Dama
çıkıp aşağıya eğildi, hırsızı görüp Baba, ne yapıyorsun?
Hayırdır, inşallah
gece yarısı ne ediyorsun, kim sen dedi.
Hırsız Davulcuyum azizimdiye cevap verdi.
Adam Peki, burada ne yapıyorsun? deyince hırsız Davul
çalıyorum dedi. Ev sahibi dedi ki: Be adam, davul sesi hani?
Hırsız Dur hele, sesini yarın duyarsın eyvahlar olsun! dediğin
zaman kulağına dank eder!
2805. Kelîle de ki o hikâye de yalan, saçma, düzme
fakat o saçma
hikâyenin ne demek olduğunu, o hikâyenin maksadının anlamadın ki!
Münkirlerin söyledikleri tavşanın aya elçilik ederek file
haber
getirmesi hikâyesinin hakikatı
A herzevekil, o tavşanın hakikati Şeytandır. Senin
nefsine elçi olarak geldi de,
Ahmak nefsini, Hızırın içtiği Âbıhayattan mahrum eti.
Sen onun mânasını ters anladın. Küfür söyledin, azabına hazırlan!
Arı duru suda ayın hareketini, bununla tavşanın filleri
korkuttuğunu anlattın.
2810.
Tavşan hikâyesini, fili, suyu, ayın hareketinden
fillerin korkmasını söyledin.
Fakat ey ham körler, bu ay, halkı da, halkın ileri gelenlerini de
zebun etmiş olan aya nasıl benzer ki?
Ay nerede, güneş nerede, gök nerede akıllar nerede, nefisler
nerede, melek nerede?
Hattâ güneşin güneşi nerede?
Nasıl söylerim bu sözü, uykuda mıyım, sayıklıyor muyum?
Ey yol sapıtmış kişiler, padişahların hışmı yüz binlerce şehri
harap etmiştir.
2815. Dağlar bile, onların hışmından yarılır, yüzlerce parça olur
güneş biel, onların etrafında döner, onları tavaf eder.
Erlerin hışmı, bulutu kurutur, gönüllerinin kızgınlığı âlemleri
yakar, yıkar.
Ey kefensiz adamcıklar, ey yıkanmamış ölücükle,. Lût
Peygamberin şehri nasıl yere battı, na hale geldi? Bakın da görün!
Fil de kim oluyor ki? Üç tane kuşcağız, o fillerin kemiklerini
kırdı.
Kuşların en zayıfı Ebabil olduğu halde filleri, bir daha
yamanmalarına imkân bulunmayacak bir tarzda yırttı, parçaladı.
2820.
Nuh tufanını duymayan, yahut Firavunla Musanın
savaşını işitmeyen var mı?
Ruh gibi olan Musa, onları mağlup etti, sulara boğdu; su da bunları
zerre, zerre parçaladı.
Semud kavminin ahvalini, kasırganın âd kavmini mahvettiğini
duymayan var mı?
Bir defacık olsun gözünü aç da gör:
Savaşta filleri yıkıp öldürdüğü halde,
Bu derecede kuvvetli filler, bu kadar zâlim padişahlar bile gönül
hışmına uğramışlar, taşlanıp durmaktadırlar.
2825. Ebedîyen zulmetten zulmete gidiyorlar
Ne yardım eden var, ne
imdatlarına yetişen!
İyi adla kötü adı duymadınız mı yoksa? Hakikati herkes gördü de siz
görmediniz mi yoksa,
Görülmüş şeyi görülmemiş sanırsınız,
meydanda olan şeyleri bile görmezsiniz ama ölüm,
gözlerinizi adamakıllı açacak elbet.
Tut ki âlem, güneşle, nurla dopdolu
sen, kör gibi karanlıklara
gittikten sonra elbette ondan uzakta kalırsın, mahrum olursun!
O kerem sahibi aya pencereni kapatırsan o ulu nurdan elbette
nasibin olmaz!
2830.
Sen köşkten çıkmış, kuyuya girmişsin. Bu geniş
âlemlerin ne günahı var?
Kurt huylarıyla huylanmış olan ruh, Yusufun yüzünü nasıl
görebilir, söyle!
Davudun sesi dağlara, taşlara ulaştı da yine o taş yüreklilerin
kulaklarına girmed!..
Her an akla, insafa aferin! Doğrusunu Tanrı bilir ya!
Ey Sebâlılar, peygamberleri tasdik edin, Tanrıya olan ruhu tasdik
edin!
2835.
Tasdik edin; onlar doğmuş güneşlerdir
onlar sizi
kıyametin azaplarından kurtarırlar.
Tasdik edin; onlar kıyamet kopmadan önce, oraya varmanızdan evvel
sizi de nurlandıran, âlemi de nurlandıran aydın dolunaydır.
Tasdik edin; onlar karanlıkları aydınlatan ışıklardır
ulu tutun,
ağırlayın
onlar, rica ve niyaz anahtarlarıdır.
Hayrınızdan başka bir şey dilemeyenleri tasdik edin
kendinizden
başka kimseyi azdırmayın, kimseye tecavüz etmeyin!
Bırak bu Arapçayı, Farsça konuşalım. Ey sudan topraktan ibaret
insan, o Türkün Hindusu ol (o güzelin yanağına bi siyah ben kesil!)
2840. Kendinize gelin de padişahların seslerini duyun. Onlara gökler
bile inandılar, gökler bile.
İhtiyat ve ihtiyatlı adam
Önce gelenlerin hallerine bakın, yahut sonradan
gelenlerin tarafına doğru ihtiyatla uçun!
İhtiyat nedir? İki tedbir arasında tereddüde düşmeyip hangisi seni
sürçtürmeyecekse onu yapmaktır.
Birisi, Bu yedi günlük yolda hiç su yoktur. Bütün yol ayakları
yakıp kavuran kumluk dese,
Öbürü de Yalan
yürü de bak, her gece bir akan kaynak görürsün
dese,
2845.
İhtiyat kokudan kurtulmak ve doğruya ulaşmak için
yanına su alıp yola düşmendir.
Yoksa su varsa, yanına aldığın suyu dök
fakat ya yoksa
o vakit
vay susuz yola düşenin haline!
Ey halife oğulları, insaf edin de kıyamet günü için ihtiyatlı
davranın!
O düşman yok mu, o düşman? Sizin atanıza da kin güttü de onu
İliyyinden zindana attırdı.
Gönül satrancının şahını bile mat etti de cennetten
çıkarttı, belâlara uğrattı, maskara etti.
2850. Güreşte onu yere yıkmak, yüzünü saratmak için onunla savaşa
girişti, ona ne oyunlar oynadı.
Öyle bir pehlivana bile böyle oyunlar yapan düşmanı sakının,
ehemmiyetsiz görmeyin!
O hasetçi, bizim anamızın, babamızın tacını tahtını
bile el çabukluğuyla kapıverdi;
Onları, oracıkta, çırılçıplak, ağlayıp inler bir halde hor hakir
bırakıverdi. Âdem, yıllarca zarı zarı ağladı.
Neden âsiler defterine kaydedildim diye öyle bir ağladı ki göz
yaşlarının aktığı yerlerde nebatlar bitti!
2855.
Bir bak da hilebazlığını anla
öyle bir ulu bile, onun
hilesi yüzünden saçını, saklını yoldu.
Ey balçığa tapanlar, onun şerrinden amanın aman
onun kafasına Lâ
havle kılıcını vurmaya bakın!
Pusudan sizi görüp durur, fakat siz onu görmezsiniz, gaflet etmeyin
sakın!
Avcı, daima taneler saçar
saçtığı taneler görünür de yapacağı
kötülük görünmez.
Nerede tane görürsen sakın oradan. Sakın da tuzağa
düşme, kolun, kanadın bağlanmasın!
2860. Taneyi bırakan kuş, o hilesiz, düzensiz ovanın tanelerini yer,
doyar.
Ona kani olduğundan uzaktan kurtulur; hiçbir tuzağa düşmez; kolu
kanadı bağlanmaz.
Hırs yüzünden havasına uyan ve ihtiyatı bırakan kuşun âkibeti
Bir kuş, bir duvarın üstüne kondu, tuzaktaki taneleri
gördü.
Bir ovaya bakıyordu, gönlü orasını çekmekteydi; bir de tanelere
bakıyordu, hırsı kendisini oraya sürüklemekteydi.
Bu iki istek arasında çırpındı, durdu
nihayet aklı başından gitti;
tanelere tamah etti, uzağa düştü!
2865. Başka bir kuş da bu tereddüdü bıraktı, tanelere meyletmedi,
sahraya uçup gitti.
Neşeli bir surette kol kanat açtı; ne mutlu ona! Bütün hürlerin
ulusu, başı oldu.
Onu kendisine baş yapan da kurtuldu, emniyet makamına
ulaştı.
Çünkü bu kuşun gönlü, ihtiyata riayet edenlerin padişahı kesildi de
konağı, güllükler, çimenlikler dolu!
O ihtiyatından razı, ihtiyatı ondan memnun
işte sen de tedbirde
bulunacaksan böyle bir tedbirde bulun, bu işe sarılacaksan böyle bir
işe sarıl!
2870.
Nice defalar hırs tuzağına düştün, boğazını kesilmeye
teslim ettin!
Tövbeler kabul eden Tanrı, yine seni azad etti, tövbeni kabul
ederek seni neşelendirdi.
Tövbenizi bozar, kötülüğe başlarsanız biz de tekrar size azap
ederiz. Biz yapılan işlere uygun karşılıkları çift ettik dedi.
Bir kadının kocasını, yahut bir kocanın karısını alıp
bir yere götürsen eşi de koşa koşa mutlaka onun yanına gelir.
Bu yapılan işleri de eserleriyle çift yarattık
bir amelde bulundun
mu mutlaka eşi de zuhur eder.
2875. Birisi gelip bir karının kocasını esir ederek götürse karısı,
kocasını araya araya çıkagelir.
Sen de bir kere daha bu tuzağa geldin, bir kere daha
tövbenin gözüne toprak serptin!
Tövbeleri kabul eden, suçluları yargılayan Tanrı, tekrar o düğümü
çözdü de Kendine gel
bu tarafa yüz tutma dedi.
Fakat tekrar unutkanlık pervanesi geldi, canınızı ateşe doğru
sürükledi!
Ey pervane, öyle çok unutkan olma, öyle pek şüpheye
düşme
yanan kanadına bak bir kere!
2880. Ateşten kurtuldun mu bu kurtuluşun şükrü, bir daha tane olan
yere hiç uğramamandır.
Uğrama da şükrettikçe Tanrı sana tuzaksız, düşman korkusundan uzak
bir nimet ihsan etsin.
Tanrının sizi azat etmesine karşılık şükretmeniz,
Tanrı nimetini anmanız gerek.
Nice zahmetlere, nice belâlara düştün de Yarabbi, beni bu
tuzaktan kurtar
Sana itaat edeyim, ibadetlerde bulunayım, Şeytanın gözüne toprak
serpeyim dedi.
Köpeklerin, her kış mevsimi Yaz gelince kışın barınmak için
kendimize
bir ev kuralım diye ahdetmeleri
2885.
Kış geldi mi köpek ezilir, büzülür. Kışın soğuğu onu
perişan bir hale kor.
Kışa dayanamıyorum sağ olursam taştan bir ev kurmam lazım.
Yaz gelince dişimle tırnağımla çalışıp çabalayayım, kışın barınmak
için bir taş ev kurayım der.
Fakat yaz gelip de ısındı mı kellesi, kemiği yerine geldi mi,
ilikleri, kemikleri kızışıp derisi gerildi mi,
Kendisini koskocaman görür de İyi ama ben hangi eve sığarım ki?
der.
2890.
İrileşir, ayağını çeker
tembel tembel, karnı tok sırtı
pek, kendisine güvenmiş bir halde bir gölgeye çekilir.
Gönlü Bir ev kur derse de o, Söyle be yahu, ben nasıl olur da
bir eve sığarım ki? diye cevap verir.
Sen de bir belâya, bir musibete düştün mü büzülürsün, hırs
kemiklerin bitişir; küçülür, kalırsın.
Tövbeden bir ev kurayım, kışın o evceğizde barınayım dersin.
Fakat dertten kurtuldun da hırsın büyüdü mü köpek gibi
ev sevdası geçer gider.
2895. Nimete şükretmek, nimetten daha hoştur. Şükreden kişi, hiç
şükretmeyi bırakır da nimet sevdasına düşer mi?
Şükür, nimetin canıdır, nimetse deriye benzer. Çünkü seni sevgiliye
kadar ulaştıran şükürdür.
Nimet, insana gaflet verir, şükürse uyandırır.
Padişahın şükür tuzağıyla nimet avlamaya gör!
Şükür nimeti, gözünü doyurur, seni bey yapar. Bu suretle de
yoksullara yüzlerce nimet bağışlarsın.
Tanrı yemeğinden ye, doy da senden oburluk, tamah ve şuna buna
ihtiyacını arz etme illeti geçsin.
Münkirlerin, Peygamberleri nasihatten menetmeleri ve Cebriler gibi
delil getirmeleri
2900.
Onlar dediler ki: A öğütçüler, iyi söylüyorsunuz ama
bu köyde adam olsa!
Tanrı, bizim gönlümüzü kilitledi, kimse Tanrıdan ileri geçemez ki.
Her şeyi düzüp koşan Tanrı, bizi de böyle düzdü koştu. Kimse bu
dedikoduyla kaderimizi değiştiremez.
Taşa istersen tam yüzyıl boyuna lâl olsana de
eskiye tam yüzyıl
yenilen diye söyle dur.
Toprağa yüzyıl su gibi arı duru ol desen, suya bal ol,
süt kesil desen ne fayda!
2905. Gökleri ve göklerdeki şeyleri yaratan
suyu, toprağı ve
topraktakileri halk eden Tanrı,
Göğe dönmeyi takdir etmiş, onu sâf bir hale getirtmiş
suyla
toprağa da bulanıklık vermiştir.
Gayri nasıl olur da gökyüzü bulanır, suyla balçık durulur?
Tanrı, hepsine bir şey takdir etmiştir. Bir dağ, çalışmakla saman
çöpü olur mu hiç?
Cebrîlerin Peygamberlerin cevabı
Peygamberler dediler ki: Evet
Tanrı, çekinip
kurtulmaya imkan bulunmayan sıfatlar yaratmıştır.
2910. Fakat ârızi sıfatlar da yarattı ki onları terk etmek mümkündür;
herkesin nefretini kazanan kişi, o sıfatları terk eder, huylarından
vazgeçerse herkesin sevgisini kazanır, herkes ondan razı olur.
Taşa altın ol demek beyhudedir ama bakıra altın ol
dersen yeri var; bakır pekâlâ altın olabilir.
Kuma toprak ol dersen âcizdir, toprak olamaz. Fakat toprağa balçık
ol desen bu söz yerindedir, toprak, balçık olabilir.
Tanrı, insana topallık, yassı,burunluluk, körlük gibi çaresiz
illetler vermiştir ama,
Ağız, yüz çarpıklığı, yahut baş ağrısı gibi bazı illetler de
vermiştir ki bunlara çare vardır.
2915.
Tanrı bu ilâçları, insanlara iyilik vermek için
yarattı. Dertler, devalar saçma değil ya!
Hattâ dertlerin çoğunun devası, çaresi vardır. Adamakıllı aradın,
üstüne düştün mü ele geçer!
Kâfirlerin tekrar Cebrîce deliller getirmeleri
Onlarsa Bu, bizim derdimiz, deva kabul eder dert
değil.
Siz yıllarca öğütler verdiniz, afsunlar okudunuz. Bizim de her
lâhza derdimiz arttı, bağımız kuvvetlendi.
Eğer bu hastalık, iyileşecek bir hastalık olsaydı nihayet bir
zerresi olsun geçerdi.
2920. İnsan susuzluk hastalığına uğrarsa içtiği su, ciğere gitmez
denizi içse başka bir yere gider.
Nihayet el ayak şişer... su içmek, susuzluğu bir türlü geçirmez
dediler.
Peygamberlerin, tekrar onlara cevap vermeleri
Peygamberler dediler ki: Ümitsizliğe düşmek kötüdür.
Tanrının ihsan ve rahmetlerine son yoktur.
Böyle bir ihsan sahibinden ümit kesmek hiç de yaraşmaz. Bu rahmete
el atın, yapışın!
Nice işler vardır ki ilk önce güç görünür de sonradan kolaylaşır, o
güçlük geçer gider.
2925.
Ümitsizlikten sonra nice ümitler var
karanlığın
ardında nice güneşler var!
Esasen tutalım yürekleriniz taş kesildi, kulağınıza, gönlünüze
kilitler vuruldu.
Sözümüzü kabul edecek yahut etmeyeceksiniz
biz buna aldırış
etmeyiz. Aldırış ettiğimiz şey Tanrıya teslim olmak, fermanını yerine
getirmektedir.
Bize o kulluğu o buyurdu
bu söz söylememiz,
kendiliğimizden değil ki!
Canımız, onun emrini yerine getirmek için
bunun için yaşıyoruz,
bunun için yaratıldık. Kuma tohum ek dese bile biz ekeriz.
2930. Peygamberin canına Tanrıdan başka bir dost yoktur. Halk, sözünü
kabul edecekmiş, reddedecekmiş
bununla hiçbir alışverişi bulunmaz ki!
Tanrı, emirlerini halka bildirir, bunu için alacağı
ücreti de Tanrı verir. Biz, sevgilinin uğrunda halka çirkin göründük;
yüzümüz, düşman yüzüne benzedi gitti!
Fakat bu kapıdan usanmadık da, usanmayız da. Yol uzun olduğundan
her yerde oturup dinleniyoruz.
Sevgiliden ayrılan, hapislere düşen adamın gönlü soğur,
o çeşit adam usanır, bıkar.
Halbuki bizim sevgilimiz, bizim dilediğimiz canan, bizimle beraber
rahmetini saçıp durmakta; canımız da ona şükretmekte.
2935. Bizim gönlümüzde lâlelik var, gül bahçesi var. oraya solmanın,
perişan olmanın yolu yok!
Daima terütazeyiz, daima genciz, lâtifiz
daima
güzeliz, tatlıyız, daima gülüp durmadayız, zarifiz!..
Bizce yüzyılla bir saat birdir
uzun yol, kısa zaman bize göre
değil!
O uzunluk, kısalık cisimlere göredir, cana nasıl sığar.
Eshabı Kehif, üç yüz dokuz yıl yattılar. Uyudular ama bu üç yüz
dokuz yıl, onlara bir gün geldi, ne gamlandılar, ne teessüf ettiler.
2940.
Uyandıkları anda uyudukları o uzun yıllar, kendilerine
bir gün gibi göründü. Çünkü ruhları, yokluktan tekrar bedenlerine
geldi.
Bu âlemde geceyle gündüz, ayla yıl bile olmazsa usanç, ihtiyarlık,
bıkkınlık nasıl olur.
Yokluk gülistanında insan kendisinden geçer
o âlemdeki sarhoşluk,
Tanrı lûtfunun büyük kadehindendir.
Onu içmeyen, tadını tatmayan bilmez, anlamaz. Gül kokusu, bok
böceğinin aklına mı gelir ?
Bu zevk mevhum değildir. Mevhum olsaydı da mevhumlar gibi yok
olurdu.
2945. Cehennem, nasıl olur da aklına cenneti getirir? Çirkin domuzda
güzel yüz ne gezer?
Kendin gel, aklını başına devşir de böyle bir lokma ağzına kadar
gelmişken kendi boğazını kendin sıkma a aşağılık kişi!
Biz sarp yolları vardırdık
Bize uyanlara yolu kolaylattık.
Peygamberlerin ,imana gelin diye ricalarına karşı halkın tekrar
itiraz etmesi
Sebâlılar, Siz kendinizce yomlu yıldızlarsanız ama
bize göre yomsuzsunuz; bizimle zıtsınız, bize aykırısınız siz.
Hiçbir düşüncemiz yokken bizi dertlere, meşakkatlere saldınız.
2950. Biz, birbirimizle uzlaşmış bir topluluk, sizin kötü
haberlerinizle aramıza yüzlerce ayrılık düştü.
Biz şekerler yiyen dudu kuşlarıydık
sizin yüzünüzden ölümü düşünen
baykuşlara döndük.
Nerede bir gam masalı varsa, nerede bir kötü, bir kabul edilmeyecek
ses duyulursa
Bu âlemde nerede bir kötüye yormak,nerede bir kötü surete dönmek,
nerede bir azap varsa,
Hepsi sizin söylediğiniz sözlerde sizin getirdiğiniz misallerde,
sizin yormanızda. Bütün hırsınız, zevkiniz, âlemi derde düşürmek
dediler.
Peygamberlerin cevapları
2955. Peygamberler dediler ki: Çirkin ve kötüye
yormak, sizin ruhunuzdan meydana gelen bir şey. Bu kabahat biz de
değil, sizde.
Bir tehlikeli yerde uyusan, bir ejderha da baş ucundan sana doğru
gelmeye başlasa,
Merhametli birisi Çabuk kalk, yoksa ejderha yutacak diye seni
uyandırsa,
Neye kötüye yoruyorsun der misin? Ne yorması, kalk da aydınlık
bir bak, gör!
Ben, seni kötü yorumdan kurtarıyor da devlet yurduna götürüyorum.
2960. Çünkü peygamber, gizli şeyi bilip seni de o şeyden agâh eden
adamdır. O, cihan halkının örmediği şeyleri görmüştür.
Bir doktor sana Koruk yeme, san şu çeşit kötü bir hastalık verir
dese,
Neden kötüye yoruyorsun der misin? Dersen öğütçüyü suçlu
tutuyorsun demektir.
Müneccim Bugün sefere çıkma sakın dese,
Müneccimin yüz kere bile yalanını tutmuş olsan da bir iki kere sözü
doğru çıksa yine sözüne uyarsın.
2965. Bizim nücum bilgimize asla yanlış çıkmaz. Böyle olduğu halde
nasıl oluyor da doğruluğuna inanmıyorsun, doğruluğu sence gizli,
kapaklı kalıyor?
O doktorla müneccim, sana verdikleri haberi zanla, şüpheyle
veriyor. Halbuki biz açıkça görüyor,söylüyoruz.
Cehennemin dumanını, cehennemin ateşini, cehennemin münkirlere
saldırdığını uzaktan görüyoruz.
Sense, sus yahu, bırak şu sözü; kötüye yormak, bize ziyan veriyor
demektesin.
Ey öğütçülerin öğüdünü dinlemeyen, kötü yoruş, nereye varırsan var,
seninledir!
2970. Âdeta ardından bir yılan gidiyor; birisi de damdan görüp haber
veriyor.
Ona sus, beni dertlendirme, bana keder verme diyorsun. Adamcağız,
peki benden günah gitti diyor.
Fakat yılan seni boynundan sokunca bütün neşen zehir kesilir de o
adama,
Be adam mademki iş böyleydi, neden yenini yakanı yırtarak feryat
etmedin?
Yahut yukardan tepeme bir taş atıp bana işin ciddiyetini, işin
vehametini bildirmedin?dersin.
2975. O adam da iyi ama sen, benim sözümden inciniyordun. Ne faydası
var? sana çok söyledim ama kâr etmedi ki.
Ben sana iyilik ettim, seni bu kötü işten kurtarmak için öğütler
verdim.
Kötülüğünden bu iyiliğin kadrini bilmedin
öğüdüm, seni büsbütün
azdırdı, bana büsbütün cefa etmeye, beni büsbütün incitmeye başladın
der.
Aşağılık, kötü kişilerin huyu budur. Sen ona iyilik ettin mi o,
sana kötülük eder.
Sabırla nefsin belini bük. O alçaktır, kötüdür, iyilik etmeye
gelmez ona!
2980. Kerem sahibi birisine ihsanda bulunursan değer. Bire karşılık
sana yedi yüz verir.
Bu alçağa da cefa eder, onu kahreylersen sana aşırı vefalar
gösterir, kulun kölen olur.
Kâfirler, nimete eriştiler mi cefa tohumunu ekerler de sonra
cehennemde, aman yarabbi diye bağırıp dururlar.
Tanrının ahrette cehennemi, dünyada zindanı yaratmadan maksadı,
kendilerini büyük görenlerin ister istemez Tanrıya kulluk
etmeleridir
Alçaklar, cefaya, derde düştüler mi arınır,
temizlenirler. Vefa gördüler mi de cefakâr olurlar.
Şu halde onların ibadet edecekleri mescit cehennemdir, yabancı
kuşun ayağını bağlayan, tuzaktır.
2985. Zindan da hırsızın, alçak kişinin ibadet yeridir. Orada daima
Hakkı anar durur.
Mademki insanın yaratılmasında ki maksat, Tanrıya ibadet etmesidi,
şu halde ibadetten baş çeken, ibadete yanaşmayan kişinin ibadet yeri
cehennemdir.
İnsan her işi yapabilir, fakat yaratılmasındaki maksat ibadettir.
Ben, insanları, cinleri ancak bana ibadet etsinler diye
yarattım. Bu âyeti okusana. Âlemin yaratılmasında ki maksat,
ibadetten başka bir şey değil!
Kitaptan maksat, içindeki fendir ama dilersen sen onu yastık da
yapabilirsin ya.
2990. Fakat ondan maksat yastık olması değil, bilgi, irfan, irşat ve
faydadır.
Kılıcı mıh yaparsan zafere mağlûbiyeti tercih ettin demektir.
İnsandan maksat ilimdir, doğru yolu bulmaktır ama her insanın bir
ibadet yeri var.
Kerem sahibine ikramda bulundun mu bu ikram, ona ibadet yeridir,
ikrama uğradıkça şükreder. Alçağı da aşağılattın, alçağa da kötülük
ettin mi onu ibadete sevk edersin.
Vur alçakların başına ki yere baş koysunlar
ver kerem sahiplerine
ki ihsanına mazhar oldukça şükretsinler!
2995. Hulâsa Tanrı iki mescid yaratmıştır: Cehennem onların mescidi,
cennet bunların!
Musa, o iç ağrısı kavim, başlarını eğsin diye Kudüste alçacık bir
kapı yaptırdı.
Çünkü onlar cebbar, başı dik kişilerdi. Onlara bu küçücük, bu
alçacık kapı, niyaz kapısıdır, cehennemdir!
Tanrı,
padişahların suretini Hakka tabi olmayanları yola getirmek için halk
etmiştir. Nitekim Musa aleyhisselâm da Kudüs kalesinin duvarına dik
başlı cebbarlar eğilerek girsinler ve girerken secde ederek,
Yarabbi
günahlarımızı al bizden, desinler diye küçücük, alçacık bir kapı
yaptı
İyi bak, kendine gel! Tanrı, padişahları etten,
kemikten küçücük bir kapı olarak halk etti ya.
Dünya ehli olanlar, onlara secde ederler. Çünkü Tanrıya secde
etmenin düşmanıdır onlar!
3000. Dünya ehline bir fışkı yerceğizini mihrap düzdü
o mihrabın adı
da bey, padişah!
Bu tertemiz kapıya lâyık değilsiniz ki
temiz kişiler, şeker
kamışıdır, sizse bomboş birer kamıştan ibaretsiniz.
O çeşit köpeklere elbette bu çeşit bayağılık adamlar hürmet
ederler. Öyle âdi kişiye hürmet etmek, öyle âdi adama inanmak, aslana
ardır.
Fare huylulara kedi bey olur. Fare kim oluyor ki aslandan korksun?
Fare huyludur, Tanrı köpeklerinden korkarlar,
3005. Uluların virdi, ( Rabbimiz yücelerin yücedir) sözüdür. Bu
aptallara lâyık olan Rab ise kendisinde Tanrı kuvveti vehmeden dünya
büyükleridir.
Fare, nasıl olurda savaş aslanlarından korkar. Onlardan korkanlar,
misk ceylânlarıdır ancak.
Yürü ey çömlek yalayıcı, kâse yalayıcının yanına git
onu kendine
Tanrı say, velinimet say!
Kâfi yeter artık
uzun uzadıya anlatmaya girişsem beyler,
padişahlar, hem kızarlar, hem de anlattıklarımın kendilerinde olduğunu
bilirler anlarlar.
Hulâsa ey kerem sahibi, alçak nefse iyilik etme, kötü davran da
alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun.
3010. Alçak nefse ihsanda bulunursa alçaklar gibi nimeti inkâr eder,
azgınlaşır.
İşte mihnette, meşakkatte bulunanların şükretmesi, nimet ve devlet
sahiplerinin azgın ve hilebaz olmaları bu yüzdendir.
Altınlarla bezenmiş kaftanlara bürünen beyler, padişahlar azgın
kişilerdir. Abaya sarınan yoksul yok mu
şükreden odur işte.
Mal, mülk, devlet ve nimet sahipleri hiç şükrederler mi? Şükür
mihnetten ve meşakkatten biter, gelişir.
Sofinin boş sofraya sevdalanması
Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde
geldi, dönmeye, oynamaya başladı, elbisesini yırtıyor.
3015. İşte azıkların azığı... İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye
nâralar atıyordu.
Dumanı başından çıkıp neşesi, zevki arttıkça arttı
sofilerde ona
uydular, semâa başladılar.
Kih, kih gülmeye, hay huy etmeye koyuldular
defalarca
kendilerinden geçip kendilerine geldiler.
Herzevekilin biri, sofiye Çiviye asılı ve içinde ekmek olmayan
bomboş sofra nedir ki seni bu derece zevke, vecde getiriyor? dedi.
Sofi dedi ki: Yürü git be
sen mânasız bir suretten ibaretsin
sen varlık peşinde koş, âşık değilsin sen.
3020. Aşığın gıdası, ekmeksiz ekmeğe âşık olmaktır. Aşkında doğru olan
kişi. Varlığa bağlanmaz.
Âşıkların varlıkla işi yoktur
âşıklar, kârı sermayesiz elde
ederler.
Kanatları yoktur, âlemin etrafında uçarlar
elleri yoktur, topu
meydandan kaparlar!
Mâna kokusunu duyan o yoksul da eli kesik olduğu halde zembil
örerdi ya!
Âşıklar, yoklukta çadır kurarlar
onlar, yokluk gibi bir
renktedirler, bir tek ruhları vardır onların!
3025. Süt emen çocuk yemekten nasıl zevk alabilir? Perinin gıdası
kokudan ibarettir.
Fakat insan oğlu perinin kokusundan koku alabilir mi? Huyu, onun
huyunun zıddıdır.
Perinin az bir güzel kokudan aldığı zevki, sen yüz batman güzel
yemekten bile alamazsın.
Nil ırmağının suyu Mısırlılara kan kesildiği halde
İsrailoğullarına sudur.
Deniz, Firavunu boğduğu halde İsrailoğullarına bir ana cadde
haline gelir.
Tanrı
kadehini Yusufun yüzünden içmek, Tanrı kokusunu Yusufun
kokusundan duymak, Yakub aleyhisselâma mahsustur. Yusufun
kardeşleri de bunlardan mahrumdur başkaları da
3030. Yakubun, Yusufun yüzünde gördüğü nur, ancak
Yakuba mahsustu. Kardeşleri bunu nereden görecekler?
Bu, sevgiliye olan sevdası yüzünden kendini kuyulara atar. Öbürü
kininden sevgiliye kuyu kazar!
Sofra, onun önünde ekmeksizdir, bomboştur
fakat Yakubun önünde
nimetlerle dopdoludur, iştahını açar.
Yüzünü yıkamayan, hurilerin yüzünü göremez. Peygamber, Namaz,
ancak huzur-u kalple kılınır demiştir.
Canların gıdası aşktır. Bundan dolayı ruhların gıdası, açlıktır.
3035. Yakup, Yusufa acıkmıştı, ekmek kokusu ona ta uzaklardan
gelmekteydi.
Halbuki Yusufun gömleğini alıp koşa koşa Yakuba getiren o
gömleğin kokusunu duymadı bile!
Aradaki mesafe yüzlerce fersahken Yakub, Yakub olduğundan Yusufun
gömleğinin kokusunu duyuyordu.
Nice âlimler vardır ki hakikî ilimden hakiki irfandan nasipleri
yoktur. Bu çeşit âlim, ilim hafızıdır, ilim sevgilisi değil.
Onun sözlerini duyan kişi, alelâde bir adam olsa bile o sözleri
anlar, hakikat korkusunu alır.
3040. Çünkü böyle âlimin eline düşen gömlek, eğretidir, bir zaman
içindir
esir tellâlının elindeki cariye gibi!
Tellâlın eline düşen cariye, müşteri içindir, tellâla ne fayda var?
Rızık vermek, Tanrının işidir. Herkes Tanrının takdirine göre
hareket eder, başka türlü hareket etmesine imkân yoktur.
Güzel bir hayal, ona bağ, bahçe haline gelmiştir
Çirkin bir hayal,
bunun yolunu kesmiştir!
Tanrı öyle bir Tanrıdır ki bir hayalden, bağ, bahçe düzmüş, bir
hayalide cehennem haline getirmiş, yanıp yakılma yeri yapmıştır!
3045. Peki
o halde onun gül bahçelerinin yolunu
külhanlarının yerini
kim bilebilir ki?
Gönül gözcüsü, bu hayal, canın ne yanından geliyor
fırsat bulup
göremez ki.
Bir kolayını bulup da doğduğu yeri, geldiği tarafı görseydi kötü
hayallerin yolunu keser, gelmelerine mâni olurdu.
Yokluk geçidine, yokluğun gözetleme yeri olan oraya casus, nasıl
ayak atabilir?
Kör gibi onun ihsan eteğine yapış! Padişahım, körün yapışması diye
buna derler işte!
3050. Onun eteği, emridir, fermanıdır. Ondan korkmayı, ondan çekinmeyi
kendisine can ittihaz eden adam ne iyi bahtlı bir adamdır!
Birisi çayırlıkta, çimenlikte akar su kıyısında
onun yanı
başındaki de âzap içinde!
Azap çeken, öbürüne bakar da Bu zevk neden ki? diye şaşırır
kalır
bu da meşakkat çekeni görür de Acaba bunu kim hapsetmiş ki?
diye hayretlere düşer.
Zevk içinde olan azap çekene Kendine gel
neden böyle perişansın?
Bak, burada ne güzel kaynaklar var. Neden böyle benzin sararmış?
Burada yüzlerce deva var...
Arkadaş, gafil olma, bu çimenliğe gel! der. Fakat öbürü Canım
efendim
gelemiyorum ki! diye cevap verir.
Bir
beyle namaza düşkün olan ve namazdan, Tanrıya niyaz
etmeden zevk alan kölesi
3055. Bir bey, hamama gitme lüzumunu duydu
seher çağı,
kölesine Sungu, uyan başını kaldır.
Hamam tasını, peştamalı, havluyu, kili, Altından al da hamama
gidelim, haydi diye seslendi.
Sungur, hamam tasıyla iyi bir peştamal ve havlu aldı. Beraberce
yola düştüler.
Yolda bir mescit vardı. Ezanda okunmaktaydı. Sungur ezan sesini
duydu.
Namaza pek düşkündü. Dedi ki: Ey kuluna iltifatlarda, ihsanlarda
bulunan beyim,
3060. Sen şu dükkanda birazcık otur da ben namazı kılıvereyim.
Bey, dükkânda oturdu. İmamla cemaat namazı kılıp camiden çıktılar.
Sungur kuşluk çağına kadar içerde kaldı. Bey, bir müddet bekledi.
Sungur, neye dışarı çıkmıyorsun? diye seslendi. Sungur, içerden
Efendim, koyuvermiyorlar.
Birazcık daha sabret, şimdi geliyorum. Beni beklemekte olduğunu
biliyorum, unutmadım dedi.
3065. Bey, tam yedi kere seslendi, bekledi, bekledi, seslendi. Nihayet
Sungurun bu cilvesinden usandı, âciz kaldı, sabrı tükendi.
Sungur, beyin her seslenişinde Efendim, dışarı çıkacağım ama daha
koyuvermiyorlar diyordu.
Bey Yahu, mescitte kimse kalmadı koyvermeyen kim, seni orada kim
tutuyor? diye bağırdı.
Sungur dedi ki: Seni dışardan içeriye sokmayan yok mu? İşte beni
de içerden dışarıya çıkarmayan o.
Sana içeri girmeye izin vermeyen, benim de dışarı çıkmama mâni
olmakta.
3070. Senin bu tarafa adım atmana müsaade etmeyen benim de dışarıya
adım atmama mâni oluyor!
Balıkları karaya çıkarmayan deniz, karadakileri de denize
sokmamakta.
Balığın aslı sudan, öbür hayvanların aslı topraktan.
Bu işte hile ve düzene başvurmanın, tedbirlere girişmenin faydası
yok ki!
Kilit pek kuvvetli, açıcıda Tanrı. Teslimiyete yapışa gör, rıza
göster!
3075. Tedbirini unuttun mu pirinden o taze bahtı bulur, devlete
erişirsin.
Kendini unuttun mu seni anarlar
kul oldun mu azat ederler!
Hattâ izistey eserrüsül hükmünce Peygamberlerin, münkirler,
sözlerimizi kabul etmiyorlar diye ümitsizliğe, yese düşmeleri
Peygamberler bile, Şuna buna nasihat edip
duruyoruz.
Niceye bir soğuk demiri dövüp duracak, niceye bir kafese üfleyip
yatacağız? diye hatırlarından geçirdiler.
Halkın yaptığı işler, Tanrının kaza ve kaderiyledir. Dişin
keskinliği, midenin hararet ve kuvvetinden ileri gelir.
3080. Nefs-i Kül, insanın cüzi nefsine tesir etti de olacaklar oldu.
Balık baştan kokar, kuyruktan değil!
Bunu böyle bil,bil ama eşeğini de yine ok gibi süre dur. Çünkü
Tanrı, Emirlerimi tebliğ et diye emretmiştir; emrinden dışarı
çıkmaya imkan yok.
( Bir fırka cennetliktir, bir fırka cehennemlik). Bu iki fırkanın
hangisindensin, bilemezsin ki. Ne olduğunu görünceye kadar çalış,
çabala!
Gemiye yükünü yükledin mi Tanrıya dayanman gerek.
Yolda gark mı olacaksın, kurtulup sağlıkla, selâmetle gideceğin
yere mi varacaksın? Bu ikisinden hangisi başına gelecek, bilemezsin
ki,
3085. Eğer ne olacağım, başına ne gelecek? Bunu bilmedikçe gemiye
binmem.
Bu seferden kurtulacak mıyım, yoksa yolda boğulacak mıyım? Ne
olacağımı bildir bana.
Ben, başkaları gibi kuru bir ümide kapılıp şüpheyle yola düşmem
dersen,
Hiçbir ticarette bulunamazsın. Çünkü bu ikisi de gaybdadır ,
sırdır.
Pul şişe gibi ruhu incecik olan, cüzi bir şeyden kırılıveren
korkak tacir, ticaretinden ne fayda görür, ne ziyan eder.
3090. Hattâ fayda şöyle dursun ziyan eder, mahrum kalır, hor olur.
Kimde yanış varsa nuru o bulur.
Çünkü bütün işler, ihtimalle yapılır. Sen de din işini üstün ve ön
planda tut da kurtul.
Bu kapıyı ümitten başka bir şeyle açmaya izin yok
Tanrı, doğrusunu
daha iyi bilir.
Mukallidin imanı korku ve ümittir
Çalışanların boyunları iğ gibi incelse de yine insanı
her sanata sevk eden ümittir, ihtimaldir.
Sabahleyin dükkânına giden rızık elde etmek ümidiyle koşar gider.
3095. Rızık ümidi olmasa nasıl olur da gidersin? Mahrumiyet korkusu
olursa nasıl olur da kuvvet bulursun?
Belki ezelde sana bir rızık verilmemiştir. Bu ezeli mahrumiyet
korkusu, nasıl oluyor da yiyeceğini, içeceğini elde etmek için çalışıp
çabalamanda, arayıp taramanda seni âciz, kuvvetsiz bir hale sokmuyor?
Deseler, dersin ki: Çalıştığım halde bir şey elde edememek
korkusu da var. Var ama bu korku tembellikte daha fazla.
Çalışırsam belki kazanırım; bunda ümidim daha çok
Tembellikte daha
fazla zarar var.
Peki a kötü zanna düşen, ya neden din işinde bu ziyan korkusu
eteğini tutuyor öyleyse?
3100. Yoksa bu bizim pazarımızın tacirleri olan peygamberlerle
velîlerin ne kârlar elde ettiklerini görmedin mi ki?
Onlara bu dükkânı terk etmekle neler yüz gösterdi
bu pazarda nasıl
kârlar ettiler
haberin yok mu ki?
Ateş onlara halhal gibi râm oldu, deniz, onların emrine uydu,
onları baş üstüne taşıdı.
Demir, onlara râm oldu, mum kesildi
rüzgâr, onlara kul oldu,
hükümlerine girdi!
Resulullâh sallallâhu aleyhi ve selem, Şüphe yok ki Tanrının gizli
velîleri var buyurdu
(Peygamberlerden başka) bir taife daha vardır ki
bunlar pek gizlidirler. Bu zâhir halkına nereden meşhur olacaklar?
3105. Bunca kerametleri vardır da yine ululuklarını hiç kimsenin gözü
görmez!
Hem uludurlar, kerametleri vardır
hem Tanrı hareminde
gizlenmişlerdir. Onların adlarını Abdâl bile işitmemiştir.
Sen yoksa Tanrının keremlerini bilmiyor musun ki
seni Gel diye
onların bulunduğu tarafa çağırıp duruyor.
Âlemin altı ciheti de onun keremleriyle dolu
nereye baksan onun
bayrakları orada dikildi!
Bir kerem sahibi, sana gel, ateşe gir dese hemencecik atıl ateşe
beni yakar mı deme bile!
Tanrı
razı olsun, Enesin peşkirini ateşe atması ve peşkirin yanmaması
3110. Malik oğlu Enesten rivayet edilmiştir. Birisi
ona konuk olmuştu.
O hikâye eder: Yemekten sonra, peşkirini sararmış,
Kirlenmiş, yemeğe bulaşmış gören Enes, hizmetçi kadına: Bunu al
da tandıra at, bir müddet kalsın dedi.
Enesin sırlarına vâkıf olan o hizmetçi de peşkiri ateşle dopdolu
olan tandıra atıverdi.
Bütün konuklar, şaşırıp kaldılar, peşkirden duman çıkacağını
kavrulup yanacağını umuyorlardı.
3115. Derken bir müddet sonra hizmetçi, peşkiri arınmış temizlenmiş,
tertemiz olarak getirdi.
Oradakiler, Ey Peygamberle görüşüp konuşmuş olan aziz zat,
peşkir nasıl oldu da hem yanmadı, hem de temizlendi? dediler.
Enes dedi ki. Mustafa, bu peşkire elini, ağzını silmişti; onun
için!
Ey ateşten, azaptan korkan gönül, böyle bir ele, böyle bir ağıza
yaklaş!
Bu el, bu ağız, cansız bir şeye böyle bir yücelik verirse âşığın
ruhuna neler açmaz, neler yapmaz?
3120. Kâbenin taşını kerpicini öptü, Kâbe ( puthaneyken) kıble oldu.
Ey can, sen de çalış, çabala da erlere karşı toprak ol ( erler seni de
putlardan arıtsınlar!)
Sonra o hizmetçi kadına dediler ki: Peki biz bu ahvali gördük,
sen de bize halini söylemez misin?
O söyler söylemez nasıl oldu da hemencecik peşkiri tandıra attın?
Tutalım o sırlara erişmiş
Ya sen, bu derecede değerli bir peşkiri nasıl ateşe fırlatıp attın
a hanım?
Hizmetçi, Ben kerem sahiplerine itimat ederim. Onların
keremlerinden ümitsiz değilim ki.
3125. Peşkir de ne oluyor? Bana bile düşünmeden hemen ateşe atıl dese,
Ona olan itimadımın bütünlüğünden derhal ateşe atılırım. Benim,
Tanrı kullarından ümidim çoktur.
Her kerem sahibi, her sır bilir ere itimadım var. Bu yüzden değil
peşkiri, başımı bile atarım dedi.
Kardeş sen de kendini bu iksire vur, erkeğin himmeti, erkeğin
sadakati, kadından aşağı değil ya!
Bir erkeğin gönlü, kadının gönlünden aşağıysa o gönül, işkembeden
de bayağıdır gayrı.
Rasûl
aleyhisselâmın susuzluktan bunalmış, su bulamadıklarından âciz
bir hale düşmüş, adamların da, develerin de dilleri, ağzlarından
çıkmış
olan bir Arap kervanının imdadına erişmeleri
3130. Çölde bir Arap kervanı susuz kalmış,
yağmursuzluktan kırbalarında bir damlacık olsun su kalmamıştı.
Bütün kervan, o çöl ortasında bunalmış, ölüm haline gelmişti.
Ansızın o iki dünyanın imdadına yetişen Mustafa, onların imdadına
erişmek üzere yoldan çıkageldi.
Çölde, o sarp ve sonsuz yolda, o kızgın kumların üstünde bunalıp
kalmış olan o kalabalık kervanı gördü.
Develerinin dilleri, ağızlarından çıkmış; adamlar, taraf taraf
kumlara serilmiş kalmıştı!
3135. Bu hali görünce acıdı, Kalkın, bir kaçınız derhal o kum
yığınına doğru koşun!
Orada zenci bir köle kırbayla beyine su götürüyor.
O zenci deveciyi devesiyle beraber ister istemez tutup bana getirin
dedi.
Birkaç kişi, kalkıp kum tepesine doğru koştular. Bir müddet sonra
hakikaten dediği gibi,
Zenci bir kul gördüler, kırbasını doldurmuş, devesine binmiş,
beyine su götürüyordu.
3140. Zenciye Şu tarafta insanların iftihar edecekleri zat, Kâinatın
hayırlısı olan Peygamber seni çağırıyor dediler.
Adam, Ben onu tanımıyorum, o da kim? dedi. Ay yüzlü, şeker
huylu Muhammed dediler,
Nasılsa öylece anlattılar, öylece övdüler. Zenci, O galiba bir
şair olacak.
Bir kısmı halkı sihirle zebun etmiş
ona yarım arşın bile yaklaşmam
ben dedi.
Nihayet herifi yakalayıp zorla, çeke çeke o tarafa sürüklemeye
başladılar. Zenci, bağırıp çağırıyor, sövüp sayıyordu !
3145. Zenciyi Azizin yanına getirdikleri zaman Peygamber, Su için,
mataralarınızı, kırbalarınızı da doldurun dedi.
Hepsini o bir tek kırbadan kandıra kandıra suvardı. Hem adamlar,
hem develer o kırbadan kana kana su içtiler,
Kölenin kırbasından herkes kırbasını, matarasını doldurur.
Gökyüzündeki bulut bile hasedinden şaşırıp kaldı !
Bunu kim görmüştür? Bir tek kırbadan bunca cehennemin harareti
sönsün?
Kim görmüştür bunu ? Su dolu bir tek kırbadan bunca kırba ağzına
kadar dolsun!
3150. Kölenin kırbası zaten vesileden, hakikatı örten bir sebepten
ibaretti. Peygamberin emriyle ihsan dalgaları, aslî denizden coşup
köpürmekte, kopup gelmekteydi!..
Su kaynayınca buhar haline gelir, havaya çıkar
havadaki buhar da
soğuyunca su olur, öyle mi ?
Doğrusu şu: yaradılış bu hükümlerden hariç olarak sebepsiz,
illetsiz yokluktan sular coşturmada.
Sen çocukluğundan sebepleri görüyor, bilgisizliğinden sebeplere
yapışıyorsun.
Sebepleri görüyor da müsebbipten gaflet ediyorsun. Bu hakikati
örten, müsebbibin yüzünü gizleyen sebeplere ondan meyletmektesin sen.
3155. Sebepler gitti mi başına vurmağa başlar, aman Yarabbi demeye
koyulursun.
Tanra da sana Hadi, yürü, sebepe git
ne acayip şey, sen, beni,
yarattığım sebepler için andın ha ! der.
O vakit kul Bundan böyle hep seni göreceğim, sebebe, o lâftan
ibaret saçma şeye bakmayacağım artık der ama,
Tanrı Seni tekrar sebep âlemine göndersem yine sebebe yapışırsın.
Senin için bu, a tövbesinden durmayan ahdi çürük adam!
Fakat ben bu işe bakmam, rahmetim boldur. Rahmer etrafında dönüp
dolaşırım, herkese rahmet ederim ben!
3160. Senin kötü ahdine bakmam, madem ki şimdi bana niyaz ediyorsun,
keremimden sana ihsan eder, muradını veririm der.
Evet
kafile halkı Peygamberiin mucizesine hayran oldu
Ya
Muhammed, ey deniz huylu Peygamber, bu ne?
Küçücük bir kırbayı sebep ittihaz ettin, Arabıda suya gark ettin.
Kürdü de!
O
kölenin kırbasının gaybdan suyla dolması ve kara yüzünün ulu
Tanrının izniyle ağarması
Ey köle, şimdi kırbanın dolu olduğunu da gör de
şikâyet edip iyi, kötü söylenme dediler.
O zenci köle, Peygamberin, bu mucizesine hayran oldu, imanı
Lâmekân âleminden doğmaktaydı.
3165. Gökten akan bir çeşme gördü o
kırbası onun coşkunluğuna bir
vesile, onun hakikatine bir örtüydü!
Gözünden bütün örtüler, bütün sebebler yırtılıp sıyrıldı. Böylece
gayb çeşmesini görmeğe başladı.
Göz pınarları doldu, efendini de unuttu, durağını da!
Elsiz, ayaksız kaldı, yola gitmeye ne eli vardı artık, ne ayağı
Tanrı, ruhuna bir titremedir saldı!
Mustafa, iş görmesi için tekrar onu o âlemden çekti de dedi ki:
Kendine gel
ey faydalanmak isteyen, yürü
3170. Şaşırıp kalacak zaman değil. Asıl şaşılacak şey daha ileride.
Şimdi öyle durma; davranıver bakalım, çevik bir halde yola düş!
Mübarek eliyle kölenin yüzünü sıvazladı, onu kutlu bir hale
getirdi.
O kölenin, o Habeş oğlunun yüzü bembeyaz oldu; gecesi, ayın on
dördü gibi aydınlandı, gündüz gibi nurlandı!
Güzellikte, işvede bir Yusuf kesildi. Peygamber ona Hadi şimdi
git de hali anlat dedi.
3175. Köle elsiz, ayaksız sarhoş bir halde geldi, elden çıktı, ayağını
tanımaz oldu!
Kervan halkından ayrıldı, suyla dolu iki kırbasını aldı, yola
düştü.
Efendinin, kölesini bembeyaz görüp tanımaması, Benim kölemi
öldürdün, seni kan tuttu, Tanrı seni benim elime düşürdü
demesi
Efendi, köleyi uzaktan görüp şaşırdı. Şaşkınlıkla o
köy halkını çağırdı.
Bu kırba bizim kırbamız, deve de bizim devemiz. Fakat Zenci köle
ne oldu ki?
Bu uzaktan gelen, ayın on dördü gibi bir delikanlı
Yüzünün nuru,
balkıyıp durmakta
gündüzü bile nursuz bırakmakta.
3180. Kölemiz nerede? Acaba birisi mi öldürdü, yoksa kurt mu paraladı
da öldü? dmeye başladı.
Köle yanına gelince Sen kimsin? Yemenli misin, Türk müsün?
Söyle, doğru söyle
kölemi ne yaptın? Öldürdüysen gizleme, hileye
sapma! dedi.
Köle dedi ki: Öldürmüş olsam yanına nasıl gelirim,
Kendi ayağımla kanımı döktürmeye gelir miyim hiç?
3185. Bey, Hey ne söylüyorsun, kölem nerede benim? Doğruyu
söylemekten başka çare yok, kurtulamazsın elimden dedi.
Köle dedi ki: Köleyle arandaki sırları birer birer tamamıyla
söyleyeyim
Beni satın aldığın zamandan şimdiye kadar ne gelmiş geçmişse
anlatayım da,
Kapkara vücudumdan bir sabah açılmış olmakla beraber senin kölen
olduğumu anla!
Kölenin rengi değişti ama tertemiz ruhun rengi yoktur ki
ruhun ne
rengi vardır, ne unsurlara bağlıdır, ne toprağa mensuptur!
3190. Yalnız teni tanıyanlar, bizi çabucak kaybederler
su içenler,
tulumu da bırakırlar, küpü de!
Fakat canı tanıyanların sayılarla işleri yoktur. Onlar, keyfiyetsiz
ve kemiyetsiz olan denize gark olmuşlardır!
Can ol da can yoluyla canı tanı! Görüş dostu ol, kıyas oğlanı
değil!
Melekle akıl, aynı yaradılıştadır hikmeti var da iki suret oldu.
Melek, kuş gibi kanatlı olmuş; akıl, kanadı bırakmış, nura
bürünmüştür.
3195. Hulâsa ikisinide mânası aynı olduğundan, ikisinin de hakikati
bir olduğundan o iki güzel, birbirlerine arka olmuşlar, birbirlerine
yardımcı kesilmişlerdir.
Melek de Hakkı bulmuştur, akıl da. Her ikisi de Âdem yardımda
bulunmuş, her ikisi de Âdeme secde etmiştir.
Nefisle Şeytansa ezelden bir olduğundan Âdeme düşmandır, ona
hased edip durur.
Âdemi bedenden ibaret gören ondan kaçmış ona secde etmemiştir.
Fakat onu emniyete mahzar olmuş bir nur olarak gören, karşısında
eğildi, secde etti.
Melekle aklın
o ikisinin gözleri Âdemi görüp nurlandı. Şeytanla
nefsin
bu ikisinin gözleri, Âdemi ancak toprak olarak gördü.
3200. Bu anlatışım da işte kara saplanmış eşek gibi kalakaldı.
Yahudiyeye İncil okunamaz ki!
Şiaya Ömerden bahsedilebilir mi? Sağırın yanında kopuz
çalınabilir mi?
Fakat köyün bir bucağında tek bir adam bile varsa bu hayhuyum
kâfidir, o anlatmıştır ya, yeter!
Anlatılması icabeden şeyi taşlar, kerpiçler bile dile gelir de
anlayana adamakıllı anlatır!
Tanrı, göklerden, yerlerden, ârazdan, âyandan ne verdi ve ne
yarattıysa hepsini de ihtiyaca karşılık olarak vermiş,
yaratmıştır. Bir
şeye muhtaç olmalı, o ihtiyacı elde etmeli ki Tanrı ihsan etsin.
Tanrı,
bunalan kişinin duasını kabul eder. Bunalma, bir şeye hak
kazanmış
olmaya şahittir.
Küçücük bir çocuk olan İsayı dile getirip
konuşturan, Meryemin derde düşüp niyaz etmesidir.
3205. Meryemin cüzü olan İsa, Meryemin diliyle değil, kendi diliyle
onun yerine söz söyledi. Senin cüzünün cüzü de gizlice söz söyler
durur.
A kişi, elin, ayağın sana şahit olur. Niceye bir münkirliğe el
sunacak, ayak atacaksın?
Anlatılanı anlamaya, söyleneni dinlemeye liyakatin yoksa söz
söyleyenin söyleme kabiliyeti seni görür anlar
yatar, uyur!
Arayan, aradığını bulsun diye yerden ne biterse ihtiyaç sahibi için
biter
Tanrı, gökleri yarattıysa ihtiyaçları gidersin diye yarattı.
3210. Nerede dert varsa deva oraya gider, nerde yoksulluk varsa nimet
oraya varır.
Müşkül neredeyse cevap oradadır, gemi neredeyse su orada!
Suyu az ara, susuzluğu elde et de sular yukardan da coşsun,
aşağıdan da fışkırsın!
Boğazcağızı nazik yavrucak doğmasaydı onu besleyecek süt nasıl olur
da memeden akardı?
Yürü, bu inişlerde, bu yokuşlarda koş da susa hararetlen!
3215. Ey ulu er, ondan sonra havadaki arı(gibi) bulutlardaki
ırmakların sesini iç!
İhtiyacın, otlardan, sebzelerden az mı ki suyun önünü keser,
sebzelere akıtırsın
Suyun kulağını çeker, kurumuş nebatlar yeşersin, gelişsin diye o
tarafa yürütürsün.
Cevherleri gizli olan can ekinleri için de Kevser suyuyla dolu
rahmet bulutları var. Susuz kal, susa da sana Onları Rableri sular
hitabı gelsin
Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir!
Kâfir
karısının, süt emer çucuğuyla Mustafa aleyhisselâmın yanına
gelmesi ve çocuğun, Rasûl sallallâhu aleyhi vesellemin
mucizesiyle
İsa gibi dile gelip konuşması
3220. Yine o köyden bir kâfir karısı Peygamberi
sınamak için koşa koşa,
Eşeğiyle beraber yanına geldi, kucağında da iki aylık bir çocuk
vardı.
Çocuk, Peygamberee Tanrı, sana selâm söyledi Ya Rasûllâllah,
sana geldik işte dedi.
Anası kızgınlıkla Sus be, bu şahadeti kulağına kim üfürdü?
A yumurcak, bunu sana kim söyledi de böyle dilin açıldı, söyleyip
duruyorsun? dedi.
3225. Çocuk dedi ki: Evvelâ Allah, sonra da Cebrail! Ben, bu sözde
Cebraile ahenk uyduruyorum.
Kadın Nerede Cebrail? deyince çocuk dedi ki: Nah; başının
üstünde. Görmüyor musun? Kafanı kaldır da bir yukarıya bak!
Cebrail, başının üstünde duruyor; bana yüz çeşit delil olmakta!
Kadın, Sahi görüyor musun ? dedi. Çocuk dedi ki: Evet,
başının üstünde ayın on dördü gibi durmakta.
Bana Peygamberi vasfediyor. Beni, bu suretle bu aşağılıklardan
yüceltmede!
3230. Sonra Peygamber, Ey süt emer yavru, adın ne? Hadi bunu da
söyle de sonra ananın isteğine uy, sus dedi.
Çocuk, Adım, Tanrı yanında Abdülâziz, fakat bu bir avuç edepsize
göre Abdül Uzzâ!
Halbuki ben sana bu peygamberliği veren Tanrı hakkı için Uzzâdan
usanmışım, berîyim! dedi.
İki aylık, çocuk, ayın on dördü gibi parlamış, baş köşeye geçen
bilgi sahipleri gibi yetişmiş kişilere ders veriyordu.
Bu sırada çocuğun burnuna da, anasının burnuna da cennetten kâfuru
kokusu geldi.
3235. Her ikisi de yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kâfir oluruz
korkusuyla bunu söylediler ve bu kokuyu duya duya can verdiler.
Birisini, Tanrı överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur,
haktır der, canlılar da!
Birisini koruyan Tanrı olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir,
balık da!
Tavşancıl kuşunun Mustafa Aleyhisselâmın pabucunu kapıp
havalanması ve havada pabucu ters çevirmesi, içindeki kara yılanın
düşmesi
Tam bu sırada Mustafa, yücelerden ezan sesini duydu.
Abdest tazelemek üzere su istedi. O soğuk suyla elini, yüzünü
yıkadı.
3240. Ayaklarını da yıkayıp pabuçlarını giymek üzereyken bir kuş gelip
pabucunun bir tekini kapıverdi.
O güzel sözlü Peygamber, tam pabucu eline almışken tavşancıl
pabucunu elinden kapıvermişti.
Kuş, yel gibi havalandı, pabucu, tersine çevirdi, içinden bir yılan
düştü.
Kapkara bir yılandı o
tavşancıl, bu hareketiyle Peygambere iyilik
etmek istemiş, Tanrı inayetine sebep olmuştu.
Kuş, sonra pabucu getirip Buyur, namaza git diye Peygamberin
önüne koydu.
3245. Âdeta Bu küstahlığı zoraki yaptım, yoksa benim de edep
ağacından bir dalcağızım var, ben de haddimce edep erkân nedir,
bilirim diyordu.
Vay o kişiye ki küstahça adım atar, nefsine uyar da lüzumsuz
fetvalar verir!
Peygamber, şükretti de dedi ki: Biz, bunu cefa sanıyorduk,
halbuki vefanın ta kendisiymiş!
Pabucumu kaptın, aklım karıştı, canım sıkıldı, sen beni gamdan
kurtarıyormuşsun, bense gama düşmüştüm!
Tanrı, bize bütün gaypları gösterdi ama o sırada gönlüm, kendimle
meşguldü!
3250. Tavşancıl, Sen, gafil olmazsın, bu, senden uzak. Ey Mustafa,
benim gaybı görmem de sendeki bilginin aksinden !
Havadayken pabucun içindeki yılanı görmem, kendimden değil, senden
aksetti bu bana dedi.
Nurlu kişinin aksi de aydındır. Zulmette kalanın aksiyse baştanbaşa
külhan kesilir.
Tanrı kulunun aksi tamamıyla nurdur, yabancının aksiyse tamamıyla
körlük!
Ey can, herkesin aksi nedir, bunu bil
dilediğin kişinin yanında
otur!..
Bu
hikâyeden ibret alış şüphesiz olarak her güçlüğün bir kolaylığı
olduğunu biliş
3255. Ey can o hikâye, Tanrı hükmüne razı olasın diye
sana ibrettir.
İbret al da kötü bir işe düşünce aklını başına devşir, yese düşme,
hüsnü zanda bulun!
Başkaları, o hâdiseden korkup sapsarı kesilse bile sen aldırış
etme. Fayda, zamanında da, ziyan zamanında da gül gibi gülmeye bak!
Gülün yapraklarını birer birer koparsan da yine gülmeyi bırakmaz,
yine solup gamlanmaz.
Bir dikenden niçin gama düşeyim? Zaten bu gülmeyi diken yüzünden
buldum der.
3260. Takdir yüzünden kaybettiğin şeyler, muhakkak senden belâyı
giderir
bunu böyle bil!
Tasavvuf nedir diye bir uluya sordular da dedi ki: Sıkıntı zamanı,
gönülde neşe, ferah bulmak!
Tanrının verdiği mihnet ve cefayı da Peygamberin pabucunu kapan
tavşancıl say.
Tavşancıl, Peygamberin ayağını yılan sokmasın diye pabucu kaptı,
toza, toprağa bulanmamış akla ne mutlu!
Tanrı, Kaybettiğiniz şeylere eseflenmeyin, hattâ kurt gelse de
keçinizi yese bile buyurdu.
3265. O belâ, daha büyük belâları defetmek, o ziyan daha dehşetli
ziyanları menetmek içindir.
Bir
adamın, Musadan hayvanların, kuşların dillerini öğrenmeyi istemesi
Musaya bir delikanlı dedi ki: Hayvanların
dillerini öğrenmek istiyorum.
Bu suretle kurdun, kuşun sözlerini duyayım da dinime ait işlerde
ibret sahibi olayım.
Çünkü Âdemoğullarının bütün sözleri, suya, ekmeğe, şana, şerefe
ait.
Belki hayvanların bu dünyadan göçme zamanındaki tedbirleri, bu
tedbirler yüzünden başka bir dertleri var!
3270. Musa, Hadi efendim, hadi
vazgeç bu hevesten
bunun önünde,
sonunda pek çok tehlikesi var.
İbret almayı, uyanmayı Tanrıdan dile
kitaptan, sözden, harften,
duraktan değil! dedi.
Adam, Musa menettikçe kızıştı, üstüne düştü. Zaten insan, bir şey
menedildi mi, o şeye haris olur, büsbütün üstüne düşer!
dedi ki: Ya Musa, nurun parlayınca her şey, kadrini, kıymetini,
senin sayende buldu.
Beni bu muradımdan mahrum etmek lûtfuna düşmez ey cömert er!
3275. Bu zamanda Tanrının vekili sensin. Muradımı vermezsen beni
meyus edersin.
Musa, Yarabbi, taşlanmış Şeytan, bu sâf adamla alay mı ediyor?
Öğretsem ziyankârlardan olacak, öğretmesem gönlüme bir kötülük
gelecek dedi.
Tanrı dedi ki: Ya Musa, öğret
çünkü biz, keremimizden hiçbir
duayı asla redetmeyiz.
Musa dedi ki: Yarabbi, sonra pişman olacak, elini dişleyecek,
elbiselerini yırtacak.
3280. Kudret, herkesin harcı değil
aciz, Tanrıdan çekinen kişiye
sermayedir.
Eli bir şeye erişmeyen, Tanrıdan korktu, çekindi, kendisini
ibadete verdi
yoksulluk, işte yüzden daima övünülecek bir şeydir!
Zengin zenginliği yüzünden Tanrı tapısından rededildi. Çünkü
kudreti var; sabrı terk etti, dilediğini yapıverdi!..
Âcizlik, yoksulluk, insana hırslarla, gamlarla dolu olan nefis
belâsından aman verir.
Gam, olmayacak dileklerden meydana gelir. Çünkü gulyabanilere
avlanmış olan insan, o olmayacak dileklere alışmış, onlarla
huylanmıştır.
3285. Toprak yiyen, toprak ister; o biçare gülbeşekerden hoşlanmaz,
gülbeşekeri hazmedemez!
Ulu
Tanrıdan, Musaya dileğinden bir kısmını olsun öğret
diye
vahiy gelmesi
Tanrı, Musaya Ya Musa, sen onun dileğini verde
elini aç, dilediğini yapsın! dedi.
Dileğini yapmak kudreti, ibadetin tuzudur, lezzetidir. Yoksa bu
gökyüzü de ihtiyarsız dönüp durmada.
Fakat düşünüşünden dolayı ne bir sevaba girer, ne bir günaha. Çünkü
hesap vakti sevap ta ihtiyarî olarak yapılan işe verilir, azap da!
Zaten bütün âlem Tanrıyı tesbik eder
fakat bu zoraki tesbihten,
bir sevap elde edilemez.
3290. Erin eline kılıcı ver, onu âcizlikten kurtar, onu kudret sahibi
yap da ya gazi olsun, ya yol kesici eşkıya!
Âdem, Keremnâ sırrına, dilediğini yapabilme kudretiyle erişti
insanların yarısı bal arısı oldu, yarısı yılan!
Müminler, bal arısı gibi bal madeni oldular
kâfirler, yılan gibi
zehir madeni!
Çünkü mümin, seçilmiş, helâl otlar yer, tükrüğü bile bal arısı gibi
hayat verir!
Kâfire gelince, irin şerbeti içer, gıdasından da zehir meydana
gelir!
3295. Tanrı ilhamına erenler, hayatın ta kendisi kesilirler, hava ve
hevesle süslenenler ise ölüm zehiri!
İyilik edenler, ihtiyarlarıyla iyilik ederler, uyanık
hareketleriyle kendilerini korurlar da o yüzden övülürler, takdir
edilirler. Cihandaki bu medihler, bu takdirler, hep ihtiyar yüzünden
meydana gelir.
Külhaniler, zindanda oldukça Tanrıdan çekinirler, zâhit olurlar,
Tanrıyı anarlar!
Fakar kudret gitti mi amel kesada uğrar
kendine gel de ecel,
sermayeyi elden almasın!
Kendine gel
kudretin, kâr elde etmek için bir sermayedir. Kudret
zamanını kaçırma, kıymetini bil!
3300. İnsan, Kerremna kır atına binmiş, ihtiyar dizginini de akıl
eline vermiştir.
Musa, tekrar ona şefkatle öğüt vererek İsteğin seni mahcup eder,
yüzüznü sarartır.
Gel, bu sevdadan vazgeç. Tanrıdan kork. Şeytan, seni aldatmış, o
sana ders vermiş! dedi.
Adamın, yalnız kümes hayvanlarıyla köpeğin dillerini anlamaya razı
olması, Musa aleyhiselâmın da onun bu muradını yerine getirmesi
Adam, Bari hiç olmazsa kapı dibinde yatıp duran,
ev bekçiliği eden köpekle kümes hayvanlarının dillerini öğret. dedi.
Musa dedi ki: Hadi, peki
bu ikisinin dillerini anlayacaksın,
yürü git!
3305. Adam , sabah çağı, bakalım sahiden dillerini öğrendim mi,
anlayacak mıyım ki? Diye kapının eşiğinde beklemekteydi.
Hizmetçi kadın sofra örtüsü silkerken bir lokmacık bayat ekmek
düştü.
Ekmek parçasını horoz, hemencicik kapıverdi. Köpek dedi ki: Sen,
bize zulmettin.
Buğday tanesi de yiyebilirsin. Halbuki ben yiyemem ki
yerimde,
yurdumda bundan âcizim ben.
Sen buğday da yiyebilirsin, arpa da, darı, mısır gibi başka şeyler
de
Halbuki ben bunları yiyemem.
3310. Böyle olduğu halde bizim kısmetimiz olan şu bir parçacık ekmeği
bile kapıyorsun!
Horozun köpeğe cevabı
Bu sözü duyan horoz, Merak etme, Tanrı sana buna
karşılık başka şeyler verir.
Bu ev sahibinin atı sakatlanacak, yarın sabah, adamakıllı
doyacaksın, kederlenme.
Atın ölümü, köpeklere bir bayram olacak
çalışıp çabalmadan bir
hayli rızık dökülüp kalacak dedi.
Adam, bu sözü duyunca derhal atı sattı. Horozun dediği çıkmadı,
köpeğe karşı mahcup vaziyette kaldı.
3315. Ertesi günü yine horoz, ekmeği kapınca köpek ağzını açtı, dedi
ki:
A düzenbaz horoz
bu yalan niceye bir? Niceye bir bu zulümkârlık,
bu yalancılık, bu kara yüreklilik?
Hani at sakatlanack dediydin, nerde? Sen, düzenci körün birisin,
sözünde hiçbir doğru yok!
Her şeyden haberi olan horoz, köpeğe Atı sakatlandı, sakatlandı
ama başka yerde.
Atını satıp ziyandan kurtuldu. Uğrayacağı ziyanı, başkalarına
yükletti.
3320. Fakat yarın katırı sakatlanacak, o nimet, ancak köpeklere nasip
olacak dedi
O haris adam, hemencecik katırı da sattı, dertten de kurtuldu,
ziyandan da.
Üçüncü günü köpek, horoza dedi ki: Ey beyliği davulla dümbelekle
ilân edilen yalancılar beyi, hani, nerede vaadin?
Horoz, Acele katırı da sattı. Fakat yarın kölesi ölecek.
Ölünce de akrabası, yoksullara köpeklere ekmekler dağıtacaklar
dedi.
3325. Adam, bunu duyunca köleyi de satıp ziyandan kurtuldu, yüzü
parladı, neşelendi.
Şükürler etmekte, âlemde üç ziyandan da kurtuldum.
Kümes hayvamlarıyla köpeklerin dillerini öğrendim de kötü
takdirlerden kendimi kurtardım demekteydi.
Ekmekten mahrum kalan köpek, üçüncü gün Ey tek, çift atıp duran
herzevekil ve yalancı horoz!
Köpeğe
vaat ettiği üç şeyde de yalanı çıkmış olan horozun utanması
Yalanın, düzenin niceye bir sürecek? Sen yalandan
başka bir söz söylemez misin? dedi.
3330. Horoz dedi ki: Haşa
ne ben yalan söylerim, ne benim cinsimden
olan öbür horozlar. Biz yalandan yunmuş, arınmışız!
Biz horozlar, müezzinler gibi doğru söyler, güneşi gözetler, vakit
geldi mi ki diye bekler dururuz!
Bizi bir leğen altına kapatsalar yine içten içe güneşi gözler, onun
nerede olduğunu anlarız.
Velîler, güneşin bekçileridir. İnsanlar içinde Tanrı sırlarını
bilir, anlar onlar.
Tanrı, bizi namaz vaktini bildirmek üzere Âdemoğluna hediye
etmiştir.
3335. İçimizden biri yanılır da vakitsiz öterse o ötüşü ölümüne sebep
olur.
Vakitsiz Haydin namaza dememiz, kanımızı mübah eder.
Mâsum olan, yanılmayansa ancak vahye mahzar olan can horozudur.
Kölesini de sattı. Köle satılır satılmaz öldü, alan da iki kat
ziyana girdi.
Malını kaçırdı ama iyi bil ki kendi kanına girdi.
3340. Bir ziyana uğramak, birçok ziyanları defedecekti. Cismimiz,
malımız, canlarımıza fedadır; canımıza gelecek belâ, cismimize,
malımıza gelir.
Gazaba uğradın mı padişahlara malını verir, başını kurtarırsın.
Fakat iş bilmez cahil misin? Kazaya düşünce padişahtan malını
kaçırmaya kalkışırsın.
Horozun ev sahibinin ölümünü haber vermesi
Fakat şimdi de yarınki gün ev sahibi ölecek.
Mirasına konan feryat ve figan ederek bir öküz kesecek.
Yarın, adam ölünce sana epeyce yemek düşecek.
3345. Köyde halk da, ilerigelenler de kurban etleri, lalangalar,
yemekler yiyecekler.
Yoksullara, köpeklere bir hayli öküz eti, koca koca ekmekler
dağıtılacak.
Atın, eşeğin, kölenin ölümü, bu ham mağrura gelecek kazayı
defedecekti.
Fakat o, malının ziyan olmasından ve bu yüzden derde düşmesinden
kaçtı, malını çoğalttı
çoğalttı ama kendi kanına girdi!
Dervişlerin bu riyazatları neden? Çünkü cisme verilen o eziyetler,
canların bakasına sebep olur.
3350. Salik, ebediliğe erişmese nasıl olur da tenini hastalıklara
uğratır, helâk eder?
Ruhu, karşılığında elde edeceği şeyleri görmese insan, elini açar
da cömertlik eder, ibadette bulunur mu?
Kâr ummaksızın veren ancak Tanrıdır, Tanrıdır, Tanrı!
Yahut da Tanrı huylarıyla huylanmış olan, nur olan, Tanrı
parıltısını elde eden Tanrı velîsi.
Çünkü o ganidir, ondan başka herkes yoksul. Bir yoksul, karşılık
ummadan al diyebilir, mal verebilir mi?
3355. Çocuk, elmayı görmedikçe kokmuş soğanı elinden bırakır mı hiç?
Bütün alışverişlerde maksat var. Herkes, bir şey elde etmek için
dükkânına geçmiş, kurulmuştur.
Yüzlerce güzel matahlar gösterir, gönlünden elde edeceği karşılığı
düşünür durur.
Ey din ulusu, bir selâm bile duymazsın ki selâm veren, sonunda
yenini, yakanı yakalamasın.
Kardeş, ben halkın ileri gelenlerinden de, geri kalanlarından da
tamahsız bir selâm bile işitmedim vesselâm!
3360. Yalnız Tanrının selâmında bir tamah yoktur
işte o kdar. Sen ev
ev, yer yer onu ara, gaflet etme!
Ben ağzı güzel kokan adamın ağzından hem Tanrı haberini duydum, hem
Tanrı selâmını!
Bu Tanrı erlerinin selâmını da canla, gönülle kabul eder; Tanrı
selâmını onların selâmından duyar, içerim.
Çünkü onun selâmı da Tanrı selâmı olmuştur. Çünkü o, kendi
varlığını ateşlere atmış, yakmıştır.
Kendi varlığından ölmüş, Tanrıyla dirilmiştir. Onun için Tanrı
sırları, iki dudağının arasından çıkıp durmadadır.
3365. Riyazatta tenin ölümü diriliktir. Bu bedenin eziyet çekmesi ruha
ebedîlik verir.
O habis herif de horoz ne diyecek diye kulak vermiş dinliyordu.
O adamın, horozdan ölüm haberini duyunca Musaya koşması
Bunları duyunca ateşlenip koşa koşa Musa
Kelimullahın kapısına dayandı.
Korkudan kapısının toprağına yüz sürmekte, Ey Kelîm, feryadıma
yetiş demekteydi.
Musa, Yürü, yüzünü yerlere döşe de kurtul. Mademki usta oldun,
kuyudan sıçra, çık!
3370. Hadi Müslümanlara ziyan ver, keseni, dağarcığını iki kat doldur.
Ben, sana aynada görünen bu kaza ve kaderi kerpiçte gördüm.
Akıllı kişiye, sonda görülecek şey önceden görünür, gönlüne doğar;
bilgisi az kişiye sonunda! dedi.
Adam tekrar feryat edip dedi ki: Ey iyi ahlâklı, lûtfet. Başıma
kakma yüzüme vurma.
Ben, iyiliğe lâyık bir adam değilim, ancak öyle hareket
edebilirdim
ettim de. Sen, benim liyakatsızlığıma iyi bir karşılık
ver, lûtfet.
3375. Musa, Oğul, şastten bir oktur fırladı, geri gelmesi âdet
değildir ki.
Fakat bir iyilikte bulunmak isterim; ölüm zamanı imansız
kalmayasın, imanlı ölesin.
İmanını yoldaş edindin mi dirisin
imanla gittin mi ebedîsin dedi.
Tam bu sırada adamın hali değişti gönülü bulandı, leğen getirdiler.
Bu, yemekten meydana gelen gönül bulantısı değil, ölüm alâmeti! A
ham betbaht, kayetmenin ne faydası var sana?
3380. Dört kişi alıp evine götürdüler. Adamcağızın ayakları birbirine
dolaşıyordu.
Musanın öğüdünü dinlemiyor, halifelikte bulunuyorsun ha
Fakat
kandini çeliği sağlam bir kılıcın üstüne atıyorsun!
Kılıç, senin canını alıverir, hiç utanıp sıkılmaz. Kardeş, bu senin
lâyığındır, lâyığın!
Musanın, o adamın imanla ölmesi için duası
Musa, o seher çağı duaya başladı: Yarabbi, sen,
onun imanını alma.
Padişahlıkta bulun, bağışla onu
o yanılmış, şaşırmış, haddini
bilmemiş, haddinden fazla ileri gitmiş!
3385. Bu bilgi, senin harcın değil dedim ama sözümü anlamadı. Başımdan
savuyorum sandı.
Sopasını ejderha yapabilen kişi ejderhaya el atabilir.
Dudağını yumup söylemeyen, sırrı gizleyebilen, gayb sırrını
öğrenebilir.
Su kuşundan başka kuş denize atılmaz, artık anlayıver
doğrusunu
Tanrı daha iyi bilir.
O da suda yaşayan kuş olmadığı halde denize atıldı, boğuluyor
ey
merhametli Tanrı, sen elini tut!
Ulu
Tanrının Musa aleyhisselâmın duasını kabul etmesi
3390. Tanrı dedi ki: Peki
imanını bağışladım. Hattâ
dilersen şimdi dirilteyim de
Değil yalnız onu, hatırın için bütün ölüp gömülmüş olanları
diriteyim.
Musa, Yarabbi, bu dünya ölümlü dünyadır. Sen, onu aydınlık âlemde
dirilt.
Bu fena dünya, varlık dünyası değil. Sonunda yine ölecek değil mi
âriyet dirilmede ne fayda var?
Sen, şimdi onlara, gözlerden gizli olan Ledeyna muhdarun
yurdunda rahmet saç! dedi.
3395. Ey insan, cisim ve mal ziyanı, cana faydadır canı vebalden
kurtarır.
Sen de riyazata canla, başla müşteri ol. Tenini riyazata verdin mi
canını kurtardın demektir.
Ey bahtı yaver kişi, gönlüne ihtiyatsız riyazat isteği gelirse
secdeye baş koy, şükranelikler ver.
Mademki Tanrı, o riyazat isteğini verdi, şükürler et. O istek, sana
kendiliğinden gelmedi, seni Kün emriyle riyazata çekti.
Çocuğu
yaşamayan kadının ağlayıp inlemesi, Bu, senin riyazatına
karşılıktır, senin için, mücahitlerin cihadına mukabildir diye
cevap
gelmesi
Bir kadın vardı, her yıl bir çocuk doğururdu. Fakat
çocuk, altı aydan fazla yaşamazdı.
3400. Üç aylıkken, yahut dört aylıkken ölür giderdi. Kadın feryad
ederek dedi ki: Yarabbi,
Bu çocuklar, bana dokuz ay yük oluyor, üç aycağız da ferahlık
veriyor. Bana verdiğin nimet eleğisağmadan da tez geçip gidiveriyor!
Tanrı erlerine ağlayıp yalvarmakta, çocuklarının ölümünden şikâyet
etmekteydi.
Bu suretle tam yirmi oğlu öldü, ciğerine bir yaman ateştir düştü.
Nihayet bir gece o kadına rüyasında yemyeşil güze, kusursuz,
ebediyet yurdunu, cenneti gösterdiler.
3405. Keyfiyete sığmayan nimete cennet dedim. Bağ bahçe dedim. Çünkü
orası, nimetlerin de aslıdır, bağların, bahçelerin de toplandığı yer.
Yoksa ne bağı? Orada öyle şeyler var ki gözler görmemiştir.
Bu ancak misaldir, onun misli değil. Bu misal de anlamaktan âciz
olan bir koku alsın, anlasın diye getirilir.
Hulâsa kadıncağız, cenneti görüp mest oldu. O teselliye uğrayınca
elden çıktı, kendinden geçti!
Kçşkün birinde adının yazılı olduğunu gördü, o âşık orasını
kendinin sandı.
3410. Sonra ona dediler ki: Bu nimet, canını feda etmede doğru olan
ve bu fedakârlıkta doğruluktan ayrılmayan kişinindir.
Bir hayli hizmet etmek gerek ki sen de bu kuşluk kahvaltısından
yiyesin!
Fakat sen, Tanrıya sığınmada tembellik ediyorsun. Tanrı da ona
karşılık olarak sana o musibetleri verdi.
Kadın, Yarabbi, yüzyıl, hattâ daha fazla bir müddet benden kan
dök, evlâtlarımı öldür
razıyım
Yavaş yavaş, adım adım o bahçeye girince bütün çocuklarını orada
gördü de,
3415. Dedi ki: Yarabbi, ben kaybettim ama sen kaybetmemişsin!
Evet
insan, gaybi gören göze malik olmadıkça insan olamaz.
Sen istemezsin, sebep olamazsın ama burnun kanar, bir hayli de kan
akar
derken ateşin geçer, kurtulursun.
Her meyvanın içi, kabuğundan iyidir. Teni de kabuk, sevgiliyi iç
bil!
İnsan, pek lâtif bir içe maliktir. İnsansan bir an olsun onu ara!
Tanrı
razı olsun, Hamzanın savaşa zırhsız girmesi
* Peygamberin amcası Hazma, gençlik çağında savaşa
daima zırh giyerek girerdi.
Son zamanlarındaysa savaş saflarına zırhsız olarak katılır,
sarhoşça savaşa atılırdı.
3420. Göğsü açık, vücudu çıplak oalarak kendini kılıçlara atardı.
Halk, Ey Peygamberin amcası, ey saflar yaran aslan, ey erlerin
padişahı.
Tanrı buyruğunda Nefislerinizi, kendi ellerinizle tehlikeye
atmayın emrini okumadın mı ki?
Peki, neden kendini böyle bir savaş esnasında tehlikeye atıyorsun?
Gençken, iri yapılı ve kuvvetliyken saflara zırhsız katılmazdın.
3425. Şimdi ihtiyarladın, zayıfladın, belin büküldü
öyle olduğu halde
hiçbir şeye aldırış etmez oldun.
Her şeye boş veriyor; bir kılıç ve bir mızrakla savaşa atılıyor,
âdeta kendini sınıyorsun.
Kılıç, ihtiyara hürmet etmez. Hiç kılıçla okun aklı, temyizi olur
mu? dediler.
O bîhaberler, Hamzanın kaydına düşüyorlar, gayretlerinden ona bu
çeşit öğütler veriyorlardı.
Hamzanın halka cevap vermesi
Hazma dedi ki. Gençken ölümü, bu dünyaya vedâ etme
tarzında görürdüm.
3430. Kim ölüme isteyerek gider? Kim ejderhanın karşısında soyunur?
Fakat şimdi Muhammedinin nuruyla bu fâni şehre zebun değilim ki.
Duygudan hariç olan ve halk nuru askeriyle dolu bulunan padişah
ordugâhını görmekteyim,
Çadırlar, çadırlara geçmiş, çadır direklerinin ipleri, iplere
sarılmış
şükürler olsun ki Tanrı, beni uykudan uyandırdı.
Ölüm, kimin nazarında tehlikeyse Tehlikeye atılmayın emri de
onadır.
3435. Fakat birisinin nazarında ölüm, hakikat kapısının açılışından
ibaret olursa ona
Haydin, çabuk olun hitabı gelir.
Ey ölümü görenler, uzaklaşın
ey haşri, dirilmeyi görenler, çabuk
olun!
Ey lûtuf görenler, ferahlanın, sevinin
Ey kahır görenler, bu bir
belâdır, gamlanın!
Ölümü, bir Yusuf gören, canını feda eder, kurt olarak görense
yolunu sapıtır!
Oğul, herkesin ölümü, kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta
dost!
3440. Ayna Türke nazaran güzel renktedir. Zenciye nazaran o da
Zencidir.
Ey can, aklını başına devşir
Ölümden korkup kaçarsın ya
doğrucası
sen, kendinden korkmaktasın.
Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün, canın ağaca
benzer
ölüm, yaprağıdır.
İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir, kötüyse de. Hoş, nahoş
gönlüne gelen bir şey, senden senin varlığından gelir.
Bir dikenle yaralanmışsan o dikeni sen dikmişsindir. Atlas olsun,
ipek olsun, ne giymişsen kendin eğirmişsindir.
3445. Bil ki iş, ona verilen karşılıkla aynı renkte olmaz. Hiçbir
hizmet, o hizmete mukabil verilen şeyle bir renkte değildir.
Ücret alnaların ücreti, yaptıkları işe benzemez. Çünkü o iş
ârazdır, buysa cevher ve ebedî.
İş, güçlükten, zordan, alın terinden ibarettir; buysa gümüştür,
altındır, tabaklarla verilen ihsandır.
Sana bir yerden bir töhmet gelse, mutlaka zulmettiğin birisi
mihnete düşmüş, beddua etmiştir.
Ama sen dersen ki ben bir şey yapmadım, kimse hakkında bir töhmette
bulunmadım.
3450. Fakat başka çeşit bir günah etmişsindir. Tohum ektin, nasıl olur
da meyve vermez?
Zina edene yüz sopa vururlar da zinâkâr, ben kimseyi dövmedim ki
der.
Fakat bu belâ, bu dövüş, o zinanın cezası değil mi? Ama sopa, gizli
bir yerde edilen zinaya nasıl benzer?
Ey Kalîm, yılan hiç sopaya benzer mi? Ey hakîm, dert, devaya benzer
mi ?
Sen de o sopa yerine meninin nasıl döktün de o meni, güzelim bir
şahıs oldu?
3455. O menin, bir dost oldu, yahut bir yılan kesildi. Asânın yılan
olduğuna şaşıyorsun değil mi? Fakat buna daha ziyade şaşmak icabetmez
mi?
Hiç meni, o çocuğa benzer mi ? Hiç şeker kamışı, şekere benzer mi?
Adam, bir rükû, yahut sücud etti mi onun rükû ve sücudu, o âlemde
bağ, bahçe olur.
Ağzından Tanrıya bir övüş utçumu tan yerini ağartan Tanrı, o övüşü
bir cennet kuşu yapar.
Kuşun menisi de yeldir, havadır ama senin Tanrıyı övüşün, Tanrıyı
tesbih edişin, hiç de kuşa benzemez.
3460. Yoksullara ihsanda bulundun, zekât verdin, elinle bir hayırda
bulundun mu o âlemde bu hayır, ağaçlık, çayırlık, çimenlik olur.
Sabır suyun, cennetteki nehirler
cennetin süt ırmağı, sevgin,
aşkındır.
İbadetten zevk alman, bal nehri, Tanrı aşkıyla sarhoş olman, şevk
duyman şarap ırmağıdır.
Bu sebepler, o eserlere benzemez. Fakat Tanrı, nasıl oldu da bu
sebeplerin yerine o eserleri getirdi? Kimse bilmez.
Bu sebepler, dünyada nasıl senin ihtiyarınla, senin fermanınla
meydana geldiyse o dört ırmak da ahrette şüphe yok, senin fermanına
tabi olur.
3465. Onları ne tarafa dilersen akıtırsın. Sebepleri nasıl tasarruf
ettiysen onları da öyle tasarruf edersin.
Menin nasıl sana tabiyse meniden gelen soy sop da derhal senin
emrine girer, sana tabi olur.
Oğlum, senin buyruğunla koşar, yürür
ben senin cüzünüm, beni
anamaın karnında rehin olarak bırakan sendin, der.
O sıfat, bu âlemde senin emrindeydi. Cennette de o ırmaklar senin
emrindedir.
Cennetteki ağaçlar, senin fermanına tabidir, çünkü o ağaçlar, senin
sıfatlarından yeşerdi, meyve verdi.
3470. Bu sıfatlar, burada nasıl senin emrine tabiyse onlara karşılık
olan şeyler de orada senin emrine tabidir.
Bir mazluma karşı elinden bir zulüm çıktımı o zulüm bir ağaç olur,
o ağaçtan zakkum biter.
Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı cehennem ateşinin aslı oldun
gitti.
Ateşin burada nasıl adamlaraı yakarsa ondan meydana gelen eser de
orada seni yakar.
Kızgınlığın ateşin adamlara saldırmakta ya
ondan meydana gelen
ateş de adamlara saldırır.
3475. O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni
kuyruğundan yakalar.
Velîlere uymadın, onları bekletip durdun, orada da kıyamet gününün
beklenmesi san yâr olur, bekler durursun.
Hele yarın, hele öbür gün diye vaat eder, Tanrıya dönmeyi sallar
durursun ya
İşte bu bekleyiş, mahşerdeki beklemendir, vay sana!
O uzun günde hesap için, canlar yakan güneşin altında bekler
kalırısn
Çünkü sen dünyada göğü de, göktekileri de elbette yola girerim
tohumunu eke eke beklemiştin!
3480. Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu
cehennemini söndür, çünkü o bir tuzaktır.
Bu ateşi ancak nur söndürebilir. Cehennem mümine Nurun ateşimizi
söndürdü der
Tanrıya şükürler olsun!
Nura sahip olmadığın halde yavaşlık, mülâyimlik gösterirsen bu kötü
bir şeydir. Çünkü ateşin sönmemiştir, küllenmiştir.
Bu hal, bir tekellüftür. Aklını başına al, ateşi din nurundan başka
bir şey söndürmez.
Din nurunu görmedikçe emin olma
çünkü gizli ateş, bir gün olur
ortaya çıkar.
3485. Nuru bir su bil, suya yapış
suyu elde ettin mi ateşten korkma!
Ateşi su söndürür. Çünkü ateş, huyu muktezası suyun soyunu, sopunu,
oğullarını, ( yani ağaçları, otları) yakar, yandırır!
Birkaç günceğiz o su kuşlarının yanına git de seni Abıhayata
ulaştırsınlar.
Kara kuşuyla su kuşu, suret bakımından birdir ama suyla yağ gibi
hakikatte birbirine zıttır,
Bunlar, birbirlerine benzerler ama her biri, kendi aslına kuldur,
köledir. Dikkat ve ihtiyatla hareket et.
3490. Nitekim vesveseyle Elest deminin vahyi
her ikisi de duyguyla
değil, akılla anlaşılır; fakat aralarında fark var.
Her ikisi de gönül pazarının tellâlıdır, her ikisi de matahlarını
över, durur.
Gönül sarrafıysan fikrini anla, gönlüne geleni bil de esir tellâlı
gibi bu iki fikri birbirinden ayırtet.
Eğer şüpheye düşüyor ve iki fikri ayırt edemiyorsan Aldatmaca yok
de; acele etme, koşma!
Alışverişte aldanmamanın çaresi
Bir dost, Peygambere Ben alışverişte daima
aldanıyorum.
3495. Bir şey satan, yahut alan kişinin hilesi sanki sihir
gelip
benim yolumu kesiyor dedi.
Peygamber dedi ki: Alışverişte aldanmaktan korkuyorsan alacağın
şeyi üç gün muhayyer olarak al.
Çünkü şüphe yok, yavaş iş Rahmandandır. Acele edşinse melûn
Şeytandan.
Önüne bir lokma atsan köpek bile köpekliğiyle önce koklar da sonra
yer a ihtiyatlı adam!
O burnuyla koklar, biz aklımızla koklarız. Hele bir bak, demek ki
biz de her şeyi inceleyen aklımızla kokluyoruz.
3500. Tanrı bile bu yerlerle gökleri yavaşlıkla ve tam altı günde
yarattı.
AÇIKLAMALAR
B. 2834.
Bu beyitten itibaren 2839 uncu beyte kadar beş beyit arapçadır.
B. 2948. C. I, S. 72, B. 751-753 e bakınız.
B. 2982. Kur'anın 23 üncü suresi olan Mü'minun suresinin 107 inci
âyetidir.
B. 2997. den sonraki başlık. "An o zaman ki dedik. Bu köye girin,
dilediğiniz meyvaları sıkıntısızca yiyin, Beyti Makdes'in kapısından
secde ederek girin de, yarabbi, günahlarımızı affet, bizi günahlardan
arıt deyin.. suçlarınızı örtelim. Bu söyleyeceğiniz söz yüzünden
yakında ihsan sahiplerinin sevaplarını çoğaltacağız" (Sure 2, Bakara,
âyet 58)
B. 3028. Tanrı emriyle Musa Peygamber, İsrailoğullarını Mısır'dan
çıkarmak, esirlikten kurtarmak istediği vakit Firavun razı olmamış,
Tanrı da Mısırlılara bazı belalar vermişti ki bunlardan biri de Nil
ırmağının Mısırlılara gönderdiği bu belâlar on taneydi, bunlara
"Beliyyât-ı aşere - onbelâ" denir, Tevrat, bunları uzun uzadıya
anlatır Kur'anda da kısaca anılır. C. II, S. 64, B. 694 e de bakınız.
B. 3033. H. Muhammed'den böyle bir hadis rivayet edilmiştir.
B. 3075. ten sonraki bahis. S. 193, B. 2033-2036 ya bakınız.
B. 3080. Hukema denilen ve Yunan felsefesini İslâmileştiren
filozoflara göre yaratıcı kudretin faal tecellisine "Akl-ı Kül"
derler. Bu tecelli, bir de münfeillik meydana getirmiştir ki buna da
"Nefs-i kül" denir. Akl-ı kül ile Nefs-i Küll'ün birleşmesi gökleri
meydana getirmiştir. Göklerin dönüşünden dört unsur meydana gelmiş,
unsurlarla göklerin birleşmesi de "cemat, nebat ve hayvan" âlemini
vücuda getirmiştir. Akıl, bütün âlemde tedbir sahibidir ve nefsi
tedbir eden odur. Madde âlemi Nefs-i küll'ün zuhurudur ve her şeyin
maddî varlığı, zahiren o şeye ait "Nefs-i cüzi" dir, fakat hakikatta
Nefs-i Küllinin bir tecellisinden ibarettir. C. I, S. 186, B. 1899 a
da bakınız.
B. 3081. "Ey Peygamber sana Rabbinden indirilen şeyi tebliğ et. Bunu
yapmazsan elçiliğini yapmamış olursun.. Ve Tanrı, seni insanlardan
korur, şüphe yok Tanrı kâfir olan kavme hidayet etmez" (Sure 5, Maide,
âyet 67).
B. 3102. Arap memleketlerinde ayağa da bilezik takma âdeti vardır.
Ayağa takılan bileziğe "halhal" derler.
B. 3104. ten sonraki başlık ve bahis. Ankaravî, bu bahsin, "Şüphe yok,
Ulu Tanrı'nın gizli velileri vardır. Saçları karmakarışık ve kıvırcık,
yüzleri tozludur. Bir beyin, bir emirin yanına girmek isteseler onlara
izin verilmez, gözden kaybolsalar aranmazlar, bir yerde bulunsalar
çağırılmazlar, hastalansalar halleri, hatırları sorulmaz, ölseler
kimsecikler cenazelerine gitmez. Onlar, yeryüzünde bilinmeyen,
gökyüzünde tanınan, bilinen kişilerdir" mealinde ve hadis olarak
rivayet edilen bir söze dayandığını söylüyor (S. 518-519),
B. 3110. Ankaravî, bu hadisin "Nüzhetünnâzırîn" adlı hadis kitabında
bulunduğunu söylüyor (S. 521).
B. 3129 dan sonraki bahis. Ankaravî, bu bahisteki hikâyenin de aynı
kitapta hadis olarak nakledildiğini kaydetmektedir (S. 524).
B. 3145-3150. Sehabeden Enes ve Cabir böyle bir hadis rivayet
etmişlerdir.
B. 3200. Müslümanlara göre İsa Peygamber'e inen ve dört büyük kitaptan
biri olan kitap. Diğer üçü şunlardır: Musa Peygamber'e inen Tevrat,
Davut Peygambere inen ve yalnız ilâhî neşidelerden ibaret olan Zebur
ve H. Muhammed'e inen Kur'an. Hıristiyanlara göre, muştuluk mânasına
gelen İncil, İsa'nın hayatıdır. Bu hayatı ve İsa'nın sözlerini
kendisine inananlar, sonradan toplamışlar ve kitap haline
getirmişlerdir.
B. 3201. Şîa, yani Şiî olan müslümanlar, halifeliğin, H. Muhammed
tarafından Ali'ye verildiğini, sonra sırasıyla Ebubekir, Ömer ve
Osman'ın, onlardan sonra da Ümmeyye ve Abbasoğulları'nın bu hakkı Ali
ile evlâdı olan diğer on bir İmam'dan zorla aldıklarını söylerler.
Halifeliğin Ali'den alınmasında, onlarca en mühim rolü Ömer
oynamıştır. Bu yüzden bütün halifeleri ve hele Ömer'i sevmez ve bu
hususta ileri gidenleri bunlara dil uzatırlar.
B. 3203. ten sonraki bahis. "Kimdir acaba âciz kalan kişi dua ettiği
vakit ona erişen, duasını kabul eden, kötülüğü gideren ve sizi, sizden
öncekilerin yerine koyan? Tanrı ile beraber başka bir Tanrı var mı ki?
Tanrı, şirk koşanların şirkinden yücedir" (Sure 27, Neml, âyet
63).
B. 3219 dan sonraki bahis, Ankaravi bu mealde bir hadisin
Nüzhetünnâzırîn'de bulunduğunu söylüyor (S. 539-541).
B. 3231-3232. Uzzâ, İslâm dan önce Arapların taptığı
putlardan biri. Aziz, pek yüce mânasına gelir ve Tanrı sıfatlarını
bildiren "Esmâyi hüsnâ - Tanrı'nın güzel adları" ndandır.
B. 3234. Kâfur kokusu, ölüme delâlet eder. Ölünün kokusu varsa gitsin
ve kabirde de yılan ve sair hayvanlar dokunmasın diye gözlerine,
kulaklarına, burnuna ve bazı yerlerde yedi secde azasına pamuklu suya
karışmış kâfuru korlar. Hattâ bazı mezheplerde ölüyü bir kere de
kâfuruyla karışık suyla yıkarlar.
B. 3237 den sonraki bahis. Ankaravî, bu hadisi ve yazılı kitapları
kaydetmektedir (S. 541).
B. 3254 ten sonraki başlık. Kur'anın 94 üncü suresi olan İnşirah
suresinin 5 ve 6 inci âyetlerinden alınmıştır.
B. 3264. C. II, S. 13, B. 140 a bakınız.
B. 3276. Şeytan'dan, Kur'anda "Racîm-taşlanmış, sürülmüş, Tanrı
tapısından kovulmuş" diye bahsedilir. Halk arasında İbrahim
Peygamber'in Şeytan'ı taşladığı, hattâ bir gözünü kör ettiği rivayet
edilegelmiştir. S. 71, B. 775 ve C. II, S. 207, B. 2231, S. 209, B.
2243 e de bakınız.
B. 3349. Riyazat, dervişlerin az yemek, az içme, az uyumak ve boyuna
ibadet etmekle nefislerini ıslâha çalışmaları.
B. 3394.
"Kıyamet bir bağırışta kopuverir, hemencecik de bütün mahlûkat
yanımıza hazır oluverir" (Sure 36, Yasin, âyet 53)
B. 3418 den sonraki bahis. Hamza, H. Muhammed'in amcasıdır, Uhud
savaşında müşrikler tarafından öldürülmüştür. Pek kuvvetli ve
yiğitti.
B. 3422. C. I, S. 389, B. 3930 a bakınız.
B. 3435. Rabbinizin yargılamasına ve genişliği göklerle yeryüzü kadar
olan ve temiz kişilere hazırlanan cennete koşun. (Sure 3, Ali
İmran, âyet 133)
B. 3446. C. I, S. 66, B. 286 ya bakınız.
B. 3445-3494. C. II, S. 89, B. 963 e bakınız.
B. 3457. H. Muhammed'in "Cennette bol bol dikin" dediği,
sahabenin "Cennetin ağacı nedir?" diye sorması üzerine
"Tanrı'yı tespih etmek" diye cevap verdiği rivayet edilmiştir.
B. 3494 ten sonraki bahis. H. Muhammed'den böyle bir hadis rivayet
edilmiştir.
B. 3500. Tevrat'a göre gökler, yeryüzü ve bütün mevcudat altı günde
yaratılmıştır. Bu inanış aynen Kur'ana da alınmış ve birçok âyetlerde
anılmıştır |