Onun nöbetini günde beş defa vuruyorlar... bu,
kıyamete kadar her gün böyle sürüp gidecek!
Aklın varsa sana lûtuflarda bulundum... eşeksen eşeğe de asayı
getirdim.
Seni bu ahırdan öyle bir çıkarırım ki sopayla başını, kulağını kanlara
boyarım!
Bu ahırdaki eşekler de senin cefandan aman bulamıyorlar insanlarda!
2805. İşte sevilmeyen her eşeği yola getirmek, terbiye etmek için sopa
getirdim ben!
Seni kahretmek için o sopa, bir ejderha kesilir... çünkü sen de işte
ve huyda bir ejderha kesilmişsin.
Sen amansız bir dağ ejderhasısın ama gökyüzü ejderhasına da bak!
Bu sopada cehennemden bir hisse var... kendine gel de aydınlığa kaç.
Yoksa benim dişlerimin arasında kalırsın... benim kahrımdan seni kimse
kurtaramaz demektedir.
2810. Tanrının cehennemi nerede demeyesin diye bu, bir sopayken şimdi
ejderha olmuştur.
Tanrı kudretini bilip tanıyan cennetle cehennem nerede ki diye sormaz.
Tanrı, nereyi isterse orasını cehennem yapar... gökyüzünün yücelerini
kuşa ökse ve tuzak haline getirir.
Dişlerine bir ağrı verir ki bu diş ağrısı cehennem, ejderha dersin.
Yahut da tükürdüğünü bal haline kor... bu, cennet ve cennet elbiseleri
dersin!
Dişlerinin dibinden şeker bitirir... bu suretle kaderin hükmünü anlar
bilirsin!
2815. Şu halde dişlerinle suçsuzları ısırma... çekinemeyeceğin,
kurtulamayacağın silleyi düşün.
Tanrı Nili Kıptilere kan haline getirdi... İsrail oğullarını da
belâdan korudu.
Buna bak da Tanrının yoldaki aklı başında kişiyle sarhoşu ayırt
ettiğini anla.
Nil bu ayırt edişi Tanrıdan öğrendi de buna ihsanlarda bulundu,
öbürünü sıkıca bağladı.
Tanrı lûtfu, Nile akıl verdi... kahrı ise Kabili sersemleştirdi.
2820. Keremiyle cansız şeylerde akıl yarattı... kahrı ile akıllının
aklını aldı.
Lûtfuyla cansız şeyde akıl peydahlandı... kahrı ile bilgi akıllardan
kaçtı!
Emriyle oraya yağmur gibi akıl yağdı... bunun aklıysa Tanrı hışmını
görüp kaçtı gitti!
Bulut, güneş, ay ve yücelerdeki yıldızlar... hepsi de bir nizamla
gelirler, giderler.
Her biri, ancak vaktinde gelir... vaktini ne geciktirir, ne de erken
gelip çatar.
2825. Bunu nasıl oldu da peygamberlerden anlamadın sen?Onlar, taşa
sopaya bilgi ihsan ettiler.
Bunları gör de diğer cansız şeyleri de şüphesiz bir halde sopaya, taşa
kıyas et!
Taşla sopanın itaati meydana çıkar, görünürde öbür cansız şeylerin
halinde de haber verir...
Onlar da Biz, Tanrıyı biliriz, ona itaat ederiz... hepimiz de
tesadüfen halk edilmiş abes şeyler değiliz derler.
Nil suyuna bak da anla... boğarken iki ümmetin arasını ayırt etti ya!
2830. Yer, nasıl Karunu kahredip sömürdü; onu nasıl bildiyse Nili de
öyle bilgi sahibi bil.
Ay da öyle... emri duyunca derhal gökyüzünde yarıldı, ikiye bölündü ya.
Nerede bir ağaç ve taş varsa Mustafayı görünce apaçık selâm verdi ya!
İşte cansızların hepsini de böyle bil, böyle tanı!
Tanrı varlığını inkâr eden ve âleme evvel, yok diyen Dehriye cevap
Dün birisi, âlem, sonradan yaratıldı... bu gökyüzü fânidir, vârisi
Hakdır diyordu.
Bir filozof dedi ki: Sonradan yaratıldığını nasıl biliyorsun?
Yağmur,bulutun sonradan yaratıldığını nasıl bilir?
2835. Bu değişip duran âlemden sen, bir zerre bile değilsin... öyle
olduğu halde güneşin sonradan yaratıldığını ne bilirsin ki?
Pislik içinde gömülü olan bir kurtcağız, yeryüzünün evvelini, sonunu
nereden bilecek?
Sen bu sözü babandan duydun... taklitle aptallığından ona sarıldın?
Sonradan yaratıldığına delil nedir? söyle; yoksa sus, fazla söylenmeye
kalkma!
Adam dedi ki: Bu derin denizde bir gün iki bölük halkın bahse
giriştiklerini gördüm.
2840. Onlar çekişir bahsederken halk onların başına üşüştü.
Ben de kalabalığın arasına karıştım, onların sözlerini, hallerini
anlamak için durdum, bekledim.
Bir bölüğü âlem fânidir... şüphe yok ki bu yapının bir yapıcısı var
diyordu.
Öbür bölüğün bu âlem kadimdir, evveli yoktur, yaratıcısı yapıcısı da
yoktur... varsa bile kendisidir diyordu.
Tanrıya inanan, yaratıcıyı inkar ettin... geceyle gündüzü getirip
götüren ve rızk veren Tanrıya münkir oldun, dedi.
2845. Filozof ben dedi... delilsiz sözü dinlemem, taklide ancak ahmak
olan kapılır!
Hadi delilini göster... yoksa bu âlemde delilsiz söz dinlemem ben!
Mümin dedi ki: Delil, canımdadır... canımın içinde gizli delilim var!
Senin gözün zayıftır, hilâli göremezsin; fakat ben görüyorum, bana
kızma.
Dedikodu uzadıkça uzadı... dinleyenlerde bu bezenmiş âlemin başına,
sonuna hayran olup kaldılar.
2850. Mümin,dostum dedi... gönlümde bir delil var... bence, bu, âlemin
sonradan yaratıldığına bir alâmet!
İyice inanmışım... inancımın nişanesi de şu: İyice inanan ateşe bile
girse,
Aşıklardaki aşk sırrı gibi ona bir ziyan gelmez, yanmaz, mahvolmaz!
Sözlerinin sırrı, ancak yüzümün sarılığından, zayıflığından anlaşılır.
Yanaklara akan kanlı göz yaşları, sevgilinin güzelliğine delildir.
2855. Filozof, ben halkın hepsine de delil olamayan bu şeylere
ehemmiyet vermem, bunları delil saymam, dedi.
Mümin dedi ki: Kalp akçe ile halis akçe bahse girişseler... halis
akçe, sen kalpsın; ben halisim, iyiyim dese,
Son sınama ateştir... bu iki arkadaş ateşe düştüler mi?
Halkın ileri gidenleri de hallerini anlar, alelâde olanları da...
herkes, şüpheden kurtulur, onların ne olduklarını iyice anlar bilir.
Canım, su ve ateş de gizli olan halis akçayla kalpı sınamak, için
yaratılmıştır.
2860. Sen ve ben... ikimiz de ateşe girelim... bu işe şaşıp kalanlara
bakî bir delil olalım!
Ben de, sen de birden denize dalalım... çünkü ben de bu halka bir
delilim sen de!
Öyle yaptılar; ateşe girdiler... ikisi de kendilerini kızgın ateşe
attılar.
Tanrı var diye iddia eden kurtuldu öbür haramzade yandı, mahvoldu.
Bu haberi müezzinden duy... ham ruhun körlüğünü bir kat daha arttırır!
2865. Ecelle,ölümle Mustafanın adı yanmamıştır... çünkü o adın sahibi
ileriden ileriydi uludan ulu!
Bu devirde bahse girişenlerin yüz binlercesi münkirlerin perdelerini
yırtmıştır.
Müminle filozof bu işe karar verdiler... mucizelerin devam ettiği
zuhur etti; doğru olan galip oldu... bu cevaptan
Anladım ki âlemin evveli vardır, bu gök kubbe sonradan yaratılmıştır
diyen haklıdır.
Münkirin getirdiği delilin yüzü daima sarıdır... o inkârın doğruluğuna
nerede bir nişane?
2870. Münkirlerin övüldüğü bir minare nerede? Alemde böyle bir minare
göster bana da onların doğruluğuna nişane olsun.
Hani nerede bir mimber ki oraya birisi çıksın da bir münkirin zamanını
ansın.
Paraların üstüne basılan peygamber adları, kıyamete kadar onların
doğruluğuna alâmettir.
Padişahların paraları değişir durur.. fakat Ahmedin parası, kıyamete
dek sürer gider!
Altın olsun, gümüş olsun... bir paranın üstünde bir münkirin adını
gösterene!
2875. Hadi bunu mucize sayma! Peki bir de güneş gibi apaydın olan ve
adına Ümmül Kitap denen yüz dilli Kurana bak!
Kimsenin ondan bir harfi çalmaya, yahut sözüne bir söz katmaya ne
haddi var, ne kudreti!
Üstünün dostu ol ki üstün olasın... kendine gel be hey azgın,
mağluplara dost olma!
Münkirin delili, ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen yurttan başka
bir şey görmüyorum!
Hiç düşünmez ki nerede bir görünen şey varsa o, gizli hikmetleri haber
vermededir.
2880. Her görünen şeyin faydası, faydanın ilaçlarda gizli oluşu gibi o
şeyin içinde gizlidir.
Gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri hak üzere yarattım yani
onları yalnız görün diye değil,sizin görmediğiniz mâna ve bakî olan
bir hikmet için yarattım âyetinin tefsiri
Hiçbir ressam var mıdır ki yaptığı resmi, hiçbir menfaat ümidi
gözetmeden yalnız resim yapmak için yapsın.
Hem resim yapmak için yapar, hem de uluların büyüklerin bir vesile ile
kederlerinden kurtulmalarını ister.
Çocukların neşelenmesini, bu resimle ölüp gitmiş dostların, dostlar
tarafından hatırlanmasını diler.
Hiçbir testici yoktur ki içine su konmasını düşünmeden testisini, sırf
testi yapmak için yapsın!
2885. Hiçbir kâseci yoktur ki kaseyi ancak kâse olmak için yapsın da
içine yemek konmak için yapmasın!
Hiçbir hattat yoktur ki özene bezene yazdığı yazıyı yalnız yazısını,
yazısının güzelliğini göstermek için yazsın da okumak için yazmasın.
Görünen suret gayp âlemindeki surete delâlet eder, o da başka bir gayp
suretinden vücut bulmuştur.
Böylece bunları, görüşünün miktarınca ta üçüncü dördüncü, onuncu
surete kadar say dur.
Oğul bunla, satrançtaki oyunlara benzer... her oyunun faydasını ondan
sonrakinde gör.
2890. Bu oyunu, o gizli oyunu oynamak için, onu da diğer bir oyun
için... nihayet o oyunu da bir başka oyun için oynarlar.
Gözünü böylece etraftan ileriye çevir de ta karşındakini mat edip
oyunu kazanıncaya dek ne oyunlar oynayacaksan hepsini gör.
Merdiven basamaklarına çıkmak için önce birincisine, sonra ikincisine
basmak lazım. ikincisi de bil ki üçüncüsüne çıkmak için kurulmuştur...
böyle, böyle merdivenin son basamağına çıkar dama varırsın.
Yemek meni içindir... meni de soy sop üretmek, gönlü gözü aydınlatmak
içindir.
2895. Fakat kısa görüşlü adam, ilk işten başka bir şey görmez... aklı
yerde yetişen otlara benzer, yere mahkûmdur, gezmez dolaşamaz.
Otu, ha çağırmışsın,ha çağırmamışsın... ayağı toprağa kakılmış
kalmıştır.
Rüzgarın tesiri ile başını sallasa da baş sallanmasına aldanma.
Başı, ey seher yeli, duyduk, peki der ama ayağı isyan ediyoruz bırak
bizi der.
Kısa görüşlüde gezip dolaşmayı bilmediğinden aşağılık kişiler gibi
sürünüp gider... körler gibi Tanrıya dayanıp adım atar.
2900. Savaşta Tanrıya dayanmaktan ne fayda çıkar ki? Bu tavla oynayan
acemilerin Tanrıya dayanmasına benzer.
Donup kalmamış olan keskin bakışlarsa, ileriyi delip gider, perdeleri
yırtıp görür.
Bu bakışa sahip olanlar, on yıl sonra olacak şeyi şimdicik, hem de
gözleri ile görürler.
Böylece herkes bakışı ve görüşü miktarınca gaybı da görür, geleceği
de... hayrı da görür şerri de.
Gözün önünde ardında bir hail kalmadı mı bütün dünya dümdüz olur, göz,
gayp levhini bile okur.
2905. Gözünü ardına çevirdi mi varlığın başladığı zamandan itibaren
bütün macera ve âlemin yaradılışı gözüne görünür!
Yer meleklerinin ululuk ıssı Tanrı ile babamızın halife olması
hususunda bahse giriştiklerini duyar görür.
Ön tarafa baktı mı mahşere kadar ne olacaksa onların da hepsi gözünün
önünde canlanır.
Şu halde arkaya bakınca aslın aslına kadar... önüne bakınca kıyamete
kadar her şey gözüne apaçık görünür.
Herkes gönlünün aydınlığı ve cilâsı nispetinde gaybı görür.
2910. Kim gönlünü daha fazla cilâladı ise daha ziyade görür... ona
daha fazla suretler görünür.
Sen eğer bu arılık Tanrı lûtfu dersen gönlünü arıtmaya muvaffak oluş
da onun vergisidir, onun lûtfundandır.
O çalışma da o dua da himmet miktarıncadır... İnsan, ancak
çalıştığını elde eder!
Himmeti veren ancak Tanrıdır... hiçbir saman çöpü, padişahın himmetine
sahip değildir.
Tanrının bir adamı bir işe ayırması, bir işe koşması, dileği, isteği,
ihtiyar ve iradeyi men etmek değildir ki!
2915. Fakat talihsize bir zahmet erdi mi o pılısını pırtısını toplar,
küfür ve isyan semtine çeker.
Talihli birisine bir zahmet verdi mi o, pılısını pırtısını daha yakına
çeker getirir.
Kötü yürekliler, korkularından savaşta kaçma sebeplerini ele alırlar,
onlara yapışırlar.
Cesur erlerse yine can korkusundan düşman saflarına hücum ederler.
Korku ve tasa Rüstemleri ileri götürür... o kötü yürekli korkaksa
korkusundan olduğu yerde ölür gider.
2920. Belâ ve can korkusu mihenktir... onun içindir yiğitler, tehlike
anında korkaklardan ayırt edilirler.
Tanrının Musa AleyhisselâmaEy Musa,ben yaratıcı Tanrı,seni
seviyorumdiye vahyetmesi
Tanrı Musanın gönlüne vahyetti: Ey seçilmiş kişi ben seni
seviyorum.
Musa ey kerem sahibi dedi: sebebini söyle de neyse onu arttırayım.
Tanrı dedi ki: Çocuk,anası kendisine kızsa bile yine anasına sarılır!
Ondan başka birisinin varlığını bile bilmez... ondan mahmurdur, ondan
sarhoş.
2925. Anası ona bir sille indirse yine anasına gelir, ona sokulur.
Ondan başka kimseden yardım istemez... bütün şerri de odur, bütün
hayrı da o.
Senin hatırında da hayırdan, şerden bizden başka kimse yok... başka
yerlere dönüp bakmıyorsun bile!
Benden başka ne varsa sence taştan, kerpiçten ibaret... ister çocuk
olsun, ister genç, ister ihtiyar, hiç kimseye aldırış ettiğin yok.
Namazda İyyake nâbüdü- yalnız sana taparız ve belâ vakitlerinde
Senden başkasından yardım istemeyiz demek de buna benzer.
2930. Bu İyyake nâbüdü lûgatte hasrdır ve ancak ziyanı gidermeye
münhasırdır.
İyyake nestaîn de hasr içindir ve yardım istemeyi yalnız Tanrıya
hasreder.
Yani bu ayetin mânası şudur: Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden
yardım isteriz.
Padişahın nedime kızması,birisinin şefaat ederek
bağışlanmasını,dilemesi,padişahın bu şefaati kabulü,nedimin,neden
şefaat ettin diye o adama incinmesi
Bir padişah, nedimlerinden birine kızdı, onun tozunu dumanına katmak,
onu mahvetmek istedi.
Kılıcını kınından çekti, yaptığı hareketin cezasını verecek, nedimin
başını kesecekti.
2935. Kimsede bir şey söyleme, yahut birisinin şefaat edip
bağışlanmasını dilemeye kudret yoktu.
Yalnız padişah yakınlarından İmadülmülk adlı birisi, Mustafacasına
şefaate kalkıştı;
Yerinden sıçrayıp hemen secdeye kapandı... padişah da derhal kılıcını
elinden bıraktı..
Dedi ki: İfrit bile olsa bağışladım... Şeytan bile olsa suçunu
örttüm.
Ayağını ortaya attın mı atmadın mı? Yüzlerce ziyanda bulunmuş olsa
razıyım.
2940. Yüz binlerce kızgınlıktan geçebilirim... senin benim yanımda o
derece bir değerin vardır.
Senin yalvarmana aldırış etmezlikten gelemem... senin yalvarman benim
yalvarmam demektir.
Yerle gök birbirine karışsaydı bu adamı yine affetmezdim.
Vücudunun her zerresi, ayrı, ayrı yalvarsaydı yine başını kılıçtan
kurtaramazdı.
Fakat bağışladım diye seni minnetli bir hale getirmiyorum ha... yalnız
benim yanımdaki değerinin anlatıyorum ey benim yanımdaki değerini
anlatıyorum ey benim nedimim!
2945. Bunu sen yapmadın, ben yaptım... ey sıfatları, bizim
sıfatlarımızda görülmüş, ey varlığını bize vermiş olan nedim!
Bu işi sen dileyerek yapmadın, içinden öyle geldi... seni bu işe sevk
eden biziz... Çünkü ben, sana kendimi vermiş değilim, sen varlığını
bana vermişsin!
Sen atmadın o taşları... hakikatte Tanrı attı ayetine mazhar
olmuşsun... kendini köpük gibi dalgaya salıvermiş, bırakmışsın!
Mademki lâ oldun, illânın yanında ev kur... şaşılacak şey şu: Hem
esirsin hem bey!
Ne verdiysen padişah verdi, sen vermedin... doğruyu Tanrı daha iyi
bilir ya, ortada var olan ancak odur.
2950. O nedim zahmetten belâdan kurtuldu, fakat bu şefaatçiye öyle bir
incindi ki selâm bile vermez oldu.
O ihlâs sahibi kişiden dostluğu kesti... yolda rastlasa yüzünü duvara
döner, selâm vermezdi!
Kendisini kurtaran arkadaşına âdeta yabancı olmuştu... halk şaşırdı,
bu iş, ağızlara yayıldı, hikaye gibi söylenmeye başlandı.
Herkes, deli değilse neden canını satın alan arkadaşı ile dostluktan
vazgeçti.
O, onun başını kurtardı, canını satın aldı... ayağının bastığı yer
toprak kesilmeliydi.
2955. Halbuki bu tersine hareket etti, ondan vazgeçti, böyle bir dosta
kin gütmeye başladı diyordu.
Aralarını bulmak isteyen birisi onu kınadı da dedi ki: Böyle bir
öğütçü dosta neden bu cefada bulunuyorsun?
Padişahın o has dostu, senin canını satın aldı, boynun vurulmadı,
kurtuldun, fakat seni o kurtardı!
Kötülük bile yapsaydı kaçmaman gerekti... halbuki o temiz ve iyi dost,
sana iyilikte bulundu!
Nedim dedi ki: Ben, canımı padişaha feda edecektim... o, neden araya
girdi de şefaatte bulundu?
2960. O anda ben Tanrıyla öyle bir haldeydim ki aramıza seçilmiş bir
peygamber bile giremezdi!
Padişahın kahrından başka bir rahmet istemem, ondan başka kimseye
sığınamam.
Ben, padişaha yüz tutmuş, onu sevmiş, ondan başkasını yok bilmişim!
Kahrı ile başımı kesse bile bana altmış tane can bağışlar!
Benim işim başımla oynamak, arlıktan geçmektir... padişahımın işi de
baş bağışlamaktır.
2965. Padişahın eliyle kesilen başa ne mutlu... yazıklar olsun ondan
başkasına eğilen başa !
Padişah kahreder de geceyi zift gibi karanlık bir hale sokarsa gece,
öyle bir yüce dereceye erer ki binlerce bayram günü olmadan bile
arlanır!
Padişahı gören kimsenin padişahın etrafında dönmesi kahrın da
üstündedir, lûtfun da; küfürden de üstündür, dinden de!
Buna ait âlemde bir söz yoktur... gizlidir, gizlidir gizli!
Çünkü bu güzel ve temiz adlarla sözler, Âdem kirmanından zuhur etti.
2970. Allemelesma Âdeme imamdı, fakat ayın lâm elbisesi ile değil!
Âdem başına sudan,topraktan bir külâh koyunca o cana ait adların yüzü
karardı.
Suyla topraktan mâna zuhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes
nikabiyle yüzlerini örttüler.
Söz, gerçi bir bakımdan mânayı açar ama on bakımdan da örter, gizler!
Halile Cebrail aleyhisselâmın Hacetin var mı? Diye sorması,onun da
Var..var ama senden değil diye cevap vermesi
Ben, zamanın Haliliyim, o da Cebraildir. Bela çağında onun
kılavuzluğunu istemem ben!
2975. O, Halile şefaat eden Cebrailden edep öğrenmedi mi ki? Cebrail
Tanrı Haliline
Muradın var mı? Söyle de yardım edeyim... yoksa derhal çekip
gideyim... deyince
İbrahim, hayır... sen aradan çık. Hakikat meydana çıktıktan sonra
vasıta zahmettir dedi.
Peygamber bu dünya için kulları Tanrıya ulaştıran bir bağdır. Çünkü o
müminlerle Tanrı arasında bir vasıtadır.
Fakat her gönül, gizli vahyi duyup işitseydi âlemde harf ve sese ne
lüzum kalırdı?
2980. Gerçi o, Tanrıdan mahvolmuştur, başsızdır... fakat benim işim
ondan da ince!
Onun yaptığı iş Tanrı işidir, ben ona göre zayıfım... doğru, fakat bu
iş, yine bana pek kötü görünmede!
Halka lûtfun ta kendisi olan şey, yüce ve nazenin erlere kahırdır.
Şu halde halk, zahmet ve belâlar çekmeli de aradaki farkı görüp
anlamalı!
Ey hakikî dost, mânayı anlamaya vasıta olan bu harfler, mânaya erişmiş
adama göre dikendir, hordur hakîrdir!
2985. Öyleyse saf ruhun harflerden kurtulması için pek çok belâlar
çekmesi, pek anlayışlı olması lâzımdır.
Fakat bazıları bu sesten büsbütün sağır kesilirler, bazıları ise daha
yücedir, daha üstün olurlar!
Bu belâ Nil ırmağına benzer, iyilere sudur, kötülere kan!
Kim, sonu daha fazla görürse daha kutludur... daha ciddiyetle işe
sarılır, ekin eker de daha fazla meyve toplar.
Çünkü bilir ki bu ekim dünyası, mahşere hazırlanmak, ahirette burada
ektiğini toplamak, devşirmek için yaratılmıştır.
2990. Hiçbir bağlantı yoktur ki yalnız o bağ için bağlansın... o
bağlantı, bir ticaret elde etmek, bir kâr kazanmak içindir.
Dikkat edersen görürsün ki hiçbir münkirin inkârı, sırf inkâr için
değildir...
Hasedinden düşmanı kahretmek, yahut üstün olmayı dilemek, kendini
göstermek içindir.
O üstünlük isteği de başka bir tamahladır... hâsılı mânalar olmadıkça
suretlerin bir lezzeti olamaz!
İşte onun için Neden bunu yapıyorsun? diye sorarsın... çünkü
suretler zeytin yağıdır mâna ışık.
2995. Değilse bu Neden sözü neden? Çünkü suret, ancak o suret için
olsaydı Neden bunu yapıyorsun? diye sormazdın ki!
Bu Neden diye sormak, bir şey öğrenmek içindir... bundan başka bir
suretle neden diye sormak kötüdür.
Ey emin adam, bunun faydası, sırrı bundan ibaretse neden hikmetini
arıyorsun ya!
Göğün ve yer ehlinin suretleri, ancak bu suretler için yaratılmışsa
bunda bir hikmet yoktur ki!
Bir hikmet sahibi yoksa bu tertip nedir... bir hikmet sahibi varsa işi
nasıl boş ve abes olabilir?
3000. Doğru, yanlış, bir şey düşünmeksizin ne kimse hamama bir resim
yapar, ne bir yeri boyar!
Musa aleyhisselâmın Tanrıya Neden halkı yarattın,sonrada onları
helak adiyorsun? diye sorması ve Tanrının cevabı
Musa dedi ki: Ey soru hesap gününün sahibi Tanrı, yapıp düzdün, neden
yine bozar yıkarsın?
Cana, canlar katan erler, dişiler yaratırsın... sonra bunları yıkar,
mahvedersin; neden?
Tanrı dedi ki: Bu suali inkâr yüzünden, yahut gafletle ve nefsine
uyarak sormuyorsun, biliyorum.
Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim.
3005. Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını
araştırıyorsun...
Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle
olgunlaştırmak istiyorsun.
Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın.
Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan
bu soruyu soramaz.
Sual de bilgiden doğar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan
biter, gül de!
3010. Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı
da rutubetten hâsıl olur, tatlı da!
Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir... hastalık da iyi gıdadan olur,
kuvvet de!
Tanrı Kelimi de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak
için kendini acemi yaptı.
Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını
dinleyelim.
Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine âdeta
düşman olurlar, çekişir dururlar.
3015. Tanrı buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de
cevabını duy.
Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel!
Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce,
düzgünce yetişti...
Orağı alıp biçmeye başladı. Gaybtan kulağına bir ses geldi:Neden
ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun?
3020. Musa dedi ki: Yarabbi, burada tane de var saman da... onun için
kesiyorum.
Çünkü tanenin saman ambarına konması lâyık değil... saman da buğday
ambarına konursa yazık olur!
Bu ikisini karıştırmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka elerken ayırt
etmek lâzım.
Tanrı dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana
getiriyorsun?
Musa,Tanrım bana bu temyizi sen verdin dedi... Tanrı dedi ki: Öyleyse
bende nasıl olur da temyiz olmaz?
3025. Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara
ruhlar da.
Bu sedeflerin hepsi bir değil... birisinde inci var, öbüründe boncuk!
Buğdayları samandan ayırmak nasıl lâzımsa bu iyiyi de kötüyü de
ayırmak vâcip.
Bu âlem halkı, hikmet hazineleri gizli kalmasın, meydana çıksın diye
yaratılmıştır.
Ben bir hazineydim dedi Tanrı, hem de gizli... bunu duy da cevherini
kaybetme, meydana çıkar!
Hayvani ruhla cüzi akıl,vehim ve hayal ayrana benzer..bakî olan ruhsa
bu ayranda gizli olan yağa
3030. Ayran içinde yağ nasıl gizliyse, doğruluk cevherinde yalan da
gizlidir.
O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da Tanrıya mensup olan can!
Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı onda fâni ve değersiz
bir hale gelmiştir.
Nihayet Tanrı, bir elçi kulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini
gönderir de,
Bende bir ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla hünerle o yayığı
döver.
3035. Yahut da zatından âdeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar
eder de o söz, vahiy arayan kişinin kulağına girer.
Müminin kulağı, vahyimizi kavrar, beller... öyle kulak, insanı Hakka
davet edenin eşidir, arkadaşıdır.
Âdeta çocuğun kulağına benzer; anasının sözleriyle dolar da söze
başlar, konuşur.
Çocukta anlayan bir kulak olmazsa anasının sözünü duymaz, dilsiz olur.
Anadan doğma sağır, daima dilsizdir de... söyleyen kişi, sözü önce
anasından duymuştur.
3040. Bil ki sağır ve dilsizin kulağı, âfetlerden bir âfettir... ne
söz dinlemeye kabiliyeti vardır, ne de bellemeye.
Belletilmeden söyleyen Tanrıdır, çünkü onun sıfatları, sebeplerden
ayrıdır.
Yahut Âdem gibi ana ve dadı hicabı olmaksızın Tanrı telkini ile
söyler.
Yahut da Tanrı belletmesiyle Mesih gibi doğar doğmaz konuşur.
Doğuşundaki zina ve fesat töhmetlerini reddetmek, zinadan doğmadığını
anlatmak için dile gelir.
3045. Çalışmada bir hareket gerek ki ayran, gönüldeki yağdan ayrılsın!
Yağ, ayran içinde âdeta yok gibidir de ayran, varlık alemine bayrak
dikmiştir.
Sen de var olarak görünen deriden ibarettir... fâni görünen yok
mu?Asıl var olan odur işte!
Yağlanmamış, eskimemiş ayranın varsa dövüp yağını çıkarmadıkça sakın
harcama!
Hemen onu bilgiyle elden ele alarak döndüre dur da gizlendiğini
meydana çıkarsın.
3050. Çünkü bu fâni olan şey, bakînin delilidir... nitekim sarhoşların
yalvarmaları da sâkiye delildir!
Buna dair başka bir misâl
Bayraklardaki aslanların hareketi, gizli bir yelin varlığından haber
verir.
Yeller esmeseydi ölü aslan havada nasıl olur da hareket ederdi?
Aslanın hareketlerinden rüzgârın sabah yeli, yahut cenup rüzgârı
olduğunu anlarsın... bu hareket, o gizli rüzgârı anlatır.
Şu beden de bayraktaki aslana benzer... düşünce onu her an oynatır
durur!
3055. Doğudan gelen düşünce sabah yelidir... batıdan gelen ufunetli
cenup yeli!
Bu düşünce yelinin doğuşu, başka doğudur... bu düşünce yelinin batısı,
o yandadır!
Ay cansızdır, doğusu da cansız... fakat gönlün doğusu canlar canının
canıdır!
Gündüzün doğan şu güneş yok mu... iç âlemini aydınlatan güneşin
doğuşundan bir kabuktur, onun bir aksidir ancak!
Çünkü ten, can yalımı olmadı mı ölür gider... artık onca ne gündüz
vardır, ne gece!
3060. Beden olmaz, fakat ruh olursa gece ve gündüz bakîdir,
düzenlidir.
Nitekim göz, rüyada ay ve güneş olmadığı halde ayı da görür, güneşi
de!
Arkadaş uykumuz ölümün kardeşidir... bu kardeşe bak o kardeşi anla!
Sana, rüya ölümün feridir derlerse sakın ha, hakikatine erişmedikçe
bu sözü dinleme!
Ruhun uykuda öyle şeyler görür ki yirmi yıl uyanık kalsan onları
göremezsin!
3065. Rüyanı tâbir ettirmek için bir hayli zaman bilgiç padişahlara
koşar,
Şu rüyanın tâbiri nedir diye sorarsın... böyle bir sırra feri demek
köpekliktir!
Bu söylediğimiz rüya, alelâde halkın gördüğü rüyadır... Tanrıya
yaklaşmış erlerin rüyası ile Tanrı seçmesinin, Tanrı yakınlığının ta
kendisidir.
Fil gerektir ki uyuyunca rüyasında Hindistanı görsün!
Eşek, hiç Hindistanı rüyada görmez... çünkü Hindistandan ayrılmamış,
gurbete düşmemiştir ki!
3070. Fil gibi adam akıllı bir can gerek ki uykusunda iştiyakla
Hindistana gitsin!
Fil Hindistanı arar, ister... o yüzden bu istek bu anış geceleyin bir
surete bürünüp ona görünür.
Tanrıyı anın emrine uymak, bir herzevekilin işi değil... Tanrına
dön emrine uymak, her kalleşin ayağının harcı değil.
Fakat sen meyus olma; file benze! Fil değilsen bile fil olmaya çalış.
Âlemdeki kimyagerlere bak... her an sırça üzerine resim yapanların
seslerini duy!
3075. Onlar gök boşluğuna suretler düzerler... benim için senin için
işler yaparlar!
Ey tavuk karasına uğramış adam! Yeni yakası misler kokan erleri
görmüyorsan şu sana dokunan şeyleri gör bari!
Toprağından her an yeniden yeniye otlar biter; onları gör... her an
anlayışına yeni bir şey dokunur; onlara bak!
İbrahim Ethem de rüyada hicapsız olarak bütün gönül Hindistanını
gördü de,
Zincirlerini kırdı; memleketi birbirine geçirdi, gözlerden kayboldu!
3080. Şu iş Hindistanı görmenin nişanesidir... insan, uykusundan
sıçrayıp uyanır, deli divane olur.
Bütün tedbirlerin başına toprak saçar... zincirlerin halkalarını kırar
geçer!
Peygamberin nuru anlatılırken gönüllerdeki nişanesini söylediği gibi
hani...
Dedi ki: Nur, kalbe girdi mi nişanesi şudur: İnsan bu yalan yurttan
uzaklaşır, neşeler yurdu olan ahiretten de geçer!
Ey temiz dost, Mustafanın bu hadisini anlatmak için bir hikaye
söyleyeceğiz, dinle.
Kendisine hakikî padişahlık yüzü gösteren ve İnsan o gün
kardeşinden,anasından,babasından bile kaçarâyeti hali olan
şehzade..bu toprak yığınının padişahlığı,çocuk tabiatlı
kişilerindir:onlar,buna kale almak derler..çocuğun biri üstün
gelir,toprak yığınının üstüne çıkar,kale benimdir der..öbür
çocuklar,ona haset ederler:çünkü toprak çocukların baharıdır.O
şehzade,renklerin bağından kurtulduğundan ben bu renkli topraklara
aşağılık toprak diyor,altın,atlas ve kemha demiyorum,bu kemhadan
kurtuldum,tek renkli gayb âlemine gittim dedi.Biz ona çocukken hüküm
ve peygamberlik verdikâyetine göre Tanrı irşadı için yıllar geçmeye
lüzum yoktur..dilediğini emredip derhal yapan Tanrı kudretine karşı
kimse kabiliyetinden bahsedemez.
3085. Bir padişahın yiğit bir oğlu vardı... zâhiri de hünerlerle
bezenmişti, bâtını da.
Bir gece rüyasında çocuğunun ansızın öldüğünü gördü. Padişaha âlemin
arılığı tortulu bir hal oldu.
Yanışının tesiri ile gözyaşları bile kurudu, ağlamaya bile iktidarı
kalmadı.
Öyle dertlendi, öyle kederlendi ki ah etmeye bile mecali kesildi!
Ölüm isteği ile cesedi, iş görmez bir hal aldı... neyse eceli
gelmemiş, ömrü varmış; uykudan uyandı.
3090. Bu sefer de uyanınca öyle bir sevindi ki ömründe öyle bir sevinç
görmemişti.
Sevinçten ölecekti âdeta... canı ile bedeni sanki ölümle dirim
arasında tomruğa vurulmuştu!
Bu ışık gam soluğu ile de söner, neşe soluğu ile de... işte sana bir
alay, işte sana bir eğlence!
O, bu iki ölüm arasında diridir... bu tomruğa vurulmuş olduğu halde
gülünecek bir şey!
Padişah kendi kendine dedi ki: bu neşeye sebep, o gamdı; Tanrı sebep
ihsan etti, sevindim.
3095. Ne şaşılacak şey! Bir hadise bir yönden ölüm, öbür yönden dirim
ve sevinç.
Şu bir yönden tatlıdır, zevk vericidir. Diğer bir yönden de öldürücü,
azap vericidir.
Ten sevinci dünyaya mensup olana göre yücelik... fakat ahiret gününe
göre noksan ve zeval!
Düş yorucu rüyada gülmeyi ağlamaya, hayıflamaya, kederlenmeye yorar.
Ağlamayı da sevince, feraha verir ey şen, esen kişi!
3100. Padişah, bu gam geçti gitti ama can, bu çeşit şeylerden kötü
şüphelere düşer diye düşünceye daldı.
Gül gider de dedi, ayağıma böyle bir diken batarsa hiç olmazsa ondan
bana bir yadigâr kalmalı!
Yokluğa sayısız, sonsuz sebepler var... hangi yolu kapayalım ki?
Isırıcı ölüme yüzlerce pencere var, yüzlerce kapı var... açılırken her
biri cik cik etmekte!
O ölüm kapılarının acı cik ciklerini haris kişinin kulağı, mal ve mülk
hırsından duymaz.
3105. Bir taraftan bedenin dertleri, kapıların sesi... bir taraftan
düşmanların cefası kapıların sesi.
Canım efendim, hele bir tıp fihristini oku hastalıkların yalımlı
ateşini gör!
Bütün o alillerden bu eve yol var... her iki adımda akreplerle dolu
bir kuyu var!
Rüzgâr şiddetli, ışığım sönmek üzere... çabuk davranayım da onun
ışığından bir ışık daha uyandırayım.
Bari bu ikisinden biri kalsın da yel, ışığın birini söndürürse onunla
eğleneyim.
3110. Ârifler gibi hani... ârif de bu noksan beden kendiliğinden
kurtulmak için gönül kandilini yakar da
Günün birinde ansızın bu kandil sönerse onun yerine can kandilini
koyayım der.
Padişah bu işi anlamadı da aldandı... fâni kandilin yerine başka bir
fani kandile kapıldı!
Padişahın,soyunun kesilmesinden korkarak oğluna bir kız alması
Padişah bunun üzerine, evlensin de soyu sopu üresin diye şehzadeye bir
kız almak istedi.
Bu doğan, tekrar yokluk âlemine yüz tutarsa o doğanın yerini yine bir
doğan tutsun...
3115. Bu doğanın sureti, eğer şu âlemden giderse mânası, oğlunda baki
kalsın dedi.
Onun için o uyanık padişah, Mustafa Çocuk, babanın sırrıdır buyurdu.
İşte bu yüzden bütün halk, sevgilerden çocuklarına sanat öğretirler
de,
Onların kalıpları gözden gizlenince o mânalar âlemde bâki kalsın
derler.
Tanrı, hikmetiyle istidat sahibi olan her küçük çocuğun doğru yolu
bulması için onların hırsına bir ciddiyet vermiştir.
3120. Ben de kendi soyumun devamı için oğluma mezhebi meşrebi iyi bir
kız alacağım.
Fakat alacağım kızın kötü bir padişahın soyundan değil, temiz bir
kişinin soyundan bir kız olmasını isterim.
Padişah, zaten bu temiz kişidir... hür olan da odur... ne şehvetin
esiridir, ne boğazının.
Fakat halk, aksine olarak esirlere padişah adını taktılar... Zenciye
Kâfur adı takıldığı gibi hani!
Kanlar içen çöle kurtuluş yeri, bayağı, nekes ve kutsuz kişiye kutlu
adını verirler ya!
3125. Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut Sadr ecel en
ulu vezir dediler.
O ecel esirlerine halk, şehirlerde beyler ve Emîrani ecel Ulu
beyler adını taktılar.
Canı, pabuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış
olma Sadr Ulu ve baş köşeye geçen vezir derler.
Padişah bir zâhidi seçince bu haber, kadınların kulağına vardı!
Padişahın,oğlu için bir yoksul zâhidin kızını seçip almasına harem
ehlinin itirazı ve onların bu akrabalıktan utanmaları
Şehzadenin anası, aklının noksan oluşundan itiraz ederek dedi ki:
Evlenmede gerek akıl, gerek nakil, eşit olmayı şart koşmuştur.
3130. Halbuki sen nekesliğinden, cimriliğinden kurnazlık ederek
oğlumuzu bir yoksulla akraba yapıyorsun?
Padişah dedi ki: Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır... çünkü onun
kalbi ganidir ve bu da Tanrı vergisidir.
Böyle adam, takvasında kanaat bucağına kaçar, yoksul gibi
nekesliğinden, tembelliğinden değil!
Kanaattan meydana gelen darlık, takvadandır... bu, aşağılık kişilerin
yokluğundan, darlığından apayrı bir şeydir.
Nekes, bir habbe bulsa başını bile verir... halbuki temiz kişi,
himmetiyle altın hazinesine bile bakmaz, terk edip gider!
3135. Hırsından, her çeşit harama kasten padişaha ulu kişiler, yoksul
derler.
Kadın dedi ki: Nerede onda çeyiz olarak verecek şehir ve kaleler...
yahut saçı olarak saçacak inciler, paralar pullar?
Padişah, yürü yahu dedi... kim, din gamına düşerse Tanrı, öbür
dertleri artık ondan alır.
Nihayet padişah üstün geldi, ona yaradılışı güzel ve bir temiz kişinin
soyundan bir kız aldı.
Kızın güzellikte eşi yoktu... yüzü, kuşluk güneşinden daha parlaktı!
3140. Kızın güzelliği buydu, huyu da güzelliği gibiydi... hasılı
ahlâkı o kadar iyiydi ki anlatmaya imkân yok!
Dini avlamaya bak ki onunla beraber güzellik, mal, mevki ve sana fayda
veren baht da senin olsun!
Ahiret, bil ki deve katarıdır; dünya malı devenin yükü ve tüyü.Katara
sahip oldun mu yünü, tüyü de onunla beraber gelir.
Fakat yünü alırsan deve senin olmaz ki... deve senin olursa yünün ne
değeri kalır?
Padişah temiz ve riyasız soydan gelen o kızı nikâhla oğluna aldı.
3145. Fakat kaza ve kader bu ya... o güzelim şehzadeye bir ihtiyar
büyücü de âşık olmuştu.
O Kâbilli kocakarı, şehzadeye öyle bir büyü yaptı ki Babil büyücüleri
bile bu büyüye haset ederler.
Şehzade, o çirkin kocakarıya âşık oldu... gelinden de geçti
güveylikten de!
İşte böyle bir kara ifrit, böyle bir Kâbilli karı ansızın şehzadenin
yolunu vuruverdi!
O ferci kokmuş doksanlık kocakarı, şehzadenin ne aklını bıraktı, ne
ağzını, zavallıda konuşacak iktidar bile kalmadı.
3150. Şehzade tam bir yıl o karıya esir oldu... o kokmuş karının
ayakkabısının tasmasını öpüp durdu.
Kocakarının sohbeti, şehzadeyi kesip biçmekte, eritip
mahvetmekteydi... âdeta yarı canlı bir hale gelmişti.
Başkaları onun zayıflığından derde düşerken o büyünün tesiri ile
kendisinden bile bihaberdi.
Dünya padişaha zindan kesildi... şehzade ise babası ve akrabası
ağlarken gülmekteydi!
Padişah pek çaresiz kaldı... gece gündüz kurbanlar kestirmede,
sadakalar vermekteydi!
3155. Ne çare varsa hepsine başvurdu... fakat oğlan, kocakarıya
gittikçe daha fazla âşık oluyordu.
Padişah, bunda mutlaka bir sır, bir hikmet olduğunu, bundan böyle
ancak yalvarıp yakarmakla bir çare bulunabileceğini iyice anladı.
Secdeye kapanıp Yarabbi, fermanın yürür... Tanrı mülkünde Tanrıdan
başka kimin hükmü geçer ki?
Fakat bu yosul çocuk öd ağacı gibi yanıp duruyor... ey merhametli
Tanrı, elini tut demeye başladı.
Nihayet onun Yarab, Yarab demesi, feryad-ü figan etmesi makbule
geçti... yoldan usta bir büyücü çıkageldi.
Padişahın oğlunun Kâbilli büyücüden kurtulması için ettiği duanın
kabul edilmesi
3160. O büyücü uzaktan o çocuğun bir ihtiyar karıya esir olduğunu
duymuştu.
Bu karının büyüde eşsiz örneksiz olduğunu ve bir ikincisinin
bulunmadığını işitmişti.
Yiğidim, el elin üstündedir... hünerde de, kuvvette de el elin
üstündedir arşa varınca!
Ellerin sonu Tanrı elidir... deniz, şüphe yok ki sellerin varıp
döküldüğü son yerdir.
Bulutlar da suyu denizden alır... seller akıp gider nihayet ona varır.
3165. Padişah bu oğlan elden gitti dedi. Adam dedi ki: İşte ulu bir
derman olarak geldim ya!
Bu büyücülerden hiç kimse o kocakarıya eşit olamaz... ancak ben, o
yandan geldim, büyüde bilgim çoktur... onunla ben başa çıkarım!
Musanın eli gibi Tanrı izniyle onun büyüsünü kökünden yıkar,
mahvederim.
Çünkü bana bu bilgi Tanrı tarafından verildi... hor hakîr büyücülere
şakirtlik ederek öğrenmedim.
Onun büyüsünü bozmak şehzadenin benzinin sarılığını gidermek için
geldim ben!
3170. Seher çağında mezarlığa git de orada duvarın yanında kireçle
boyanmış bir ak mezar var.
Orasını kıbleye doğru kaz; Tanrının kudretine, kuvvetine bak!
Bu hikâye pek uzundur, sen de usandın... bari fazlasını bırakayım da
hulâsasını söyleyeyim.
O sıkı düğümleri çözdü şehzadeyi mihnetten kurtardı.
Çocuk kendisine gelince koşa, koşa babasının tahtına vardı, yüzlerce
mihnetle,
3175. Secdeye kapandı, yüzünü yerlere sürdü... koltuğunda da bir kılıç
ve bir kefen vardı.
Padişah şenlikler yaptırdı şehir halkı sevindi, o ümidini kesmiş
gelinde muradına erdi.
Âlem yeni baştan dirildi, parladı! Şaşarım doğrusu o günde bir gündü
bugün de bir gün!
Padişah ona öyle bir düğün yaptı ki köpeklerin önüne bile gülsuyu
şerbeti kondu.
Büyücü kocakarı kederinden geberdi... çirkin yüzünü de cehennem
Malikine tapşırdı çirkin huyunu da!
3180. Şehzade o kocakarı benim aklımı nasıl oldu da çeldi diye
hayretlere düşmüştü!
Güzellikte aya benzeyen ve güzellerin güzellik yolunu kesip vuran
gelini görünce,
Aklı başından gitti düşüp bayıldı... tam üç gün aklı başına gelmedi!
Üç gün üç gece kendisini kaybetti. Halk onun baygınlığından meraka
düştü.
Gül suları ile, ilâçlarla nihayet kendisine geldi... yavaş yavaş
açıldı, iyiyi, kötüyü anlamaya başladı.
3185. Bir yıl sonra padişah söz arasında ona dedi ki: Oğlum hele o
eski sevgiliyi hatırla bakalım!
O seninle beraber yatanı, o yatağı bir hatırla da bu derece vefasız ve
acı sözlü olma.
Şehzade bırak baba dedi... ben, neşe yurdunu buldum, gurur yurdunun
aldanma diyarının kuyusundan kurtuldum.
Mümin yol buldu da karanlıktan Hak nurunun bulunduğu tarafa yüz
çevirdi mi öyle olur işte!
Şehzade,insanoğludur,Tanrı halifesidir,babasıda meleklerin secde
ettikleri,Tanrı halifesi Âdem Safîdir Kâbilli kocakarı
dünyadır;insanoğlunu babasından büyü yaparak ayırdı;peygamberle
veliler de buna çare bulan o hekimdir.
Kardeş bil ki şehzade sensin bu eski dünyada yeniden doğmuşsun!
3190. Kabilli büyücü bu dünyadır... erleri bile rengine kokusuna esir
etmiştir.
Bu bulanık ırmağa düştün mü her an Kul eüzü leri oku kendine üfür
de,
Bu büyüden bu ıstıraptan kurtul, sabah, Tanrısına sığın ondan yardım
iste!
Dünya, halkı büyü yaparak kuyuya atmıştır da Peygamber onun için
dünyaya büyücü demiştir.
Kendine gel bu kokmuş kocakarının kuvvetli büyüleri vardır... sıcak
nefesi padişahları bile esir eder.
3195. Gönülde onun tükürüklü üfürükler salan büyücüleri var... büyü
düğümlerini düğümleyen odur!
Dünya büyücüsü pek ilginç bir karıdır... onun büyü ipini çözmek
herkesin ayağının harcı değil!
Eğer akıllar onun bağladığı düğümleri çözseydi Tanrı peygamberleri
yollar mıydı?
Kendine gel de nefesi kutlu, düğümler çözen, Tanrı dilediğini işler
sırrını bilir birisini ara!
Dünya seni de balık gibi oltasına takmıştır... şehzade bir yıl kaldı,
sense altmış yıldır o oltadasın!
3200. Tam altmış yıldır onun oltasında mihnetler içindesin... ne bir
hoşluğum var, ne bir sünnete uyarsın!
Günahkâr bir bedbahtsın... ne dünyan güzel, ne vebalden, günahtan
kurtulmuşsun!
Dünyanın üfürüğü bu düğümleri pek sıkı düğümledi... sen artık tek
yaratıcının üfürüğünü iste!
İste de Ben Ademe ruhumdan üfürdüm üfürüğü, seni bundan kurtarsın
ve yücel desin!
Büyü üfürüğünü Tanrı üfürüğünden başka bir şey bozmaz... bu kahır
üfürüğüdür, o lûtuf üfürüğü!
3205. Tanrının rahmeti kahrından artıktır, ileridir. Sen de ileri
olmak istiyorsan yürü, bir ileri gitmiş er ara.
Bu suretle amelleriyle, yahut, hurilerle evlendirilmiş kişilerin
mertebesine eriş... ey büyülenmiş padişah işte sana kurtuluş çaresi!
Dünya kocakarısı senin yanında oldukça ve sen, onun işvelerine kapılıp
kaldıkça ne onun ağı, tuzağı çözülür, ne büyü düğümleri.
Ümmetlerin ışığı olan peygamber, bu dünya ile öbür dünyaya ortaklar
demedi mi?
Şu halde bununla buluşmak ondan ayrılmaktır... bu bedenin sıhhati,
canın hastalığıdır.
3210. Bu geçitten ayrılmak müşküldür, o duraktan ayrılmaksa bil ki
daha müşkül!
Nakıştan ayrılmak bile sana güç geliyor... nakkaşından ayrılmak ne
kadar güç gelir ya!
Ey aşağılık dünya ayrılığına sabretmeyen dost, Tanrı ayrılığına nasıl
sabredeceksin?
Bu kara sudan ayrılamıyorsun da Tanrı kaynağından ayrılmaya nasıl
katlanıyorsun ya?
Bu kara suyu içmedikçe pek dinlenemiyor, esenleşemiyorsun... iyi
kişilerden ve onların içtikleri kaynak suyundan ayrılınca halin ne
olur?
3215. Bir nefescik Tanrı güzelliğini görsen canın da ateşlere düşer,
vücudun da!
Ondan sonra bu suyu cife görürsün... Tanrı yakınlığının debdebesini
gördün mü,
Şehzade gibi sevgiline kavuşursun... ayağındaki dikeni çıkarırsın!
Kendinden geçmeye çalış da hemencecik kendini bul... doğrusunu Tanrı
daha iyi bilir.
Aklını başına devşir; her zaman kendinle eş olma... her an eşek gibi
balçığa düşme.
3220. Bu sürçme, gözünün iyi görmeyişindendir... kör gibi inişi yokuşu
göremiyorsun.
Yusufun gömleğinin kokusunu kendine senet yap... çünkü onun kokusu
gözleri aydın eder!
O gizli suretle o alındaki nur, peygamberlerin gözlerini uzakları
görür bir hale getirmiştir.
O yüzün nuru, insanı ateşten kurtarır... kendine gel de iğreti nura
kâni olma.
Bu nur, insana ancak içinde bulunduğu zamanı gösterir; bedeni aklı ve
ruhu uyuz eder.
3225. Görünüşü nurdur ama hakikatte ateştir. Eğer ışık istiyorsan iki
elini de bu nurdan çek!
Ancak içinde bulunduğu zamanı ve hali gören göz ve can, nereye giderse
gitsin an be an yüzüstü düşer.
Bu çeşit insanlar içinde uzağı gören olsa bile hünersizdir... görür
ama uykuda uzağı nasıl görürse öyle görür.
Dere kıyısında dudakların kupkuru... yatar uyursun; su aramak içinde
seraba doğru koşup gidersin!
Uzaklarda serabı görür ona koşar... görüşüne âşık olur,
3230. Uykuda arkadaşlarına gönlü gözü açık olan benim, perdeleri
deler, her şeyi görürüm ben...
İşte bak, şimdi de o tarafta su gördüm... hadi, koşalım, oraya varalım
diye atar tutarsın... halbuki o gördüğün seraptır senin.
Her adımda bu güzelim sudan biraz daha uzaklaşırsın... koşa, koşa seni
aldatan o seraba gûya yaklaşır, fakat hakiki sudan uzak düşersin.
Azmin, bu sana gelmiş, akmış ulaşmış olan hakiki suya tam bir perde!
Nice kişiler vardır ki ulaşmak istedikleri yerden hareket eder oraya
varmak için yola düşerler.
3235. Uyuyan kişinin ne gördüğü şey işe yarar, ne söylediği lâf!
Gördüğü şey de söylediği söz de bir hayalden başka bir şey değildir,
ondan elini çek.
Uykun gelmişse yolda uyu... Tanrı hakkı için, ancak Tanrı yolunda yat.
Olur ya, belki bir yolcu, rastlar da seni hayallerden, uykudan
kurtarır.
Uyuyan kişinin düşüncesi, kılı kırk yarsa fayda yok... o incelikle
yine köy yolunu bulamaz.
Uyuyan kişinin düşüncesi, ister iki kat olsun, ister üç kat... yine
hata içinde hatadır, yine hat içinde hat.
3240. Ona hiç çekinmeden dalgalar gelir vurur da o, yine upuzun
çöllerde koşar durur!
Su, ona şah damarından yakındır da o susuzluktan yanar yakılır!
Kıtlık yılında halk açlıktan ölürken müflis ve ayali kalabalık olduğu
halde neşeli ve sevinçli olan zâhide;sevinç zamanı değil,yüzlerce baş
sağlığı vermek zamanı deyince zâhidin umrumda bile değil demesi
Hani şunun gibi: Kıtlık yılında bir zâhid, bütün kavim ağlayıp
sızlarken gülerdi.
Dediler ki: Gülünecek yer değil... kıtlık, müminlerin kökünü
kurutmada,
Rahmet bizden gözünü yumdu... ova, kızgın güneşin tesiri ile yandı,
kavruldu!
3245. Bağlar üzümler simsiyah oldu... ne yerde bir nem var, ne
yukarıda ne aşağıda.
Halk, bu kıtlıktan, bu azaptan sudan çıkmış balık gibi onar onar,
yüzer yüzer ölmede...
Müslümanlara acımıyor musun? Müminler kardeştir... yağları da birdir
etleri de... hepsi bir vücuttur.
Bedende bir uzuv ağrıyıp incinse bütün beden ağrır, incinir... ister
sulh çağında olsun, ister savaş; bu, budur.
Zâhit dedi ki: Bu, sizin gözünüze kıtlık görünüyor... fakat bence
yeryüzü cennet gibi, ben böyle görüyorum.
3250. Ben her ovada, her yerde ta bele kadar boyu atmış gürbüz
başaklar görmekteyim.
Başaklar seher yeli ile dalgalanmada... ova pırasayla dopdolu!
Acaba doğru mu diye sınıyor, elimi uzatıyor, onları yokluyor,
tutuyorum... artık ben, nasıl elimi keser gözümü çıkartırım?
A aşağılık kavim, siz, ten Firavununun dostusunuz... onun için Nil
size kan görünmede.
Hemencecik akıl Musasına dost olasınız kan görmez, ırmak suyunu
görürsünüz.
3255. Babanla aranda bir şey geçti mi babanı köpek gibi görürsün,
gözüne böyle görünür!
Baban köpek değildir senin; o cefanın tesiri ile öyledir; öyle bir
merhametli adam bile sana köpek görünür!
Kardeşleri Yusufa haset ediyorlar kızıyorlardı... bu yüzden onu kurt
şeklinde gördüler.
Fakat babanla barıştın da kızgınlığın gitti mi köpek ortadan kalkar,
baban, sana ateşli bir dost olur.
Bütün âlem aklıküllün suretidir..aklıkülle aykırı hareket ettin,cefada
bulundun mu dünya,senin gamını arttırır;nitekim babanla da çok defalar
bozuştun mu onu gördükçe kederlenirsin,yüzünü görmek
istemezsin,halbuki bundan önce gözünün nuruydu,canının huzuru!
Bütün âem, aklı küllün suretidir... bütün insanların babası odur.
3260. Birisi aklı külle karşı küfranını artırırsa bütün âlem ona köpek
görünür.
Bu babayla uzlaş, asiliği bırak da su ve toprak, sana altın döşeme
görünsün.
Bununla uzlaşırsan içinde bulunduğun hal ve zaman, âdeta kıyamet
kesilir... gözünün önünde gök de değişir yer de!
Ben daima bu babayla uzlaşmış haldeyim... onun için şu âlem, bana
cennet görünmede!
Her zaman yeni bir suret, her an yeni bir güzellik görmedeyim... yeni
görmekle de elem ve usanç kalmaz, insan daima yeniden yeniye neşelenir
durur.
3265. Ben cihanı nimetlerle dopdolu görüyorum... sular kaynaklardan
coşup akmada...
Bu suların sesleri kulağıma geldikçe aklımı gönlümü sarhoş etmede!
Dallar tövbekar dervişler gibi oynuyor... yapraklar, çalgıcılar ve
şarkı okuyanlar gibi el çırpıyor.
Ayna, keçeden yapılma kılıf içindeki şimşek gibi parlayıp durmada...
artık ayna görünürse nasıl olur?
Ben, bunun binde birini bile söyleyemiyorum; çünkü her kulak,
şüphelerle dolu!
3270. Vehme göre bu söz müjdedir... fakat akıl der ki: Müjde ne demek
bu benim halimdir zaten.
Uzeyr aleyhisselâmın oğullarının,kendisinden babalarının ahvalini
sormaları,Uzeyrin evet gördüm demesi..bazılarının onu tanıyıp
kendisinden geçmesi,tanımıyanların da Bu ,bize müjde verdi,ş
kendinden geçme de ne oluyor ?demeleri
Hani Üzeyrin çocukları gibi... yolda babalarının ahvalini
soruşturmaktaydılar.
Onlar ihtiyarlamışlardı, babaları ise gençti... derken babaları
ansızın önlerine çıkıverdi.
Ona Ey yolcu bizim azizimizden bir haberin var mı acaba?
Birisi bize onun bugün geleceğini, bizi ümitsizliğe düşürdükten sonra
bugün erişeceğini söyledi dediler.
3275. Üzeyr dedi ki: Evet benden sonra gelecek... çocuklardan biri bu
müjdeyi işitince sevindi.
Ey muştucu şadol diye bağırdı. Bir tanesi Üzeyri tanıdı;
A sersem, müjdenin yeri mi ki? Şeker madeninin tam içine düştün deyip
kendisinden geçti, yere yığıldı.
Bu, vehme müjdedir ama akla göre vuslatın ta kendisi... çünkü vehim
gözü perdelidir, hakikati göremez.
Kâfirlere derttir, müminlere muştucu... fakat işin iç yüzünü gören göz
göre vuslatın ta kendisi.
3280. Çünkü âşık, anı daimde daima sarhoştur... hâsılı küfürden de
yücedir o, imândan da!
Küfür, içteki kuru kabuktur, imân içteki lezzetli kabuk!
Küfür de, imân da... ikisi de onun kapıcısıdır... çünkü o içtir
küfürle din, ikisi de kabuktur.
Kuru kabukların yeri ateştir... içe yapışık kabuksa hoştur
lezzetlidir.
İçe gelince: Zaten o, hoşluk mertebesinden de yüksektir... lezzetler
veren odur.
3285. Bu sözün sonu yoktur; geri dön de Musam denizin dibinde toz
koparsın!
Bu sözler alelâde halkın aklına göre söylendi... geri kalanı ise
gizlenmiştir!
A töhmetli kişi, senin akıl altının paramparça... böyle bir altına
nasıl mühür ve damga vurayım?
Aklın yüzlerce mühim işe dağılmış... binlerce isteğe mala mülke
bölünmüş!
Bu cüzleri âşkla bir araya toplamak gerek ki Semerkant ve Dımışk gibi
hoş bir hale gelsin!
3290. Onları en küçük parçasına kadar toplar şüpheden arınırsan sana
padişah sikkesi basılabilir.
A ham kişi, ağırlıkta bir miskalı geçersen padişah senden bir altın
kadeh düzer.
O kadehte padişahın hem adı, hem lâkapları, hem de resmi olur ey
vuslat dileyen.
Nihayet sevgilin sana hem ekmek olur, hem su... hem ışık kesilir, hem
güzel, hem meze olur, hem şarap!
Kendini derle topla da ne varsa sana söyleyebileyim.
3295. Çünkü söz söylemek, tasdik edilmek içindir... Tanrıya şirk koşan
can, doğruya inanmaz.
Feleğin abes şeylerine bölünmüş olan can, altmış sevda ortasında
müşterek bir hale gelmiştir.
Artık, böyle kişiye bir şey söylenemez, ona karşı susmak daha
iyidir... çünkü ahmaklara verilecek cevap sükûttur.
Bunu bilirim ben... bilirim ama ten sarhoşluğu ağzımı, ben istemediğim
halde açar.
Aksırık ve esnemekle de bu ağzın, istemediğin halde açılır ya, işte
öyle!
Ben her gün Tanrıya yetmiş kere istiğfar ederimhadisinin tefsiri
3300. Peygamber gibi hani... Söylemeden hakikatleri saçmadan dolayı
her gün yetmiş kere tövbe ederim.
Fakat o sarhoşluk tövbemi bozar... bu elbiseler soyan beden
sarhoşluğu, tövbeni unutturur dedi.
Çok eski zamanların ahvalini izhar etmek için Tanrının hikmeti, sır
bilen kişiye bir unutkanlık verir.
Gizli sırlar, Yazılan yazıldı kalem de kurudu kaynağından coşan bir
ırmak kesilir, bunca davullarla, bayraklarla ortaya çıkar!
Ey insanlar, sonsuz rahmet her an akmaktadır fakat siz uykudasınız,
anlamıyorsunuz!
3305. Uyuyan kişinin elbisesi, ırmak suyunu içer de uyuyan, uykuda
serap arar!
Orada belki su vardır ümidi ile koşar durur... ve bu düşünceyle suya
varacak yolu kendi kendine kaybeder gider!
Çünkü orada der, buradan uzaklaşır... bu hayale kapılır, hakikatten
ayrılır!
Bunlar güya uzağı görürüler, fakat ruhları uykudadır... ey yolcular
acıyın bunlara!
Ben insana uyku getiren bir susuzluk görmedim... ancak akılsız kişinin
susuzluğu uyku getirir!
3310. Akıl zaten ona derler ki Tanrı yaylasında yayılmış, Tanrı
nimetlerini yemiş olsun... Utaritten gelen akla akıl demezler!
Aklı cüzi mezara kadar olan şeyleri görür.. öbür kısım da velilerle
peygamberleri taklideder.
Bu aklın ileri görüşü,mezara kadardır... fakat gönül sahibinin aklı
sur üfürülünceye dek olacak şeyleri görür.
Bu akıl, mezardan, topraktan ileriye geçemez... bu ayak, şaşılacak
şeylerin bulunduğu sahaya gidemez.
Bu ayaktan, bu akıldan bez, yürü... kendine gaybı görür bir göz ara da
berhudar ol.
Üstada bağlanan kitap şakirdi olan kişi, Musa gibi yeninden,
yakasından parlayacak nuru nereden bulacak?
3315. Bu bakış, bu akıl, adama ancak baş dönmesi verir... bırak görüşü
artık da bekle bakalım!
Söz söylemeden yücelik aramayın... bekleyen kişiye dinlemek
söylemekten yeğdir.
Belletme mevkii de bir nevi şehvettir ve her çeşit şehvet, yolda
puttur.
Her fuzuli kişi, Tanrının fazlına, ihsanına erişebilseydi Tanrı, bunca
peygamber yollar mıydı?
Cüz-i akıl, şimşek ve aydınlık gibidir... şimşeğin verdiği aydınlıkla
vahye erişebilir misin hiç?
3320. Şimşeğin ışığı yol göstermeye yaramaz... o ağla diye buluta bir
emirdir!
Bizim akıl şimşeğimiz de ağlamak içindir... yokluğun, varlık iştiyaki
ile ağlamasına yarar.
Çocuğun aklı, yazı yazanların etrafında dön dolaş der ama insan, kendi
kendine bir şey belleyemez.
Hastanın aklı hastayı doktora çeker, götürür ama kendisi, derdine
derman olamaz!
İşte bak... şeytanlar gökyüzüne çıkmak ister, kulaklarını yukarı
âlemdeki surlara dikerler.
3325. O sırlardan az bir miktarını çalarken hemen gökten şahaplar
gelir, onları sürer.
Gidin de onlara; gidin... yeryüzüne peygamber gelmiştir; ne
istiyorsanız ondan isteyin, ondan elde edin.
Değer biçilmez inciler istiyorsanız Evlere kapılarından girin! kapı
halkasını dövün, kapıda durun... gökyüzü damından sizlere yol yok!
İhtiyacınızı bu uzun yoldan gideremezsiniz... biz, sırların sırlarını
topraktan yaratılan kulumuza verdik.
3330. Hain değilseniz onun huzuruna gelin... boş kamışsanız bile onun
himmetiyle şeker kamışı olun!
O kılavuz, senin toprağından yeşillikler bitirir... bu, Cebrailin
atının nalından uzak bir iş değil!
Bir Cebrailin atının ayağına toprak olursan yeşillik kesilir,
yenilenir tazelenirsin!
Samiri, buzağı hamuruna canlar bağışlayan yeşilliği koydu da o
yeşillik, altından yapılan o buzağıda bir inci haline geldi, buzağı
adeta canlandı!
Canlandı da içindeki o yeşillik öyle bir ses verdi ki düşmanlara bir
sınama oldu!
3335. Sır ehline emin olarak gelirseniz doğan gibi başınıza geçirilen
külâhtan kurtulursunuz.
Doğanı miskin ve çaresiz bir hâle getiren ve gözünü, kulağını örten
üsküf,
Doğanın bütün meyli, kendi cinsine olduğundan gözünü bağlamak, kendi
cinsini göstermemek içindir.
Fakat doğan, kendi cinsinden vazgeçti de padişaha dost oldu mu
doğancı, onun gözünü açar, başından üsküfünü çıkarır.
Tanrı da şeytanları, gözetleme yerinden...aklı cüz-iyi kendi müstakil
reyinden,
3340. Pek başbuğluk davasında bulunma... sen, reyinde müstakil
değilsin, ancak gönlün şakirdisin ve istidadın var diye sürer!
Der ki: Yürü gönüle git... çünkü sen gönlün cüzüsün; kendine gel, sen
âdil padişahın kulusun!
Ona kulluk etmek, sultanlıktan iyidir... çünkü Ben ondan hayırlıyım
sözü, şeytan sözüdür.
Be aşağılık, Âdemin kulluğu ile İblisin kibrine bak da aradaki farkı
gör.
Âdemin kulluğunu seç. Yol güneşi olan peygamber bile Nefsini
aşağılayan kişiye ne mutlu dedi.
3345. Tuba gölgesini gör de güzelce uyu... o gölgeye baş koy da
serkeşlik etmeden uykuya dal!
Nefsi aşağılama gölgesi, güzel bir yatılacak yerdir... o arılığa
istidadı olana hoş bir uyku verir.
Bu gölgeyi bırakır da benlik tarafına gidersen çabucak asi olur, azar,
yolunu kaybeder gidersin!
Ey inanlar,Tanrı ve rasulü hükmetmeden önce bir işe hükmetmeyin,kesip
atmayınâyeti.Peygamber değilsen ümmet ol..Padişah değilsen tebaa ol!
Şu halde yürü şeyhin, emrinin gölgesi altına git; sus emre uy!
Böyle yapmadın mı istidat ve kabiliyet sahibi bile olsan kâmilik
davasına kalkıştığından değişir, çarpılır, istidat ve kabiliyetini
kaybedersin!
3350. Sır bilen ve haberdar olan üstada serkeşlik edersen istidattan
da olursun!
Şimdilik ayakkabı dikiciliğine razı ol, sabret... yoksa sabretmezsen
yamacı, eskici olur kalırsın!
Eskicilerde sabır ve hilm olsaydı hepsi de öğrenir, yeni ayakkabı
diker, ayakkabıcı olurlardı.
Çok çalışır, çok didinirsen nihayet usanır da sen kendin, akıl bir
bağmış meğerse dersin!
Felsefeye kapılan adam gibi hani... o da ölüm gününde aklı, kolsuz
kanatsız gördü de,
3355. Kararsızca itiraf etti o zaman... dedi ki: Zeka ile atımızı
saçma ve asılsız yerlere sürdük!
Gururlandık aldandık da erlerden baş çektik... hayal denizinde yüzdük
durduk.
Halbuki ruh dininizde yüzgeçlik hiçmiş... burada Nuhun gemisine
girmekten başka bir çare yokmuş.
O peygamberler padişahı da böyle buyurdu: Bu kül denizinde, bu
okyanusta gemi benim!
Yahut da benim can gözüme varis olan, doğrulukta benim yerime geçen
halifemdir.
3360. Yiğit, gemiden yüz döndürmemem gerek... işte biz, denizdeki Nuh
gemisiyiz!
Kenan gibi her dağa gitme... Kurandan Bu gün kurtuluş yoktur
ayetini duy!
Gözün bağlı da bu gemi, onun için sana aşağı, düşünce dağın da pek
yüksek görünmede!
Aman ha aman bu alçacık gemiye hor bakma... Tanrının buna gelip duran
ihsanına bak.
Düşünce dağının yüceliğine de pek bakma... çünkü onu bir dalga altüst
ediverir!
3365. Eğer Kenansan, sana bunun gibi iki yüz nasihat versem yine bana
inanmazsın!
Bu sözü Kenanın kulağı nereden kabul edecek? Onu Tanrı mühürlemiş
gitmiş.
Tanrının mühürlediği kulağa öğüt mü girer? Sonradan olan şey, ezeli
hükmü nasıl değiştirir?
Fakat Kenan değilsin ümidi ile yine sana bir hoş söz söyleyeyim:
Nihayet bunu ikrar edeceksin, bari kendine gel de ilk güne bak, son
günü gör!
3370. Son günü görebilirsin sen... yalnız sonu gören gözünü yıpratma,
kör etme.
Kim kutlucasına işin sonunu görürse hiçbir an yolda sürçmez.
Her an bu düşüp kalkmayı istemiyorsan bir erin ayak bastığı toprağı
gözüne çek.
Onun ayağının bastığı toprağı gözüne sürme yap da bu külhaniliği
başından at!
Çünkü bu şakirtlikte, bu yokluğa düşmeyle iğne bile olsan Zülfikar
kesilirsin.
3375. Her seçilmiş erin ayak bastığı toprağı gözüne sürme gibi çek; o
toprak, gözünü hem yakar, hem aydınlatır.
Deve gözü ışılansın diye diken yer de onun için gözü nurlar saçar!
Katırın deveye Ben yol yürürken yüzüstü düşü düşü veriyorum,halbuki
sen az düşüyorsun,bu neden diye sorması,devenin cevabı
Katırın biri bir gün bir deveyle buluştu... ikisi de bir ahıra
düştüler.
Katır dedi ki: Ben tepede, düzde, pazarda, köyde çok düşüyorum.
Hele dağ terekesinden aşağı inerken her zaman korkumdan tepe taklak
kapanırım.
3380. Sense yüz üstü pek az düşersin... bu neden? Yoksa senin arı
canın devletlik mi ki?
Ben her an tepesi üstü düşer, dizimi vurur, yüzümü, dizimi kanlara
bularım!
Palanım, yüküm baş aşağı olur; kiracıdan da daima dayak yerim.
Hani az akıllı adam gibi... o da aklının kıtlığından günahından tövbe
eder... her an da tövbesini bozar.
O tövbe bozan reyindeki, azmindeki gevşekliğinin yüzünden zamanede
İblise maskara olur.
3385. Her an yükü ağır olan ve taşlık yolda gitmeye savaşan topal
beygir gibi tepesi üstüne düşer.
O ters huylu, tövbesini bozduğu için kafasına gaybtan tokatlar yer
durur.
Sonra tekrar gevşek azmiyle tövbe eder... fakat Şeytan Ne yaptın?
der demez tövbesini bozar.
Pek zayıftır... fakat kendisini öyle ulu görür, öyle kibirlenir ki
Tanrıya ulaşanlara bile hor bakar!
Ey deve, sense mümine benzersin; yüz üstü az düşer, burnunu az
vurursun!
3390. Sende ne var ki afete uğramıyorsun... sürçmüyor, yüz üstü az
düşüyorsun?
Deve dedi ki: Her kutluluk Tanrıdandır ama benimle senin aranda çok
fark var!
Benim başım yüce, iki gözüm yücelerini görüyor... yüce görüş sahibini
zarardan korur.
Ben dağın başındayken dağın eteğini görürüm... her çukuru, her düzü
kat, kat görürüm.
Nitekim o ulu er de eceline kadar başına ne gelecekse gördü.
3395. Yirmi yıl sonra neler olacak o iyi huylu bütün bunları bilir.
Hattâ o takva sahibi yalnız kendi halini görmez... batıdakilerin
halini de görür, doğudakilerin halini de!
Nur, onun gözünde, gönlünde yurt tutar... neden mi dedin? Vatan
sevgisi yüzünden!
Hani Yusuf gibi... o da ayın, güneşin kendisine secde ettiğini önce
rüyasında gördü.
On yıl önce hattâ daha önce gördükleri Yusufun başına geldi.
3400. Mümin Tanrı nuru ile görür sözü saçma değil... Tanrı nuru,
gökleri bile delip geçer.
Senin gözünde o nur yok... yürü, sen hayvani duygulara kapılıp
kalmışsın!
Sen, gözünün zayıflığından ayağının önünü görürüsün... zayıfsın
kılavuzun da zayıf!
Elle ayağa kılavuzluk eden gözdür... basılacak tutulacak yeri de o
görür, basılmayacak tutulmayacak yeri de o!
Sonra bir de benim gözüm pek aydındır... bir de şu var: Yaradılışım
tertemizdir benim.
3405. Çünkü ben, helâlzadeyim... zinadan olma ve sapıklardan değilim
ben.
Sense şüphe yok ki zinadan olmasın... yay kötü oldu mu ok eğri gider!
Katırın,devenin cevaplarını tasdik edip onun üstünlüğünü ikrar
etmesi,ondan yardım dileyip doğru bir yürekle ona sığınması,devenin
katıra iltifatı,yol göstermesi ve babacasına,padişahcasına ona yardım
etmesi
Katır doğru dedin ey deve dedi... bu sözü söyler söylemez de gözleri
yaşlarla doldu.
Bir müddet ağladı, devenin ayağına kapandı; dedi ki: Ey kulların
Tanrısınca seçilmiş er,
Lûtfetsen de beni kulluğa kabul etsen ne ziyana girersin?
3410. Deve, mademki huzurumda ikrar ettin dedi... yürü, zamanenin
âfetlerinden kurtuldun.
İnsafa geldin, belâdan halâs oldun; düşmandın muhabbet ehline
katıldın!
Kötü huy zaten senin aslında yoktu... aslı kötü olandan inattan,
kötülükten başka bir şey gelmez.
Fakat aslında kötülük olmayan ve iğreti olarak kötü huylara sahip
olan, kötülüğünü ikrar eder, tövbe etmeyi diler.
Âdem peygamber gibi. Onun işlediği o pek ehemmiyetsiz suç da iğretiydi
de derhal tövbe etti.
3415. Fakat İblisin suçu, asli olduğundan canım tövbeye yol yoktu ona.
Yürü, kendinden de kurtuldun, kötü huydan da, cehennem alevinden de
halâs oldun, yırtıcı hayvanların dişlerinden de!
Yürü, şimdicik devleti elde ettin, kendini ebedi bir kutluluğa attın.
Kullarımın arasına katıl devletine eriştin, Cennetime gir kumaşını
dokudun!
Kulları arasına girmeye yol buldun, gizli bir yolda ebedi cennete
sokuldun.
3420. Bize doğru yolu göster dedin; doğru yolda elini tuttu seni ta
cennete kadar götürdü.
Ey aziz kişi, ateştin, nur oldun... koruktun yaş ve kuru üzüm oldun.
Tanrı doğrusunu daha iyi bilir ya, yıldızdın güneş kesildin...neşelen
artık!
Ey Hak ziyası Hüsamettin, balını tut, süt havuzuna at da,
O süt, bozulmadan kurtulsun... lezzet denizinde lezzeti büsbütün
fazlalaşsın.
3425. Elest denizinde ulaşsın. Deniz oldu mu her türlü bozulmadan
kurtuldu demektir.
Süt, bal denizine akacak bir yol bulursa da artık hiçbir âfete
uğramaz, ekşiyip kesilmez.
Ey Tanrı aslanı, aslancasına bir kükre de o kükreyiş ta yedinci göğe
çıksın!
Fakat usanmış bıkmış canın ne haberi olur ki? Fare, aslan kükreyişini
ne bilsin?
Gönlü deniz gibi engin ve yaradılışı iyi olanların istifadesi için
ahvalini altın suyu ile yaz!
3430. Bu cana canlar katan söz, Nil suyudur... Yarabbi sen onu
Kiptinin gözüne kan göster!
Kıptinin, Beni İsrail kabîlelerinden birine mensup olan bir adama
Dostluk ve kardeşlik hatırı için kendi niyetine Nilden bir testi
doldur,dudağıma dayada içeyim.Çünkü siz İsrailoğulları,kaplarınızı
kendiniz için doldurdunuz mu arı duru su oluyor,biz Kıptiler
doldurduk mu kan kesiliyordiye yalvarması
Duydum ki bir kıpti, susuzluktan bunalıp İsrail oğullarının birisinin
evine geldi;
Dedi ki: Seninle dostum, arkadaşım... bugün de bir hacetim var, senden
istemeye geldim.
Çünkü Musa büyücülük, afsunculuk etti... nihayet Nilin suyu bize kan
kesildi.
İsrail oğulları alınca duru su oluyor, içiyorlar... halbuki Kıptinin
gözü bağlanmış, ona kan oluyor.
3435. Kıpti kavmi işte buracıkta susuzluktan ölüp gidiyor. Bu, ya
bahtsızlığından, ya kendi kötülüğünden!
Kendin için bir tas su doldur da bu eski dost suyundan içsin senin!
Çünkü o, kendin için doldursan kan olmaz temiz ve duru su olur!
Ben de sana tâbi olarak su içmiş olayım... tâbi olan kişi, tâbi olduğu
kişinin lûtfuyle dertten kurtulur.
İsrail oğlu peki canım efendim dedi... sana bir hizmet edeyim,
istediğini yapayım a gözümün nuru!
3440. Senin muradına gideyim, seni sevindireyim... kulun, kölen olayım
da hürlük edeyim!
Tası Nilden doldurdu, ağzına dayadı, yarısını içti.
Sonra tası su isteyene doğru eğdi, sen de iç dedi... su derhal kara
kan kesildi.
Tekrar kendi tarafına eğdi, kan su oldu... Kıpti kızdı alevlendi.
Bir müddet oturdu... hiddeti geçince dedi ki: Ey ulu kılıç,
3445. Ey kardeş, şu düğümün açılmasına çare nedir?İsrail oğlu dedi ki:
Bunu takva sahibi içer.
Takva sahibi da Firavunun gittiği yoldan usanan, Musalaşan kişidir.
Musaya uy, Musa kavmi ol da bu suyu iç... ayla uzlaş da ay ışığını
gör.
Tanrı kullarına kızgınlığından gözünde yüz binlerce karanlık var!
Kızgınlığını yatıştır da gözlerini aç, neşelen... dostlarından ibret
al da üstat ol!
3450. Sende Kaf dağı gibi küfür varken nasıl olur da Nilden avucuna
su almada bana tabi olabilirsin sen?
Dağ iğne deliğinden geçer mi hiç? Geçer... ancak tek bir iplik haline
gelirse!
Dağı tövbenle saman çöpü haline getir de suçları bağışlananların
kadehini güzelce al, hoş bir hal de çek gitsin.
Fakat bu hileyle onu nasıl içebilirsin ki Tanrı, onu kafirlere hâram
etmiştir.
A iftiralara uğramış iftiracı, hileyi düzeni yaratan Tanrı, nasıl olur
da senin hilene, düzenine kapılır?
3455. Musa kavminden ol... hilenin faydası yok... senin hilen yel
ölçmekten ibaret!
Suyun haddimi var, Tanrı emrini terk etsin de kafirlere su olsun!
Sen sanıyor musun ki ekmek yemektesin? Yılan zehri, ömür törpüsü
yiyorsun sen!
Fakat sevgilinin buyruğunu terk eden kişiye nasıl yarar?
Sanır mısın ki Mesnevi sözlerini okuyasın da ucuzca, bedavaca duyasın,
anlayasın!
3460. Yahut hikmet sözleri ve gizli sırlar, kolayca kulağına girsin
ağzına gelsin!
Duyarsın, duyarsın ama sana masal gibi gelir... dışyüzünü duyarsın, iç
yüzünü değil!
Bir güzel, başına, yüzüne çarşafını örtmüş, senden yüzünü gizlemiş!
İnadından Kuran, sana nasıl gelirse Şehname yahut Kilile ve Demine de
öyle gelir!
İnayet sürmesi gözünü aydınlatır, açarsa doğrucuyla mecazı o vakit
ayırt eder, anlarsın!
3465. Yoksa koku almayan adama mis de bir, fışkı da... değil mi ki
koku almıyor!
Ululuk ıssı Tanrının sözünü okumaktan maksat kendini usançtan, elemden
kurtarmaktır.
Çünkü vesvese ve gussa ateşi, bu sözle yatışır... bu söz, insanın
derdine deva olur.
Bu kadar bir ateşi söndürmede akılca duru ve temiz su da birdir, sidik
de!
Vesvese ateşini, su da sidik de... her ikisi de uykunun, dert ve gussa
ateşini söndürmesi gibi söndürür.
3470. Fakat Tanrının ruhlu sözü olan bu temiz suyun,
Candan bütün vesveseleri tamamı ile giderdiğini bilsen gönül, gül
bahçesinin yolunu bulur, o bahçeye varır.
Çünkü Tanrı kitaplarının sırrından bir koku alan, bağlarda, dere
kıyılarında uçar durur.
Sen yoksa velilerin yüzünü de bizim gördüğümüz gibi midir sanırsın?
Peygamber bile müminler nasıl oluyor da benim yüzümü göremiyorlar diye
hayrette kaldı.
3475. Halk, nasıl oluyor da yüzümün nurunu görmüyorlar? Halbuki o nur,
doğu güneşinin nurunu bile aştı...
Yok, görüp duruyorlarsa bu şaşırma nedir? diyordu. Nihayet o yüz,
gizlilikler âlemindedir diye vahiy geldi.
Yüzünü kâfirler görmesin diye sence ay ama halka göre bulut.
Bu şaraptan halk ve ileri gelenler içmesin diye sence tane ama halka
göre tuzak!
Tanrı, Onlar sana bakarlar fakat hamam duvarındaki resimlere
benzerler... Bakarlar da görmezler dedi.
3480. Ey resme tapan, resim de o iki sönük gözle sana bakar,öyle
görünür.
Onun huzurunda terbiyeni takınırsın... fakat onun hiç aldırış
etmediğini görünce neden bana riayet etmiyor ki diye hayretlere
düşersin.
Neden bu güzel resim, sorularına cevap vermiyor... neden verdiğim
selâmı almıyor?
Ben, ona yüzlerce secde ettiğim halde neden o, bir lûtfedip başını,
sakalını oynatmıyor dersin?
Tanrı da dış âlemde görünmez, baş oynatmaz ama buna karşılık içine
öyle bir zevk verir ki,
3485. O zevk, iki yüz baş sallamaya değer... işte akıl ve can böyle
baş sallar!
Çalışıp çabalar akla hizmet edersen aklın sana yapacağı şey şudur:
Seni doğru yola ulaştırır; bu yola ulaşma vesilelerini arttırır.
Tanrı sana açıkça baş sallamaz ama seni başlara başbuğ yapar!
Tanrı, sana gizlice öyle bir şey verir ki bütün dünyadakiler sana
secde ederler.
Nitekim bir taşa da değer verdi mi o taş, yani altın, halka göre yüce
olur.
3490. Bir katra su, tanrı lûtfuna nail olur da inci kesilir, altını
bile geçer.
Beden topraktır, fakat Tanrı ona bir ışık verdi mi âlemi kaplamada,
dünyayı zapt etmede ay gibi üstat olur.
Kendine gel... bu hükümdarlar, bir tılsımdan, ölü bir resimden
ibarettirler. Fakat bakar gibi görünürler de ahmakların yollarını
keserler.
Bakar, göz kırpar gibi görünürler de aptallar, onlara bir varlık
verir, onları delil edinirler!
Kıptinin,İsrailoğlundan hayır dua dilemesi,İsrailoğlunun da Kıptiye
hayır duada bulunması,duasının kerem sahiplerinin kerem
sahibi,merhametlilerin merhametlisi Tanrı tarafından kabul edilmesi
Kıpti dedi ki: Sen bana bir duada bulun... çünkü benim gönlüm kapkara,
bu yüzden de o ağız yok!
3495. Dua et de belki bu gönlün kilidi açılır... çirkin, güzeller
meclisinde yer alır.
Çarpılmış kişi dua bereketiyle güzelleşir... yahut da bir şeytan,
yeniden melek olur!
Yahut da kuru dal, Meryemin elindeki kuvvetle misler kokar, yaş bir
hale gelir, meyve verir!
İsrailoğlu o anda secdeye kapandı da dedi ki: Ey Tanrı, ey aşikâr ve
gizli işleri bilen!
Kul, senden başka kimin huzurunda el kavuşturur? Dua da senden, duayı
kabul etmede senden!
3500. Önce duaya meyil veren de sensin... sonradan duayı kabul eden de
sen!
AÇIKLAMALAR (Beyitler 2801 - 3500 )
B. 2833. Dehri (Athe), Tanrı yoktur diyen adamdır. Tanrı varlığını
inkar eden mesleklerine de Dehrîye mesleği (Âtheisme) denir. Dehrî'ce
âlem, sonradan yaratılmış değildir, ezelî ve ebedîdirler.
B. 2880 den sonraki başlık. "Gökleri ve yeri ve ikisinin arasında
olanları ancak doğrulukla ve hak üzere, aynı zamanda da bir müddet
için yarattık. Kâfir olanlar, korkutuldukları şeye aldırış etmez,
ondan yüz çevirirler." Sure: 46 (Ahkaf), âyet: 3.
B. 2906. Tanrı Âdem Peygamber'i yaratacağını meleklere söyleyince
melekler "Yeryüzünde fesat yapacak ve kan dökecek bir mahlûk mu
yaratacaksın? Biz sana hamdederek seni tenzih ve takdis etmekteyiz"
demişler, Tanrı da "Sizin bilmediğinizi ben bilirim" demiştir (Sure:
2, Bakara, âyet: 30).
B. 2929-2932. Fatiha - başlangıç suresinin 5 inci âyetidir.
B. 2947. C. I, S. 60, B. 615 in izahına bakınız,
B. 2960. H. Muhammed'in "Öyle bir vaktim olur, o anda Tanrı'yla öyle
bir hale gelirim ki, oraya ne Tanrı'ya yaklaşıp bir melek sığar, ne
şeriatle gönderilmiş bir peygamber" dediği rivayet edilmiştir.
B. 2970. C. I, S. 121, B. 1234 ün izahına bakınız.
B. 2973 ten sonraki başlık. Nemrut, İbrahim Peygamber'i ateşe
attıracağı sırada Cebrail gelip İbrahim'e bir isteğin var mı? diye
sormuş, İbrahim, var ama senden değil demiş. Cebrail, peki, Tanrı'dan
istesene deyince halimi biliyor, istememe hacet yok ki, demiş! C. 3,
S. 406-407, B. 4215-4219 un izahına bakınız.
B. 3043. C. 3, S. 170, B. 1794 e bakınız.
B. 3072. "Ey iman edenler, Tann'ya ıek çok anın; onu akşam sabah
tespih edin." Sure 33 (Ahzâb), âyet: 41-42.
B. 3082-3084. Peygamber'in "Nur, kalbe girdi mi kalb sevinir,
genişler" dediği, bunun alâmeti nedir diye soranlara da "Aldanış,
gurur yurdundan uzaklaşmak, neşe yurduna gitmeye hazırlanmak, ölüm
gelmeden ölüme hazırlanmak" diye cevap verdiği rivayet edilmiştir.
B. 3084 ten sonraki başlık. Kur'an'ın 80 inci suresinin (Abese 34 ve
35 inci âyetleridir. Aynı başlığın sonundaki âyet şudur: "Ya Yahya,
kitabı kuvvetle al! Biz Yahya'ya, çocuk olduğu halde hüküm kudreti,
Peygamber'lik verdik." Sure: 19 (Meryem), âyet: 12.
B. 3179. Cehennemdeki azap meleklerinin başı ve cehennemin kapıcı ve
koruyucusu olan meleğin adı Malik'tir.
B. 3191-3194. Kur'an'ın son sureleri olan 113 ve 114 üncü surelerin
mânaları şunlardır: "De: Sabahı meydana getiren Rabbime sığınırım,
yarattığı mahlûkların şerrinden, her tarafı kaplayan gecenin o zamanki
şerrinden.. düğümlere üfürenlerin şerrinden, hasetçinin hased ettiği
zamandaki şerrinden. De: insanların Rabbine sığınırım, Padişah'ına,
Tanrı'sına sığınırım, görünmez şeytanın vesveselerinden, ki insanların
kalblerinde o vesveseleri meydana getirir. Cinlerden ve insanlardan
sığınırım!" Bu surelerin ilkine Felâk, ikincisine Nâs suresi derler.
Rivayete göre Peygamber'e büyü yapmışlar, bir ipi düğüm düğüm
düğümleyip bir kuyuya atmışlar. Bunun üzerine bu sureler inmiş,
Peygamber, Ali'yi o kuyuya gönderip bunları okutmuş ve büyünün tesiri
kalmamış.
B. 3193. "Dünyadan sakının... nefsim kudret elinde olan Tanrı'ya
andolsun ki dünya, Harut'la Maruttan daha ziyade büyücüdür" diye bir
hadis rivayet edilmiştir.
B. 3203. C. 3, S. 379, B. 3935 e bakınız.
B. 3206. "İnsanların cinsi, cinsiyle kopuşunca" yani kıyamet kopunca,
Sure: 81 (Tekvir), âyet: 7.
B. 3214. "Dünya ile ahret, iki ortak kadındır. Birini razı ettin mi
öbürü kızar" mealinde bir hadis rivayet edilmiştir.
B. 3214. "Şüphe yok ki iyiler, mizacı kâfur mizacında olan şarabı
kadehlerden içerler." Sure: 76 (Dehr), âyet: 5.
B. 3241. "Biz, şüphe yok ki insanı yarattık, içinden ne vesveseler
kuruyor, biliriz... ve biz, ona boynundaki şah damarlarından daha
yakınız." Sure: 50 (Kaf), âyet: 16.
B. 3258 den sonraki başlık ve bahis. Akl-ı kül ve cüz'î akıl. C. I, S.
186, B. 1899 un izahına bakınız.
B. 3270 den sonraki bahis. Uzeyr Peygamber. C. 3, S. 167, B. 1792 nin
izahına bakınız.
B. 3299 dan sonraki başlık. Böyle bir hadis rivayet edilmiştir.
B. 3327. C. I, S. 160, B. 1628 in izahına bakınız.
B. 3331. C. I, S. 224, B. 2258 in izahına bakınız.
B. 3344. H. Muhammed'in "Ne mutlu nefsini alçaltana" dediği rivayet
edilmiştir.
B. 3347 den sonraki başlık. "Ey iman edenler, hiçbir şeyde kendinizi
Tanrı'dan ve elçisinden ileri sürmeyin, Tanrı'dan çekinin... şüphe yok
ki, o, duyar, bilir.
B. 3418. C. I, S. 55, B. 568 in izahına bakınız.
B. 3420. "Sen bizi doğru yola götür, doğru yolu göster." Fatiha -
Başlangıç suresi, âyet: 6.
B. 3463. Şehname, meşhur İran şairi Firdevsi' nin manzum İran
destanıdır. 400 Hicrîde (1009-1010) Mahmut Gaznevî'ye sunmuştur,
Kelile ve Dimne'den bahsettik.
B. 3479. "Onları doğru yola çağırırsanız duymazlar... onları sana
bakıyor görürsün, halbuki onlar görmezler de!" Sure: 7 (A'râf), âyet:
198.
B. 3497. Meryem, Ruhülkudüs'ten gebe kalıp doğum zamanı gelince, bana
şimdi ne diyecekler? Keşke ölüp gitsem, unutulsaydım da başıma bu iş
gelmeseydi diye bir sahraya gitmiş ve orada bir kuru hurma ağacına
yapışmıştı. Kendisine ağacı silk de kuru hurma ağacından yaş ve taze
hurmalar dökülsün diye ses geldi. Ağacı silkince hakikaten hurmalar
döküldü, Sure: 19 (Meryem), âyet: 22-25.
|