Gözlerinizi sımsıkı yumun emrini duydun da yine
ayağını doğru atmadın.
Söz söylemem, mânasız çan çan etmem, ağzından anlayışını alıp
götürür. Kulak kuma benzer, anlayışını içiverir!
Öbür deliklerinden de aynı bunun gibidir
o gizli anlayış suyunu
çeker, emer.
Denizden bile, yerine koymamak şartıyla su alsan nihayet o denizi
kurutur, çöl haline getirirsin.
2105. Neyleyim ki vakit yok
yoksa denizden giden sular, o suların
yerine karşılık olan suların ne çeşit ve neden geldiğini söylerdim;
Denizin suları harcandıktan sonra karşılık olarak yerine gelen
suları anlatırdım.
Yüz binlerce canlı mahlûk, denizden su içmekte
bulutlarda ondan su
alıyorlar.
Sonra yine deniz, onların karşılığını almakta
nereden alıyor? Bunu
akıl ve fikir sahibi olanlar bilir.
Bu kitap da birçok hikâyelere başlayıverdik
fakat onlar noksan
kaldı.
2110. Ey Hak ziyası cömert Husameddin, feleklerle unsurlar, senin gibi
bir padişah doğurmamıştır.
Sen, cana da nadir gelirsin, gönüle de. Senin kudumuna karşı bir
şey yapamadığından can da mahçuptur, gönül de!
Geçmiş kavimleri ne kadar methettim, fakat bütün bunlardan maksadım
sensin.
Dua, çıktığı evi bilir, sen kimin adını anarsan an, kimi översen
öv!
Övüşleri namahrem olanlardan gizlemek için Tanrı bile hikâyeler
söylemekte, misaller getirmektedir.
2115. O medihler de sana karşı hiçtir, onlar da senden utanıyorlar ama
yoksul, elinden ne gelebilirse armağan olarak onu sunar, Tanrı, bu
armağanı da kabul eder.
Tanrı, âciz kişinin aczini hoş görür. Körün gözlerindeki iki katra
yaşı da kabul eder. Zaten körün gözünde bu iki katradan başka ne
bulunabilir ki?
Ben o güzelim adı pek kısa bir tarzda övdüm; bunu kuş da biliyor,
balık da!
Sebebi de şu: Hasetçiler, kıskanıp haset ederek ah etmesinler,
hayalini dişleriyle dişlemesinler!
Ama zaten hasetçi, onun hayalini nereden bulacak? Hiç fare
deliğinde dudu kuşu oturur mu?
2120. O hasetçinin gördüğü hayal, onun hayali değildir ki
O hilâl
değil, onun kendi kaşının kılı!
Ben seni beş duyguyla yedi kat göğe sığmayacak bir şekilde
öveceğim. Şimdi yaz bakalım: Dekukî ileri geçip imam oldu.
Dekukînin ileri geçip onlara imam olması
Tahiyatta, salih kişilere selâm verilirken bütün
peygamberler methedilmiş olur; hepsinin methi, birbiriyle yoğururlar.
Medihler, birbirine karışır, âdeta testilerdeki sular, bir leğene
dökülür.
Çünkü övülen, bir kişiden daha fazla değildir ki. Bundan dolayı
dinler,mezhepler, ancak tek bir mezhepten ibarettir.
2125. Bil ki her övüş, Tanrı nuruna varır, ulaşır; suretlerle
şahısları övüşse âriyettir.
Müstahak olmayanı kim metheder ki? Fakat bilmeyenler, şunu bunu
methediyor sanırlar da yol azıtırlar.
Bu, şuna benzer: bir duvara herhangi bir nurdur vurur. Duvar o
nurun aksetmesine bir vasıtadır.
Fakat ayın aksi aslına ulaştı mı, yol azıtan kişi ayı kaybeder,
övüşü terk eder.
Yahut da ay, bir kuyuya akseder, adam da bu aksi görür, başını
kuyuya uzatır, bakar durur.
2130. Methe başlarsa hakikatte ayı metheder, isterse bilgisizlikle
ayın aksine yüz tutmuş olsun.
Övüşü aya aittir, ayın aksine ait değil. Fakat birisi, Hakkı övmez
de mahlûku överse yanlış bir iş yapmış olur ki bu, küfürdür.
Bu işi yapan kötülükten yolunu kaybetmiştir. Ay, gökyüzündeyken o,
aşağıda sanmıştır.
Halk bu put gibi güzellere kapılıp perişan olur; şehvete uyup
onlara dokunan pişman olur.
Çünkü bir hayale şehvetlenirler, hakikatten çok uzakta kalırlar.
2135. Hayale meylin yok mu? Senin için bir kanada benzer. O kanatla
uçar, hakikatte yükselirsin.
Fakat şehvete uydun mu kanadın dökülür, topal kalırsın, o hayal de
senden kaçar gider.
Kanadını koru, şehvete kapılma da meyil kanadın seni cennetlere
yüceltsin.
Halk kendilerini güzel yaşıyoruz, zevk ve işrette bulunuyoruz sanır
ama onlar, bir hayal uğruna kendi kanatlarını kendileri yolarlar.
Bu nükteyi başka bir yerde anlatmak borcum olsun
şimdi bana mühlet
ver, halim yok, susayım.
O
kavmin Dekukîye uyması
2140. Dekukî, namaz kıldırmak üzere onların önüne
geçti, o kadar birleştiler, o kadar kaynaştılar ki sanki onlar atlas
bir kumaştı, Dekukî de o kumaşın sırması, süsü!
O padişahlar, saf olup o ünlü imama uydular.
Tekbir getirince kurbanlık koç gibi âlemden çıktılar.
Ey ulu tekbirin mânası şudur: Yarabbi, huzurunda kurbanız.
Koyun keserken Allahu ekber-Tanrı uludur dersin ya o geberesi
nefsi keserken de bu söz söylenir.
*Allahu ekber de de o şom nefsin başını kes
kes de can,
mahvolmaktan kurtulsun.
2145. Ten İsmaile benzer, can Halile, can bu semiz bedeni yaptırdı
da tekbir getirdi mi,
Ten kesilir, şehvetlerden hırslardan kurtulur, besmeleyle kesilmiş
temiz bir kurban haline gelir.
Kıyamette olduğu gibi Hak huzurunda saf kurulur, hesaba, Tanrı ile
konuşup görüşmeye girişilir.
Tanrı huzurunda, gözyaşları dökerek ayakta durmak, kıyamet gününde
kabirden kalkıp mahşer yerinde dikilmeye benzer.
Hak, Sana bunca zamandır mühlet verdim, bana ne getirdin?
2150. Ömrünü neyle bitirdin, verdiğim gıdayı, ihsan ettiğim kuvveti ne
uğruna mahvettin,
Gözünün nurunu nerelerde tükettin, beş duygunu nerelerde yıprattın?
Gözünü, kulağını, aklını, arşa ait bütün cevherlerini harcadın
ferş âleminden bunlara karşılık ne satın aldın?
Sana kazma ve bel gibi el ve ayak verdim. Onları sana bizzat ben
bağışlamıştım, ne yaptın onları? der.
Haktan buna benzer seni dertlere uğratan yüz binlerce haberler
gelir.
2155. Kıyamdayken kula gelen bu haberlerden kul utanır, iki büklüm
olur, rükûa varır.
Utanmadan ayakta durmaya kudreti kalmaz, rükûda Tanrıyı tespih
eder.
Tanrıdan Başını kaldır, rükûdan kıyama dön de Tanrının
sorgularına birer birer cevap ver fermanı gelir.
O utanan kul, rükûdan başını kaldırır. Fakat olgun bir iş yapamamış
olduğundan bu sefer yüzüstü düşer.
Yine emir gelir: Başını kaldır, secdeden kalk da yaptıklarından
haber ver!
2160. Tekrar utana utana başını kaldırır ama yine yılan gibi yüzüstü
düşüverir!
Tanrı, tekrar Başını kaldır da şöyle. Kıldan kıla yaptıklarını
araştırmak istiyorum der.
Artık ayakta durmaya kuvveti kalmadığından, Tanrının heybetli
hitabı, canına tesir etmiş olduğundan,
O ağır yükün altında, yere oturur. Tanrı Söyle bana
Sana nimet verdim, nasıl şükrettin? Sermaye verdim, hadi, göster
kazandığını! der.
2165. Kul, sağ yanına dönüp peygamberlere, o ululara selâm verir;
Padişahlar, bu kötü kişiye şefaat edin
ayağım da balçıkta kaldı,
kilimim de der.
Namazda sağ tarafa selâm vermek, kıyamette Tanrının hesaba
çekmesinden korkarak peygamberlerden yardım dilemeye, onlardan
şefaat istemeye işarettir
Peygamberler, Çareye başvuracak gün geçti.O, orada
yapılacak bir şeydi, elde alet oradaydı, orada kaldı!
A bahtsız kişi, git oradan, sen vakitsiz öten bir horozsun. Bırak
bizi, kanımıza bulaşma! derler.
Bunun üzerine sol tarafa baş çevirir, hısımından akrabasından
yardım ister. Onlar da Sus!
2170. Tanrıya kendin cevap ver. Bizi kim oluyoruz ki? Bizden el çek!
derler.
Ne bu yandan bir çare olur, ne o yandan. O biçarenin canı da yüz
parça olur!
Herkesten ümidini keser de ellerini açar, duaya başlar:
Yarabbi, herkesten ümidim kesildi. Evvel de sensin, âhir de sen;
senden başka önü, sonu olmayan yok, diye niyaza koyulur.
Namazdaki bu hoş işaretleri gör de bunun eninde sonunda böyle
olacağını bil!
2175. Namaz yumurtasından civcivi çıkara gör, yerden tane toplayan
yolsuz yordamsız kuş gibi yere başvurup durma!
Dekukînin namazdayken garkolmak üzere bulunan bir gemideki
halkın feryadını duyması
Dekukî, o kıyıda namaz kıldırmak üzere imam oldu,
Onlar da arkasında saf olup namaza durdular.
İşte güzelim bir cemaat, işte seçilmiş bir imam!
Namazdayken denizden İmdat! seslerini duydu. Ansızın gözüne bir
gemi ilişti.
Gemi, dalgalar arasına düşmüş, belâlara uğramış, perişan bir hale
gelmişti.
2180. Hem gece, hem bulutlu bir hava, hem de dalga. Bu üç karanlık bir
yandan, batma korkusu bir yandan
Fırtına Azrail gibi saldırıyor, dalgalar sağdan soldan hücum edip
duruyordu.
Gemidekiler, korkudan canlarından olmuşlar gibi feryatlarını
göklere çıkarıyorlardı.
Bağrışıp çağrışıyorlar, başlarını dövüyorlardı. Kâfir ve mülhit
hepsi de imana gelmişti.
Yüzlerce niyazlarda bulunarak candan ahitler ediyorlar, adaklar
adıyorlardı.
2185. Karmakarışık işlere dalmış, yüzleri bir an olsun kıbleye
dönmemiş olanlar bile baş açık secdeye kapanmışlardı.
Halbuki evvelce onlar, bu kulluğun faydası yok diyorlardı. Fakat o
anda kullukta yüzlerce hayat görüyorlardı.
Dostlardan, dayıdan, amcadan, babadan, anadan, herkesten ümitlerini
kesmişlerdi.
Kötü kişinin can verirken Tanrıdan korkması gibi zâhit de
Tanrıdan korkuyordu, fâsik da!
Ne sollarından bir ümit vardı, ne sağlarından. Hileler öldü, bitti
mi dua zamanı gelir!
2190. Onlar da ağlayıp inleyerek duaya koyulmuşlardı, gemiden
gökyüzüne kadar bir duman yükselmişti.
Şeytan ise o sırada düşmanlığından her birinin karşısına dikilip
A köpeğe tapanlar, işte size iki illet!
A münkir, münafıklar, hem korkun, hem geberin. Nihayet bu olacaktı
zaten.
Kurtulunca yine gözleriniz kurur, yine şehvet için yaratılmış birer
şeytan kesilirsiniz.
Tanrının sizi kazadan kurtarmak üzere elinizden tuttuğu, sizi
tehlikeden kurtardığı gün, hatırınıza bile gelmez diye bağırmaktaydı.
2195. Şeytan böyle söylüyordu ama can kulağı ile duyanlardan başkası
bu sözü duymuyordu ki!
Mustafa, o kutup, o padişahlar padişahı, o temizlik denizi bize ne
doğru buyurmuştur:
Cahilin sonunda göreceği şeyi akıllılar önce görür.
İşlerin sonu ilk zamanlarda gizlidir ama akıllı, âkıbeti önce
görür; günaha dalıp ısrar edense meydana çıkınca!
Her şeyin sonu, önden belli olmaz, gizlidir. Fakat meydana çıkınca
akıllı da görür, cahil de!
2200. Mademki ayıbı görmüyorsun, bari ihtiyatı elden bırakma, sele
verme behey inatçı!
İhtiyat nedir? Her an ansızın gelebilecek bir belâyı görmek!
İhtiyatlı adamın düşünceleri
Hani ansızın bir aslan çıkagelir de adamı kapıp
ormanlığa götürür ya
O adam, aslan tarafından götürülürken ne düşünürse sen de ey din
üstadı, onu düşün!
Kaza ve kader aslanı, bir işle güçle meşgulken bizim canımızı alır,
ormanlara götürüverir.
2205. Bu da şuna benzer: Halk, yoksulluktan korkar, ama boğazlarına
kadar acı suya batarlar.
O yoksulluğu yaratandan korksalardı onlara yeryüzünde defineler
aşikâr olurdu.
Hepside gam korkusuyla gamın içine batmışlar, varlık kaygısıyla
yokluğa düşmüşlerdir!
Dekukînin şefaat etmesi ve geminin kurtulmasına duası
Dekukî o kıyameti görünce merhameti coştu,
gözyaşları akmaya başladı.
Yarabbi, dedi, onların yaptıklarına bakma, ey lûtuf sahibi padişah,
ellerini tut, imdatlarına yetiş.
2210. Ey eli denize de yetişen, karaya da. Onları sağlıkla, selâmetle
kıyıya çıkar.
Ey ebedî kerem merhamet sahibi, o kötü kişilerden bu kötülüğü
defet!
Bedava olarak insanlara yüzlerce göz, yüzlerce kulak veren,
rüşvetsiz akıl, fikir ihsan eden Tanrı.
Sen, biz hak etmeden lûtuflarda, ihsanlarda bulunursun. Nimetlerine
karşı yaptığımız kâfirliklerle hatalarımızı hep görürsün.
Ey ulu Tanrı, bizim şanımız ulu ulu günahlarda bulunmaktır. Fakat
sen, bunları lûtfunla affetmeye kaadirsin.
2215. Biz, hırstan, şehvetten kendi kendimizi yaktık. Bu duayı da
senden öğrendik Yarabbi.
Bize duada bulunmak için müsaade etmen, dua öğretmen, böyle bir
karanlığı aydınlatman hürmetine sen bunlara acı.
İhtiyarsız bir surette şefkatli analar gibi dua edip duruyor.
Gözlerinden yaşlar akıyordu. Kendisinde olmaksızın ettiği dua,
gökyüzüne yüceltmekteydi.
O ihtiyarsız dua, yok mu
bambaşka bir şeydir. O da, adamın
kendisinden değildir, Tanrıdandır. Tanrı ilhamıdır.
2220. O esnada insan, yok olur, o duada bulunan Tanrıdır; dua da
Tanrıdandır, icabette.
Arada vasıta olarak mahlûk yoktur. O niyazdan cismin de haberi
yoktur, canın da.
Lûtuf ve merhamet sahibi olan Tanrı kulları, işleri düzeltmekte
Tanrı huyuna sahiptirler.
Onlar, şiddet zamanı, sıkıntı vakti, rüşvet almaksızın mahlûkata
acırlar yardımda bulunurlar.
Ey belâlara uğramış adam, kendine gel de bunları ara
kendine gel
de belâ vaktinde onların duasını ganimet bil!
2225. O Tanrı erinin duasıyla gemi kurtuldu. Gemidekilerse kendi
gayretleriyle,
Kendi ihtiyatlarıyla hünerler gösterip oku hedefe attılar, gemiyi
kurtardılar zannındaydılar.
Av esnasında tilkiyi ayakları kurtarır da mağrur tilki, kendisini
kuyruğu kurtardı sanır.
Canımızı pusudan bu kurtardı diye kuyruğu ile oynar, kuyruğunu
sever!
A tilki, ayağını taştan koru
a aç gözlü sersem, ayak olmasa kuyruk
ne yapabilir ki?
2230. Biz de tilkilere benzeriz, bizi yüzlerce çeşit belâlardan
kurtaran ayaklarımız, ulularımızdır.
Derin hilelerimiz, kuyruğumuza benzer de biz onunla sağdan, soldan
oynar, onunla oynaşır dururuz!
İstidlâle yapışır, hileye koyulur, falan adam, feşman adam bize
şaşsın kalsın diye kuyruğumuzu sallarız!
Halkın hayran olmasını isteriz, hattâ tamah elimizi Tanrılığa bile
uzatırız.
Afsunlarla gönüller alalım deriz ama çukura düştüğümüzü görmeyiz.
2235. Behey kaltaban, çukura düşmüşsün, kuyudasın sen. Başkalarını
bırak, kendine bak!
Güzel hoş bir bahçeye var da ondan sonra halkın eteğini tut, çek!
Ey dört unsurlu beş duyguya, altı cihete hapis olup kalmış adam, ne
güzel yerin var, hadi, başkalarını da çek oraya!
Ey eşeğe kul olan, ey eşeğin kuyruğunun altına lâyık olan, öpülecek
bir yer buldunsa hadi bizi de götür!
Sevgilinin kulluğu, sana el vermedikçe bu padişahlık meyli nereden
geldi sana?
2240. Sen, halkın sana aferin, yaşa demesi halkın takdir etmesi
havasındasın! Halbuki canının boynuna bir kiriştir bağlamışsın!
Behey tilki, bu hile kuyruğunu bırak, gönlünü, gönül sahiplerine
vakfet.
Aslana sığınırsan kebabın azalmaz
murdar ölü etine pek koşma!
Gönül, sen bir cüze benzersin, küllüne varır, ulaşırsan Tanrıya
makbul olursun.
Tanrı, Biz gönüle bakarız, su ve topraktan ibaret olan surete
değil diyor.
2245. Sen dersin ki bizim gönlümüz var. Öyle ama gönül arşın
yücesindedir, aşağılıklarda değil!
Kara toprakta da su olur ama o suyla aptes alamazsın ki!
O da sudur, sudur ama toprakla karışık
gayri sakın gönlüne gönül
deme.
Göklerden yüce olan gönül, ya Abdalın gönlüdür, ya da Peygamberin.
Su, topraktan arındı mı saf olur, artar, her işe yarar.
2250. Su topraktan arınınca denize kavuşur; zindandan kurtulur, denize
katık olur.
Bizim suyumuza, dikkat et de bak, toprakta hapsedilmiş. Ey rahmet
denizi, sen de çek bizi!
Fakat deniz, Ben, seni çekip duruyorum ama sen, ben iyi tatlı bir
suyum demektesin.
Senin lâfın, seni mahrum ediyor. O zannı bırak da bana gel
demektedir.
Topraktaki su denize gitmek isterse de ayağını toprak tutmuştur,
onu kendisine çekmektedir.
2255. Ayağını toprağın elinden kurtarırsa toprak, kupkuru bir hale
gelir, o da hür kalır, başına buyruk olur!
O toprağın suyu çekip mahvetmesi nedir? Senin halis şarapla mezeye
düşkünlüğün!
Böylece cihandaki her şehvet, ister mal olsun, ister mevki, ister
ekmek
Bunların her biri seni sarhoş eder. Bunları bulmazsan başın
ağrımaya başlar, sersemleşirsin.
Bu gam sersemliği, bulamadığın şeyin seni sarhoş ettiğine delâlet
eder.
2260. Bunların ihtiyaçtan fazlasına meyletme de, sana galebe etmesin,
sana bey olmasın!
Sen, ben de gönül sahibiyim, başkasına ihtiyacım yok, Tanrıya
ulaştım diye baş çekersin ama,
Bu halin, toprakla bulanık olan suyun, ben de suyum, neden
başkasından yardım isteyecekmişim ki diye serkeşlik etmesine benzer.
Bu bulaşık şeyi gönül sandın da gönlünü gönül sahiplerinden çektin.
Süt, bal sevdasına düşen bu gönlün, gönül olmasını reva görür
müsün, sen böyle.
2265. Sütün, balın güzelliği, gönlün onlara aksiyle hâsıl olur. Her
güzele güzellik gönülden gelir.
Şu halde gönül cevherdir, âlem araz. Gönlün gölgesi, nasıl olur da
gönüle maksat olur?
Mala, mevkiye âşık olan gönül, ya bu toprağa zebundur, ya kara
suya!
Yahut da karanlıklarda hayallere kapılmıştır, dedikodu için o
hayallere tapıp durmaktadır!
O nur denizinden başkası gönül olamaz. Gönül, hem Tanrının
nazargâhı olsun, hem kör
İmkân var mı buna?
2270. Yüz binlerce halkta, yüz binlerce ileri gelenlerde bulunan gönül
değildir. Gönül, bir tek kişide olur. kişide O tek kişi hangisidir,
hangisi?
Sen, o kırık dökük, parça buçuk gönül kırpıntılarını bırak, asıl
gönül ara da o kırık dökük gönül de onun sayesinde dağ kesilsin.
Gönül, bu vücut ülkesini kaplamıştır, cömertliğinden altınlar saçıp
durmaktadır.
Âlemdekilere Tanrı selâmından selâmlar saçmaktadır.
Kimin eteği sağlamsa, kimin eteği hazırsa o gönül saçısına nail
olur.
2275. Senin eteğin de o niyazdır, o huzurdur. Kendine gel de kötülük
taşlarını eteğine koyma.
Koyma da o taşlar eteğini yırtmasın. Eteğin yırtılmasın sana asıl
parayı uydurma paradan fark edesin.
Sen, eteğini cihandaki taşlarla, çocuklar gibi altın ve gümüş farz
edilen taşlarla doldurdun.
Fakat hayali altın ve gümüş, hakiki altın ve gümüşe benzemez.
Onlar, senin doğruluk eteğini yırttı, derdini artırdı.
Akıl, el atıp da eteklerini tutmadıkça çocuklar, taşın taş olduğunu
nasıl görürler?
2280. İnsan akılla bir olur; saçı sakalı ağarmakla değil. O talihe, o
devlete ümit kılı sığmaz, o devlet ümit ile, rica ile bulunmaz!
O
cemaatin, Dekukînin dua ve şefaatini hoş görmeyip uçması, gayp
perdesi altında gizlenmesi Dekukîini, havaya mı çıktılar, yere mi
geçtiler
diye şaşırıp kalması
O gemi kurtuldu, murat hâsıl oldu, o cemaatin namazı
da tamamlandı.
Onlar, birbirleriyle fısıldaşmaya başladılar. Baba, bu aramızdaki
herzevekil kim acaba diyorlardı.
Her biri, öbürüne gizlice söz söylüyordu. Dekukînin arkasında
olduklarından görünmüyorlardı.
Her biri, ben şimdiye kadar böyle bir duayı ne içimden geçirdim, ne
dilime getirdim demekteydi.
2285. Birisi, Her halde bu işe karışan biz değiliz. Galiba imamımız
derde düştü, üzerine lazım olmayan bir işe karıştı, münacatta bulundu
diyor;
Öbürü Canım dostum, bana da öyle geliyor.
O bir boşboğazmış, canı sıkılınca Tanrının dileğine itiraz etti
galiba diyordu.
Dekukî, şöyle anlatır: Sonra bakayım, o kerem sahipleri ne
diyorlar? dedim.
Bir de baktım ki hiçbiri yerinde yok, hepsi de gitmiş.
2290. Ne solda adam var, ne sağda, ne yukarda kimse kalmış, ne
aşağıda. Keskin gözüm, onların hiçbirini göremedi!
Sanki inciymişler de erimişler, su olmuşlar. Ne ayak izleri kalmış,
ne sahrada tozları var!
Hepsi de Tanrı kubbelerine gizlenmişler. O cemaat, acaba hangi
bahçeye gitti ki?
Tanrı, bunları nasıl oldu da benim gözümden gizledi? Şaşırdım
kaldım.
Onlar, balıklar nasıl dereye dalar, kaybolursa Dekukînin gözünden
öyle kayboldular. Öyle gizlendiler.
2295. Yıllarca onların hasretiyle yandı, ömürlerce iştiyaklarından
gözyaşı döktü.
Ama sen dersin ki Tanrı eri Tanrıya erişmişken nasıl olur da
insanı anar?
A adam, bu suale karşı ancak eşek kakılır kalır. Sen, onların can
olduklarını görmedin, onları insan suretinde gördün.
Ey hamhalat, işte iş bu yüzden harap oldu ya
onları, alelâde
adamlara uydun da insan gördün!
İblis de Ben ateşten yaratıldım, Âdem topraktan dedi. İşte sen
de onları, İblisin Âdemi gördüğü gibi gördün.
2300.O iblis gözünü bir an olsun yum; ne vakte kadar suret görüp
duracaksın, ne vakte kadar, ne vakte kadar?
Ey Dekukî, ırmak gibi yaşlar döken gözlerinle onları ara, gafil
olma, ümidini kesme!
Gafil olma, ara
ara ki devlet, aramaktadır. Gönüle gelen her ferah,
bir sıkıntıya bağlıdır.
Âlemin bütün işlerini bırak da canla başla üveyk kuşu gibi kû, kû
nerede, nerede de!
Ey perde altında kalan iyi dikkat et, Tanrı Dua edin, beni
çağırın
size icabet edeyim dedi, icabetin şartı bile duadır.
2305. Kimin gönlü illetlerden arınmışsa onun duası ululuk sahibi
Tanrıya kadar varır, makbul olur.
Davud
aleyhisselâm zamanında çalışmadan, eziyet çekmeden helâl
rızık elde etmek isteyen kişi ve duasının kabul olması
Hatırıma yine o hikâye geldi. O yoksul adam, gece
gündüz feryat etmekte,
Tanrıdan eziyetsiz, zahmetsiz, çalışmadan kazanmadan helâl rızık
istemekteydi.
Bundan önce onun bazı hallerini söylemiştik. Fakat araya başka
şeyler girdi, bu hikâye de öylece kaldı gitti.
Şimdi onun hali neye vardı; Tanrının lûtuf ve ihsan bulutundan
hikmet yağmuru yağınca o yoksul ne oldu?
2310. Öküzün sahibi onu görüp Ey karanlıkta benim öküzümü aşıran,
borçlusun bana sen.
Neden benim öküzümü kestin be ahmak hilebaz, nerede insafın? dedi.
Adam, Ben Tanrıdan rızık istiyor, kıbleyi niyazımla bezeyip
duruyorum.
Zamanlarca edip durduğum dua kabul edildi. O, benim rızkımdı, tutup
kestim, işte sana cevap dediyse de
Öküz sahibi yakasına sarıldı, sabredemedi, yüzüne de birkaç sille
vurdu.
Her
iki düşmanın da Davud Peygamber aleyhisselâmın yanına gitmesi
2315. Çeke çeke Davud Peygamberin yanına kadar
götürdü. Gel bakalım zalim ahmak.
Saçma sapan lâfları bırak azgın herif. Aklını başına al, kendine
gel!
Bu ne çeşit dua? Âlemi bana da güldürme, kendini de maskara etme!
diyordu.
Adam Ben Tanrıya dua ettim, feryad ü figan ederek nice kanlar
yuttum.
İyice biliyorum ki duam kabul edildi. Sen gayri ey kötü sözlü, var,
başını taşlara vur dediyse de
2320. Adam Müslümanlar, buraya gelin de bu herifin yavelerini duyun!
Müslümanlar, Allah için olsun söyleyin
dua nasıl olur da benim
malımı ona mal eder?
Eğer dua ile mal ele geçseydi bütün âlem dua eder,mal, mülk sahibi
olurdu.
Dua ile ele bir şey geçseydi kör dilenciler de yücelirler, bey
kesilirlerdi.
Onlar da gece gündüz dua ediyorlar, Yarabbi bize para ver, mal,
mülk ver diyorlar.
2325. Sen vermezsen kimsecikler bir şey vermez. Ey kapalı kapıları
açan Tanrı, bize ihsan kapısını da sen aç derler.
Fakat körlerin çalışıp çabalaması yalnız dua ve feryat
bir dilim ekmekten başka ellerine bir şey geçmez dedi.
Halk, Bu Müslüman doğru söylüyor. Bu dua satan, zâlim bir adam.
Hiç dua, bir şeye sahip olmaya sebep midir? Bu, şeraitte görülmüş
bir şey mi?
Ya paranla alarak bir mala sahip olursun, ya birisi sana bir şey
bağışlar, yahut vasiyet eder, yahut da gönlünden kopar, sana verir. Bu
çeşit bir şey olmadıkça bir şeye sahip olamazsın ki.
2330. Bu yeni şeriat hangi kitapta. Sen ya o öküzü ver, ya hapse git
demekteydi.
Adam, yüzünü göğe tutarak dedi ki: Yarabbi, benim halimi senden
başka kimsecikler bilmez.
Gönlüme o duayı sen ilham ettin, gönlümde yüzlerce ümit belirttin.
Lâf olsun diye dua etmedim ya
Yusuf gibi rüyalar görmüştüm.
Yusuf, güneşle yıldızların, huzurunda kullar gibi secde ettiklerini
gördü.
2335. O rüyaya adamakıllı inandı, kuyuda da ondan başka bir şey
ummuyordu, zindanda da.
Ona dayanmakta, onu beklemekteydi. Ondan başka ne kulluktan derdi
vardı, ne az çok kınanmaktan!
Rüyası, mum gibi gözünün önünde yanmakta, onu aydınlatıp
durmaktaydı; rüyasına güveniyordu.
Yusufu kuyuya attıkları zaman Tanrıdan kulağına şu ses gelmişti:
Ey yiğit, sen bir gün padişah olacaksın. O vakit seni kıyanların
sözlerini, yüzlerine vurursun.
2340. Bunu seslenen görünmüyordu ama gönül, söyleyenin eserini
tanıyordu.
O sesten cana bir kuvvet, bir rahat, bir huzur geliyordu.
İbrahime ateş nasıl bir gül bahçesi olmuşsa o ses yüzünden kuyu da
Yusufa gül bahçesi kesilmişti.
Gayri ne cefa geldiyse o kuvvetle tahammül etti. neşeyle çekti.
Nitekim Elest sesinin zevki de her müminin gönlünde tâ mahşere
kadar sürer gider.
2345. Bu yüzden müminler, ne belâya itiraz ederler, ne Hakkın emir ve
nehyinden sıkılırlar.
Başkalarının ağzına acılık veren bir lokmaya benzeyen Tanrı hükmü,
onlara gülbeşeker gelir, tatlı tatlı yerler, hazmederler.
Tanrı hükmünü kabul etmeyip inkâr eden, o lokmayı yese bile kusan
kişiyle yaramaz.
Elest gününde bir rüya gören, Tanrıya ibadet yolunda sarhoş olur.
Sarhoş deve gibi bu ibadet çuvalını hiç usanmadan, sıkılmadan çeker
durur.
2350. Ağzının etrafındaki tasdik köpüğü, onun sarhoşluğuna,
coşkunluğuna şahittir.
Deve, kuvvetlenip erkek aslan kesildi mi ağır yükler çeker de yine
o yüklerin altında az yer, az içer.
Dişi deve arzusuyla yüzlerce zahmet ve açlık çeker. Hatta dağ bile
ona bir kıl gelir!
Elest âleminde böyle bir rüya görmeyen bu dünyada ne kul olur, ne
mürit!
Olsa bile gönlünde yüzlerce tereddüt vardır.Bir an şükrederse bir
yıl şikâyet eder.
2355. Din yolunda yüzlerce tereddütle ve inanmayarak öne doğru bir
adım atarsa öbür adımı arda doğru gider.
Bunu da ileride anlatırım, borcum olsun
eğer öğrenmekte acele
ediyorsan Elemneşrah sûresini oku!
Bu mânayı etraflıca anlatmaya kalkışsam ne haddi vardır, ne kenarı.
Yürü öküzünü dâva edene doğru eşek sür!
Adam dedi ki: Yarabbi, bu suç yüzünden şu azgın adam, bana kör
dedi. Bu ne iblisçe bir kıyas Yarabbi?
Ben ne vakit körcesine dua ettim. Tanrıdan başka kime ihtiyacımı
söyledim?
2460. Kör, bilgisizlikle halktan bir şeyler umar. Ben senden umuyorum
her güç şey sana kolaydır.
Asıl kör kendisi ki beni kör saydı, canla başla niyaz ettiğimi
görmedi bile!
Benim bu körlüğüm, aşk körlüğüdür. Güzelim, sevdiği şey, insanı kör
ve sağır yapar derler ya
bu körlük, o körlüktür.
Tanrıdan başkasını görmüyorum, fakat onu görüyorum. Aşkımın
muktezası da bu değil midir? Söyle.
Yarabbi, sen görmektesin, beni sen de kör sanma. Senin lûtfunun
etrafında dönüp dolaşmaktayım, ey lûtfunun etrafında dönüp dolaştığım,
ey kendisinden ayrılmadığım Tanrı!
2365. Yusuf-ı Sıddıyka rüya gösterdin da ona güvendi.
Onun gibi lûtfun bana da bir rüya gösterdi. O sonsuz dualarım
oyuncak değildi ya!
Fakat halk, benim sırlarımı bilmiyor da sözlerimi saçma sanıyor.
Hakları da var. Gayb sırrını, sırları adamakıllı bilen ve ayıpları
tamamıyla örten Tanrıdan başka kim bilebilir ki?
Düşmanı dedi ki. Amca, neye yüzünü göğe çeviriyorsun? Bana çevir
de doğru söyle!
2370. Delirdin mi ki böyle hatalara düşüyor, aşktan, Tanrıya
yakınlıktan dem vuruyorsun?
Sen, gönlü ölmüş bilirsin... Hangi yüzle yüzünü göklere
tutuyorsun?
Bu hâdise yüzünden şehre bir velveledir düştü. O müslümansa,
Yarabbi, bu kulunu rezil etme. Kötülük yaptıysam bile sırrımı
halka açma.
Biliyorum, uzun gecelerde yüzlerce tazarrula sana niyaz edip
durdum.
2375. Halka karşı bunun hiçbir kadri, hiçbir kıymeti yok, onlar bilmez
bunu; fakat senin yanında aydın bir mum gibi
sana aşikâr diye niyaz
etmekte, yüzünü yerlere vurmaktaydı.
Davud
aleyhisselâmın iki hasmın da sözlerini dinlemesi ve dâva
edileni sorguya çekmesi
Davut Peygamber, evinden dışarı çıkınca Bu ne, ne
var, ne oldu dedi.
Dâvacı dedi ki: Ey Tanrının peygamberi, imdat et. Öküzüm, bu
adamın evine girmiş,
O da onu kesmiş. Neden benim öküzümü kesmiş sor da söylesin.
Davut, Ey kerem sahibi, neden sana haram olan o öküzü kestin?
2380.
Yalnız saçma sapan söyleme, delil göster de bu dâva
görülsün, bitsin dedi.
Adam dedi ki: Ey Davut, yedi yıldır gece gündüz dua etmekte,
Tanrıdan,
Yarabbi, helâl ve zahmetsiz bir rızık istiyorum, diye niyazda
bulunmaktayım.
Erkek kadın
herkes feryadımı bilir, hattâ çocuklar bile bunu
söyler, anlatırlar.
Kime istersen sor, derhal söyleyiversin.
2385. Halktan hem gizli sor, hem de aşikâre
bak, bu eski hırkalı
yoksul neler söylüyor, nasıl dua ediyordu, anla,
Bu dualardan, bu feryatlardan sonra bir de baktım ki evime bir öküz
girivermiş.
Gözüm karardı. Ama lokma için değil, duam kabul edildi diye
sevindim hani.
O ayıpları bilen Tanrı duamı kabul etti, buna şükrane olsun diye
öküzü kestim
Davud Aleyhisselâmın, öküzü kesenin haksız olduğuna hükmetmesi
Davut, Bu sözlerden el yıka, dâvana şeri delil
getir.
2390. Reva görür müsün delilsiz bir hüküm vereyim de bu şehirde bâtıl
bir sünnet koyayım, kötü bir âdet bırakayım,
Bunu sana kim bağışladı? Satın mı aldın, mirasa mı kondun? Ekine
nasıl sahip olabilirsin, sen mi ektin? Ektinse senindir.
Kazanmakta ekin ekmeye benzer. Ekmedikçe ona sahip
olmaya hakkın yoktur.
Ektinse ektiğini biçersin, o senindir. Yoksa zulmettiğin, haksız
olduğun katiyetle anlaşılır.
Yürü, eğri büğrü söylenme, bu müslümanın malını ver. Paran yoksa
borç al, ver; beyhude konuşma! dedi.
2395.
Adam, Padişahım, sitemkârlar ne söylüyorlarsa sen de
tıpkı onu söylüyorsun bana deyip
Adamın, Davut Aleyhisselâmın hükmünden feryada gelmesi
Secde ederek dedi ki. Ey benim yanıp yakıldığımı
gören Tanrım, Davudun gönlüne de o nuru ver.
Gönlüme saldığın ziyayı onun gönlüne da sal ey ihsan sahibi
Rabbim.
Bu sözleri söyledikten sonra hayhayla ağlamaya başladı. Öyle bir
ağlayış ağladı ki Davudun gönlü yerinden oynadı.
Ey öküzü dâva eden, bugün bana mühlet ver, bu dâvanın
görülmesinde ısrar etme.
2400. Halvete gidip namaz kılayım da bu ahvali, bir de sırları bilen
Tanrıdan sorayım.
Namazda Rabbime bağlanırım, namaz gözümün nurudur sırrı zuhûr
eder, bu benim huyumdur.
Can pencerem zevk ve şevkle açıktır. Tanrının lûtfu oraya
vasıtasız gelir.
Tanrının lûtfu, rahmeti, nuru madenimden, hakikatimden gelir,
penceremden evime girer.
Penceresi olmayan ev cehennemdir. Ey kul, dinin aslı pencere
açmıştır.
2405. Her ormanı öyle pek baltalama. Pencere açmak için balta vur.
Yoksa bilmez misin ki bu güneşin nuru hicaplardan hariç
olan hakikat güneşinin aksinden ibaret.
Bilirsin ki bu zâhiri görüşün nurunu hayvan da görür. Şu halde
benim Âdeme Kerremna demem nedir?
Ben, nurlara dalmış, gark olmuş bir güneşim. Kendimi nurdan ayırt
edemiyorum.
O halvete gitmem, namaz kılmam, halka öğretmek için.
2410. Bu âlem doğrulsun diye ayağımı eğri atmaktayım. Ey yiğit, savaş
hileden ibarettir.
İzin yoktu, yoksa Davut, bu sırları döküp saçar, sır denizinden toz
koparırdı!...
Davut, bu çeşit söyleyip durmakta, halkın aklını, fikrini yakmaya
kalkışmaktayken,
Arkasından birisi, Birliğinde hiç şüphem yok diye Davudun
eteğini çekti.
Davut, kendine geldi, sözünü kısa kesti, dudağını yumdu, halvet
edeceği yere hareket etti.
Davudun, hakkın meydana çıkması için halvete girmesi
2415. Davut, kapısını kapayıp acele halvet edeceği yere
gitti, mihrabına, duanın kabul edildiği yere yöneldi.
Tanrı, ona bu işin hakikatini bildirdi, ne gösterdiyse tamamıyla
gösterdi. O da işi anladı, öç alınacak kimdir, kısasa layık adam
hangisidir, bildi.
Ertesi günü iki dâvacı ile halk gelip Davudun huzuruna dikildiler.
Dâvacı yine aynı davayı tekrarladı, birçok ağır sözler söyledi.
Davudun, öküz sahibi aleyhine hüküm vermesi ve Sen bu öküzden
vazgeç demesi, bunun üzerine öküz sahibinin Davud Aleyhisselâmı
kınaması
Davud Sus, bu dâvayı bırak, öküzü bu müslümana
helâl et de yürü git.
2420. Yiğit, madem ki Tanrı, senin sırrını açmadı, onun bu sır
örtücülüğüne şükret de sükût et dedi.
Öküz sahibi Bu nasıl hüküm, bu ne biçim adalet? Benim için yeni
bir şeriat mı kuracaksın.
Adalet âleme yayıldı; yer, gök, adaletinle güzel kokulara bürünmüş
Kör köpekleer bile bu sistem yapılmadı. Bu tecavüzden, bu cefadan
hararetlendi de taş da yarıldı, dağ da!
Diyor, bu çeşit ağır sözler söylüyor, Ey ahali , gelin de görün
zulmü! diye bağırıyordu.
Davudun öküz sahibine Bütün malını, mülkünü ona ver demesi
2425. Davud, ondan sonra dedi ki. A inatçı, bütün
malın,ı mülkünü hemencecik ona bağışla.
Yoksa bak, sana söylüyorum, işin fena olur, yaptığın zulüm ve cefa
meydana çıkar.
Adam, bu söz üzerine başına topraklar serpip elbisesini yırtarak
Her an zulmünü artırıp durmaktasın dedi.
Yine bir müddet Davudu kınamaya koyuldu, Davud, tekrar onu
huzuruna çağırıp,
Dedi ki: Ey bahtı körleşmiş herif, madem ki talihin yok, gayri
yavaş, yavaş karanlıklar basmaya başladı.
2430. Senin gibi bir eşeğe çerçöple saman bile yazık
öyle olduğu
halde sen yine baş köşeyi gözetip duruyorsun ha!
Yürü çocukların da onun kulu, kölesidir, karın da! Artık fazla
söylenme!
Dâvacı iki eline taş almış, göğsünü dövmekte, bilgisizliğinden, bir
aşağı, bir yukarı gidip gelmekteydi.
Halk da Davudu kınamaya başladı. Dâvacının gönlünde ne var,
bilmiyorlardı ki,
Bir insan, saman çöpü gibi havaya kapılmış, maskara olmuşsa zalimi
mazlûmdan nasıl fark edebilir?
2435. Zalimi mazlûmdan ayırt eden, zulümkâr nefsinin boynunu vurmuş
kişidir.
Yoksa içten içe nefse zebun olan kişi, deliliğinden mazlûmlara
düşman kesilir.
Köpek, daima yoksula, âcize saldırır, fırsat bulursa ısırır da.
Komşularından av kapmak aslanlara göre ayıptır, köpeklere değil,
Zalime tapan, mazlûmu öldüren kişilerin hepsi de pusudan çıkarak
köpekçesine saldırdılar.
2440. Davuda yüz tutup Ey seçilmiş Peygamber, ey bize şefkatli zat,
Bu sana yakışmaz, çünkü apaçık bir zulüm bu. Bir suçsuzu, hiçbir
kabahati yokken kahrettin dediler.
Davud
Aleyhisselâmın, bu gizli şeyi meydana çıkarıp apaşikâr
göstermek ve getirilen delilleri çürütmek üzere halkı ovaya
çağırması
Davut dedi ki: Dostlar, gayri o gizli şeyin
meydana çıkması zamanı geldi.
Hepiniz kalkın da şehirden dışarıya çıkalım, o gizli sırrı
öğrenelim.
Filân ovada büyük bir ağaç vardır, dalları gürdür, çoktur,
birbirleriyle birleşmişlerdir.
2445. Kol budak salıvermiş, geniş bir yeri kaplamıştır, kökü de yere
yayılmıştır. İşte o ağacın kökünden bana kan kokusu geliyor.
O güzel ağacın kökünde kan var. Bu kötü talihli herif, onun altında
efendisnii öldürmüştür.
Tanrının hilmi, bunu şimdiye kadar örttü. Fakat bu kaltaban, buna
hiç şükretmedi.
Efendisinin çoluğuna, çocuğuna ne nevruzlarda bir şey verdi, ne
bayramlarda,
O yoksulların, o muhtaç biçarelerin hallerini, hatırlarını bir
lokmayla olsun arayıp sormadı, eski hakları aklına bile getirmedi.
2450. Bu melûn herif şimdi de bir öküz için onun oğlunu yere vuruyor.
Günahının perdesini kendi kaldırıyor, yoksa Tanrı, suçunu
örtüyordu.
Bu kötü zamanede kâfir olsun, fasik olsun
herkes, kendi perdesini
kendi yırtar.
Zulüm, can sırları arasında gizli kalır, fakat onu halkın önüne
koyan zalimdir.
Hele bakın, benim boynuzlarım var, şu âlemde cehennem öküzünü bir
görün diye kendisini kendisi gösterir!
Zâlimin eliyle ayağının dünyada da zâlimin sırrına şahadet etmesi
2455. Elin, ayağın, içinde sakladığın şeye bu âlemde de
şahadet eder.
İtikat ettiğin şeyleri söyle, gizleme diye gönlündeki şey, başına
dikilir.
Hele kızdığın, söylenmeye başladığın zaman yok mu
gizlendiğin
şeyleri kıldan kıla meydana çıkarır.
Zulümde cefa, bu âlemde senin başına dikiliyor, bu iş için tâyin
edilmiş bir memur kesiliyor da hadi, ey el, ey ayak, yaptıklarını
söyle, beni meydana çıkar diyor ya
İçinde gizlediğin şey, sırrının gemini ele alıyor, hele kızıp
coştuğun zaman onu istediği gibi sürüp götürüyor ya
2460. Demek ki gizlediği şeyi ta ovalara çıkarsın da bayrak gibi
diksin, el âleme göstersin diye Tanrı, zulmeden kötülükte bulunan
kişinin başına bu memuru dikiyor.
Bunu yapan Tanrı, mahşer gününde de sırrını meydana çıkarmak için
başka memurlar yaratmaya kadirdir.
Zaten ey zulümde, kinde elden ele geçmiş, herkesçe ne olduğu
bilinmiş, anlaşılmış adam, senin için, dışın meydanda
elinin,
ayağının şahadetine ne ihtiyaç var?
Kötülüğünü, ziyankârlığını etrafa yaymaya hacet yok.Senin ateşten
ibaret olan içini herkes biliyor.
Nefsinden, her an, beni görün, ben cehennemliğim diye yüzlerce
kıvılcım sıçramada.
2465. Ben ateşin cüzüyüm, işte aslıma gidiyorum. Nur değilim ki
Tanrıya gideyim demekte.
Bu hak, hukuk tanımaz zalim gibi. Bir öküzceğiz için bunca hilelere
giriğti.
Halbuki o, efendisinden yüzlerce öküz, yüzlerce deve almıştı.
Babacığım, işte senin nefis dediğin de budur.Tek hemen ondan kesile
gör!
Bu zâlim, bir gün bile Tanrıya yüz tutup ağlamadı, inlemedi.
Ağzından bir kerecik olsun aşkla, dertle Yarabbi sözü çıkmadı.
Allahım, düşmanımı hoşnut et. Ben bir ziyankârlıkta bulundum ama
sen onu kâra tebdil eyle.
2470. Yanlışlıkla bir adam öldürdüysem diyetini vermek, akrabama
düşer. Elest gününden beri benim canıma yakın olan sensin demedi.
Ey hür can, sen ona tövbe etmesi, yargılanma dilemesi için inci
verirsin de o sana taş bile vermez
işte nefsin insafı!
Halkın
o ağacın dibine gitmesi
Halk, şehirden çıkıp o ağca doğru gidince Davut,
Önce ellerini bağlayın şu zalimin de
Sonra suçunu meydana koyalım, adalet bayrağını ovaya dikelim dedi.
Sonra dedi ki: Ey köpek, sen bu adamın atasını öldürdün. Sen o
zatın kölesiydin, bu yüzden onun kanına girdin.
2475. Efendini öldürüp malını, mülkünü zaptettin. Fakat Tanrı bunu
meydana çıkardı.
Karın yok mu
onun cariyesiydi. Onunla birleştin de bu kötü işi
yaptın.
Ondan erkek, dişi
ne doğduysa hepsine mirasçı bu adamdır.
Çünkü sen bir kölesin, çalışıp çabalarsın, eline geçen onundur.
Şeriat mı aradın, al sana mükemmel bir şeriat, hadi şimdi yürü
bakalım!
Sen burada efendini zari zari ağlatarak öldürdün. Efendin sana
burada, aman yapma, etme diyordu.
2480. Korkunç bir hayal gördün, korktun... acelenden bıçağı da
adamcağızın başıyla beraber toprağa gömdün.
İşte başı da şuracıkta gömülü, bıçak da. Haydi, kazın şurasını!
Bu köpeğin adı da bıçakta yazılıdır. Bu zalim, efendisine işte
böyle bir hilede, böyle bir zulümde bulundu.
Yeri kazdılar, bıçağı da bulup çıkardılar. Kesik başı da!
Halka bir velveledir düştü. Hepsi de zünnarlarını kestiler.
2485. Ondan sonra öküzü kesene Gel buraya hak sahibi, bu yüzü
karadan hakkını al dedi.
Davud
Aleyhisselâmın bu delili gösterdikten sonra katilin kısas
edilmesini emretmesi
Aynı bıçakla o adamın da öldürülerek kısas
edilmesini emretti. Ne hile yaparsa yapsın, Tanrı bilgisinden
kurtulabilir mi hiç?
Tanrının hilmi, müdarada bulunur. Bulunur ama adam, haddi aşınca
iş değişir, meydana çıkar.
Kan uyumaz. Gönüllere onu araştırmak, müşkülü halletmek merakı
düşer.
Kıyamet gününün sahibi olan Tanrının adaleti, şunun, bunun
gönlünden zuhur eder durur.
2490. Filân ne oldu, hali nedir, kim öldürdü acaba? diye topraktan
ekin fışkırır gibi şunun, bunun gönlünden meraklar fışkırır.
Gönüllerdeki bu meraklar, bu araştırmalar, bundan bahsetmeler, hep
o kanın kaynamasıdır.
O adamın gizli sırrı meydana çıkınca Davudun mucizesi halka
yayıldı; bu mucize bir dereceyken halk tarafından âdeta iki derece
meşhur oldu.
Herkes baş açık gelip yerlere secde etmekte,.
Biz doğuştan körmüşüz, senden yüzlerce şaşılacak şey gördük.
2495. Taş, Talûtla beraber savaşa giderken sana söyledi, beni al
dedi.
Sen elinde bir sapan, üç tane de taş olduğu halde geldin, yüz
binlerce adamı birbirine kattın, kırdın, geçirdin.
Taşların yüz binlerce parçaya ayrıldı, her parçası bir düşmanın
kanını içti.
Demir, elinde mum gibi yumuşadı, onunla zırh yaptın, bu da âleme
yayıldı, herkes bildi.
Dağlar sana şükredici risaleler oldu, seninle berber adam gibi
Zebur okudular!
2500. Senin sözünle yüz binlerce kişinin can gözü açıldı, gayb âlemine
hazırlandı.
Fakat onların hepsinden kuvvetli mucizen bu: Sen, insana hayat
bağışlamaktasın, bu bağışlaman daimî,
Zaten bütün mucizelerin canı da bu
ölüye ebedî hayat bağışlamak!
demekteydi.
Zalim öldürüldü, bütün bir dünya dirildi. Halkın hepside yeni
baştan Tanrıya kul oldu.
İnsanın nefsi, öküzü öldüren dâvacıya benzer, öldüren de akıldır.
Davud, Tantı, yahut Tanrı vekili olan şeyhtir. Zalim, onun
yardımıyla
öldürülebilir. Çalışıp kazanamadan hesapsız rızık, onun himmetiyle
elde
edilebilir
insan, onun sayesinde devlete erişir,
zenginleşir
Nefsini öldür de âlemi dirilt. Nefis, efendisini
öldürmüştür; sen, onu kendine kul, köle yap!
2505. Kendine gel, öküzü dâva eden senin nefsindir; kendisini efendi
yerine koymuştur, ululuk taslamaktadır.
Öküzü öldüren de aklındır. Hadi, artık ten öküzünü öldüreni inkâr
etme!
Akıl bir esirdir. Daima Haktan zahmetsizce bir rızık, tabak tabak
nimetler ister.
Onun zahmetsizce rızıklanması neye bağlıdır? Kötülüğün aslı olan
öküzün öldürülmesine.
Nefis, Benim öküzümü nasıl olurda öldürürsün? der. Çünkü nefis
öküz, ten suretidir.
2510. Velinimet zâde olan akıl, ihtiyaçlar içinde kalmış, kanlı katil
nefis, efendi olmuş, öne geçmiş!
Zahmetsiz rızık nedir, bilir misin? Ruhların gıdası, peygamberlerin
rızıkları.
Fakat bunu elde etmek, öküzü öldürmeye bağlıdır. Hazine öküzün
içindedir ey hazine arayan, yerleri kazıp duran!
Dün biraz bir şey yemiştim, onun için lâyıkıyla anlatamıyorum.
Yoksa bunu tamamıyla anlatır, yuları anlayışının eline teslim ederdim.
Ama dün bir şey yedim demem de masaldan ibaret
çünkü ne gelirse o
gizli evden geliyor.
2515. Güzel gözlülerden işve, cilve öğrenmişsek neden gözümüzü
sebeplere dikip duruyoruz.
Sebeplerin de başka sebepleri var. Sebebe bakma da asıl ona bak!
Peygamberler, sebepleri gidermek için geldiler. Mucizelerini ta
Zuhal yıldızına ulaştırdılar.
Sebep ve vesilesiz denizi böldüler, ekmeksizin buğday yığınını
buldular.
Çalışmaları yüzünden kum taneleri un olurdu. Keçinin yünlerini
çektiler mi ellerinde ibrişim olurdu.
2520. Bütün Kuran, sebebi gidermeye aittir. Zâhiren yoksul olan
Peygamberin yüceliğini, yine zâhiren yüce olan Ebulehebin helâkini
anlatır durur.
Ebabil kuşları iki üç taş attılar mı o koca Habeş ordusunu kırıp
geçirirler.
Ta yukarılarda uçan kuşun attığı bir taş, fili delik deşik eder.
Öldürülmüş adama kesilmiş öküzün kuyruğuyla vur da hemen dirilsin,
kefeniyle kalksın.
Kesilmiş boğazı, yerinden davransın, kanını dökenlerden kanını
istesin denir.
2525. Bunlar ve bunlara benzer daha nice şeyler var
Kuran, baştan
sona sebepleri, illetleri nefyeder vesselâm.
Fakat bunları anlamak, işi uzatıp duran aklın harcı değildir.
Kulluk et de bunlar sana keşfolsun!
Felsefeye sarılan kişinin aklı, akılla anlaşılabilen şeylere
bağlanmış kalmıştır. Fakat temiz ve pak kişi, aklın aklının ( Akl-ı
Küllün) tek binicisi oldu.
Aklının aklı içtir, senin aklınsa kabuk. Hayvan midesi daima kabuk
arar.
İç arayan, kabuğu sevmez, ondan usanır, bıkar. İç temiz kişilere
helâldir, temiz kişilere.
2530. Kabuktan ibaret olan akıl, bir işi yüzlerce delille ancak
anlayabilir. Fakat Akl-ı Kül, doğru olduğunu bilmediği yola adımını
atar mı hiç?
Akıl, defterleri baştanbaşa karalar durur. Aklın aklıysa bütün
âlemi ayla, doldurur, nurlandırır.
O, karadan da kurtulmuştur, aktan da. Onun ayının nuru, gönüle de
yayılmıştır, sana da.
Cüzi akıl bu karayla akı, yine kadirden,bir yıldız gibi parlayıp
âlemi aydınlatan Kadir gecesinden elde etmiştir.
Keseyle dağarcığın değeri altındadır. İçinde altın olmayan keseyle
dağarcığın ne kıymeti var?
2535. Nitekim tenin değeri de canla, fakat canın değeri de cananın
ışığıyladır.
Can, ışıksız diri olsaydı hiç kâfirlere Ölü denir miydi?
Kendine gel, söyle, söyle ki söyleme kabiliyeti bizden sonraki
zamanlarda aksın diye ırmak yolunu kazmakta.
Her devirde söz söyleyen bulunur; bulunur ama geçmişlerin sözleri
daha faydalıdır.
Ey şükreden kişi, Tevrat, İncil ve Zebur, Kuranın doğruluğuna
şahadet etmedi mi?
2540. Zahmetsiz ve sayıya gelmez bir rızık ara da Cebrail sana
cennetten elma getirsin.
Hattâ bahçıvanın lâflarıyla başın ağrımadan ekmek zahmetine
düşmeden cennetin sahibinden rızıklanasın.
Çünkü ekmekteki fayda ve lezzet, Tanrı ihsanıdır. Dilerse sana o
faydalı kabuğu, yani ekmeği vasıta etmeksizin de verir.
Ekmeğin sureti, ekmekteki faydaya, zevk ve lezzete bir sofradır.
Fakat sofrasız ekmek yemek, velînin harcıdır.
Can rızkını senin Davudun olan şeyhin himmeti olmadıkça nasıl olur
da çalışıp çabalamayla elde edebilirsin?
2545. Nefis şeyhle adım attığını, ona uyduğunu görürse zorla sana râm
olur.
Öküz sahibi de Davudun sözünü anlayınca râm oldu.
Şeyh sana dost oldu mu avda aklın, köpek nefse galip olur.
Nefis, yüzlerce hile, Huda sahibi bir ejderhadır. Fakat şeyhin
yüzü, o ejderhanın gözüne karşı tutulan bir zümrüttür.
Öküz sahibini zebun etmek istersen onu eşekler gibi bizle, o tarafa
sür be hoyrat adam!
2550. Nefis, Tanrı velîsine, yaklaşırsa dili yüz arşın kısalır.
Onun yüz dili vardır, her dilinde yüz lûgat, hilesi, riyası
anlatılamaz ki!
Öküz nefsi dâva eden fasih sözler söyledi, yüz binlerce doğru
olmayan delil getirdi.
Bütün şehri kandırdı, yalnız padişahı kandıramadı, o her şeyi bilen
padişahın yolunu vuramadı!
Nefsin sağ elinde tespih ve Kuran vardır ama yerinde de hançer ve
kılıç gizlidir.
2555. Onun mushafına, onun riyasına kanma
kendini onunla sırdaş,
haldaş yapma!
Seni aptes al diye havuzun kenarına getirir de havuza, suyun ta
dibine atıverir!
Akıl, nuranî ve iyi bir hak ve hakikat arayıcısıyken neden zulmanî
nefis ona galip oluyor.
Neden mi? Nefis, kendi evinde, kendi yurdunda
akılsa garip! Köpek
bile kapısında korkunç bir aslan kesilir!..
Hele sabret, aslanlar ormana gitsinler. Bu kör köpekler, o vakit
onlara inanırlar.
2560. Şehirli, nefsin hilesini, tenin düzenini ne bilsin? O ancak
kalbe gelen vahiyle kahredilebilir.
Kim onun cinsiyse ona dost olur. Ancak şeyhin olan Davut müstesna!
Çünkü o varlığını tebdil etmiştir. Tanrı, kimi gönül makamına vâsıl
ederse o kişide ten cinsiyeti kalmaz.
Halk, umumiyetle bu cihan içinde illetlidir. İllet, şüphe yok ki
illete dosttur.
Her aşağılık kişi Davutluk dâvasına kalkışır. Anlamayan kişiler de
ona yapışır.
2565. Ahmak kuş, avcıdan kuş sesi duyar da o tarafa uçar gider.
Davut olmadığı halde Davutluk dâvasına kalkışan, kendi malı olan
şeyle başkasından naklettiği şeyi ayırt edemez, sapıktır o kişi.
Kendine gel de mânevi bir adam bile olsa kaç ondan!
Onun yanında kurtulmuş kişiyle bağlı kişi birdir. Yakına eriştim
diye iddia etse de şüphededir.
Böyle adam, halk yanında zekâdan ibaret bile olsa mademki
kendisinde bu anlayış, bu ayırt ediş yok ahmaktır!
Kendine gel, ondan ceylân, aslandan nasıl kaçarsa öyle kaç! Ey
bilgili yiğit, sakın onun yanına koşma!
İsa
Aleyhisselâmın ahmaklardan dağa kaçması
2570. Meryem oğlu İsa, sanki bir aslan kanını dökmek
istiyormuş da ondan kaçıyormuş gibi bir dağa kaçıyordu.
Birisi, ardından koşup dedi ki: Hayrola
peşinde kimse yok, neden
böyle kuş gibi kaçıyorsun?
İsa, öyle hızlı koşmaktaydı ki acelesinden cevap bile vermedi.
Adam, bir müddet İsanı peşinden koştu, ardını bırakmayıp bağırdı:
Allah rızası için bir an olsun dur. Neden kaçıyorsun. Merak
ettim.
2575. Ardında ne aslan var, ne düşman
ne bir şeyden korkmana lüzum
var, ne bir şeyden ürkmene sebep! O tarafa doğru neden koşuyor, kimden
kaçıyorsun a kerem sahibi?
İsa dedi ki: Bir ahmaktan kaçıyorum. Yürü, benim yolumu kesme,
kendimi kurtarayım!
Adam dedi ki: Körün gözlerini, sağırın kulağına açan Mesih sen
değil misin?
İsa Evet, benim dedi. Adam gayb afsunlarına meva olan.
O afsunu ölüye okuyunca ölüyü, av bulmuş aslan gibi sıçrayıp
dirilten padişah sen değil misin! dedi.
2580. İsa Benim dedi. Adam dedi ki: A güzel yüzlü, topraktan
kuşlar yapan sen değil misin?!
İsa. Evet benim dedi. Adam Peki, öyleyse ey tertemiz ruh,
dilediğini yaparken kimden korkuyorsun?
Âlemde bu kadar mucizelerin varken senin kullarından olmayan kim?
İsa dedi ki: Teni eşsiz örneksiz yaratan, canı ezelden halk eden
Tanrının tertemiz zatına ant olsun
Onun pak zatiyle sıfatları hakkı için
felek bile yenini, yakasını
yırtmış, ona âşık olmuştur.
2585. O afsunu, o İsm-i Âzamı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra
okudum, kulakları duydu.
Taş gibi dağa okudum, yarıldı göbeğine kadar hırkasını yırttı!
Ölüye okudum dirildi. Hiçbir şey olmayan, vücudu bulunmayan şeye
okudum, meydana geldi,bir şey oldu!
Fakat ahmağın gönlüne yüz binlerce kere okudum, fayda vermedi.
Mermer bir kaya kesildi, ona tesir bile etmedi. Âdeta kuma döndü,
ondan bir şey bitmesine imkân yok!
2590. Adam, Tanrı adının köre, sağıra ölüye tesir edip de ahmağa
tesir ermemesinin hikmeti ne?
Onlar da illet, bu da illet... neden onlara tesir ediyor da buna
tesir etmiyor? dedi.
İsa dedi ki. Ahmaklık, Tanrı kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır
değildir, bir iptilâdır.
İptilâ, acınacak bir illettir, ona kul da acır, Tanrı da
fakat
ahmaklık, öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onunla
konuşana da!
Ahmağa vurulan dağ, Tanrı mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkânı
yok!
2595. İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet, nice
kanlar döktü!
Hava,suyu yavaş yavaş çeker, alır ya
ahmak da dininizi böyle
çalar, böyle alır işte.
Kıçının altına taş koymuş adamın harareti nasıl gider, o adam nasıl
soğuk alırsa ahmak da sizden harareti, aşkı iştiyakı çalar, size
soğukluk verir!
İsanın kaçışı korkudan değildi. O zaten emindi, fakat size
öğretmek için kaçmıştı.
Zemheri rüzgârları, âlemi doldursa bile o parlayıp duran güneşe ne
gam?
Sebâlıların ahmaklığı, peygamberlerin nasihatlarının o ahmaklara
tesir etmemesi
2600. Hatırıma Sebalıların hikâyesi geldi. Ahmaklık
yüzünden seher yeli, onlara veba kesilmişti.
Sebâ, çocuklardan duyduğun masallardaki gibi pek büyük bir şehirdi.
Hani çocuklar masal söylerler ya
fakat masallarında nice sırlar,
nice öğütler vardır.
Görünüşte saçma şeyler söylerler ama sen onları masal sanma
sakın
bütün viranelerde define aramaya koyul!
Sebâ şehri, pek büyük, pek azametli bir şehirdi
büyüklüğü bir
tepsiden fazla değil!
2605. Pek ulu, pek geniş, pek uzun, pek kocamandı
bir soğan kadar!
On şehir halkı oraya toplanmıştı; fakat hepsi de yüzleri yıkanmamış
üç kişiden ibaret!
Orada sayısız adam vardı ama hepsi yalnız ölmüş hayvan eti yiyen o
üç ham adam!
Canana ulaşmayan, sevgiliye kavuşmaya çalışmayan can, binlerce bile
olsa yarım tenden ibarettir.
Üç kişinin birisi pek uzakları görürdü, fakat gözü kör; Süleymanı
görmezdi de karıncanın ayağını görürdü!
2610. Öbürü pek keskin işitirdi, fakat sağır! Âdeta bir defineydi.
İçinde yarım arpa kadar bile altın yok!
Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin
etekleri uzun!
Kör dedi ki: İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi
kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.
Sağır Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa
işittim dedi.
Çıplak Benim korkum da şundan: Gelirlerse elbisemin eteğini
keserler! dedi.
2615. Kör dedi ki: İşte bak, yaklaştılar. Hadi onlar gelip çatmadan,
bizi yakalayıp dövmeden, bağlamadan biz kaçalım.
Sağır dedi ki: Hakikaten dostlar, gürültü gittikçe yaklaşıyor,
haydin!
Çıplak, eyvahlar olsun, dedi
gelirlerse tamah ederler, elbisemi
alırlar, ben hiç emin değilim!
Şehri bırakıp çıktılar, koşa koşa bir köye geldiler.
O köyde semiz bir kuş buldular. Kuş pek semizdi, vücudunda zerre
kadar et yoktu, öyle arıktı ki!
2620. Ölmüş bir kuştu, kargaların gagalamasından kemikleri bile
incelmiş, ipliğe dönmüştü.
Aslanların avlarını yemesi gibi o kuşu yediler
üçü de tok filler
gibi semirip şiştiler.
Üçü de üç tane besili, semiz ve büyük file döndüler!
Üç genç de öyle semirdi, öyle şişmanladı ki şişmanlıktan âleme
sığamaz oldular!
Bu kadar şişmanlıkta, bu koskocaman kelleyle, kulakla, bu iri yedi
endamla beraber kapının çatlağından süzülüp geçtiler!
2625. Ölüm de halka görünmez, ölümün yolu da gizlidir. Ölüm de göze
gelmez
acayip bir çıkış yeridir.
İşte bak, kervanlar birbiri ardına ulanmış, o kapının gizli
çatlağından geçip gitmede!
Fakat o çatlağı arasan göremezsen. Pek gizlidir ama ondan bunca
kişileri geçirdiler, gelin evine güvey götürür gibi götürdüler.
Uzaktakini bile gören köle, keskin kulaklı sağır, uzun elbiseli çıplak
Sağır, istektir, dilektir. Bizim ölümümüzü duydu da
kendi ölümünü duymadı, kendi görünüşünü görmedi.
Kör de hırstır. Halkın ayıbını kıldan kıla görür. Taraf taraf
söyler de,
2630. Kör gözü kendi ayıbını zerre kadar göremez, fakat gene de âlemin
ayıbını arar!
Çıplak, elbisesinin eteğini kesecekler diye korkuyor ama çıplak
adamın eteğimi olur ki kessinler!
Dünyaya kapılan da hem müflistir, hem de korkmakta. Halbuki
hırsızlardan hiç de korkmaması lâzım.
Zaten dünyaya çıplak geldi, çıplak gidecek
böyle olduğu halde
hırsızlardan korkusundan yüreği kan olmakta!
Fakat hayattayken bunca feryad ü figan etti ağlayıp sızladıydı ya
ölürken kendiside bu korkusuna şaşar, güler!
2635. O zaman zengin hiçbir pulu olmadığını
zeki, hiçbir hüneri
bulunmadığını anlar.
Hayattaki bu korku, eteğine saksı kırıkları doldurup da kendisini
mal sahibi sanan, onları kaybedeceğinden korkan, onların üstüne
titreyen çocuğun korkusuna benzer.
O saksı kırıklarından bir parçasını bile alsan ağlamaya başlar;
geri verirsen de sevinir, gülmeye koyulur.
Bilgi elbisesini giymedikçe çocuğun ağlamasına da ehemmiyet
verilmez, gülmesi de!
Ahmak da eğreti malı kendisinin sanır da onun üstüne titrer. Hay
aşağılık adam hay!
2640. Uykuda kendisini mal sahibi görür, çuvalını hırsız çalacak diye
korkar!
Fakat kulağı çekildi de uyandı mı kendi korkusuyla kendisi alay
eder.
Bu cihanın aklına, bu âlemin bilgisine sahip olan âlimlerin korkusu
da buna benzer.
Hünerlere, fenlere sahip olan bu akıllılara Tanrı Kuran da
Onlar bir şey bilmezler dedi.
Her biri kendisinde bilgi var zannına kapılır da birisi çalacak
diye korkuya düşer.
2645. Zamanımı alıyorlar der. Halbuki bir fayda, bir kâr elde eden
kişinin zamanı zaten onda yok!
Halk beni işimden, gücümden alıkoydu der ama canı, ta boğazına
kadar işsizliğe, güçsüzlüğe dalmıştır!
Çıplak adam elbisemi sürüyüp duruyorum; eteğimi, onların
pençesinden nasıl kurtaracağım der!
Âlim de, bilgilerin yüz binlerce çeşidini bilirde zalim herif,
kendisini bilmez.
Her cevherin haysiyetini bilir de kendi cevherine gelince bir eşeğe
döner!
2650. Be hey âlim, sen, ben caiz olan şeylerle caiz olmayanları
bilirim dersin ama kendin caiz misin, işe yarar mısın, yoksa bir
kocakarı mısın? Bundan haberin yok!
Bu, yerinde doğru
şu, yerinde değil, eğri
bunu biliyorsun ama sen
doğru musun, eğri mi? Bir de iyice bak!
Her
kumaşın değeri nedir? Biliyorsun da kendi değerini bilmiyorsun. Bu
ahmaklıktır.
Yomlu yıldızlarla yomsuz yıldızları biliyorsun
fakat sen yomlu
musun, yoksa cemcenabet biri misin? Buna bakmıyorsun bile?
Bütün bilgilerin ruhu budur bu
mahşer günü ben kimim, ne hale
geleceğim; demen bunu bilmen gerek!
2655. Din usulünü bildin ama kendi aslın, kendi mayan iyiyse bir de
ona bak, onu bil!
Seni için bu iki usulden kendi aslını bilmen daha iyidir ey ulu
kişi!
Sebâlıların şehirlerinin güzelliği ve onların buna şükretmemeleri
Sebâlıların asılları kötüydü, mayaları pisti. Tanrıya
ulaşma sebeplerinden kaçarlardı.
Tanrı, onlara bunca matah, bunca bağ, bunca bostan vermiş,
sağlarından, solarından onlara zevk ve huzur için bunca nimetler ihsan
etmişti.
Ağaçlardan dökülen meyvelerin bolluğundan yol daralır, geçenler,
geçemez olurlardı.
2660. Yerlere dökülen meyveler, yolu kapar, yolcu, nereden geçeyim
diye şaşırır kalırdı.
Birisi, başına bir sepet alıp ağaçlıklardan geçse sepet silkmeden
meyvelerle dolardı.
Meyveleri kimse silkmez, düşürmez, meyveler, rüzgârla düşer,
nicelerin etekleri, meyvelerle dolar, boşalırdı.
Meyve hevenkleri, dallardan aşağılara kadar sarkar, gelip
geçenlerin başlarına, yüzlerine sürtünürdü.
Külhan hizmetinde çalışan aşağılık bir adam bile o kadar zengindi
ki altın kemer kuşanırdı.
2665. Köpek, ekmekleri ayağıyla çiğner, ezerdi
kurt, yiyecek
bolluğundan imtilâ illetine tutulmuştu.
Şehir de hırsızdan kurttan emindi, köy de. Keçi bile, büyük büyük
kurtlardan korkmaz olmuştu.
Onların günden güne artan nimetlerini, onların nail oldukları
şeyleri anlatsam,
Mühim sözler geri kalır. Peygamberler, bunlara Doğru olun,
doğruluk yapın! demişti!
Sebâlılara nasihat için peygamber gelmesi, Peygamberlerden mucize
istemeleri
Oraya tam on üç peygamber gelmiş, sapıklara yol
göstermiş istemişlerdi.
2670 . Nimetleriniz çoğalıp durmakta, fakat şükür nerede? Şükrü
merkebi yatıp uyusa bile siz onu uyandırın, kaldırın!
Nimet verene şükretmek aklen de lâzım. Şükretmeyen, kendisine ebedî
hışım kapısını açar.
Kendinize gelin de şu kereme bakın! Bir şükre bedel bu kadar nimeti
kim verir?
Tanrı insana baş verir, şükür için de bir secde ister
ayak
bağışlar şükür için bir oturma diler dediler.
Sebâlılar dediler ki: Bizim şükretme kabiliyetimizi Şeytan aldı
götürdü! Şükürden de usandık, nimetten de.
2675. Bu nimetlerden bize öyle usanç geldi ki ne ibadet hoşumuza
gidiyor, ne kabahat!
Nimetleri de istemiyoruz, bahçeleri de
zevk sebeplerini de
dilemiyoruz, safa vesilelerini de!
Peygamberler dediler ki: Gönülde bir illet yüzünden insan,
doğruyu anlamaz, sapıtır.
O yüzden nimetler, umumiyetle illet olur. Hastalıkta yenen yemek
insana hiç kuvvet verir mi?
Ey inatçı, önüne nice güzelim nimetler geldi de hepsi kötüleşti,
sâf olanlar bile bulandı gitti!
2680. Bu güzelliklerin düşmanı sensin
neye elini vurdunsa kötü oldu.
Senin dostun; senin âşinan olan, sence hor, hakir sayıldı.
Sana yabancı olan, seninle uzlaştı. Sence o büyük ve yüce oldu.
Bu da o, hastalığın tesirinden
O illetin zehri bütün canlara
sirayet eder.
O illeti derhal geçirmeye çalışmak gerek. O illet durdukça şeker
bile zehir kesilir.
2685. Her güzel ve tatlı şey, insana kötü ve acı gelir. İnsan Âbıhayat
içse ateş sanır.
O huy, ölüm kimyasıdır, dert kimyasıdır. Sen de o huy var mı?
Nihayet hayatın bile o yüzden ölüm olur!
O huy, sendeyken gönlü dirilten gıda bile senin vücudunda kokar,
leş kesilir.
Nâz- u naimle avlanan nice aziz kişiler vardır ki sana av olsalar
sence bayağı görünürler.
Bir akıl, gararsız, maksatsız başka bir akılla bağdaşırsa sevgi,
gün gittikçe artar.
2690. Fakat nefis, aşağılık bir nefisle tanışır, dost olursa şüphesiz
olarak bil ki bu dostluk, zaman geçtikçe azalır.
Çünkü nefsin daima bir illet, bir maksat etrafında döner, dolaşır
dostluğu, bilişiği de çabucacık bozar!
Yarın dostunun senden nefret etmesini istemiyorsan bir akıllıysa
dost ol, akla yâr ol!
Nefis zehirleriyle hastalanmış, hastalığa tutulmuşsan eline ne
alır, elini nereye atar, neye sahip olursan hastalığa alet olur, onu
da berbat edersin!
Eline mücevher alsan, taş olur, gönül sevgisine yapışsan savaş
olur.
2695. Kimse tarafından söylenmemiş, kimse tarafından dokunulmamış
bâkir ve lâtif ir nükte duysan anlayınca sence zevksiz ve kötü bir hal
alır.
Ben bunu çok duydum, dinledim
eskidi bu artık. Ey yiğit, sen,
bundan başka bir şey söyle dersin.
Hattâ yepyeni ve söylenmemiş bir nükte duyduğunu farzet, yarın ona
da doyar, ondan da nefret edersin.
Sen sendeki illeti gider
illet geçti mi, sence her eskimiş,
söylenmiş söz, yeni olur.
O eski söz, yepyeni dallar, budaklar verir, yüzlerce meyve
hevenkleri bitirir, yetiştirir!
2700. Biz böyle hekimleriz, öyle Tanrı şakirtleriyiz ki bahrimuhit
bile bizi gördü de yarıldı.
Biz başkayız; insanın hastalığını, nabzına bakarak anlayan hekimler
başka!
Biz gönüle vasıtasız bakarız, bizim görüşümüz, anlayışımız yüzünden
pek yücedir.
Onlar, insanı gıdalarla, meyvelerle doyuran kuvvetlendiren
doktorlardır
hayvanî can, onların tedavisiyle kuvvet bulur, yaşar.
Bizse iş ve söz doktorlarıyız. Bize ululuk nurunun ışığı ilham
vermektedir.
2705. Meselâ bu çeşit bir iş sana faydalıdır, öbürünün yolunu keser.
Bu çeşit bir söz sana faydalıdır, başka çeşit bir sözse seni
yaralar!
O doktorlar, hastanın sidiğine bakar, hastalığını öyle anlar
bizim
delilimizse ulu Tanrının vahyidir, hastalığı vahiyle anlarız.
Kimseden ücret istemeyiz, ücretimiz, noksanlardan ari olan
Tanrıdan gelir.
İlleti unulmaz hastalara sâlâ, ilâcımız, hastalara birebirdir.
Peygamberlerden mucize istemeleri
2710. Sebâlılar, Ey dâvaya girişenler, doktorluğu
bildiğinize, bize fayda vereceğinize deliliniz nerede,
Siz de bizim gibi uyku uyumakta, siz de bizim gibi yemek
yemektesiniz. Köylerde, şehirlerde bizim gibi oturup duruyorsunuz.
Bu su, toprak tuzağındayken nasıl olur da gönül simurgunu
avlayabilirsiniz?
Fakat mevki ve reislik sevdası, sizi peygamberlik dâvasına salmış,
bu yüzden kendinizi peygamber sanıyorsunuz.
Bu çeşit lâflara, bu çeşit yalanlara kulak bile asmak istemeyiz,
ayran kâsesine düşmek dilemeyiz. dediler.
2715. Peygamberler dediler ki: Bu da o illetten, körlüğünüzden,
söylediğimiz sözlerin hakikatini göremiyorsunuz.
Dâvamızı duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz.
Elimizdeki bu mücevher, halka bir imtihandır. Onu gözlerin önünde
dolandırıp durmaktayız.
Kim, nerede mücevher? derse bu sözü, körlüğüne, mücevherleri
görmediğine şahittir.
Güneş söze gelse de Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.
2720. Dese, sen de, A güneş, şahidin nerede? desen güneş Kör
herif, Tanrıdan kendine göz iste!
Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam
bir delildir.
Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı
sanıyorsan,
Sus, bir şey söyleme de kör olduğunu meydana vurma, Tanrı ihsanını
bekle! der.
Gündüzün Gündüz nerede demek kendi kendini rezil etmektir a
gündüz arayan!
2725. Sabır ve sükût, Tanrı rahmetine sebep olur. Bu araştırmaysa
hastalık nişanesidir.
Susun, dinleyin emrini canla, başla kabul et de sevgilinin
mükâfatına eriş, rahmetine nail ol.
Ey terbiyeli, edepli kişi, illetinin yeniden tazelenmesini
istemiyorsan bu doktorun önünde paranı da çıkar, yere koy; başını da
secdeye indir.
Fazla sözü sat da can, mevki ve para pul bağışlamayı satın al.
Bu suretle de Tanrı seni övsün, rütbene gök bile haset etsin.
2730. Doktorların rızasını elde ederseniz kendinizi görür, halinizi
bilir, ayıplarınızı anlar, kendi kendinizden utanırsınız.
Bu körlüğü defetmek halkın elinde değildir; bu, doktorlara Tanrı
tarafından lûtfedilmiş bir hidayettir.
Bu doktorlara candan kul olun da miskle, amberle dolun!
Halkın
peygamberleri itham etmesi
Onlarsa, bunların hepsi riyadan, hileden ibaret
dediler; nasıl olur da Tanrı falanı, filanı kendisine vekil eder?
Padişah elçisinin padişah cinsinden olması lâzım. Suyla toprak
nerede, gökleri yaratan nerede,
2735. Kafamızda eşek beyni mi var ki sizin gibi bir sineği hüma
kuşuyla bir tutalım?
Hüma nerede, sinek nerede? Toprak nerede, Tanrı nerede? Gökteki
güneşle zerrenin ne münasebeti var?
Bu münasebet, bu alâka, hiç akıllı adamın kabul edeceği şey mi?
Tavşanların, Ben ayın elçisiyim; ay, bu çeşmeden vazgeç diyor
demesi için bir tavşanı elçi olarak file göndermeleri bu
hikâyenin
tamamı Kelile kitabında vardır -
Bu, bir tavşanın Ben ayın elçisiyim, onunla eşim
demesine benzer.
Bütün av hayvanları, fil sürüsünün yüzünden suyu güzel kaynağa
gidemez olmuşlardı.
2740. Hepsi de korkularından oraya yanaşamıyorlardı. Güçleri,
kuvvetleri yoktu, bir düzen düzdüler.
Bir ihtiyar tavşan, ayın ilk gecesi dağın tepesine çıkıp bağırdı:
Ey fil padişahı, ayın on dördüncü gecesi gel de kaynağa bak,
sözümün doğruluğunu gör!
Ben elçiyim, elçiye zeval yok
ona ne kızılır, sövülür, ne hapse
atılır.
Ay diyor ki : Filler, buradan gidin, kaynak bizimdir, dağılın
buradan!
2745. Yoksa sizin gözünüzü kör ederim. Ben, onun sözünü söyledim,
boynumdan vebali attım.
Bu kaynağı bırakıp gidin de ayın kılıncından emin olun.
Sözümün doğruluğuna nişan de şu: Filler, su içmek için kaynağa
geldiler mi ay harekete gelir.
Fil padişahı, filân gece gel de kaynakta bu dediğimi gör!
Ayın yedisi, sekizi olunca fil padişahı su içmek için kaynağa
geldi.
2750. O gece vakti hortumunu suya salınca su harekete geldi, ay da
hareket etti.
Fil, suyun içinde ayın titrediğini, harekete geldiğini görünce
tavşanın sözüne inandı.
Fakat Filler, biz o ahmak fillerden değiliz ki ayın hareketi bizi
korkutsun dedi.
Peygamberlerse Ah akılsız adamlar ah, size canla, başla
verdiğimiz nasihatler, sizin bağınızı kuvvetlendirdi. Vah yazıklar
olsun vah! dediler.
Onların kınamasına Peygamberlerin cevap vermeleri ve misal
getirmeleri
Ne yazık
derdinize verilen ilâç, can alıca kahır
zehir kesildi.
2755. Bir göze Tanrı, hışım perdesini salınca mum bile aydınlatmaz,
karanlığını çoğaltır.
Sizden ne reisliği arayacak, ne gibi bir ululuk isteyeceğiz? Bizim
ululuğumuz göklerden bile üstün!
İncilerle dolu olan deniz, gemiden ne şeref bulabilir? Hele o gemi,
fışkıyla dolu olursa!
Yazıklar olsun ki o bozarmış kör göze güneş bile bir zerre göründü.
İblisin gözü, eşsiz, örneksiz Âdemi topraktan başka bir şey
görmedi.
2760. O iblise lâyık göz, yurdu olan yerden baktı, kendisine lâyık
görüşle gördü de sahibine Âdemin baharını kış gösterdi.
Nice devletler vardır ki bazan devletsiz kişiye isabet eder de mal
olmaz, geri döner!
Nice sevgili vardır ki bir bahtsızın yanına gelir de o, sevgiliyi
tanımaz, onunla aşk oyununu oynamaya girişmez.
Gözü yanıltan da bizim ezelî nasipsizliğimiz. Kalbi çeviren de kötü
kaza ve kader!
Taştan yontulup yapılan put, size kıble olduğundan lânetin,
körlüğün gölgesine sığındınız, orada yurt edindiniz.
2765. Zannınızca taştan yapılma putlarınız Tanrıya eş oluyor da
akılaı can nasıl Tanrı sırrına sahip olmuyor?
Demek ki bir ölü sinek Tanrıya eş oluyor sizce
peki, o halde diri
olan insan neden o padişahlar padişahına sırdaş olmasın?
Yoksa ölü sineğe benzeyen put, sizin tarafınızdan yapıldığı için mi
Tanrıya eş olmaya lâyık? Diri insan, Tanrı mahlûku olduğundan mı
Tanrı sırrın mahrem olamıyor?
Siz, kendinize, kendi sanatınıza âşıksınız. Yılanların kuyruklarına
lâyık olan elbette yılan başıdır.
Ne o kuyrukta bir devlet, bir nimet vardır, ne o başta bir rahat,
bir lezzet!
2770. Yılanın kuyruğu, başının etrafında dönüp dolaşır, kıvrılıp
düzelir. Kuyruk ve baş
o iki dost birbirine tam lâyıktır, tam
münasiptir!
İlâhi nâmeyi bir güzelce dinlesen görürsün; Hâkim-i Gaznevî öyle
der:
Takdirin hükmüne itiraz edip de boş boğazlıkta bulunma. Tavşana
tavşan kulağı münasiptir.
Uzuvlarla bedenler tam uygundur
huylarla canlar, tam birbirine
denktir.
Ruha münasip olan her vasfı, şüphe yok ki tam yerli yerinde, tam
uygun olarak halk eden Tanrıdır.
2775. Tanrı, madem ki huyu, cana uygun ve eş olarak yarattı, o halde
onu gözle kaş gibi yerinde ve birbirine münasip bil!
Güzeldeki huylar da uygun ve yerinde, çirkindeki huylar da.
Tanrının yazdığı harfler birbirine tam münasip!
Ey Hasancık, yazı yazanın elindeki kalem gibi gözle gönül de
Tanrının iki parmağı arasında!
Gönül kalemi, lûtuf ve kahır parmakları arasında gâh sıkıntıya
düşer, gâh feraha çıkar.
Ey kalem, ululuğa lâyıksan kimin parmakları arasındasın, bak da
gör!
2780. Senin bütün kastin, bütün hareketin bu parmaklardan meydana
geliyor. Başın, dört yol ağzında; kahrın, lûtfun, doğru yolla
sapıklığın birleştiği yeridir.
Bu halden hale giriş harflerin, onun yazıp bozmasından meydana
gelmekte
bir işe niyetin, yahut bir şeyden vazgeçmen de onun
iradesiyle, onun takdiriyle!
Niyazdan, yalvarıp yakarmadan başka yol yok
bu değişmeyi, bu
halden hale girmeyi her kalem bilmez.
Bilsen bile kendi miktarınca, kendi haddince bilir
iyi de kendi
kadrini izhar eder, kötüde de!
Sebâlılar, tavşanla fil hikâyesini misal getirmeye kalkıştılar ama
ezelî sırrı hilelerle karıştırmaya yeltendiler.
Herkes, misâl getiremez, hele bu misâl, Tanrı işine ait olursa
2785. Bu misalleri düzüp koşmak, o tertemiz tapıya
affetmeye kalkışmak sizin haddiniz mi,
Misal getirmek, Tanrının, bir de onun gizli ve aşikâr bilgisine
bir delil olan kişinin hakkıdır.
Sen herhangi bir şeyin sırrını ne bilirin? Kafan kel iken saça,
yüze ait nasıl misal getirebilirsin?
Musa bile sopayı, alelâde bir sopa gördü ama değildi ki
o, bir
ejderhaydı; sırrı, dudağını açtı da hakikatini söyledi.
Öyle bir padişah bile bir sopanın sırrını bilemezse sen, bu tuzakla
tanelerin sırrını ne bileceksin?
2790. Musanın gözü bile misal hususunda yanılırsa bir fare nasıl olur
da hakikate ulaşmaya yol bulur.
O misa,l bir ejderha kesilir de cevabıyla seni paramparça eder!
İblis de bu misali getirdi de kıyamete kadar melûn oldu.
Karun da inat etti, bu misali getirdi de tacıyla, tahtıyla yere
geçti.
Sen bu getirdiğin misali kuzgun ve baykuş bil
onların yüzünden
yüzlerce ev bark yıkıldı, yerle yeksan oldu!
Nuh,
gemi yaparken kavminin misaller getirerek alay etmesi
2795. Nuh ovada gemi yaparken yüzlerce kişi başına
üşüşüp misal getirerek alaya kalkıştılar.
Kuyu bile bulunmayan bir ovada gemi yapıyor, bu ne bilgisiz
aptal! dediler.
Biri diyordu ki. Gemi, hadi yürü koş! Öbürü diyordu ki: Bu
gemiye bir de kanat tak!
Nuh da Ben, bunu Tanrı emriyle yapıyorum, bu alaylarla işime
kesat gelmez demekteydi.
Bir
hırsıza Gece yarısı bu duvar dibinde ne yapıyorsun? demeleri,
hırsızın Davul çalıyorum demesi
Şu hikâyeyi dinle de bak! Hırsızlığa alışmış herifin
biri bir gece bir duvarın dibini delmekteydi.
2800. Hasta ev sahibi, gece yarısı yavaş, yavaş bir tak taktır duydu.
AÇIKLAMALAR ( Beyitler
2101 - 2800 )
B. 2101. "İnananlara da,
gözlerinizi sımsıkı yumun, kötü bakmayın.." (Sure 24, Nur, âyet 30).
B. 2122. Namazların ikinci
ve son rekâtlarından sonra diz üstü oturulur ve Tanrı övülür,
birliği ve H.Muhammed'in hak peygamber olduğu söylenir, buna Tahiyyat
derler.
B. 2152. Arş, göklerin en
yücesi, ferş, yani döşeme de ona nispetle bu yeryüzüdür.
B. 2155. Rükû, namazda
ellerini diz kapaklarına götürüp kavrayarak belini düz bir surette
eğmektir.
B. 2158-2159. Namazda
avuçlar, dizler, ayakların baş parmakları yere gelmek şartıyla alnı
yere koymaya "secde-sücud" derler.
B. 2165-2175. Tahiyyattan
sonra baş sağa ve sola çevrilip selâm verilmekle namaz biter.
B. 2183. Tanrı'ya,
Peygambere, yahut Tanrı buyruklarından birine inanmayan kâfirdir, dine
kendiliğinden bir şey katana, dini bozana da mülhit derler.
B. 2184. Filân işim olursa
şu kadar namaz kılayım, şu kadar gün oruç tutayım, fukaraya şu kadar
para vereyim... gibi o işin olması için Tanrı'ya bir şey vadetmeye
adak, adak adamak (Nezir) derler. Evliyaya, türbelere mum yakmak ve
saire gibi dinde olmayan adaklar da adanagelmiştir.
B. 2401. H. Muhammed'in
"Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadınlar, namaz.
Namazda gözüm nurlanır, namaz, gözümün nurudur" diye rivayet
edilmiştir (Feyz-al Kadir, III, 370).
B. 2461-2462. Kur'anın 36
inci suresi olan Yâsin'de kıyamette ellerin, ayakların yaptıkları
şeyleri söyleyecekleri anlatılmaktadır (âyet 65).
B. 2495. Davut Peygamber'in
sapan taşıyla Câlût adlı bir kahramanı öldürdüğü Tevrat ve Kur'anda
hikâye edilir (Mülûk-i evvel, Bap 17, Sure 2, Bakara, âyet 248-251).
B. 2777. "Hasancık" sözüyle
Çelebi Husameddin'e hitap ediyorlar.
|