygusuna iki cihan da pencere.
Sen, kendi zayıflığınla bana bakma.. sana gece çağı ama o gece,
bana kuşluk vakti.
Sana zindan, fakat o zindan bana bahçe gibi. Meşguliyetin ta
kendisi bana istirahat hali.
Senin ayağın balçıkta, bana balçık gül kesilmiş .. sana yas, bana
düğün, dernek davul zurna !
3555. Seninle yeryüzünde oturup duruyorum ama Zuhal
yıldızı gibi yedinci kat göğün üstünde koşup durmaktayım.
Seninle oturan ben değilim, benim gölgem. Mertebem, düşüncelerden
üstün.
Çünkü ben düşüncelerden, vesveselerden geçtim, onların dışında
koşup gezmekteyim.
Ben endişelere hâkimim, mahkûm değil. Usta, binaya hâkimdir.
Bütün halk, endişelere, vesveselere mahkûmdur. O yüzden hepsinin
gönlü hasta, hepsi gamlı, gussalıdır.
3560. Onların arasından çıkıp kurtulmak istersem
kendimi mahsustan endişeli gösteririm.
Ben, yücelerde uçan bir kuşum, endişe sinek! Sinek nasıl olurda
beni elde edebilir?
Ayakları kırık olanlar da benimle buluşsunlar, konuşsunlar diye
göğün yücelerinden kasten aşağıya inerim.
Aşağılık sıfatlardan usandım mı melekler gibi uçuveririm.
Benim kanadım, kendinden çıkmadır. Vücuduma iki kanat yapıştırmadım
ben.
3565. Cafer-i Tayyarın kanadı kendindendir, Cafer-i
Tarrarın kanadı ise iğreti.
Tatmayan adama göre bu, dâvadan ibarettir. Fakat makamı yüce
kişilere göre dâva değil, mânadır.
Bu söz,kargaya göre lâftan, kuru iddiadan ibarettir. Nitekim sineğe
göre dolu tencere ile boş tencere birdir.
İçinde lokma gevher olduktan sonra çekinme muktedir olduğun kadar
ye!
Şeyhin biri bir gün, halkın kötü zannını gidermek için leğene
kustu, leğen inciyle doldu.
3570. Bu suretle o basiret sahibi pir, halkın az
akıllılığına acıyıp ancak akılla anlaşılır inciyi gözle görülür inci
haline getirdi.
Fakat midende temiz de pis murdar bir hale geliyorsa boğazını
kilitle, anahtarı da sakla.
Lokma, kimde ululuk nuru haline gelirse ne dilerse yesin.. Ona
helâl!
Doğruluğuna
kendisi tanık olan iddia
Eğer benim canıma âşina isen bilirsin ki şu mânalı
sözüm boş dâva değildir.
Gece yarısında bile senin yanındayım; kendine gel.. geceleyin
korkma; ben senin adamınım, hısmınım dersem,
3575. Bu iki iddia da, eğer hısımlarının sesini
tanırsan sence doğrudur.
Yanında olmak da, hısmın bulunmak da iddiadır ama iyi anlayan
kişiye göre ikisi de mânadan ibarettir ve doğrudur.
Sesinin yakından gelişi de şehadet eder ki bu nefes, bir sevgilinin
yanından gelmekte.
Hısımların seslerindeki tat da o hısmın doğruluğuna şahittir.
Fakat Tanrı ilhamına mazhar olmayan ve bilgisizliğinden yabancı
sesiyle akraba sesini birbirinden ayırt edemeyen ahmağa göre,
3580. Bu adamın sözü dâvadan ibarettir. Bu ahmağın
bilgisizliği, inkârına sebep olur.
Fakat gönlünde Tanrı nurları olan akıllı, anlayışlı kişiye göre bu
ses, mânanın ta kendisidir ve doğrudur.
Bu, şuna benzer: Arapça bilen birisi, Arapça Ben Arapça bilirim
dese,
Onun Arapça bilirim demesi dâvadır ama Arapça söyleyişi de mânadır,
dâvasının ispatıdır.
Yahut bir kâtip, kâğıdın üstüne Ben kâtibim, yazı okuyabilirim,
yüce bir kişiyim diye yazsa,
3585. Bu yazı filvaki dâvadır ama, yazılan şeyde
dâvanın doğruluğuna şahittir.
Yahut da bir sofi Dün akşam rüyada birisini gördün ya.. hani
omuzun da seccade vardı.
İşte o benim. Rüyada sana nazardaki feyizleri anlatmıştım.
Onları kulağına küpe et. O sözü aklına rehber yap, sözlere uy
dese,
Bu söz, sana rüyayı hatırlatır. Yeni bir mucize, eski bir altındır.
3590. Bu söz, dâva gibi görünür ama rüyayı görenin
ruhu Evet der. Tasdik eder.
Hikmet, müminin kaybolmuş malı olduğundan kimden duysa inanır,
kabul eder.
Fakat kendisini hikmetin yanında bulursa nasıl şüphe edebilir.
Nasıl yanılabilir?
Susuz birisine Acele et, çabuk, kadehteki suyu al iç desen,
Susuz, Bu bir dâvadan ibaret. Yürü ey dâvacı benden uzaklaş
3595. Yahut Kadehtekinin su, o içilen güzel, berrak su
olduğuna dair bana bir delil göster!"der mi?
Ana, süt emer çocuğuna Gel yavrum, süt em, ben senin ananım dese,
Çocuk Ana, sütünü emersem karnım doyacak mı bir delil göster! der
mi?
Her ümmetin gönlünde Haktan bir tat vardır. Peygamberlerin yüzü ve
sesi de mucizedir.
Peygamber, dışardan seslendi mi ümmetin canı, içerden secde eder.
3600. Çünkü can kulağı, âlemde hiç kimseden o sese
benzer bir ses duymamıştır.
O misilsiz ruh, o misli olmayan sesten neşelenir, Tanrıya
yaklaşır.
Yahya
aleyhisselâmın,anasının karnındayken İsa aleyhisselâma secde etmesi
Yahyanın anası, Meryeme hamlini vazetmeden az önce
gizlice dedi ki:
Karnında bir padişah var. Ülülazm ve her şeyi bilen bir
peygamberdir. Ben bunu yakinen gördüm.
Sana rastlayınca karnımda ki çocuğum hemen secdeye vardı.
3605. Karnımdaki çocuk, karnındaki çocuğa secde etti.
Secdesinden bedenime titreme düştü
Meryem de Ben de karnımdaki çocuğun secde ettiğini hissettim
dedi.
Buna karşı
şüphe
Ahmaklar derler ki: Bırak şu masalı. Yalan, yanlış.
Meryem, doğuracağı zaman yabancıdan da uzaktı, akrabadan da.
O güzel hatun şehirden dışarı çıktı. Doğurmadıkça şehre girmedi.
3610. Doğurunca yavrusunu kucağına alıp, bağrına basıp
soyunun, sopunun yanına geldi.
Yahyanın anası, onu nerede gördü de bu hikâyeyi anlattı, bu sözü
söyledi?
Bu şüpheye
verilen cevap
Bunu ilhama mazhar olan, afakta, gayp âleminde
bulunan şeyleri yanındaymış gibi bilen kişi anlar.
Yahyanın anası, uzakta olmakla beraber Meryemin yanında
bulunabilir.
Vücut, göz göz olunca gözler kapalı olduğu halde de sevgilinin yüzü
görülebilir.
3615. Mamafih baş gözüyle de göremediğini,can gözüyle
de göremediğini farzet, ne çıkar? Ey düşkün, sen kısadan hisse almaya
bak!
Kıssaları duyup Nakış kelimesine Ş harfinin eklendiği gibi o
kıssaların suretine bağlanan, dış yüzüne kapılan kişiye benzeme.
Dilsiz Dimne, Kelileye nasıl söz söyler?Söz söylemekten aciz
Dinme,Kelileye meramını nasıl anlatırdı?
Tutalım, bunlar, birbirlerinin sözlerini anladılar, söz söylemeden
meramlarını ifade eden bu hayvanların ne demek istediklerini insan
nasıl anlayabilir?
Dimne, aslanla öküz arasında nasıl bir elçi oldu, ikisini de nasıl
kandırdı?
3620. O akıllı öküz nasıl aslana vezir oldu. Fil ayın
aksinden nasıl korktu?
Bu Dimne ve Kelile hikâyesinin hepsi yalan. Yoksa karganın leylekle
ne alışverişi olur,nasıl leylekle savaşır? deme.
Kardeş, kıssa bir ölçeğe benzer, mâna içindeki taneye.
Akıllı kişi taneyi alır, ölçek var mı, yok mu ? Ona bakmaz.
Aralarında sözden eser yok, fakat bülbülle gülün macerasına dinle!
Hâl diliyle söz
söyleyiş ve anlaşılması
3625. Mumla pervanenin başından geçenleri duy, bunların
mânasına vâkıf ol güzelim.
Aralarında bir söz yok ama sözün sırrı, mânası var ya. Agâh ol,
yücelere uç, baykuş gibi aşağılarda uçma.
Birisi Burası satrançta ruh hanesi demiş. Bu sözü duyan O, evi
nereden elde etmiş?
Satın mı almış, yoksa mirasa mı konmuş? diye sormuş. Ne mutlu mâna
anlayana!
Nahivcilerden biri Zeyd, Amrı dövdü diye bir misal getirmiş.
Dinleyen Suçu yokken neye dövmüş?
3630. Amrın ne suçu varmış ki o çiğ Zeyd, onu köleler
gibi suçsuz dövüyor? der.
Nahivci, Bu, mâna ölçeğinden ibaret. Sen buğdayı almaya bak,
ölçeğe lüzum yok.
Zeydle Amr, irap için kullanılan misallerde geçer, onlar yalan
olsa bile sen irabı düzeltmeye çalış! derse de,
Öbürü Ben onu,bunu bilmem. Zeyd, Amrı suçsuz,sebepsiz nasıl
dövdüdeyince,
Nahivci naçar kalır,alaya başlar:Amr,, fazla olarak bir V
çalmıştı.
3635. Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi
aşmıştı, tabii haddini bildirmek lâzım!
Bâtıl gönüllerin
bâtıl sözü kabul etmesi
Bunun üzerine o adam Hah, doğru.. şimdi bunu canla
başla kabul ettim der. Doğru bile eğrilere eğri görünür.
Bir şaşıya Ay birdir desen İkidir, bir olmasında şüphe var
der.
Birisi alay eder, güler ve Sahi, iki derse bu sözü doğru olarak
kabul eder. Kötü huyun lâyığı budur.
Yalancılar yalanla konuşurlar Pis şeyler, pislere aittir sözü
ışık verip durmaktadır.
3640. Gönlü açık olanların elleri de açık olur.
Körlerin taşlık erde düşmeleri de pek tabiîdir.
Birisinin,meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulaşacağı
ağacı aramaya kalkışması
Bilgili biri, hikâye yollu Hindistanda bir ağaç
vardır.
Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür! der.
Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.
Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından
bilgili birisini Hindistana yollar.
3645. Adamcağız yıllarca Hindistanda o ağacı arar,
tarar.
Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ bırakır, ne
ova bırakır!
Kime sorduysa Bu ne arıyor, deli mi, ne? diye güler, alay eder.
Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip Akıllı,
Senin gibi zeki ve temiz kişinin bu arayışında elbette bir esas
var, hiç boş olur mu? derler.
3650. Ona alay yollu ettikleri bu riayet de ayrı bir
tokat hattâ bu eni konu tokattan da beter!
Bazıları alaya alıp Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim
olan filân iklimde,
Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç.. her
dalı koskocaman derler.
Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini
kuşanır.
Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.
3655. Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar,
nihayet âciz kalır.
Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!
Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.
Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlaya, ağlaya yola düşer.
Şeyhin o mukallit talibe,o
ağacın sırrını anlatması
Meğerse o nedimin yese kapılıp geriye döndüğü
memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir şeyh varmış.
3660. Nedim ümitsiz bir halde Önce onun tekkesine
gideyim de oradan yola düşeyim.
İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldaşım olsun
der;
Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır.
Şeyhim,acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi..
lûtfedecek an, bu an! der.
Şeyh, Ümitsizsen bile söyle. Matlûbun ne? Neye yüz tutun? diye
sorar.
3665. Nedim, Bir padişahım var, beni bir ağaç aramak
üzere gönderdi.
Ama nasıl ağaç? Âlemde bulunmaz bir şey. Meyvesi, Âbıhayatın aslı.
Yıllardır aradım bir nişanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoşlar,
benimle eğlendiler, beni alaya aldılar.. işte o kadar! der.
Şeyh gülümser de der ki: Ey sâf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki
ilimdir.
Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmış bir ağaçtır o! Hattâ ağaç da
ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi Âbıhayattır!
3670. Sen surete kapılmış yolunu yitirmişsin. Mânayı
elden bıraktığın için onu bulamıyorsun.
Ona gâh ağaç derler, gâh güneş. Gâh deniz adını takarlar, gâh
bulut!
Hulâsa o öyle şeydir ki yüz binlerce eseri var. En aşağılık
hassası, sahibine ebedî bir hayat bağışlamasıdır.
Tektir ama binlerce eseri, nişanesi var. O bire sayısız adlar
gerek.
Bir adam senin baban olur ama başka birisinin de oğludur.
3675. Birisine düşmandır, onun hakkında kahırdan
ibarettir.. diğer birine lûtfeder, iyilikle bulunur, onca iyidir.
Bir tek adam olduğu halde bak, yüz binlerce adı var. Bir vasfını
bilen öbüründen âmadır, öbür vasfını bilmeyebilir.
Kim, bu ad doğru ad diye isme yapışır. Onu arasa senin gibi
ümitsizliğe düşer, perişan olur.
Niye bu ağacın adına yapışırsın da dili, damağı acı, talihsiz bir
hale düşersin?
Addan geç, sıfatına bak da sıfatlar, seni zata ulaştırsın.
3680. Halkın ihtilâfı addan meydana gelir. Fakat mânaya
ulaşınca rahatlaşırlar.
Birbirlerinin dediğini anlamayan dört kişinin üzüm
için kavgaya tutuşmaları
Adamın biri, dört kişiye bir dirhem verdi,
Adamlardan birisi Ben bu parayı engûra vereceğim dedi.
Öbürü Araptı, Lâ dedi, Ben İnep isterim herif, engûr istemem.
Üçüncü Türktü, Bu para benim dedi, Ben inep istemem, üzüm
isterim.
Dördüncüde Rumdu, dedi ki: Bırak bu lâfları, biz İstafil
isteriz.
3685. Derken savaşa başladılar. Çünkü adların sırrından
gafildiler.
Ahmaklıktan birbirlerini yumruklamaya koyuldular. Bilgisizlikle
dolu, bilgiden boş adamlardı bunlar.
Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı,
onları uzlaştırırdı.
Onlara Ben bu bir dirhemle hepinizin isteğini yerine getiririm.
Gönlünüzü gıllügışsız bana teslim edin. Bu bir dirheminiz, sizin
istediğiniz şeylerin hepsini yapar.
3690. Bir dirheminiz dört muradı da yerine getirir,
dört düşman da uzlaşır, birliğe ulaşır, bir olur.
Sizin sözleriniz savaşa, nifaka sebep olur. Fakat benim sözüm,
sizleri birleştirir.
Siz susun, dinleyin de konuşma hususunda diliniz ben olayım.
Sizin sözünüz yüz türlüdür, eseriyse ancak savaş ve kızgınlıktan
ibaret.
İğreti hararetin tesiri yoktur. Fakat insanın kendisinden olan
hararet müessirdir.
3695. Sirkeyi ateşte ısıtsan da yiyince yine bürudeti
arttırır.
Çünkü o hararet, iğretidir. Asli tabiatında bürudet ve keskinlik
vardır.
Oğul, pekmez buz tutsa da yine yiyince ciğerdeki harareti
fazlalaştırır.
Şu halde şeyhin riyası, bizim ihlâsımızdan daha yeğ. Çünkü o riya
basiretten meydana gelmedir,bu ihlâs körlükten!
Şeyhin sözü, insana cemiyet-i hâtır verir, hasetçilerin nefesi ise
tefrika.
3700. Süleyman, Tanrı tecellisine uğrayınca bütün
kuşların dillerini öğrenmiş oldu.
Onun adalet devrinde ceylân, kaplanla uzlaşmış, savaşı bırakmıştı.
Güvercin doğanın pençesinden emindi, koyun kurttan çekinmiyordu.
Süleyman, düşmanlar arasında meyancılık etti, bütün kuşların
arasında birlik husule geldi.
Sen bir karıncaya benzersin, tane toplamak için koşup durmaktasın.
Fakat behey azgın. Süleyman buracıkta, sen ne arıyorsun?
3705. Tane arayana tane, tuzaktır. Fakat Süleyman
arayan hem Süleymanı bulur, hem taneyi elde eder.
Bu ahir zamanda kuşlara bir an bile birbirlerinden aman yoktur.
Devrimizde de Süleyman var, bizi sulha kavuşturur, zulmümüzü
giderir.
Hiçbir ümmet yoktur ki aralarında bir korkutucu olmasın âyetini
oku.
Tanrı Hiçbir ümmet bulunamaz ki içlerinde bir Tanrı halifesi, bir
himmet sahibi bulunmasın dedi.
3710. O halife, onların gönüllerini o kadar birleştirir
gibi sâflıktan hiçbir gıllügışları kalmaz.
Hepsini ana gibi birbirini esirger bir hale getirir. Onun için
Müslümanlara Tek bir nefis demiştir.
Onlar Tanrı Resulü yüzünden tek bir nefis oldular, yoksa her biri,
öbürüne tam bir düşmandı.
Resul Sallâllahu Aleyhi Ve Sellemin yüzünden Ensarın arasındaki
aykırılık ve düşmanlığın
kalması
Medinelilerin iki kabîlesi vardı, birine Evs,
öbürüne Hazrec denirdi. Âdeta bir kabile öbürünün kanına susamıştı.
Mustafanın yüzünden o eski kinleri İslâm ve sâflık nuruyla
mahvoldu.
3715. Önce o düşmanlar, bağdaki üzümler gibi kardeş
oldular.
Şüphe yok, söz bundan ibaret; Müminler kardeştir nasihatiyle de,
bu nefesle de kardeşliği bıraktılar,tek bir ten oldular.
Üzümlerin suretleri kardeştir. Fakat sıktın mı tek bir üzüm suyu
olur.
Korukla üzüm birbirine zıttır ama koruk, olgunlaşınca güzelleşir,
tatlılaşır, iyi bir dost olur.
Koruk halinde kalan üzüme Tanrı ezelden kâfir demiştir.
3720. Değil kardeşim değil.. artık o tek bir nefis
olamaz. Azgınlıkta menhus bir mülhitten ibarettir.
Ondaki gizli şeyleri bir söylesem âlemde fikirler fitneye düşer,
karmakarışık olur.
Kör gâvurun sırrının anılmaması daha iyi. Cehennem dumanın İrem
bağından uzak oluşu daha hoş!
Ne de olsa üzüm olmaya kabiliyetli korukların gönülleri, ehli dilin
nefesleriyle birdir.
Hepsi üzüm olmaya koşarsa, sonunda ikilik kalkar, kin ve savaş
kalmaz.
3725. Hepsi de üzüm olup derilerini yırtarlar da
birleşirler, vasıfları da birlik olur.
Dost, düşman ikiliktedir. Fakat hiç, bir olan, kendisiyle savaşır
mı?
Aferin, üstat Aklı Külle, yüz binlerce zerreye birlik bahşetti.
Yerde topak, topak dağınık topraklara benzerlerken testici, hepsini
de birleştirdi, bir testi yaptı.
Gerçi suyla toprağın birleşmesi, nakıstır, can, buna benzemez.
3730. Fakat burada apaçık bir misal getirsem korkarım
aklın karışır.
Süleyman şimdi de var ama biz uzağı görme neşesiyle onu
göremiyoruz.
Uzağa bakış, insanı kör eder. Sarayda uyuyanın sarayı görmediği
gibi.
Biz ince sözlere dalmışız, onlarla uğraşıp duruyoruz. Düğümleri
çözme sevdasına tutulmuşuz.
Düğümleri bağlayıp çözdükçe şüpheye düşmeyi, cevap vermeye
kalkışmayı uzatıp gideriz.
3735. Tuzağın bağını gâh çözüp bağlayan, bu suretle bu
işte maharet kazanan kuş gibi..
Böyle kuş sahradan, çayırdan mahrumdur, ömrü düğümü açıp çözmede
harcolur gider!
Filvaki hiçbir tuzağa zebun olmaz ama günden güne kanatları
tutulur, uçmaz olur.
Bağ çözüp bağlamakla az uğraş da kanatların tutulmasın, uçmadan
kalmayasın.
Yüz binlerce kuşun kanadı kırıldı da yine o ârızalı yerlerdeki
tuzakları gidermedi.
3740. Kuranda onların ahvalini oku haris adam: Bütün
şehirlerde gezip dolaştılar, her tarafı elde ettiler. Bak hele Bir
kurtuluş var mı?
Türk, Rum ve Arabın kavgasından engûr ve inep şüphelerine düşmekten
başka bir şey çıkmaz.
Mânevi dilleri bilen Süleyman gelmedikçe bu ikilik kalkmaz.
Kavgacı kuşlar, hepiniz doğan gibi şehriyarın şu davulunu duyun!
Aranızdaki ihtilâfı bırakın da ruhunuzu her yandan şâdedin.
3745. Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün.O
Süleyman, sizi kendine teveccühten men etmedi ki.
Fakat kör kuşlarız, terbiyeden hayli uzağız. O Süleymanı bir an
bile tanımadık gitti!
Baykuşlar gibi doğanlara düşmanız, hulâsa viranelerde kalmışız.
Bilgisizliğimiz, körlüğümüz son derecede. Bu yüzden de Tanrı
azizlerini incitmeye kastediyoruz.
Süleymandan aydınlanan kuşlar, nasıl olur da suçsuz, sebepsiz bir
kuşun kanadını yolarlar?
3750. Kanadını yolmak şöyle dursun, onlar, âcizlere yem
verirler. O kuşlarda aykırılık ve kin yoktur. Hoş kuştur onlar, hoş
kuş!
Onların hüthüteleri kutlulamak üzere yüzlerce Belkısın yolunu
açar;
Kargaları surette kargadır, hakikatte himmet doğanı Mâzâga
sırrına mazhardır onlar.
Leylekleri lek, lek der ama şüpheye birlik ateşini salar;
Güvercinleri, doğanlardan korkmaz. Hattâ doğan, o güvercinlerin
önünde baş kor.
3755. Bülbülleri, insana vecit ve halet verir;
gülistanları, kendi gönüllerindedir.
Duduları, şeker kaydında değildir. Ebedî şekeri, kendi içlerinde
bulurlar.
Tavusların ayakları bile, bakılsa, öbür tavusların kanatlarından
daha güzel görünür.
Hakan kuşlarının kuru bir sesten ibaret kuş dilleri nerede,
Süleyman kuşlarının söyledikleri kuşdili nerede?
Sen ne bilirsin kuşların seslerini? Bir an olsun Süleymanı
görmedin ki!
3760. İnsana sesi neşe veren o kuşun kanadı meşrıktan
da hariç, mağripten de.
Her ahengi, Kürsiden ta yere kadar bütün âlemi doldurur. Azameti
yeryüzünden Arşa kadar bütün cihanı istilâ eder.
Bu Süleymana uymayan kuş, karanlığa âşıktır. Yarasaya benzer.
Ey kötü yarasa, Süleymana alış da ebediyen zulmette kalma.
Oraya doğru bir arşın gitsen arşın gibi ölçü kutbu kesilir, her
tarafı ölçer biçersin.
3765. Irgalaya bocalaya topal ,topal bile olsa o tarafa
sıçradın mı topallıktan da kurtulursun, sakatlıktan da!
Tavuktan çıkan
kaz palazları
Seni tavuk yetiştirdi, kanadının altında büyüttü.
Sana dadılık etti ama sen yine kaz palazısın.
Anan o denizin kazıdır. Ancak dadın toprağa mensuptu, dadın bu
kuruluğa tapardı.
Gönlündeki denize olan meyil yok mu.. o tabiat, sana anandan
mirastır.
Fakat kuruluğa olan meylin de dadından geçme. Bırak dadıyı, onun
reyi kötü, isabetsiz!
3770. Dadıyı karada bırak,yürü, kazlar gibi mâna
denizine koş, dal denize!
Anan seni sudan korkutursa sakın sen korkma, hemen denize koş!
Sen kazsın, karada da yaşarsın, denizde de. Kümes hayvanları gibi
kokuşuk kümesli bir hayvan değilsin ya.
Sen Kerremnâ hükmünce bir padişahsın ki hem karaya ayak
atabilirsin, hem denize!
Ve hamelnâhüm fil berri vel bahri hükmüne mazharsın. Canını
karadan kurtar, denize yürüt!
3775. Melekler için karaya yol yoktur. Hayvanların da
denizden haberleri yok.
Sen, ten itibarıyla hayvansın, can bakımından melek. Bu suretle hem
yerde yürürsün,hem gökte.
Bu suretle, ben de zahiren sizin gibi insanım ama hakikatte gönlüm,
vahye kabiliyetli.
Bu toprağa mensup kalıp, yer üstüne düşmüş ama bu çeşit adamın
ruhu, o güzelim gökte çark urup durmakta.
Yavrum, biz umumiyetle su kuşlarıyız, dilimizden de ancak deniz
anlar.
3780. Hulasâ Süleyman denizdir,biz kuşlara benzeriz.
Ebede kadar Süleymanda seyredip duruyoruz.
Süleymanla gel , ayağını denize bas ki su, Davuda olduğu gibi
sana da yüzlerce zırh yapsın.
O Süleyman, meydanda, herkesin gözü önünde. Fakat haset kıskançlık
göz bağıcı ve büyücü.
O bizim önümüzde.. bizse cahillikten, uykudan, herzevekillikten onu
görmemekte, ondan meyus olmaktayız.
Gök gürlemesi, susuzun başını ağrıtır.Bilmez ki kutlu bulutlardan
rahmet yağdıracak!
3785. Onun gözü akar suda.. gökten yağan rahmet suyunun
zevkinden haberi bile yok!
Himmet atını sebebe doğru sürdü de bu yüzden müsebbipten mahrum
kaldı.
Fakat müsebbibi apaçık gören cihan sebeplerine gönül kor mu?
Hacıların ,çölde tek ve tenha ibadet eden bir zâhidin
kerametine hayran olmaları
Çöl ortasın da bir zâhit vardı. Abbadiye
kabîlelerine mensup olanlar gibi ibadete de dalmış, kendisinden
geçmişti.
Hacılar civar şehirlerden gelip oraya ulaştılar, o kupkuru yerde
bir zâhit gördüler.
3790. Zâhidin yeri kaskatıydı. Fakat kendisinin mizacı
yumuşak. Çölün samyeli, âdeta ona ilâç kesilmişti.
Hacılar, onun yalnızlığına ,o âfetler içinde selâmette oluşuna
şaştılar.
Kum üstünde namaza durmuştu. Kum, öyle bir kumdu ki hararetinden
tenceredeki su bile kaynar, coşardı.
Halbuki dersin ki o,sanki bir yeşillikte bir gülistanda, yahut
Buraka ,Düldüle binmiş!
Yahut da ayağının altında ipekli örtüler, kumaşlar var samyeli ona
sabah rüzgârından daha hoş!
3795. O namaz kılarken hacılar beklediler. Zâhit, uzun
bir fikre dalmış, kendisinden geçmişti.
Neden sonra istiğraktan ayıldı, kendisine geldi. Hacıların içinde
gönül gözü açık birisi,
Gördü ki, zâhidin elinden, yüzünden sular damlamakta, elbisesi
aptes suyundan ıslak.
Bu su nereden? diye sordu. Zâhit , elini kaldırıp Gökten diye
cevap verdi.
Adam, Kuyu ip yokken ne vakit istesen su bulabilir misin? Hemen
yağmur yağar mı?
3800. Ey din sultanı, müşkülümüzü halleder hallet de
yakına erelim.
Sırlarından bir sırrı bize de göster de bellerimizden zünnarları
kesip atalım dedi.
Zâhit, gözlerini göğe kaldırarak dedi ki: Yarabbi, hacıların
duasına icabet et.
Ben gökten rızık aramaya alışmışım, sen bana gökten kapı açtın.
Ey Lâmekân âleminden mekân izhar eden, ey Rızkınız göktedir
sırrını ayan eyleyen!
3805. ZÂhit, bu münacattayken hemen su sömüren fil gibi
bir lÂtif bulut peyda oldu.
Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı, derelerde,
mağaralarda gölcükler meydana geldi.
Bulut, tulumlar gibi gözyaşı döküyordu.Hacıların hepsi mataralarını
açtı.
İçlerinden bir bölük halk o şaşılacak şeyler yüzünden bellerindeki
zünnarları kestiler.
Bir bölüğünün de bu hayret edilecek şey yüzünden yakini arttı.
Tanrı, doğru yolu daha iyi bilir.
3810. Bir bölüğüyse bu kerameti kabul etmeyip hamhalat
bir halde ebedî nâkıs olarak kaldı, söz de burada bitti.
|