Rahman
ve Rahim Tanrı adiyle
Ey Hak ziyâsı Hüsâmeddin, şu üçüncü defteri de
meydana çıkar. Bir şeyin üç kere yapılması sünnettir.
Üçüncü defterde sır hazinelerini aç, özürleri bir yana at.
Senin kuvvetin Tanrı kuvvetinden sızıp gelmekte
Hararetle atan
damarlardan değil.
Şu aydın güneş çırağı, fitille, pamukla, yağla, aydınlanmıyor ya.
5.
Böylece
durup duran gök kubbenin ne ipi var, ne direği!
Cebrailin kuvveti mutfaktan değil, varlığı yaratanın cemalinden.
Hak Abdâl inin kuvveti de bil ki Haktandır; yemekten tabaktan
değil.
Onların cisimlerini nurla da yuğurdular.. onlar bu yüzden ruhu da
geçtiler, meleği de.
Sen de ulu Tanrının sıfatlarıyla sıfatlandın..Halile olduğu gibi
sana da ateş gül bahçesi haline geldi.
10. Ey unsurlar, mizacına köle olan, beş duyguyla altı cihet râm oldu.
Her mizacın mayası anasıdır. Fakat senin şu mizacın, her mertebeden
üstün.
Senin mizacın, şu yayılmış, şu geniş âlemden birlik vasfını bir
araya derleyip toplayıvermiştir.
Ne yazık, halkın anlayış sahası pek dar.. halkın havsalası yok!
Fakat ey Hak ziyâsı, reyindeki isabet ve kudret, o kadar büyüktür
ki helvan, taşa bile boğaz verir.
15. Tur dağı, tecelliye uğrayınca boğazlandı, şarap içti, hattâ o
şaraba tahammül edemedi de
Yarıldı, zerre zerre oldu. Hiç dağın deve gibi oynadığını gördünüz
mü?
Herkes, herkese bir lokma bir şey verebilir ama, boğaz bağışlamak,
ancak Tanrı işidir.
Tanrı, cisme de boğaz verir, ruha da. Her uzvuna ayrı, ayrı boğaz
bağışlar.
Fakat bu ihsanı, kendini ululuğa verdiğin, kötülükten ve hileden
arındığın vakit yapar da
20. Sen de padişahın sırrını kimseye söylemez, şekeri sineğe
sunamazsın.
Ululuk şarabını o adamın kulağı içer ki sûsen gibi yüzlerce dili
olduğu halde dilsizdir.
Tanrının lûtfu, su içsin de yüzlerce ot bitirsin diye toprağa da
boğaz ihsan eder.
Sonra topraktan yaratılan mahlûklara boğaz verir, dudak verir..
onlar da arayıp topraktan biten otları otlarlar.
Hayvan, ot yedi de semirdi mi.. insana gıda olur, ortadan kalkar.
25. Fakat toprak da, ruh çıktı, insan görüşten ayrıldı mı insanı yeyip
sömürür.
Zerreler gördüm: Hepsi ağızlarını açmışlar, gıdalarını söylesem söz
uzar gider.
Yaprakların gıdası onun kereminden
dallara dadı, onun umumi ve
şâmil lûtfu.
Rızıkların rızkını o vermekte. Buğday, rızıksız nasıl baş gösterir,
biter?
Bu sözün sonu gelmez. Ben, bir mikdarını söyledim, öbürlerini sen
anlayıver.
30. Bil ki bütün âlem yiyen ve yenenden ibarettir. Hakla bâki
olanları da Hakka yönelmiş ve Hakkın makbulü olmuş bil.
Bu âlem de daima neşre uğrayıp durur, bu âlemdekiler de. O âlemle o
âleme gidenlerse daimî ve ebedîdir.
Bu âlemin de sonu yoktur, bu âleme âşık olanların da. O âlem
ehliyse ebedî ve bir aradadır.
Kerem ona derler ki insan, kendisini ebedî kılacak âbıhayatı
kendisine versin.
Kerem sahibi, Bâkıyât-us sâlihat ın ta kendisidir. Yüzlerce
âfetten, tehlikeden korkudan kurtulmuştur.
35. Onlar, binlerce kişi olsalar yine bir kişiden fazla
değildirler.Hayallere kapılanlar gibi sayı düşünmezler ki.
Yiyenle yenenin boğazı, gırtlağı var
galiple mağlûbun aklı reyi.
Tanrı adalet asâsına boğaz verdi de o kadar sopaları, o kadar
ipleri yedi.
Öyle olduğu halde o yemeden semirmedi, şişmedi. Yeyişi de hayvan
yeyişi değildi, kendisi de hayvan değil.
Tanrı her doğan hayali yesin diye yakına da, asâya verdiği gibi
boğaz verdi.
40. Âyan gibi maaninin de boğazı vardır
Maaniyi rızıklandıran da
Tanrıdır.
Balıktan aya kadar mahlûkattan hiçbiri yoktur ki gıdayı çekecek,
yiyecek ağzı olmasın.
Nefsin boğazı vesveseden boşaldı mı ululuk vahyine konuk olur.
*Akılla gönlün boğazında fikir kalmadı mı midenin hazmına muhtaç
olmayan bakir rızkı bulur.
Fakat bil ki bunun şartı mizacı tebdil etmektir. Çünkü kötülerin
ölümü kötü mizaçtandır.
İnsanın mizacı toprak yemeye alışırsa rengi sararır, kötüleşir.
İnsan hastalanır, düşkün bir hale gelir.
45. Fakat kötü mizacı değişirse kötülüğü gider, yüzü çırağ gibi
parlar.
Dadı, süt emer çocuğunu türlü, türlü nimetlerden gıdalandırır.
Ama çoğunu memeden kesti mi ona yüzlerce bahçelerin, bostanların
yolunu açar.
Çünkü meme, o zayıf çocuk için binlerce nimetlerin, binlerce
yemeklerin, binlerce ekmeklerin hicabıdır.
Hulâsa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş, yavaş
kendini gıdadan kesmeye çalış vesselâm.
50. İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır, bedenin nesçi
kanla vücut bulur.
Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe
başlar.
Lokmadan kesildi mi Lokman kesilir, gizli matlûba talip olur.
Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarda pek düzgün, pek güzel
bir âlem var
Boyuna, enine geniş bir yeryüzü
orada nice nimetler var, nice
sonsuz yiyecek şeyler.
55. Dağlar ,denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar
Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü
güneş,ay ışığı, yüzlerce süha
yıldızı.
Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller
bağlar bahçeler
gelin gibi süslenmekte, bezenmekte.
O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki
sen, neden bu
kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?
Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, pislikler içinde,
sıkıntılar içindesin.
60. Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz
çevirir, kâfir olur.
Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil, der. Kör
adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak!
Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz.
İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdâl, onlara öbür âlemden
bahsetti mi,
Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur
bu kuyunun dışında
renksiz, kokusuz bir âlem var dedi mi.
65. Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez.
Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir.
Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey
anlatmaz.
Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah ettiğinden, o aşağılık
yurtlara kan, onun gıdası olduğundan.
Tamah ona bu âleme sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir.
*Sende bu âlemin güzelliğine tamah etmektesin de bu tamah, o ebedî
âlemin güzelliğine perde oluyor.
*Gururla dopdolu olan bu hayatın zevki seni doğruluk hayatından
uzaklaştırmakta.
*İyi bil ki tamah seni kör eder
şüphe yok. Senden yakînı örter.
*Tamah yüzünden Hak, sana bâtıl görünür
tamah yüzünden sende
yüzlerce körlükler artar durur.
*Doğrular gibi tamahtan çekinde ayağını o eşiğin üstüne bas.
*O kapıdan girdin mi kurtulursun. Gamdan da dışarıya ayak atmış
olursun neşeden de.
*Can gözün aydınlanır Hakkı görür; küfür karanlığından kurtulur,
din nuru kesilir.
*Erlerin öğüdünü canla, başla dinle de korkudan kurtulup emniyete
eriş.
Hırslarından fil yavrularını yiyenler ve yemeyin diyenin öğüdünü
dinlemeyenler
Bilmem işittin mi?
Akıllı, bir adam, Hindistan da dostlarından iki üç kişinin
70. Uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde
bulunduklarını gördü.
Bilgiden doğma merhameti coşup Hoş geldiniz dedi, güller gibi
açıldı.
Biliyorum
karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan âdeta Kerbelâya
düşmüşsünüz, bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.
Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin.
Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır
benim öğüdümü can-ü gönülden
dinleyin.
75. Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek
hoş gelir.
Onlar pek kuvvetsiz. Pek lâtif ve semizdir. Fakat anaları
pusudadır, onları korur.
Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür,
evlâdını arar durur.
Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti
çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın dedi.
Yavrum, veliler de Tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun,
olmasın
Tanrı, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden
haberdardır.
80. Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin
güden, onların öcünü alan Tanrıdır.
Tanrı dedi ki : Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik
âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.
Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte
dostları da benim, nedimleri de.
Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim
cüzülerimdir.
Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir.Binlerce kişi
arasında yüz binlerce kişidirler, fakat yine de hepsi bir vücuttur.
85. Öyle olmasaydı bir tek Musa, bir tek sopa ile Firavunun altını
üstüne getirebilir miydi?
Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark
edebilir miydi?
İhsan ve kerem sahibi Lût, zâlimlerin şehirlerini perişan
eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi?
Cennete benzeyen şehirleri Karasu Diclesi oldu. Git de gör.
Bu Karasu Şam tarafındadır. Kudüse giderken yolda görürsün.
90. Hakka tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice
azaplar oldu.
Söylesem uzun sürer. Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir.
Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu
görmezsin, çünkü körsün, kötüsün
bu görüşten ne kadar uzaksın!
Bu kör, ne şaşılacak şey kördür; uzağı görür, gözü de keskin. Fakat
yalnız devedeki yükü görür.
İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp
salınmasında hayır yoktur, bu oynayış şerle doludur.
95. Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki
pamuğu çek, kopar.
Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raksederler.
Varlıklarından kurtuldular mı ellerini çarpar
noksanlarından
ayrıldılar mı raksa girerler.
Çalgıcıları, içlerinden def çalar
denizler, onların coşkunluğunu
görüp köpürür.
Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların
üstünde el çırpar.
100. Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı
gerek
ten kulağıyla duyulmaz ki.
Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
Muhammedin kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Tanrı, ona Kuran da
Kulağın ta kendisi der.
Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti
sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o
hikâyeye başla da onu anlat.
Fil
yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
105. Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta
hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta.
Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öc almağa, kuvvetini
göstermeye çalışmaktaydı.
Sen de Tanrı kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup
günah kazanmaktasın.
Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Tanrıdır. Doğrudan
başka kim canını kurtarabilir?
Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münker, yahut Nekir olursa
yazıklar olsun o acımağa değer kişiye!
110. O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkân var, ne güzel
kokularla iyi bir hale getirmeye çare.
Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için
hileye sapmaya yol yok!
Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzleri iner, pençeleri batar.
Azrailin sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine
bak!
Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız
hasta, bunu anlar, duyar.
115. O hasta, dostlar, der; bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki?
Dinleyenler de Biz öyle bir şey görmüyoruz . Bu, hayalden ibaret
derler . Halbuki ne hayali? Göçme zamanı bu!
Ne hayali bu? Bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline
geldi. Ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his
âlemine girdiler.
O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın
gözü de bağlıdır, dostun gözü de
bunları gören yoktur.
120. Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü,
kan dökme zamanı aydınlandı.
Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir.
Her an, canının bir cüzü ölüm halindedir. Her an can verme
zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet!
Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
125. Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay
tutulur.
Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur
gider.
Şu halde her an yerine karşılık koy ki: Secde et de yaklaş
âyetinin maksadı neyse bulasın.
Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma.
Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin.İşlerin sona ermez,
ekmeğin de ham kalır.
130. O mezarını lâhdini yapma işi taşla, tahtayla, kilimle, keçeyle
olmaz.
Kendine gönülde bir mezar kazman, onun benliğinin önünde bu benliği
görmen gerektir.
Onun toprağı olman, gamına gömülmen lâzım ki nefesin, nefesinden
yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin .
Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mâna sahiplerine makbul
değildir.
Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o
ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?
135. Canı Münker ve Nekirin azabına uğramış, gamlı gönlünde de gam
akrepleri yer tutmuştur.
Zâhirini süslemiş, püslemiş ama içi düşüncelerden feryatlara
düşmüş.
Başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne
libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
Fil
hikâyesine dönüş, öğütçünün öğüdü
Öğütçü dedi ki Bu öğüdümü tutun da gönlünüz,
canınız belâlara düşmesin.
Otlara, yapraklara kaani olun, fil yavrularını avlamaya varmayın.
140. Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak
kutluluktur.
Ben, sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu urmasın. Tamah,
yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır.
Bunları söyleyip Haydi, hayra karşı diyerek onları uğurladı,
selâmetledi,gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça
arttı.
Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.
145. Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yeyip bu işten
ellerini yıkadılar.
Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi, o adamın öğüdü
hatırındaydı.
Bu söz, adamın o fili kebap edip yemesine mâni oldu. Eski ve
tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.
Onlar fil yavrusunu yeyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü
bekleyen çoban gibi uyanıktı.
Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi. Önce o gözetleyene
gelip çattı.
150. Ağzını üç kere kokladı. Fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi.
Birkaç kere etrafın da dönüp dolaşarak gitti.O iri fil, adama hiç
dokunmadı.
Uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı, hepsinden de koku aldı.
Yavrusunu kebap edip yiyenleri hemencecik paraladı öldürdü.
O anda hepsini de birer ,birer paralıyor, onlardan hiç de
ürkmüyordu.
155. Onların her birini havaya kaldırıp yere vurarak parçalamaktaydı.
Ey halkın kanını emen, bu işten uzaklaş, halkın kanı seni savaşa
düşürmesin.
Bil ki halkın malı kanı demektir. Çünkü mal güçle, kuvvetle
çalışmayla ele geçer.
O fil yavrularının anaları kan güder, fil yavrusu yiyenden öç alır,
öldürür.
Ey rüşvet alan, sen fil yavrusu yemektesin. Sana düşman olan fil,
kökünü kazır, seni mahveder.
160. Hilelere sapanı koku, rüsvay etti. Fil yavrusunun kokusunu bilir.
Hak kokusunu Yemenden duyan bendeki bâtıl kokuyu nasıl olurda
duymaz?
Mustafa, ta uzak yol dan koku alır da ağzımızda ki güzel kokuyu
nasıl almaz?
Duyar, duyar ama yüzümüze urmaz, örter.İyi koku da göklere çıkar,
kötü koku da.
Sen uyuyup durursun, o haram koku ise şu yeşil gökyüzüne urup
durur.
165. Seni çirkin nefeslerine yoldaş olup felekte kokuları alanlara
kadar gider.
Kibir, hırs, şehvet kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar.
Yemin eder de Ben onları ne zaman yedim?Soğandan da çekinmekteyim,
sarımsaktan da dersen
O yalan yemini ederken nefesin, kovuculukeder.
Kokusu seninle beraber oturanların dimağına vurur.
O koku yüzünden dualar reddedilir. O kötü kalb, sözle kendisini
gösterir.
170. O duaya Sesinizi kesin cevabı gelir. Her azgının cezası onu
kovan sopadır.
Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği, Tanrıya
makbuldür.
Dostların hatası, yabancıların doğrusundan daha iyidir.
O doğru sözlü Bilâl, ezan okurken Hayyı alesselâ,
Hayyı alelfelâh- Haydin namaza, Haydin felâha cümlelerindeki Hayyı-
haydin kelimesini Heyyi diye okurdu.
Nihayet Peygambere dediler ki: Ya Resulâllâh, bina yeni
kuruluyor. Bu hata, hiç de doğru değil.
Ey Tanrı habercisi, ey Tanrı resulü, ey Tanrı meydanının tek
binicisi, daha fasih bir müezzin getir.
175. Din daha yeni kurulur, doğruluk düzenlik daha yeni meydana
gelirken Hayyı alelfelâhı yanlış okumak ayıptır.
Peygamberin hiddeti coştu. Gizli inayetlerden bir iki remiz
söyleyip dedi ki :
Ey aşağılık adamlar, Tanrı yanında Bilâlin Heyyisi yüzlerce
hadan, hıdan, yüzlerce dedikodudan iyidir.
İşi çok karıştırmayın da sırrınızı açmayayım, önünüzü, sonunuzu
söylemeyeyim.
Her duada güzel bir nefese sahip değilsen yürü, özü sözü doğru
kardeşlerden dua ist
Musa aleyhisselâma, Beni günah etmediğin ağızla çağır diye vahiy
gelmesi
180. Tanrı, Ey Musa, bana suç etmediğin, kötü
söylemediğin bir ağızla sığın, dua et dedi.
Musa, Bende o ağız yok deyince Tanrı, Başkasının ağzıyla dua et
Başkasının ağzıyla nasıl günah edebilirsin? Yarabbi diye başkasının
ağzıyla çağır buyurdu.
Sen de öyle muamelede bulun ki ağızlar, gece gündüz sana dua edip
dursunlar.
Günah etmediğim ağız, başkasının özürler dileyen
ağzıdır.
185. Yahut da kendi ağzını temizle, ruhunu çevik bir hale getir.
Çünkü Tanrı adı temizdir, temizlik geldi mi pislik, pılısını
pırtısını toparlayıp gider.
Zıtlar, zıtlardan kaçar. Ziyâ parladı mı gece kalmaz.
Ağza temiz bir ad gelince de ne pislik kalır, ne gamlar, kederler.
Yalvarırım Allah demesi, Hakkın Lebbeyk demesinin ta kendisidir
Birisi her gece Allah der durur, bu zikrinden ağzı
tatlılaşır, zevk alırdı.
190. Şeytan Ey çok söz söyleyen, bunca Allah demene karşılık onun
Lebbeyk demesi nerde?
Tanrı tahtından bir cevap gelmiyor.Böyle utanmadan, sıkılmadan ne
vakte dek Allah deyip duracaksın dedi.
Adamın gönlü kırıldı, başını yere koydu, yattı. Rüyada yeşiller
giyinmiş Hızırı gördü.
Hızır Kendine gel, niçin zikri bıraktın, çağırdığın addan nasıl
usandın, zikrinden nasıl pişman oldun? dedi.
Adam, cevap olarak Lebbeyk sesi gelmiyor, kapıdan sürüleceğimden
korkuyorum deyince
195. Hızır Senin o Allah demen, bizim Lebbeyk dememizdir. Senin o
niyazın derde düşmen, yanıp yakılman, bizim haberci çavuşumuzdur.
Senin hilelere düşmen, çareler araman, seni kendimize çekmemizden,
ayağını çözmemizdendir.
Korkun da bizim lûtfumuzun kemendidir, aşkın da.Her Yarabbi demende
bizim, efendim, buyur dememiz gizli dedi.
Bilgisiz adamın canı, bu duadan uzaktır. Çünkü Yarabbi demesine
izin yok ki!
Zarara, ziyana uğrayınca Tanrıya sızlanmasın diye ağzında da kilit
var, gönlünde de. Ağzı da bağlı, gönlü de.
200. Firavuna yüzlerce mal, mülk verdi, o da nihayet ululuk, büyüklük
dâvasına girişti.
O kötü yaradılışlı, Hakka sızlanmasın diye ömründe baş ağrısı bile
görmedi.
Tanrı, ona bütün dünya mülkünü verdi de dert, elem, keder vermedi.
Dert, Tanrıyı gizlice çağırmana sebep olduğundan bütün dünya
malından yeğdir.
Dertsiz dua soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli dua ve niyaz,
gönülden, aşktan gelir.
205. O gizlice niyazın, o önü sonu anman yok mu?
İşte sâf, halis ve hüzünlü dua odur. Ey Tanrım ey feryadıma
erişen, ey yardımcım demendir.
Tanrı yolunda köpeğin sesi bile Tanrı cezbesiyledir. Çünkü Tanrıya
her yönelen, bir yol kesicinin esiridir.
Eshabı Kehfin köpeği gibi
pis şeyden kurtulunca padişahlar
sofrasının başına oturdu.
Mağaranın önünde kıyamete kadar dağarcıksız,
heybesiz ârifcesine rahmet lokmasını, rahmet suyunu yeyip içmekte.
210. Nice köpek postuna bürünmüş adsız sansız kişiler var ki perde
ardında şarapsız kalmazlar.
Oğul, bu şarap, için can ver. Savaşsız, sabırsız yenme olur mu hiç?
Bunun için sabır güç bir şey değildir. Sabret, sabır, güçlüklerin,
sıkıntıların anahtarıdır.
Bu pusudan sabır ve ihtiyat etmeksizin kimse kurtulmadı. Sabır da
ihtiyatın eli ayağıdır.
İhtiyatta bulun, bu zehirli otu yeme. İhtiyata riayet,
peygamberlerin kuvvetinden, nurundandır.
215. Her yelden oynayıp duran samandır. Dağ, hiç yele ehemmiyet verir
mi?
Her yanda bir gulyabani, seni çağırır, Kardeş, gel, yol istiyorsan
işte buracıkta.
Yoldaş, sana yol göstereyim, yoldaşın olayım. Bu ince yolda ben
sana kılavuzum der.
Fakat ne kılavuzdur o, ne de yol bilir. Yusuf, o kurt huylunun
yanına az var!
İhtiyat ona derler ki seni bu dünyanın yağlı, ballı şeyleri, bu
âlemin tuzakları, hileleri aldatmasın.
220. Çünkü bu âlemin ne tadı vardı, ne tuzu. Sihir okur da kulağına
üfler durur.
Ey nur gibi apaydın adam, ev senin sen de benimsin der.
İhtiyat ona derler ki Midem dolgun tokum,yahut Hastayım, bu
mezardan hastalandım,
Yâhut Başım ağrıyor, sen bunu geçirmeye bak yahut da Benim
dayımın oğlu çağırdı, davetliyim deyip başından savasın.
Çünkü bir şerbeti bile zehirlerle sunar, tatlısı vücudunda yaralar,
bereler meydana getirir.
225. Sana elli, altmış bile verse ey balık, o verdiği şey , oltada
ettir.
Verdi, farz edelim, fakat o hilebaz nereden verecek? Hilebazın sözü
çürümüş cevizdir.
Onun gürültüsü aklını alır, beynini altüst eder.Yüz binlerce aklı
bile bir pula saymaz.
Dostun, kesendir, hurcundur, Raminsen Viseden başkasını arama.
Vise de sensin, mâşukun da sen. Bu zâhiri şeylerin hepsi sana
âfettir.
230. İhtiyat ona derler ki seni davet ettiler mi bunlar, benim
sarhoşum bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni istiyorlar
demeyesin.
Davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil. Avcı, pusuda gizlidir de
kuş gibi örter durur.
Önüne de seslenen, öten, çığıran budur zannını vermek için bir ölü
kuş koymuş.
Kuşlar
onu kendi cinsinden sanıp toplanırlar. O da onların
derilerini yüzer.
Ancak tanrı hangi kuşa ihtiyat ve tedbir duygusu vermişse o kuş o
taneye, o tuzağa aldanıp gelmez.
235. İhtiyatsızlık, tedbirsizlik, pişmanlıktan ibarettir. Bunu anlatan
şu hikayeyi de dinle.
Köylünün şehirliyi aldatıp yalancıktan ve birçok ısrarla köye
çağırması
Kardeş, eskiden bir şehirliye köylünün tanışıklığı
vardı.
Köylü, şehre geldikçe şehirlinin mahallesine çadır kurar, evine
kurulup otururdu.
İki ay, üç ay ona konuk olur, dükkanına geçer oturur, sofrasına
çökerdi.
Şehirli, köylünün ne ihtiyacı varsa bedavaya yerine getirir, düzer
koşardı.
240. Köylü bir gün yüzünü şehirliye döndü de dedi ki: A efendim, sen
hiç köye gelmez, hiç seyre seyrana çıkmaz mısın?
Allah aşkına olsun bütün oğullarını getir. Şimdi tam gül mevsimi,
ilkbahar.
Yahut da yazın meyve zamanı gel de hizmetine kemer kuşanayım.
Soyunu sopunu, çoluk çocuğunu,akrabalarını getir, köyümüzde üç,
dört ay kal.
Bahar çağında köy pek hoş olur, çayırlık, çimenlik, gönle ferah
veren gönül çeken lâlelik kesilir
245. Şehirli, başından savmak için ona vaatte bulundu, vaadinin
üstünden de sekiz yıl geçti.
Köylü, her yıl Ne vakit geleceksin. Kış gelip çattı der,
O da Bu yıl filan yerden konuk geldi.
Müsaade edin de gelecek yıl, işten, güçten kurtulursam gelirim
der,
Köylü Ailem, ey kerem sahibi, çoluğunu, çocuğunu bekleyip
duruyor diye karşılık verirdi.
250. Her yıl leylek gelince köylü de gelir, şehirlinin evine konardı.
Şehirli, her yıl altınından, malından köylüye harceder, onun üstüne
kanat gererdi.
Nihayet son defa o yiğit köylü, tam üç ay şehirliye misafir oldu.O
da, ona sabah akşam sofra yaydı, yedirdi, içirdi.
Köylü, utanıp yine Efendim, kaç keredir vadettin, beni kaç kere
beni kaç keredir aldattın bu, niceyedir? dedi.
Şehirli dedi ki: Canım da, bedenim de buluşmayı isteyip duruyor
ama her hareket, onun takdiriyle.
255. İnsan yelkenli gemiye benzer. Rüzgârı estiren bakalım onu ne yana
sürecek?
Köylü, yine şehirliye andlar vererek Ey kerem sahibi, çoluğunu
çocuğunu al, gel de ikramı gör deyip.
Elini tuttu. Üç kere and verdi, Allah için olsun gayret et, tez
gel dedi.
Bunun üstüne on yıl geçti. Her yıl böyle lâflar eder, tatlı tatlı
vaatlerde bulunurdu.
Şehirlinin çocukları Baba ay da sefer eder, bulut da gölge de.
260. Köylü bunca hakkın geçti. Onun için nice zahmetler çektin.
O da, sen ona konuk olasın da hiç olmazsa bu hakların bir kısmını
olsun ödemek ister.
Bize, onu kandırın, köye getirin diye gizlice bir çok ricalarda
bulundu dediler.
Şehirli dedi ki: Yavrucuğum, doğru ama iyilik ettiğin kişinin
şerrinden sakın demişler.
Dostluk, son demdedir. Korkarım ki bir şey olur da tohum bozulur
265. Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer, bostanı, ekini kış gibi
kesip biçer.
Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler
verir.
İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin, kaçıp
kötülüklerden kurtulasın.
Peygamber, Tedbir sui zandır dedi. A boşboğaz, her adımı bir
tuzak bil.
Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir ama her adımda bir tuzak var,
küstahça koşmayı bırak.
270. Dağ keçisi Nerde tuzak? diye koşar, fakat yürüdü mü tuzağa
düşer, boğazından yakalanır.
Nerde tuzak diyordun ya, işte buracıkta,bak da gör.Ovayı gördün ama
tuzağı görmedin.
A şaşkın, çayırlıkta tuzak, pusu ve avcı olmadıkça kuyruk mu olur?
Bu yere küstahça gelenlerin kemiklerini, kellelerini gör!
Ey seçilmiş kişi, mezarlığa var da onların kemiklerine başlarından
geçenleri sor!
275. O kör sarhoşlara bak da aldanış kuyusuna baş aşağı nasıl
düştüler, açıkça gör!
Gözün varsa körcesine gelme, gözün yoksa eline bir sopa al.
Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa bir gözlüyü kılavuz edin.
Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa kılavuzsuz her yolun başında durma.
Körün adım atması gibi ihtiyatla adım at da ayağın kuyudan da
kurtulsun, köpekten de.
280. Kör, bir kazaya uğramayayım diye titreye, titreye korkar ve
ihtiyatlı adım atar.
Ey dumandan kaçıp ateşe düşen
lokma ararken yılana lokma olan,
Sebalılar ve nimetten azmaları
Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de
okudun... okudun ama sesten başka bir şey duymadın.
O dağ, sesi anlamaz ki.. dağın aklı mânaya gidemez ki.
Dağ, akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da
susar.
285. Tanrı Sebalılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz
binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de
aşağı oldular.
Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır,
hizmetkâr olur.
Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla
verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.
290. Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler, onu gece gündüz
tedibederler.
İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetin hakkı, gönlünü
oraya rehin etmendir derler.
Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terketme diye onu
ısırırlar.
Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli âbıhayat içtin,
gözlerin açıldı.
Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecit ve kendinden geçiş
gıdaları yedi.
295. Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her
dükkânın etrafında dönüp dolaşmadasın.
O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına, arda kalasıca bir
tirit için koşup duruyorsun.
Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hâle düşenin işi
burada düzelir.
Hastaların,
duasıyla şifa dilemek, şifa bulmak için her sabah İsa
aleyhisselamın ibadet ettiği yerin kapısına toplanmaları
İsanın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır.
Kendine gel, kendine ey derde müptelâ, sakın bu kapıyı bırakma.
Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal
hepsi.
300. Sabahleyin İsanın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun
nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.
İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar.
Zayıf, perişan bir çok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup
bekleştiğini görür.
Dua ederde Tanrı, hepinizin muradını verdi,
maksatlarınıza eriştiniz.
Şimdilik illetsiz zahmetsiz yürüyün, Tanrının yargılama ve kerem
etmesine doğrulun der.
305. Hepsi ayaklara bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını
çözer.
Onlar da hemencecik sıhhat bulup onun duasıyla neşelenerek yürür
giderlerdi.
Sen de bunca âfetlere uğradın, hepsinden tecrübeler gördün
padişah
meşrepli erlerden sıhhat buldun.
Topallığın kaç kere düzeldi, canın kaç defa gamdan, mihnetten
kurtuldu.
Sense gâfilcesine kendini de kaybetmemek için ayağına bir ip
bağlamış durmaktasın be herif!
310. Şükretmiyorsun, nâil olduğun nimetleri unutmuşsun. Bu unutuş, o
bal yediğin zamanları hatırına
bile getirmiyor.
Hulâsa o yol, sana bağlandı. Çünkü gönül ehlinin gönlü, senden
incindi, sana darıldı.
Çabuk onları bul, kusur dile, tövbe et. Bulut gibi ağla, inle.
De sana onların gül bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler
saçılsın.
O kapıda dön, dolaş Eshabı Kehfin köpeğiyle kapı yoldaşıysan
köpekten aşağı olma.
315. Köpekler bile, gönlünü ilk eve bağla diye köpeklere nasihat
ederler.
Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terketme
derler.
Edeplensin de oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu
ısırırlar.
A azgın köpek, velinimetine isyan etme.
Halka gibi o kapıya bağlan. O kapıda bekçilik et, o kapıda çevik
davran, o kapıda sıçra.
320. Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı fâş etme.
Köpeklerin âdeti vefakârlıktır. Yürü be, bari köpeklerin adını
kötüye çıkarma derler.
Ulu Tanrı bile vefakârlıkla öğündü de Bizden gayrı ahdine kim
vefa eder ki? dedi.
Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakâr ol.
Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir.
Çünkü hiç kimse Tanrı hakkından daha ziyade hak sahibi değildir ki.
325. Ana hakkı bile Tanrı hakkından sonra gelir. Çünkü Tanrı, anayı
senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir.
Tanrı, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona
seninle istirahat ve huzur vermiş, onu sana alıştırmış.
O da seni kendisinin bir cüzü görmüştür. Tanrının tedbiri anaya
ilişik olan o cüzü ayırmıştır.
Tanrı, binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı,
şefkat gösterdi.
Şu halde Tanrı hakkı, ana hakkından öncedir, Tanrı hakkını bilmeyen
eşektir.
330. Anayı, ananın memesini, sütünü yaratan, onu babayla çift eden
Odur, Ona serkeş olma.
Ey Tanrı, ey ihsanı kadîm olan, bildiğim de senindir, bilmediğim
de.
Sen, Tanrıyı an, çünkü benim hakkım hiç eskimez.
O sabah çağında, sizin Nuhun gemisinde koruduğumuzu, bu suretle
lûtuflarda bulunduğumu an.
O zaman sizin aslınızı, atalarınızı tufandan, tufan dalgasından
korudum, onlara aman verdim.
335. Ateş huylu su, yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası, dağların tepelerine
kadar çıkıyordu.
Sizi reddetmedim, atanızın atasının atasının varlığında sizi
korudum.
Madem ki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş yurdumu
nasıl ziyan ederim?
Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa
doğru gidiyorsun.
Bense unutmadan, vefasızlıktan berîyim. Benim yanıma gelsen bile
kötü bir zanla gelirsin.
340. Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya
işte
onlar hakkında kötü zanda bulun.
Nice ulu ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana, nerede onlar diye
sorsam gittiler dersin.
İyi dostun yüce göklere gitti kötülük dostunsa yerin dibine geçti.
Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta
kalan ve sönmeye mahkûm ateşe döndün.
Ey baba yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut.
345. O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer.
Sen yerden, yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekân âleminde
de seninle beraberdir, Lâmekân âleminde de.
Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar.
Cefakârlıkta bulunursan noksandan kurtulup kemâle erişesin diye
kulağını burar.
Sülûkte virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya
uğrarsın ya.
350. İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir.
Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey,
ayağını bağlamadan önce.
Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o mâkul zahmet,
duyguna hitap eder bir hâle gelir ve meydana çıkar.
Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar,
ecelden sonra ist zincir şekline bürünür.
Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve
körlükle cezalanır.
355. Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir
darlık gönlünü tırmalamaya başlar.
O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki? der. Şerrinden ağlayan mazlum
yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgarı
ateşini üfler.
Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o
mânalar, duyulur, görülür bir hâle gelip meydana çıkar.
Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir.
360. Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir
kök bil.
Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir
diken çıkmasın.
İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten
meydana gelir.
Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara
dağıt.
Sebalılar hikâyesi
Sebalılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri
büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı.
365. Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte
bulunmana, onunla savaşmana benzer.
Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan
inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
Lûtfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et,
dersin, işte bunun gibi.
Sebalılar da Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları
uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi
güzelliğimizi al.
Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel
kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
370. Şehirler, birbirine pek yakın. Halbuki orada ne boş bir çöl, ne
güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır
dediler.
İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer,
istemez.
Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten,
boşluktan.
Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya
hidayete nail oldu mu
tutar, inkâra sapar.
Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır
onun için ulu Tanrı Öldürün nefislerinizi demiştir.
375. Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan
kurtulmana imkân mı var ?
Heva ve hevesi terketme ateşini vur şu dikene
iyi işli dosta uzat
elini, sarıl ona!
Sebalılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek
derecede taşkınlık gösterince,
Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni
olmaya çalıştılar.
Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve
kâfirlik tohumu ekiyorlardı.
380. Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir
kesilir demişler.
Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz , seni yardım dilemeden
bile uzaklaştırır.
Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer,
bitirir.
385. Tanrı bu kurdun yediği adama Kurdun tozunu gördü de neden
feryad etmedi?
Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle
neden yayılıp otlamağa koyuldu?
Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar,
ondan taraf taraf kaçarlar.
Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır
der.
Aslanın kızgınlığından bir koku aldın mı dön Tanrı ya sığınmaya,
yalvarmaya koyul.
390. Onlar, kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o
koca mihnet kurdu çatıp geldi.
O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl çobanından göz
yummuşlardı.
Onları, çoban ne kadar çağırdı da gelmediler
çobanın gözüne toz,
toprak serptiler.
Yürü be, biz senden ziyâde çobanız
her birimiz başız, uluyuz.
Böyle olduğu hâlde nasıl sana uyarız?
Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin odunlarıyız,
utanma arlanma yok bizde dediler.
395. Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların
şehirlerinde kargalar şom, şom bağırışırlar, yerleri, yurtları
harabeye döner.
Onlar mazlûmlar için kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri
düştüler, ah etmeye başladılar.
Yusufların derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını birer
birer buldular.
O Yusuf kimdir? Senin Hak arayan gönlün. O gönül, bir esir gibi
senin yurdunda bağlıdır.
Bir Cebraili direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce yara
açmış, perişan etmişsin de.
400. Sonra da önüne kebap olmuş dana getiriyor, bazan da onu samanlığa
götürüp
Hadi ye, işte bizim yağlı gıdamız budur diyorsun.Halbuki ona Tanrı
vuslatından başka gıda yoktur.
O dertlere düşmüş zavallı da bu işkenceden bu sınanmadan kırılıp
senden Tanrıya şikâyet ederek der ki:
Yarabbi, bu kocamış kurttan elâman. Tanrı da ona Sabret, işte
vakit geldi.
Haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım der. Feryada erişen
Tanrıdan başka kim feryada erişir ki.
405. O Yarabbi, yüzünün ayrılığından sabrım bitti. Yahudiler elinde
âciz kalmış Ahmedim Semud kavminin hepsine düşmüş Salihim.
Ey Peygamberlerin canlarına kutluluk bağışlayan.Ya beni öldür, ya
kendine çağır, yahut da sen gel!
Kâfirlere bile ayrılığına tahammül yok
onların bile her birisi,
keşke toprak olsaydım, der.
Kâfirin bile hâli böyle olursa senin ülkenden olanın hâli, sensiz
ne olur? der.
410. Halk da der ki Öyledir, doğru ey temiz adam. Fakat söz dinle,
sabret sabır iyidir.
Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum,
sen çalışma!
Şehirlinin, köylünün daveti üzerine köye gitmesi
Ey yiğit arkadaş, dön
bu söz hadden aştı. Köylü, şehirliyi evine
nasıl götürdü, onu söyle.
Sebalıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi.Sen şehirlinin
köye gelişini anlat.
Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi,
tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.
415. Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru
suyunu bulandırdı.
Bir taraftan da çocukları neşeyle Baba, gezer oynarız, ne olur?
demeye başladılar.
Yusuf gibi. Onu da Gezer oynarız sözü tuhaf bir takdir neticesi
babasın gölgesinden ayırdı.
O oyun değil, canlı oynayış
hile , düzen, hainlik.
Seni dostundan ayıran sözü dinleme.O sözde ziyan vardır, ziyan!
420. Hattâ o sözde sad edenler sad vefkının faydası bile olsa aldırış
etme. Altın için hazineyi bırakma yoksul !
Şunu dinle, Tanrı, Peygamberin eshabına iyi, kötü nice şeyler
söyleyip kaç kere itabetti.
Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik
bırakıverdiler.
Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı onlar
elde etmesinler dediler.
Peygamber, namazda kendini tamamıyla niyaza vermiş iki üç yoksulla
kalakaldı.
425. Tanrı; Davul sesi, abes işler ve alışveriş, Tanrı Rasülünden
sizi nasıl ayırdı?
Şaşkın bir halde buğdaya doğru dağılıverdiniz de Peygamberi atakta
yalnız bıraktınız.
Buğday için olmayacak tohumlar ektiniz, o Hak Resulünü terk
ettiniz.
Onun sohbeti oyundan da hayırlıdır, maldan da. Hele bir gör, kimi
bıraktın. Gözünü ov da bak!
Hırsınızın yüzünden şunu yakînen bilmediniz mi ki rızık verici
benim, rızık verenlerin hayırlısı benim.
430. Buğdaya güneşle rızık veren Tanrı,senin ona dayanmanı nasıl olur
da zâyi eder?
Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!
Doğanın kazları ovaya çağırması
Doğan ,Kaza Sudan çık da şekerler akan ovaları bir gör dedi.
Akıllı kaz dedi ki: Ey sudan uzakta kalmış doğan, su bizim
kalemizdir, huzurumuzdur, neşemizdir.
Şeytan da doğan gibidir. Kazlar, koşun, kendinize gelin, su
kalesinden dışarıya az çıkın.
435. Doğana deyin ki: Haydi yürü yürü, dön geri. Ey aşağılık
adam,başımızdan el çek.
Biz senin davetinden uzağız, bu davet senin olsun. Biz senin şu
nefesini içmeyiz bile a kâfir!
Kale bizim olsun, şekerle şeker yurdu senin. Bize senin hediyenin
lüzumu yok, al, senin olsun!
Can oldu mu gıda eksik gelmez elbet. Asker var mı, bayrak elbette
bulunur!
Tedbirli şehirli, birçok özürler getirdi, o merdut ifrite nice
bahaneler serdetti.
440. Şimdi mühim işlerim var. Gelirsem onlar yüzüstü kalır. Düzene
girmez.
Padişah bana mühim ve nazik bir iş buyurdu, geceleri bile uyumuyor,
benim bu işi başarmamı bekliyor.
Padişahın emrinden dışarı çıkamam, huzurunda yüzü kara olamam.
Her sabah, her akşam hususi çavuşu gelip işin neticesini soruyor.
Reva görür müsün, köye geleyim de padişah, bana yüzünü assın,
kaşlarını çatsın?
445. Kızarsa kızgınlığına karşı ne çare bulurum, diriyken kendimi
topraklara mı gömeyim? dedi.
Daha da bu çeşit yüzlerce bahaneler etti, fakat hileleri, Tanrı
takdirine eş olmadı.
Âlemin zerreleri birbirine girse yine Tanrının kaza ve kaderine
karşı hiçtir hiç!
Bu yeryüzü, gökten nasıl kaçabilir, yeryüzü kendini gökten nasıl
gizleyebilir?
Gökten yeryüzüne ne yağarsa yağar. Yeryüzü, ne kaçabilir, ne bir
çareye başvurabilir, ne bir pusuda gizlenebilir.
450. Güneşten ateş yağsa yine o, gökten yağan ateşe karşı yüzünü
yerlere döşemiştir.
Yağmur yağsa da tufanlar coşsa, üstündeki şehirler yıkılıp yerle
yeksan olsa
O, yine Eyyup gibi teslim olmuştur, ben bir esirim, ne dilersen
yağdır demektedir.
Sen de bu yeryüzünün bir cüzünün,baş çekme. Tanrı hükmünü görünce
isyan etme.
Sizi topraktan yarattık sözünü duydun ya, demek ki senden toprak
olmanı istiyor, yüz çevirme!
455. ( Tanrı diyor ki:) Toprağa nice tohum ektim. İnsan da toprağın
bir tozundan ibaretti, onu ben yükselttim.
Yine bir hamle et de kendine topraklığı sıfat edin, alçal. Ben de
seni bütün beylere emîr yapayım.
Su, yukardan aşağıya, akar da sonra aşağıdan yukarıya akar.
Buğday, yukarıdan aşağıya, yerin dibine gider de ondan sonra yerden
baş çıkarıp yükselir.
Her meyvenin tohumu yerden biter de ondan sonra yerden baş verir.
460. Nimetlerin aslı felekten ta yere kadar umumiyetle aşağıya
geldiler, alçaldılar da temiz cana gıda oldular.
Tevazula felekten toprağa inince de diri ve yiğit adamın cüzü
oldular.
Bu suretle o cemad, insan sıfatlarını kazandı, arşın yücesine uçtu,
neşelendi.
Önce diri âlemden geldik, sonra yine aşağılıktan yücelere çıktık.
Diyerek bütün cüzüler, hareket ve sükûn hâllerinde Biz, şüphe
yok, yine gerisin geri Tanrı ya dönüyoruz derler.
465. Gizli cüzlerin zikir ve tespihleri, gökyüzüne bir gulguledir
salar.
Kaza, hileler düzmeye başladı mı köylü, şehirliyi matetti.
Şehirli, binlerce rey ve tedbiri olduğu halde matoldu ve bu
seferden âfetlere uğradı.
Kendi sebatına itimadı vardı, bir dağdı ama yarım bir sel, onu
kapıp götürdü.
Kaza ve kader, felekten baş çıkardı mı akıllıların hepsi kör ve
sağır olur
470. Balıklar, kendilerini denizden dışarıya atarlar. Tuzak, uçan kuşu
zebun eder.
Peri ve şeytan, şişe içine girer. Hattâ Bâbil Harutunu bile kaza
ve kader kapar, avlar.
Ancak kaza ve kaderden yine kaza ve kadere kaçan kişi kurtulur.
Hiçbir tedbir onun kanını dökemez.
Tanrının kaza ve kaderinden yine Tanrının kaza ve kaderine kaçan,
kişiden başka hiçbir kimseyi, hiçbir hile, kaza ve kaderden
kurtaramaz.
Darvanlılar
ve onların yoksullara bir şey vermeden bahçelerden meyva
devşirmek için hileye sapmaları
Darvanlıların hikâyesini okumadın mı? Okuduysan niçin hileye
sapmakta ısrar edip duruyorsun?
475. Birkaç akrep iğneli kişi, birkaç yoksulun rızkını çarpmak için
hileye, düzene giriştiler.
Gece vakti, sabaha kadar birkaç, Amırla Bekir, yüzyüze verip hile
düşündüler.
Sırlarını , Tanrı anlamasın diye gizli söylüyorlardı.
Sıvacıya çamur sıvamaya koyuldular. Hiç, el, gönülden gizli bir iş
yapabilir mi?
Tanrı, Seni yaratan, düşünceni, gizli konuşuşunda, fısıltısında
doğruluk mu var, hile mi
bunu hiç bilmez mi? buyurdu.
480. Sabahleyin yola çıkanı gözüyle gören, ertesi gün nereye konacak,
bundan sonra nasıl gâfil olur?
Yüzünü nereye döndürdüğünü, sayısını, yolunu, yordamını, ineceği,
çıkacağı yeri nasıl bilmez?
Şimdi sen de kulağını gafletten temizle de o dertlinin ayrılık
derdini dinle.
Onun derdine kulak astın, elemlerini dinledin mi bil ki bu, o
dertliye verdiğin bir zekattır.
Gönül hastalarının dertlerini dinler, yüce canın su ve toprak
ihtiyacını anlarsan, bu bir zekâttır.
485. Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi
vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı
duman azalır.
Yolcu, eğer yüce Tanrıya gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare
bul.
Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa
gitmesine müsaade etmez ki.
Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.
490. Bu tereddüt, Tanrı yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı
çözük kişiye.
O, doğru yolda tereddütsüz gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür
adamın adımı nerede? Onu ara!
Ceylânın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de
onun izini izleye, izleye nihayet miske erişesin.
Bu çeşit yürüyüşle zâhiren ateşe bile girsen yine apaydın yücelere
kadar varırsın.
Mademki Korkma hitâbını duydun, ne denizden korkun var ne
dalgadan, ne köpükten!
495. Tanrı, sana Hak korkusunu verdi mi bunu Korkma hitâbı say. Sana
tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir.
Korku, korkusu olmayan adamındır. Dert, burada dönüp dolaşmayan
kimsenindir.
Şehirlinin köye gitmesi
Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru
koşmaya, uçmağa başladı.
Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim
öküzüne yüklediler.
Neşeli bir halde koşa koşa yola düştüler. Köyden istifadeler
edeceğiz, bize köyden müjde ver, müjde! diye diye köye doğru
yöneldiler.
500. Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik. Orada da
sevdiğimiz kerem sahibi bir dostumuz var.
Bizi binlerce istekle çağırdı. Bizim için ihsan ağacını dikti.
Uzun kışın azığını köyden tedarik edip şehre getiririz gayri.
Hattâ dostumuz, bağını bile bize bağışlar. Bize canında yer verir.
Yoldaşlar, çabuk olun da istifadeler edelim diyorlardı. Fakat
akıl,içeriden içeri Öğünmeyin!
505. Tanrı faydasıyla faydalanın. Şüphe yok, Rabbim, sevinen, öğünen
kişileri sevmez.
Tanrının size ihsan ediverdiği şeylere sevinin, neşelenin. Sizi
işgal eden şey, sizi Haktan alıkor aldatır.
Gamdan neşelenen, ondan başka bir şeyden neşelenme, sevinme. Dert
ve gam bahardır, başka şeyler kış!
Ondan başka her şey, seni yavaş, yavaş helâke doğru götüren
düşüncelerindir. İsterse sana taç, taht, mal, mülk olsun!
Gamdan sevin
gam vuslat tuzağıdır.Bu yolda aşağıya düşüş,
hakikatte yükseliştir.
510. Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkat çekişine maden. Fakat
bu söz, çocuklara nerden tesir edecek?
Çocuklar, oyun adını duydular mı hepsi de yaban eşeğiyle yarışa
girişirler.
Ey yaban eşekleri, bu yanda tuzaklar var. Bu yandaki tuzaklarda kan
içiciler var.
Oklar uçuşup durmakta, yay, gayb âleminde gizli. Gençlere yüzlerce
ihtiyarlık okları erişmekte.
Gönül ovasına adım atmak gerek. Çünkü bu ovada ferahlık, genişlik,
neşe olamaz.
515. Dostlar, gönül, eminliktir, huzur yeridir. Orada kaynaklar, gül
bahçeleri içinde gül bahçeleri var.
Yolcu, kalbe yürü, orada seyret, orada gez dolaş. Ağaçlar var
orada, akan sular var orada.
Köye gitme. Köy, adamı ahmak bir hâle sokar
Aklı nursuz, fersiz
bir hâle getirir.
Ey seçilmiş temiz adam, Peygamberin sözünü dinle. Köyde yurt
tutmak, aklın mezarıdır.
Köyde sabah, akşam bir gün kalan kişinin aklı, bir ay yerine
gelemez.
520. Tam bir ay onun ahmaklığı gitmez. Köy otlarından da bundan başka
ne biçilebilir ki?
Köyde bir ay kalan kişi, nice zaman bilgisiz ve kör kalır. Köy
nedir? Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve huccete atmış şeyh!
Aklı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen
eşeklerine benzer.
Bunu geç de hikâyeye giriş, inciyi bırak. Buğday tanesini ele al.
525. İnciye yol yoksa hemencecik buğdayı al. O tarafa yol yoksa bu
tarafa at sür.
Zâhir,eğri büğrü uçsa bile sen zâhirine bak. Zâhir, nihayet insanı
bâtına götürür.
Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki
can, mânevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
Her meyvenin evveli suretten başka nedir ki? Ondan sonra lezzet
gelir ki lezzet, meyvenin mânasıdır.
Önce çadır kurarlar da sonra Türkü konuk çağırırlar.
530. Bil ki suretin çadırıdır, mânan Türk. Mânan bil ki kaptandır,
suretin gemi!
Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını
çalsın!
Şehirliyle akrabasının köye gitmeleri
Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını
katırlara yükleyip köye doğru yollandılar.
Hayvanlarını neşeli neşeli sürmekte, Sefer edin de ganimet bulun
demekteydiler.
Ay, sefer ede ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer
etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?
535. Beydak, seferle satrancın en üst hanesi olan ferzin hanesine
gelir, ferzin olur. Yusuf, seferden faydalanır, yüzlerce muradına
erişir.
Onların da gündüzün yüzlerini güneş yakıyor, geceleyin yıldızla yol
buluyorlar,
Kötü yol, onlara güzelleşiyor, köyün neşesiyle cennet gibi
görünüyor, bu suretle gidip duruyorlardı.
Acı, tatlı dudakların tesiriyle tatlılaşır, diken, gül bahçesi
dolayısıyla gönül çeker bir hâle gelir.
Ebu Cehil karpuzu, sevgili yüzünden hurma kesilir, ev, evdeki dost
yüzünden ova olur.
540. Gül yanaklı, ay yüzlü bir dilberin vuslatı ümidiyle nice
nazeninler diken zahmetini çekerler.
Ay yüzlü sevgilisi yüzünden niceler sırtı yaralı hamal olmuştur.
Gece gelsin de ay ( yüzlü sevgilinin) yüzünü öpsün diye demirci,
yüzünü simsiyah etmiştir.
Esnaf, gönlüne bir serviyi diktiğinden akşama kadar dükkanda
çarmıha çakılmış gibi bekler durur.
Tacir, deniz demez, kara demez yürür durur ama evinde oturan bir
sevgilinin aşkıyla koşup yeler.
545. Kimin bir ölüye, bir taşa, toprağa sevdası varsa bir diri
yüzlünün sevdasıyla sevdalanmıştır.
Dülger, tahtaya yüz tutmuştur ama ay yüzlü güzeline hizmet etmek
ümidiyle.
Sen de bir dirinin ümidiyle çalış, çabala ki o, bir gün sonra
cansız bir hale geliversin.
Aşağılık yüzünden bir saman çöpünü kendine munis olarak seçme. Onun
munisliği ariyettir.
Ananla, babanla munistin, Tanrıdan başka munislerin sana vefakârsa
hani o ünsiyet?
550. Haktan gayrı birisiyle dostluk, yerindeyse dadınla, lalanla
ünsiyetin ne oldu?
Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o
nefret de geldi geçti.
O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyâsından ibarettir. O
akis güneşe gitti.
Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
Her vara taallûk eden aşkın, Tanrı vasfından, meydana gelir, o
şeyin yaldızından, o şeyin zâhirî güzelliğinden değil.
555. O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın
tabiatı doyar, onu boşlayıverir.
Onun yaldızlı, zâhirî sıfatlarından ayağını çek.
Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında
süssüzlük vardır.
Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene
git.
Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.
560. Ondan sonrada madem ki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan
iste.
Kurdun tuzağı, kuyruk madeni değildir. O koca kurt, kuyruk madenini
nereden tanıyıp bilecek?
O aldanmış kişilerde altını çıkınlamış sandılar da köye doğru
koştular.
Gülerek oynayarak o dolaba doğru çark ura ura yürüdüler.
Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıktan elbiselerini
yırtıyorlar,
565. Köyden bir adam geliyor görseler yüzünü, gözünü öpüyorlar,
Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün. Sen, bizim canımızın canısın,
bizim gözümüzsün sen diyorlardı.
Mecnunun, Leylânın civarında oturan bir köpeğe iltifatı
Tıpkı
Mecnun gibi. O da bir köpeği okşamakta, öpmekte, önünde yanıp
erimekteydi.
Etrafında eğilip bükülerek onu ululayıp ağırlayarak dönüp
dolaşıyor, ona sâf şeker şerbeti veriyordu.
Bir herzevekil dedi: A ham mecnun, bu yapıp durduğun şey ne
delilik, ne sersemlik,
570. Köpeğin ağzı daima pis şeyleri yer. Ardını bile diliyle
temizler.
Köpeğin ayıplarını bir hayli saydı döktü. Zaten ayıp gören gayp
aleminin kokusunu bile alamaz.
Mecnun dedi ki. Sen, baştanbaşa suretten, cisimden ibaretsin. Gel
de benim gözümle bir bak!
Bu köpek, bence Tanrının bir çözülmez tılsımıdır. Bu köpek,
Leylânın mahallesinin bekçisi.
Himmetine bak, gönlüne, canına, irfanına dikkat et ki neresini
seçmiş, neresini yurt edinmiş?
575. O benim mağaramın yüzü kutlu köpeği, hattâ o benim dertdaşım,
gamdaşım.
Onun mahallesinde yurt tutan köpeğin ayağının bastığı toprak bile
ulu aslanlardan yeğdir.
Ey köpeklerine aslanların köle olduğu sevgili.. anlatmaya imkân yok
ki, sus vesselâm!..
Dostlar, suretten geçerseniz her yer sizin için cennettir. Gül
bahçesi içinde gül bahçesidir.
Suretini kırdın, yaktın mı her şeyin suretini kırdın demektir.
580. Artık her sureti kırar, Haydar gibi Hayber kapısını çekip
koparırsın.
O sâf şehirli de surete zebun oldu, köylünün kötü sözleriyle köye
doğru yola düştü.
O yaltaklanma tuzağına tutularak neşeli neşeli gidiyordu. Taneyle
sınanmaya giden kuşa benziyordu.
Kuş, o taneyi kerem ve ihsan yüzünden saçılmış sanır. Halbuki o
ihsan hırsın son derecesidir.
Kuşcağızlar taneye tamah ederek sevinip o hileye doğru uçar,
koşarlar.
585. Şehirlinin sevinçlerini de anlatsam korkarım ki yolcu, seni
yolundan alıkorum.
Onun için kısaca geçiyorum. Yolda bir köy göründü. Fakat o köylünün
köyü değildi, başka bir yola saptı.
Bir aya yakın bir müddet köyden köye dolaştılar.Çünkü köyün yolunu
iyi bilmiyorlardı.
Kılavuzsuz yola gidene iki günlük yol, yüz yıllık yol olur.
Kâbeye delilsiz giden bu başı dönmüş zavallılar gibi zillete
düşer.
590. Ustaya müracaat etmeksizin bir sanat tutan kişi şehre de alay
mevzuu olur, köye de!
Doğuda da, batıda da anasız, babasız bir insan doğması pek
nadirdir.
Bir işe girişen, çalışan kişi mal kazanır. Ama nadir olarak bir
adam, bir hazine de bulabilir.
Fakat nerede bir Mustafa ki cismi can olsun da Er rahman, Allemel
Kuran- Rahman, ona Kuranı öğretti sırrına ersin.
Ten ehlinin hepsi kalemle, okuyup yazmakla öğrenir, öğretir. Tanrı
kereminin bolluğuyla kalemi, öğretiş ve öğrenişe vasıta halk etmiştir.
595. Oğul, her hırs sahibi mahrumdur. Harisler gibi öyle koşma, aheste
aheste yürü.
Şehirli ve çoluk çocuğu da o yolda karada yaşayan kuşun suda
çektiği eziyet ve zahmet gibi eziyetler, zahmetler çektiler.
Köye de karınları toktu artık, köylüye de. Öyle usta olmadan şeker
yapmaya da doymuşlardı, hattâ.
Şehirliyle akrabasının köye varmaları, köylünün onları tanımazlıktan
gelmesi
Bir ay sonra kendileri perişan, hayvanları yemsiz bir hâlde o köye
vardılar.
Köylüye bak ki kötü niyeti yüzünden falan feşman diye zırvalamaya,
600. Gündüzleri, bağına, bahçesine yüz tutmasınlar diye onlardan
yüzünü gizlemeye koyuldu.
Gizlediği yüz de zaten tamamıyla hile ve riyadan ibaretti. Öyle
yüzün, Müslümanlardan gizli kalması daha iyi.
Öyle yüzler vardır ki şeytanlar, sinek gibi başına üşüşür, bekçi
gibi orada yurt tutar, otururlar.
Bu çeşit adamların suratını gördün mü ya bakma, yahut da madem ki
baktın, hoşlanıp gülme.
O çeşit habis ve âsi suratlar hakkında Tanrı, Alnının perçeminden
yakalar, çekeriz dedi.
605. Konuklar, köylünün evini sorup buldular, akraba ve bildikleri
gibi kapıya koştular.
Köylünün evindekiler kapıyı kapadılar. Şehirli, bu aykırı
hareketten deli gibi oldu.
Fakat zaten sertlik gösterilecek zaman değildi. Kuyuya düştükten
sonra sertliğin ne faydası var?
Tam beş gün, geceleri soğuktan üşüyerek, gündüzleri sıcaktan yanıp
yakılarak kapısının önünde kaldılar.
Orada kalışları ne gafilliklerindendi, ne eşekliklerinden.
Zaruretten, açlık ve susuzluk yüzündendi.
610. İyiler, zaruret yüzünden kötülerle bağdaşırlar. Adam, zaruret
yüzünden ölü eti bile yer!
Şehirli, köylüyü gördükçe selâm vermekte, Yahu, ben filan
kişiyim, adım da şu demekteydi.
Köylü Olabilir. Fakat sen kimsin, nesin, ben ne bileyim? Belki
kötü bir adamsın, belki temiz bir adam.
* Ben, gece gündüz, Tanrının işlerine hayran kalmış, dalmış
gitmişim. Seninle hiçbir surette mukayyet olmam ben.
* Kendi varlığımdan bile haberim yok. Varlığımdan bir kıl ucu kadar
bile eser kalmadı.
* Aklım, Tanrıdan başka hiçbir şeyden agâh değil. Gönlümde de
Tanrıdan başka bir şey yok, canımda da diyordu.
Şehirli dedi ki: Bu an, tam kıyamete benzedi: Kardeş, kardeşinden
kaçmada !
Şehirli, köylüye Soframdan fazlasıyla yemek yemedin mi sen? Ben o
adam değil miyim?
615. Filan gün sana feşman şey almadım mıydı, seninle buluşup görüşmez
miydik?
* Aylarca bana konuk olmaz mıydın, sayısız ihsanlarıma, inamlarıma
nail olmadın mı?
Halk, aramızda ki sevgiyi duymuş, işitmiştir.Boğaz, nimet yerse yüz
utanır diye anlatıp duruyor.
Köylü de Saçma sapan ne söylenip duruyorsun ki? Ne seni tanıyorum,
ne adını, ne yerini! diyordu.
Beşinci gece gökyüzünü bulutlar kapladı, bir yağmur başladı ki gök
bile bu yağışa şaşa kaldı.
Artık bıçak kemiğe dayanınca şehirli Ev sahibini çağırın diye
kapının halkasını döğmeye başladı.
620. Köylü, yüzlerce ısrardan sonra nihayet kapıya gelip Babasının
canı ne istersin, ne var deyince
Şehirli, dedi ki: Bunca haktan vazgeçtim,bütün zanlarımı,
düşüncelerimi terkettim.
Zavallı cancağızım, beş günde bu sıcakta yanıp şu soğukta donarak
beş yıllık zahmet çekti.
Bildikten, dosttan, soydan gelen bir cefa, ağyarın üç yüz bin
cefasına eşittir.
Çünkü insan, eşin dostun cevrü cefada bulunacağını ummaz, tabiatı
daima onun lûtfuna, vefasına alışmıştır.
625. İnsanların uğradıkları belâ ve mihnet, dikkat edersen anlarsın ki
alışmadıkları şeylerden meydana gelir.
Şehirli: Ey sevgi güneşi zevale erişen arkadaş, kanımı bile
döksen helâl ederim.
Yalnız şu yağışlı gecede bize bir bucak ver de kıyametten sen de
bunun ecrine nail ol dedi.
Köylü, Orada bağcının sığındığı bir bucak var. Bağcı, o bucakta
kurtları bekler.
Kurt gelirse öldürmek için eline yayını, okunu alır, bekler durur.
630. Sen de o zahmeti çekebilirsen ne âlâ, orası senin olsun. Fakat bu
işi başaramazsan kendine başka bir yer ara deyince,
Şehirli dedi ki: Sana yüzlerce hizmette bulunayım, sen tek yer
ver. O yayı, oku da ver elime.
Ben uyumam, üzümleri beklerim. Kurt gelirse tam kellesinden
vururum.
İki yüzlü münafık. Allah için olsun sen beni gece vakti yağmur
altında, çamur üstünde bırakma da!
O bucak boşaltılınca şehirli, çoluk, çocuğuyla beraber o daracık, o
dönüp kımıldamağa bile imkânsız yere gitti.
635. Selden, mağara bucağına sığınmış çekirgeler gibi âdeta
birbirlerinin üstüne binmişlerdi.
Bütün gece Aman Yarabbi, sen acı. Biz değil buna, hattâ bunun iki
yüz misline bile lâyığız.
Aşağılık kişilerle dost olanın, adam olmayanlara adamlık
gösterenlerin lâyığı budur.
Ham tamaha düşüp ulular kapısındaki hizmeti bırakan, buna lâyıktır.
Temiz kişilerin taşını, toprağını öpüp yalamak aşağılık adamlara
hizmetten, onların bağına, bahçesine nâil olmaktan yeğdir.
640. Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olmadan
daha iyi.
Ey yol çavuşu, ey aykırı yollarda koşup duran, sen şu toprak
yüzündeki padişahlardan davul sesinden başka bir şey bulamazsın ki.
Şehirliler bile ruha nispetle yol uran hırsızlardan ibaretken köylü
dediğim kim oluyor? Feyizden mahrum bir ahmak!
Aklına, tedbirine uymayıp gulyabani sesi duyunca o sese tabi olana
bu layıktır diyorlardı.
Yaptığı işe candan gönülden nâdim oldu, oldu ama artık soğuk soğuk
ah etmenin ne faydası var.
645. Şehirli de bütün gece elinde yayla ok, her yanı gezip dolaşmakta,
her tarafta kurt araştırmaktaydı.
Halbuki asıl kurt, kıvılcım gibi ona sıçramış, musallat olmuştu da
o bundan habersiz hâlâ kurt arıyordu.
Sivrisineklerle pireler, kurt gibi o viranede onların başına
üşüşmüş, onları yaralayıp duruyordu.
İnatçı kurdun saldırması korkusuyla sivrisinekleri kovmaya da
mecalleri yoktu.
Kurt gelir de sürüye bir ziyan verirse köylü şehirlinin saçını,
sakalını yolardı.
650. Dertleri aşırı bir derecede, yürekleri ağızlarına gelmiş bir
hâlde beklerken,
Ansızın bir tepeden saldırıp gelmekte olan bir kurt karaltısı
göründü.
Şehirli, yayını kurup bir ok attı, hayvanı vurdu, tepeden aşağı
düşürdü.
Hayvan düşerken bir yellendi. Köylü, duyup eyvah dedi, ellerini
dizlerine vurdu.
Be hey mürüvvetsiz, eşeğimin sıpasını vurdun dedi. Şehirli, Yok
canım, dev gibi kurt.
655. Karaltısına baksana, kurdun ta kendisi. Şeklinden de kurt olduğu
anlaşılıp duruyor dediyse de,
Köylü, Hayır. Yellendi ya.. tanıdım ben. Onun yellenmesini suyu
şaraptan nasıl ayırt edersem öyle ayırt eder, anlarım.
Çayırlıkta benim sıpamı vurdun, öldürdün. Dilerim, neşe yüzü
görmeyesin dedi.
Şehirli, İyi, bak
vakit gece. İnsan, geceleyin iyi göremez.
Gece ekseriye adamı yanıltır, başka şeyler gösterir. Herkes
geceleyin gördüğünü fark edemez.
660. Hele bu gece hem karanlık, hem bulut var, hem şiddetli yağmur
yağmada. Bu üç karanlık, adamı pek yanıltır. dedi ama,
Köylü Hayır. Bu bana gün gibi aşikâr. Tanırım ben, bu yellenme,
benim eşeğimin sıpasının yellenmesi.
Yolcu, azığı nasıl tanırsa ben de yüz yel arasında bile o yeli
tanırım deyince,
Şehirli dayanamadı, sıçrayıp köylünün yakasına yapıştı.
Dedi ki: A hilebaz sersem, a bunak mendebur, sen hem afyon
yutmuş, hem esrar içmişsin.
665. Bu üç karanlık içinde eşeğin yellenmesini tanıyorsun da beni
nasıl tanımıyorsun be hey avare!
Gece yarısı eşek sıpasını tanıyan adam, güpegündüz dostunu nasıl
tanımaz?
Kendini dalgın ve ârif gösteriyor da mürüvvetin, vefanın gözüne
toprak serpiyorsun.
Benim kendimden bile haberim yok, gönlüme Tanrıdan başka hiçbir
şey sığmıyor ki.
Dün yediğim bile aklımda değil.Bu gönül, hayretten başka bir şeyden
neşelenmiyor diye kendini müstağrak gösteriyorsun ama
670. Asıl akıllı, fakat Tanrı mecnunu benim, bunu hatırında tut da şu
kendimde olmayışımı mazur gör.
Bir insan,şeran murdar olan hurma şarabı içse kendinde değilse
şeriat, onu mazur tutar.
Sarhoş ve esrarkeşin karı boşaması ve bir şey satması, makbul ve
muteber değildir. O, çocuğa benzer, yaptığı affedilir, hürdür,
serbesttir.
Asıl tek padişah olan Tanrıdan gelen sarhoşluksa insana yüz küpün
şarabından ziyâde tesir eder, yüz küpün şarabından ziyade adamın
aklını alır.
Haydi yürü artık böyle adama nasıl teklif olabilir ki? At düştü,
elsiz, ayaksız bir hâle geldi.
675. Âlemde eşek sıpasına kim yük yükler? Ebumerreye kim Farsça
okutabilir?
At topallamaya başladı mı, üstündeki yükü alırlar. Çünkü Tanrı
Köre teklif yok dedi.
Ben de kendime karşı kör, fakat Tanrıyı görür oldum. Şu halde
azdan da affedilmişim, çoktan da!
Halbuki sen, dervişlikten dem vuruyorsun, kendinde olmadığını
söylüyorsun, ebedî sarhoşlar gibi
hayhuylarda bulunuyor, naralar atıyorsun.
Yeri gökten fark etmiyorum diyorsun ama Tanrı gayreti seni bir
sınadı ki!
680. Eşek sıpasının yellenmesi seni böyle rüsvay etti, senin, ben
yokum diye kendini nefyedişini reddederek, varlığını ispat etti.
Tanrı, sersem adamı böyle rüsvay eder, kaçan avı böyle yakalar
işte!
Hey babam hey
ben, padişah kapısına çavuş oldum diyene yüz
binlerce sınama var.
Halk, onu bu sınamayla tanımasa bile ileri gelenler, onun dâvasına
delil ister, yolundan nişan sorarlar.
Aşağılık bir adam, terzilik dâvasına kalkışsa padişah, onun önüne
bir atlas kumaş atar.
685. Bundan bir geniş kaftan yap der. Bu sınamayla yersiz dâvaya
kalkışanın başında iki boynuzdur peyda olur, öküzlüğü anlaşılıverir.
Eğer kötüleri sınama olmasaydı her puşt, savaşta Rüstem kesilirdi!
Farz et ki puşt zırh giymiş, kaç para eder? Savaşa girişip
sıkışınca esir olacak değil mi?
Tanrı sarhoşu, kasırgadan ayrılır mı hiç? O , sur üfürülünceye
kadar kendine gelmez.
Tanrı şarabı doğrudur, doğru
yalanı yok. Sense şarap değil, ayran
içmişsin, ayran içmişsin , ayran içmişsin!
690. Kendini Cüneyd ve Bayezid gösteriyorsun. Yürü be.. ben, baltayı
kilitten fark edemem ki diyorsun ama.
A düzenbaz, kötülüğü tembelliği, kızgınlığı ve ihtirası bu
sersemlikle nasıl gizleyebileceksin?
Kendini Mansur-ı Hallâc göstermede, dostların pamuğuna ateş
urmadasın.
Ben Ömeri Ebulehebden ayırdedemem de gece yarısı eşek sıpasının
yellenmesini tanırım diyorsun ha!
Senin gibi eşeğin bu sözüne inanan da kendisini, hatırım için kör
ve sağır eden bir eşektir.
695. Kendini öyle pek yol erlerinden sanma. Sen yol kesicilerin
adamısın, herze yiyip durma!
Sersemlikten uç, akla doğru koş. Mecazi akıl, göklere uçabilir mi
hiç?
Kendini Tanrı âşıkı gösteriyorsun ama kapkara Şeytanla aşkbazlık
ediyorsun.
Kıyamet günü aâşıkla mâşuku birbirine bağlarlar da herkesin önüne
çıkarıverirler.
Sen kendini nasıl oluyor da ahmak,dalgın gösteriyorsun? Üzümün kanı
nerede? Sen bizim kanımızı içmişsin!
700. Yürü, benden uzaklaş hemen. Ben seni tanımıyorum. Kendini
bilmeyen bir ârifim ben, köyün Behlûlüyüm ben diyorsun ha!
AÇIKLAMALAR ( Beyitler 1 - 700 )
B. 6. Cebrail, Cebreil, cibril denen bu melek, kadri en
yüce meleklerdendir. Peygamberlere Tanrı buyruklarını getirmek
vazifesine memurdur.
B. 7. Abdâl. C. I, S. 26, B. 264 e bakınız.
B. 9. C. l, S. 53, B. 547 ve C. I, S. 169, B. 1732 ye
bakınız.
B. 10. Dört unsur, beş duygu, altı cihet. C. I. S. 84,
186. 355, B. 877, 1899, 3576 ve C. II, S. 56. B. 613 e bakınız.
B. 15. C. I, S. 3, B. 25, 26 ya bakınız.
B. 34. "Mal ve erkek evlât, dünya yaşayışının süsüdür.
İnsanların daima faydalanacakları ve âlemde sürüp gidecek temiz
hayırlar, rabbinin katında daha iyi, daha sevaplı ve daha istekli
şeylerdir" (Sure 18, Kehf, âyet 46).
B. 40. C. II, S. 66, 89, 240, 301, B. 719-720, 963,
2585, 3248 e bakınız.
B. 52. C. II, S. 135, B. 1491 e bakınız.
B. 53-65. "Mümin, dünyada ana karnındaki çocuğa benzer.
Ana karnından çıktı mı ağlamaya başlar. Fakat dünyayı görüp süt emmeye
başlayınca tekrar ana karnına girmesini istemez. Mümin de dünyadan
ölümle gider, rabbine ulaşır, artık dünyaya dönmek istemez. Çocuğun
ana karnına dönmeyi istemeyişi gibi" mealinde bir hadis rivayet
edilmiştir.
B. 81-84. Eski şeriatlarda Tanrı'ya "baba" denmektedir.
İncilde ekseriyetle bu söz geçer. Muhammed dininde yanlış
anlaşılmaması için bu söz menedilmiştir. Bunun yerine "sahip, malik,
hâkim, dost" mânalarına gelen "veli" kelimesi kullanılmıştır. Tanrı,
iyi kişilerin velisi olduğu gibi onlar da Tanrı velileridir, "Kim bir
dostumu ulularsa beni ululamış, kim bir dostumu incitirse beni
incitmiştir" ve "Kim bir dostuma hiyanette bulunursa benimle savaşa
girişmişir" mealinde iki hadisi kutsi de rivayet edilmiştir."
B. 85. C. I, S. 27, B. 278-279 a bakınız.
B. 86. Nuh Pcygamber'in "Yarabbi yeryüzünde kâfirlerin
bir tanesini bile bırakma" diye dua ettiği Kur'anın 71 inci suresi
olan Nuh suresinde anlatılmaktadır (Âyet 26).
B. 87-89. Lût Peygamber, İbrahim Peygamber zamanında
yaşamış olan ve onun şeriatına tâbi bulunan bir peygamberdir. Bu
peygamberin gönderdiği kavim genç erkeklerle münasebette bulunurdu.
Lût, bu huydan vazgeçmelerini söylemişse de dinlememişler, bunun
üzerine Tanrı içlerinde Cebrail de olduğu halde birkaç meleği gayet
güzel delikanlı kıyafetinde bu diyara yollamış bunlar meleklere de
dokunmak istemişler, melekler Lût'a bu diyardan gitmesini söylemişler,
Lût aralarından çekilince şehirlerini gökyüzüne kadar kaldırmış baş
aşağı atmışlar, üzerlerine gökten de taş yağmış, helak olmuşlardır.
Lût'un karısı da onlara uyduğu için kaçarken gökten başına bir taş
düşmüş, o da ölmüştür. Şehirlerinin yerinde acı ve tuzlu bir sn
çıkmıştı ki Filistin'deki Lût gölü bu göldür. Lût kavminin hikâyesi
Kıır'anda 11 inci sure olan Hûd süresiyle (âyet 74-83) 26 inci sure
olan Şuara suresinde (âyet 160-174) ve 15, 22, 29, 38, 50 ve 66 inci
surelerde anlatılmaktadır.
B. 102. "Onların bir kısmı o çeşit adamlardır ki
Peygamberi incitirler de derler ki: O, kulaktan ibaret, ne duyuyorsa
inanıyor, ne işitiyorsa dinliyor. De ki, kulak oluşu daha iyi ya.
Tanrıya inanır, müminlerin sözlerine inanır, içinizden iman edenlere
bir rahmettir. Tanrı Resulünü incitenler yok mu.. Şiddetli azap onlar
içindir" (Sure 9, Tevbe, âyet 61).
B. 109. Münkir ve Nekir, iki melektir. Bunlar insan
ölünce kabrinde dirildiği zaman baş ucuna gelip Allahını,
peygamberini, dinini sorarlar. Adam dünyada iyilik ettiyse bunlara
cevap verir. O vakit bu melekler, o adam için beşîr ve Mübeşir, yani
cennetle muştulayıcı Melek olurlar. Dünyada kötülük ettiyse cevap
veremez, adama azap ederler.
B. 127. Kur'anın 96 ncı suresi olan Alak suresinin son
âyeti olan 19 uncu âyetinde "Secde et de bize yaklaş" denmektedir.
B. 161. C. II, S, 111, B. 1203 e bakınız.
B. 192. Musa Peygamber'le çağdaş olan Hızır
Peygamber, halk rivayetlerine göre nerede gezerse oranın havası
güzelleşir ve ayağının bastığı yerlerde çimenler bitermiş. Adının
başka bir çeşitte okunuşu yeşillik mânasına geldiği için böyle bir
rivayet icat edilmiş olmalı. Aynı zamanda sıkıntıda kalanlara yardıma
koşan bu zatın baştanbaşa yeşiller giydiği ve boz bir ata bindiği de
halk rivayetlerindendir. C. I, S. 22, B. 224 e de bakınız. Hızırın
gezdiği yerlerin yeşillenmesi hakkında bir hadis de vardır (Feyz-al
Kadir, I, 575).
B. 200 C. I, B. 244, B. 2455 e bakınız.
B. 208. C. I, S. 38, B. 392 ye bakınız.
B. 209. Eshabı kehf'in köpeğinin kıyamete kadar mağara
önünde beklediğini söylemekle bu köpeğin ve Eshabı Kehf'in hayatta
olduğunu mu söylüyor? Şiîlerce Eshabı Kehif de Hızır ve saire gibi
diri kalanlardandır ve bunlar Mehdi zuhur ettiği zaman meydana çıkarak
ona yardım edeceklerdir.
B. 212. C. I, S. 10, B. 96 ya bakınız.
B. 228-229. Vise ve Ramin, esas itibariyle Pehlevî
diliyle yazılmış bir Hint hikâyesidir. 447 Hicrîde ölen (1055)
Fahreddin Esed-i Cürcanî tarafından Acemceye çevrilmiş XIV üncü asır
şairlerinden Lamiî tarafından da Türkçeye nakledilmiştir. Cürcan şahı,
bir bahar eğlentisinde Şehrû adlı bir kadını beğeniyor, Şehrû, kızı
Vise'yi methederek, padişahı bu kıza alâkalandırıyor. Sonra
kaçıyorlar, padişah bunları takip ederken başka bir kıza âşık oluyor.
Turan şahına oğlu Ramin de Vise'ye tutuluyor. Babası bu işe engel
oluyorsa da nihayet ölüyor ve Vise padişah olunca Ramin'i alıyor.
B. 263. H. Ali'nin "Kötü kişiyle iyilik ettiğin
adamdan sakın" dediği rivayet edilmiştir.
B. 268. H. Muhammed'den böyle bir söz rivayet edilir.
B. 181. den sonraki hikâye. Kur'anın 34 üncü suresi
olan Sebe suresinin 15-21 inci âyetlerinde Yemen ülkesindeki
Sebe'lilerin mamur ve meyvalı şehir ve bağları anlatılmakta, bu
nimetin kadrini bilmedikleri için bir selle şehirlerinin ve bağlarının
bozulduğu, harap olduğu söylenmektedir.
B. 297. den sonraki hikâye. C. I, S. 83, B. 865 e
bakınız.
B. 336. C. I, S. 39, B. 403 e bakınız.
B. 345. C. I, S. 83, B. 863 ve C. II, S. 85, B. 920 ye
bakınız.
B. 346. C. II, S. 56, B. 612 ye bakınız.
B. 349. Sülûk, manevî bir yolculuktur. Sofiler, kötü
huylardan arınmak ve vahdet sırrına, hakikate erişmek için bir uluya
tâbi olarak muayyen bir tarzda mücahedeye girişirler ki buna "sülûk"
denir. Sülûk esnasında muayyen vakitlerde okunan tertip edilmiş
dualara "vird-ervad" ve "ders" dendiği gibi Tanrı adlarından birini
muayyen bir miktarda tekrarlamaya da "zikr" denir. (C. II, S. 230, B.
2478 e ve S. 300, B. 3240 a da bakınız.)
B. 347-364. Bu âlemde yapılan ve duygularımıza
hitabeden suret ve cesetleri olmadığı cihetle "meânî"den ibaret
bulunan iyi veya kötü işlerin ahrette iyi ve kötü suretlere temessül
edeceğini anlatıyor. C. II, S. 89, B. 963 e de bakınız.
B. 354. Kur'anm 20 nci suresi olan "Tâhâ" suresinin
124-128 inci âyetlerinde "Kim beni anmaktan yüz çevirirse mutlak
dünyada geçim darlığına uğrar, ahrette de biz onu kör olarak
diriltiriz. Yarabbi, neye beni kör dirilttin, ben gözlüydüm, görürdüm
der. Tanrı der ki: Senin işin de böyleydi ya. Delillerimiz geldikçe
onları unuturdun. Bugün de yaptığına uğradın, sen unutuldun. Kim
nefsine zulmeder, Tanrısının delillerine inanmazsa ona böyle karşılık
veririz, ahret azabıysa daha şiddetli ve süreklidir" denmektedir.
B. 371-372 Ankaravî. Meşhur Câhiliyye şairi İmriul
Kays'ın "İnsan, yazın kışı ister, kış gelince de onu istemez, ondan
hoşlanmaz. O bir hale razı olmaz vesselam, geberesice insan, nimete ne
de kâfirdir ya" mealindeki dörtlüğünden alındığını kaydediyor (S. 75).
B. 374. "Geberesi insan, efendisine, rabbine karşı ne
de kâfirdir ya!" (Sure 80, Abes, Âyet 17, İmriul Kays'ın dörtlüğünün
bir mısraıdır.)
B. 374. "Musa, kavmine o vakit dedi ki: Öküze Tanrı
deyip tapmakla nefislerinize zulmettiniz. Sizi yaratan rabbinize tövbe
edin.. öldürün nefislerinizi ey kavim. Bu, Rabbiniz katında size daha
hayırlıdır. . . . Sure 2, Bakara, Âyet 54.
B. 408 C. II, S. 168, B. 1807 ye bakınız.
B. 417. Kardeşleri Yusuf'a "gezer, oynarız" diye
babasından izin almışlardı (Sure 12, Yusuf, Âyet 12).
B. 425-431. "Alışveriş, yahut oyun gördüler mi yanından
ayrılır, dağılır, o tarafa koşarlar da seni ayakta yapayalnız
bırakırlar. De ki: Tanrı katındaki oyundan da yeğdir, alışverişten de.
Ve rızık verenlerin hayırlısı Tanrı'dır." Sure 62, Cumua, Âyet 11.
B. 454. Kur'anın 20 nci suresi olan Tâhâ suresinin 55
inci âyetinde "Sizi topraktan yarattık, yine oraya sokacak, sonra da
bir defa daha yine oradan çıkaracağız" denmektedir.
B. 664. "Sizi korkudan, açlıktan, mal, beden ve meyva
azlığından bir şeyle sınarız. Musibete uğrayınca sabredip biz, şüphe
yok, Allah'ınız ve şüphe yok yine ona dönenleriz diyenleri muştula"
Sure 2, Bakara, Âyet 155- 156.
B. 471. Eskiden peri ve cin davet ettiklerini iddia
edenler bazı uydurma şeyler okurlar ve güya gelen peri veya cini bir
Şişeye sokup kapağını kapayarak orada hapsederlerdi, C. I, S. 52, B.
52, B. 535 e de bakınız.
B. 472. Bir burçta ve aynı derecede bulunan iki
yıldızın arasındaki mesafe gök küresinin dörtte biri kadar olursa bu
vaziyete terbi denir ve müneccimlerce o saat kutsuz ve yomsuzdur.
B. 473. ten sonraki hikâye, Kur'anın 68 inci suresi
olan Nün suresindedir, âyet 16-33.
B. 483-484. Müslümanlıkta üreyen ve muayyen bir miktarı
aşan mal bir yıl sahibinin elinde kalırsa onun az ve muayyen bir
miktarını yoksullara vermek lâzımdır. Bu verilen mal, malın diğer
kısmını temizlemiş olur ve bu mal ibadetine "zekât" denir.
B. 505. Karun'a akrabası "Sevinme, öğünme, ferahlanma;
şüphe yok Allah sevinen, öğünenleri sevmez" demiş (Sure 28. Kasas,
âyet 76, C. I, S. 83, B. 804 e de bakınız.)
B. 519. H. Muhammed'in "Köyde oturmak, akıllılar için kabirde
oturmaktır, köylerde oturan, kabirlerde oturana benzer. Köylerde
oturma... Köyde oturan kabirde oturana döner" dediği rivayet
edilmiştir.
B. 523. Akl-ı Küll. C. I, S. 186, B. 2899, S. 373, B.
3756 ya bakınız.
B. 534. Keyhusrev, meşhur Key'ler zamanında İran'da
hüküm süren bir şahıstır. Bunun eski. Hint mabutlarından olup sonradan
tarihî bir masal kahramanı şekline geldiği de rivayet edilir.
B. 580. C. II, S. 115, B. 1244 e bakınız.
B. 589. İbrahim Peygamber tarafından yapıldığı Kur'anda
bildirilen, Âdem ve Nuh Peygamberler tarafından yapıldığı da rivayet
edilen Mekke'deki dört köşeli bir mabet. Müslümanlıktan önce puta
tapan Arapların mabediyken Muhammet tarafından Kıble yapılmış ve Mekke
alındıktan sonra putlardan arınmıştır. Müslümanlar, namaz kılarlarken
Mekke'dekiler Kabe'ye, Mekke'de olmıyanlar Kabe tarafına dönerler. C,
II, S. 207, B. 2231, S. 182, B. 2243 e de bakınız.
B. 593. Kur'anın 55 inci suresine "Rahman - Acıyan
Tanrı" suresi derler. Bu sure şöyle başlar: "Acıyan Tanrı, Kuranı
öğretti; insanı yarattı, ona söz öğretti."
B. 604. C. I, S. 10, B. 100 e bakınız.
B. 613. Kur'anın 80 inci suresi olan Abes suresinde
"Kıyamet günü öyle bir gündür ki o gün insan, kardeşinden, anasından,
babasından, karısından ve oğlundan kaçar" denmektedir (âyet 34-36).
B. 675. Ebumerre, Şeytan'ın künyesi olarak meşhur
olduğu gibi Araplarda da bu künye ile şöhret kazanmış pek ahmak bir
adam vardır.
B. 676. C. II, S. 7, B. 70 e bakınız.
B. 690. C. I, S. 225, B. 2275 ve C. II, S. 86, B. 926
ya bakınız.
B. 693. C. II, S. 29, B. 305 e bakınız.
B. 700. Behlûl ve daha doğrusu Bühlûl. |