Yıldızların nuru olan Şah Hüsameddin, beşinci cildin
başlamasını istiyor...
Ey Allah ışığı cömert Hüsameddin, beşeri bulantılardan durulanların
üstatlarına üstatsın sen!
Halk perde ardında olmasaydı, halkın gözleri açık olsaydı ve
havsalalar dar ve zayıf bulunmasaydı.
Seni övmeye manevi bir tarzda girişir, bu sözlerden başka sözler
söyleyecek bir dudak açardım.
5 Fakat Doğan kuşunun lokmasını yont kuşu yutamaz. Çaresi, suyla yağı
birbirine katmaktan ibaret.
Seni bu zindan aleminde yaşayanlara övmek lüzumsuzdur. Senin vasfını
ancak ruhanilerin topluluğunda söyleyebilirim.
Alem ehline seni anlatmak zararlıdır. Seni, aşk sırrı gibi
gizlemekteyim.
Övmek tarif etmek perdeyi yırtmaktır. Halbuki güneşin anlatılmaya da
ihtiyacı yok, tarife de.
Güneşi öven kendini över, iki gözüm de aydındır, çapaklı değil,
ağrımıyor demek ister.
10 Alemdeki güneşi yermek, iki gözüm de kör, karanlık ve çipil diye
kendini yermektir.
Alemde muradına ermiş güneşe haset eden kişiyi bağışla sen.
Bir adam güneşi örtebilir, gözlerden gizleyebilir mi? Onun tazeliğini
pörsütür onu soldurabilir mi?
Yahut haddi sonu olmayan nurunu eksiltebilir mi?
Yahut da onu mertebesinden indirebilir mi?
Ululara haset edene o haset ebedi bir ölümdür.
15 Senin kadrin, rütbense akılların anlayacağı dereceyi çoktan geçti.
Akıl, seni anlatmada şaşırdı, aciz kaldı.
Gerçi bu akıl, anlatmada aciz oldu ama yine de acizcesine anlatması
gerek.
Çünkü hepsi anlaşılmayan bir şey bilin ki atılıvermez.
Bulutunun tufanını içemezsen su içmeyi nasıl terk edersin?
Sırrı atıp ortaya koyamazsan kabuklarını anlat, onunla anlayışları
tazele!
20 Sözler sana göre kabuklardan ibarettir ama başka anlayışlara göre
tamamıyla içtir.
Gök arşa göre aşağıdadır ama bu bir yığın toprağa göre pek yücedir.
Seni kaybettiklerinden, fırsatı kaçırdıklarından dolayı hasrete
düşmeden ben onlara seni öveyim de yol bulsunlar.
Sen Allah nurusun. Canı, Allahya kuvvetle çeker durursun. Halksa
vehim ve şüphe karanlıklarındadır.
Bu güzelim nurun, şu gözsüzlere sürme çekmesi için şart, o nuru
ululamaktır.
25 Delik kulaklı istidat sahibi, nuru bulur. Çünkü o fare gibi
karanlığa aşık değildir.
Geceleri dönüp dolaşan çipiller, nasıl olur da iman meşalesini tavaf
edebilirler?
Müşkül ve ince nükteler din nuruna ulaşmamış, karanlıkta kalmış
kişilere, tabii bir bağdır.
Böyle adam kendi hünerini örmek, bezemek için güneşe göz açamaz.
Hurma gibi göklere dal budak salamaz da köstebek gibi yeri delik deşik
eder.
30 İnsan için, iç sıkıcı dört şey vardır; bu dört şey aklın çarmıhı
kesilmiştir.
KESİLESİ KUŞLAR
Dört kuş al, onları yanına topla ayetinin tefsiri
Ey idraki güneşe benzeyen, sen vaktin Halilisin. Bu yol kesen dört
kuşu öldür!
Çünkü bunların her biri de karga gibi akıllıların akıl gözlerini oyar,
çıkarır.
Tene ait dört huy, Halilin kuşlarına benzer. Onları kesmek cana yol
açar.
Ey Halil, iyiden kötüden kurtulmak için kes onların başlarını da
ayaklar setten kurtulsun.
35 Kül, sensin, hepsi de senin cüzülerindir. Çöz ayaklarını, onların
ayakları senin ayakların demektir.
Alem, senin yüzünden ruhların uçtuğu, toplandığı bir yer haline gelir;
bir atlı, yüzlerce orduya dayanç olur.
Çünkü bu ten dört huyun durağıdır, o huyların adları, dört fitneci
kuştur.
Halkın ebedi olarak diriliğini istersen bu dört şom ve kötü kuşun
başlarını kes.
Sonra da onları bir başka çeşit dirilt de artık onlardan bir zarar
gelmesin.
40 Dört yol kesen manevi kuş, halkın gönlünü yurt edinmiştir.
Bütün gönüllere emir olursan, ey kişi, bu zamanda Allah halifesi
sensin.
Bu dört diri kuşun kes başlarını da ebedi olmayan halkı ebedileştir!
Bu kuşlar, kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki
benzerleri de dört huydur.
Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dileğe.
45 Kuzgunun dileği, ebedi olmak, yahut uzun bir ömre kavuşmaktır, bunu
umar durur.
Hırs kazı, kuru yaş ne bulursa yere gömer.
Bir an bile kursağı durmaz Allah buyruğundan yalnız Yeyin hükmünü
duymuştur.
Yağmacıya benzer, evini kazar, çabuk çabuk dağarcığını doldurmaya
bakar.
İyi kötü ne olursa dağarcığına tıkar. İnci tanelerini de oraya
tıkıştırır, nohut tanelerini de.
50 Başka bir düşman gelip de çuvalına kuru yaş, ne bulursa doldurmasın
der.
Vakit dardır, fırsat geçmekte. O da bundan korkarak durmaksızın eline
ne geçerse çabucak koltuklar.
Başka bir düşman getirmez diye efendisine güveni yoktur.
Fakat iman sahibi o yaşayışa güvenir, bu yüzden de yavaş yavaş, durup
dinlenerek yağma eder.
Padişahın düşmanı nasıl kahrettiğini bilir. Bu yüzden fırsatı
kaçırmayacağına da emindir, düşmanın gelmeyeceğine de inanmıştır.
55 Başka kapı yoldaşlarının ona çullanmayacağını, onun derip
devşirdiğini kapışmayacaklarını bilir, emindir.
Padişahın adaletini bilir, kulların nasıl zaptettiğini , kimsenin
kimseye nasıl sitemde bulunmadığını görmüştür.
Hasılı acele etmez, sakindir, nasibini kaçırmayacağına emindir.
Bu yüzden sabreder gözü toktur, eline geçeni başkalarına ihsan eder,
yeni yakası temizdir.
Çünkü yavaşlık Allah ışığıdır. O çabukluksa şeytanın dürtmesinden
meydana gelir.
60 Zira Şeytan onu yoksulluklarla korkutur, sabır beygirini sinirlenip
öldürür.
Kuran dan duy, Şeytan, seni şiddetli yoksullukla tehdit eder ürkütür.
Bu suretle sen de ona uyar, aceleyle pis şeyleri yer, pis yerleri elde
edersin. Ne adamlığın kalır, ne sabrın, ne sevap düşüncen!
Hasılı kafir yedi karınla yemek yer, dini ve gönlü arıktır ama karnı
büyük!
İNANANIN KAFİRDEN FARKI
Allah Rahmet etsin, Mustafanın şu Kafir yedi barsakla yemek yer,
inanan
bir barsakla hadisini söylemesindeki sebep
Kafirler, Peygambere konuk oldular. Akşam vakti mescide geldiler.
65 Ey bütün dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padişah, biz sana
konuk geldik.
Azığımız yok uzaktan gelmişiz. Hemencecik başımıza rahmet ve nur saç
dediler.
Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylaşın. Çünkü siz
benimle benim huyumla dolusunuz.
Her askerin bedeni padişahla doludur. Padişahın mevki ve rütbesine
düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar.
Sen padişahın kızgınlığı ile kılıç sallarsın, yoksa kardeşlere niye
kızasın ki?
70 Bir kardeşe, padişahın kızgınlığının aksiyle suçsuz olarak on
batmanlık gürzü vuruyorsun.
Padişah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu
bedenler ırmağa benzerler.
Padişahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar.
Çünkü halk, padişahlarının dinindedir, o abese suresinin padişahı
böyle buyurmuştur.
Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli
görülmemiş biri vardı.
75 Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa
ve tortu gibi o da mescitte kalakaldı.
O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt
verir keçi vardı.
Keçiler yemek zamanı, sağılmak üzere eve gelmişlerdi. O kıtlık babası
Oğuz oğlu Uc, ekmeği de yedi, yemeği de. O yedi keçinin sütünü de
sildi süpürdü.
Ev halkı, hep o keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de
kızdılar.
80 O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız başına on sekiz
adamın yiyeceğini yedi bitirdi.
Yatacağı zaman odaya girdi. Halayık da kızgınlıkla kapıyı kapadı.
Dışarıdan zincirini sürdü, bağladı. Ona pek kızmış ondan pek
dertlenmişti.
Kafirin gece yarısı, yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya
başladı.
Yatağından kalkıp kapıya koştu, elini atınca kapıyı kapalı buldu.
85 O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü hilelere başvurduysa
da kapıyı açamadı.
İyice sıkıştı oda dardı. Şaşırıp kaldı, ne bir derman bulabildi ne bir
hile.
Nihayet bir hileye başvurdu, uyumaya bu buruntuyu geçiştirmeye
savaştı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü.
Hatırında virane vardı ondan dolayı da rüyada onu gördü.
Kendisini tenha bir viranede görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı
vardı, hemen işini beceriverdi.
90 Uyanınca bir de baktı ki yatak pislik içinde. Derdinden deliye
döndü.
Bu çeşit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa
coştu, köpürdü.
Uykum uyanıklığımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi.
Kafir, mezarın dibinde nasıl bağırırsa o da öylece keşke geberseydim
demeye koyuldu.
Bu gece bir geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye başladı.
95 Ok yayadan fırlar gibi kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı.
Hikaye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet kapı açıldı, o da dertten
gamdan kurtuldu.
İBADETLERİN TANIKLIĞI
Mustafa aleyhisselamın, oda kapısını açması ve konuğun, onu görüp
utanmaması, dilediği gibi dışarı çıkması için kendisini gizlemesi
Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmış kişiye
yol gösterdi.
Mustafa , o belalara uğrayan utanmasın diye gizlendi.
Kapıyı açanı görmesinde serbestçe dışarı çıksın diyordu.
100 Ya bir şeyin ardında gizlendi, yahut da Allah eteği Mustafayı
ondan gizledi.
Allah boyası, bazen örter, neliksiz niteliksiz Allah perdesini,
bakanın önüne örüverir.
Bu suretle düşmanını kendi yanındayken bile göstermez. Allah kudreti,
bundan da artık, bundan da üstün.
Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Allah fermanı,
Ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya
düşmesine mani olmaktaydı.
105 Allah hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde
görmesini istemekteydi.
Nice düşmanlıklar vardır ki dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki
yapılmaya döner.
Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi.
Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan
Mustafa, bir güldü.
Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.
110 Herkes Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun,
tenimiz de.
Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.
Ey hakkında Le amruka-ömrün için diye Allahnın and içtiği zat,
Allah sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu.
Biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışırsan biz ne
oluruz? dedi.
Peygamber dedi ki: Ben de biliyorum, fakat şimdi bunu ben
yıkayacağım. Bunu bizzat yıkamamda bir hikmet var.
115 Bu söz Peygamber sözü diye hepsi sustular, bu sır nedir, hele bir
çıksın diye beklemeye koyuldular.
Peygamber o pisliği, bilhassa Allah buyruğu ile adamakıllı yıkamakta
idi, riya ile değil.
Çünkü, gönlü bunu sen yıka bunda kat kat hikmetler var diyordu.
Mustafa, onun pis yatağını eliyle yıkarken o konuğun geri dönmesi,
utanıp elbisesini yırtarak kendisine ve haline ağlamaya başlaması ve
bunun sebebi
O kafirciğin bir armağan heykeli vardı. Onu kaybolmuş görünce kararı
kalmadı.
Dedi ki gece kaldığım odadadır haberim olmadan orada bıraktım.
120 Utanıyordu ama hırsı da onu, o yana çekiyordu. Hırs ejderhadır
küçücük bir şey değil.
Heykelin ardına düşüp koşa koşa geldi, onu Mustafanın odasında gördü.
Gördü ama Allah eli bizzat o pisliği yıkamaktaydı, kötü gözler ondan
ırak olsun; kafir bunu da gördü.
Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coşkunluktur baş gösterdi,
yakasını yırttı.
İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.
125 Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O
ulu Peygamber, ona acıdı.
Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü
dövüyordu.
Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde
ediyor;
Sen küllü olduğun halde Onun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum
halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;
130 Sen kül iken Allahya karşı hor hakir oluyor, Ondan titriyorsun
da ben cüzü iken Ona aykırı hareket ediyorum diyor:
Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat
ediyordu.
Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.
Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl
coşar?
135 Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı
gelip yetişsin der.
Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az
verir.
Kulak ver, Çok ağlayın dedi. Ağlayın da yaratıcı Allahnın ihsan
sütü aksın.
Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe
iyi sarıl.
Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl
olur da semirir, gelişirdi?
140 Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl
mamur olurdu?
Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının
tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa,
Sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline
getir.
Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek
senin şerefini giderdi.
Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını
döker, güz mevsimine düşer.
145 Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu
azaltmak onu çoğaltmak gerek.
Allahya borç verin. Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında
gönlünde yeşillikler bitsin.
Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de Gözlerin görmediği
yüz görünsün.
Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.
Böyle adam şu pislikten kurtulur, temizliğe ulaşır, bedeni, Allah
sizi, kirlerden temizlemeyi diler sırrına ulaşır.
150 Fakat Şeytan, Sakın sakın bundan pişman olur hüzne düşersin.
Bedeninden bu hevesleri giderir, bunları eritirsen çok pişman olur
derde düşersin.
Şunu ye hararet verir, mizaca devadır; şunu da faydalanmak için iç,
ilaçtır.
Hem de şu niyete düş. Bu beden binektir, neye alıştıysa vermek, daha
doğru bir iştir.
Sakın açlığa alışma; sıhhatin bozulur, beyninde, kalbinde yüzlerce
illet meydana gelir der.
155 O alçak Şeytan, bu çeşit tehditlerle gelir, halka yüzlerce afsun
okur.
Kendisini tedavi eden Calinos gösterir. Bunu da senin hasta gönlünü
aldatmak için yapar.
Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır der. Ademe de
buğday için böyle demişti ya!
Heyheylerle, heyhatlarla gelir, dudaklarını, azgın atın, nallanırken
kıstırdıkları iki, tahta parçası ile kıstırır.
Aşağılık taş lal göstermek için at nallanırken dudaklarını
kıstırdıkları gibi senin dudaklarını da kıstırıp,
160 Atın kulağından tutar gibi kulaklarını tutup seni hırs ve kazanca
çeker.
Şüphe etme ki ayağına nalı vurur, sende onun derdi ile yoldan kala
kalırsın.
Onun nalı seni iki iş arasında tereddüde düşürmektir. Bunu mu yapayım
dersin, onu mu? Aklını başına alda kendine gel.
Peygamberin seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.
Cennet çevrilmiştir. Neyle çevrilmiştir? İnsanın istemediği,
hoşlanmadığı şeylerle. Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.
165 Şeytanın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha
bile olsa adamı sepete kor.
İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu
yanıltır, güler.
Aklı bir dostun aklına dost et de Onların işi danışmakladır ayetini
oku ona göre iş yap!
Mustafa aleyhisselamın, O utangaçlık ve nedametle ağlayıp inliyen,
ümitsizlik ateşiyle yanıp kavrulan konuk arabı yatıştırıp ona
iltifatta bulunması
Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.
Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafanın akıl eli onu geri çekti.
170 Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı.
O tarafa geldi.
Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok
işler var dedi.
Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde
bulundukça canımdan beziyorum.
Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek
için duruyoruz.
175 Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek,
bunu bildirmekten ibarettir.
Neden kadının dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik
mi?
Ey şahit niceye bir kadının dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti
ver de kurtul!
Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette
bulunasın.
Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış,
dudağını yummuşsun.
180 Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl
kurtulabilirsin?
İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.
İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!
İBADETLERİN TANIKLIĞI
Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.
Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır.
Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
185 İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz
sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir.
Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum
diye tanıklıktan ibarettir.
Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde
bir gevherim var demektir;
Allahdan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir gevherim var ki bu
zekatla oruç ikisine de şahittir.
Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan
yok.
190 Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı
dinde aynı yolda olandan nasıl çalar?
Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allahnın adalet
mahkemesine kabul edilmez.
Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur
gösterir.
Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert
kişilerle oruç tutanların adını da kötüye çıkarmıştır.
195 Fakat Allahnın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerle bulunmakla beraber
nihayet onu, hepsinden de arıtır.
Rahmeti o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı
vermiştir.
Allah onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti, onu bu
hatadan arıtır.
Bu suretle de Allahnın yarlıgayıcılığı meydana çıkar; bu miğfer,
kulun kelliğini örter.
Yağmur pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.
Suyun bütün pislikleri temizlemesi, ulu Allahnın da suyu pislikten
arıtması, hasılı ulu Allahnın kötülüklerden arı, noksanlardan
münezzeh oluşu
200 Su durdu mu pislenir. Pislenince de duygu ondan iğrenir, onu
istemez.
Allah yine onu doğruluk denizine götürür. O suların suyu kereminden
onu yıkar, arıtır.
Ertesi yıl eteğini sürüyerek gelir. Hey, neredesin? Dense Hoşlar
denizindeyim.
Ben burada pislendim, gittim. Temiz geldim. Elbiseler giyindim,
toprağa ulaştım.
Ey kirliler, pisler, bana gelin. Çünkü, ben Allah huyu ile huylandım.
205 Bütün kirliliğinizi kabul ederim, melek gibi, şeytana bile
temizlik bağışlarım.
Pislenince yine oraya giderim, temizliklerin aslının aslına varırım.
Kirli hırkamı orada başımdan çıkarırım, o, yine bana temiz bir elbise
verir.
Onun işi budur, benim işim de bu. Alemlerin Rabbi, alemi bezer süsler
der.
Bizim bu pisliklerimiz olmasaydı suya bu icazetname nereden verilirdi?
210 Su, birisinden altın keseleri çalmış, nerede bir müflis diye her
tarafa koşan birine benzer.
Yahut bitmiş otlara dökülür; yahut bir yüzü yunmamışın yüzünü yıkar.
Yahut da denizlerde elsiz ayaksız gemiyi hamal gibi başında taşır.
Onda yüz binlerce ilaç gizli. Çünkü her ilaç olduğu gibi ondan yetişir
gelişir.
Her incinin canı, her tanenin gönlü, bir eczane gibi olan suda yürür
durur.
215 Yeryüzü yetimlerini o besler, kuruyup kalmış kişileri o yürütür.
Fakat mayası bitti mi bunalır, yeryüzünde bizim gibi şaşırır kalır.
Suyun bulandıktan sonra ulu Allahdan yardım dilemesi
İçten feryada başlar; Yarabbi, bana ne verdiysen verdim, yoksul
kaldım.
Sermayemi temize pise döktüm sarf ettim. Ey sermaye veren, daha yok
mu?
Allah buluta onu iyi bir yere götür der. Güneşe de ey güneş der onu
yukarıya çek!
220 Onu türlü türlü yollara sürer, nihayet ucu bucağı olmayan denize
ulaştırır.
Bu sudan maksat velilerin canıdır. O can, sizin kirliliklerinizi
iyiden iyiye yıkar, arıtır.
Yeryüzündekilerin hıyanetliklerinden bunaldı mı yine arşa, temizlik
bağışlayana gider.
Yine o taraftan eteğini çeke çeke gelir, o okyanusun temizliklerinden
yeryüzündekilere ders vermeye koşar.
Halkla karışmadan yoruldu mu o sefer ey Bilal, sesinle bize bir huzur
ver, bir istirahat ver.
225 Ey güzel sesli Bilal ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der.
Can sefere gitti beden kıyamda. Bu yüzden namaz bitince selam verilir
işte.
Herkesi teyemmüm kurtarır, kıble arayanları aramaktan vaz geçirir,
kıbleyi gösterir.
Bu misal getirme söz arasında bir vasıtadır. Herkesin anlaması için
vasıta şarttır.
Bir delile bağlanmadan kurtulmuş olan semenderden başka kim, vasıtasız
ateşe girebilir?
230 Tabiatını ateşle hoş bir hale getirmen için vasıtan hamamdır.
Halil gibi ateşe giremeyeceğinden hamam sana elçi oldu, su da delil.
Doymak Allahdandır ama tabiat ehli, ekmeksiz nasıl olur da doyar?
Lütuf Allahdandır ama ten ehli, çayırlık çimenlik perdesi olmaksızın o
lütfu bulamaz.
Fakat perdesiz bir halde ten vasıtası kalmayınca insan, Musa gibi ayın
nurunu yeninden yakasından görür, bulur.
235 Bu hünerler de, suyun gönlünün Allah lütfu ile dopdolu olduğuna
tanıktır.
Dışarıdan görünen iş ve sözün içe ve içteki nura tanıklığı
İş ve söz, için tanıklarıdır. Bu ikisine bak da için nasıl anla.
Sırrın, onun içine giremiyorsa hastanın sidiğine bak.
İşle söz, hastaların sidiğine benzer, beden doktoruna bu bir delildir.
Halbuki ruh doktoru, canına girer de can yolundan imanına kadar varır.
240 Onların güzel söze, güzel işe ihtiyaçları yoktur. Sakının
onlardan, onlar kalplerin casusudurlar.
Bu söz ve iş tanıklarını, dere gibi henüz ulaşmamışlarda ara!
Nurlu adamın nuru, o bir iş yapmadan bir söz söylemeden de içinden o
nura tanıklık verir. Arifin sırrı, sözüyle ve işiyle meydana
çıkmaktan ziyade hiçbir söz söylemeden ve hiçbir iş yapmadan halka
görünür meydana çıkar. Nitekim güneş doğup yükselince
horoz sesine, müezzinin haber vermesine ve diğer alametlere hacet
yoktur, bir iş ve söz olmasa da güneşin nur güneşe tanıklık verir.
Fakat haddi aşan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur.
Güzelliğe görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla
oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.
O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur.
245 Artık ondan iş ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun
yüzünden açılmıştır.
İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir?
Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa
geçici.
Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı
iyi olarak kalır.
Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla
kalır.
250 Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk
mihengine sürdü;
İnanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar
şüphelidir.
Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye
bağlıdır.
Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait
tanıkta.
Söz tanığı eğri söylerse reddedilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa
yine reddedilir.
255 Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin.
Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz Gündüz dikiyorsunuz
gece söküyorsunuz!
Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Allah kendi
lütfu ile bir hilim göstere.
Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı
meydana çıkarır.
Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler
durur.
260 A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. Sen onları
bekleyedur onlar da bekliyorlar!..
Mustafa aleyhisselamın konuğuna şahadeti arzetmesi
Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul
etti.
O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü.
İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol.
Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam
olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.
265 Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin
sofranın başında, o alem de.
Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet
kemik yırtar deler.
Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla
bir kâseden yemek yer.
Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.
Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir
sofraya oturur.
270 Yüce ve güzel bir ata binse aya haset eder; Şeytan da ona arkadaş
olur.
Nazlı karısı ondan bir çocuk doğursa Şeytan onun soyundan ona ortak
kesilir.
Allah Kuranda Ey Mümin, Şeytana kafirlerin mallarında, evlatlarında
ortak ol buyurmuştur.
Peygamber bunu Aliye değer biçilmez sözleri arasında açıkça
söylemiştir.
Konuk dedi ki: Ey Allah elçisi, bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği
sen tamamladın, apaydın bir hale koydun.
275 Senin bu yaptığını iki yüz ana yapamaz. İsa bile bunu Azere
yapmadı.
Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu.
Azer de dirildi ama o anda yine öldü.
Arap o gece Peygambere konuk oldu, bir keçiden sağılan sütün yarısını
ancak yiyebildi, ağzını silip çekildi.
Peygamber süt iç, yufka ekmeği ye diye ısrar ettiyse de Vallahi dedi,
riyasız doydum.
Bu, ne tekellüf, ne sıkılma, ne de hile. Dün geceden daha ziyade
doydum.
280 Bütün ev halkı şaştılar. Bu kandil, şu bir kara zeytin yağı ile
nasıl doldu diye hayretlere düştüler.
Bir ebabil kuşunun gıdası, böyle bir fili nasıl doyurdu dediler.
Kadın, erkek, o fil bedenli, bir sineğin yiyeceğini yiyor diye
fısıldaşmaya başladılar.
Kafirliğin hırs ve vehmi baş aşağı düştü, ejderha bir karıncanın
gıdası ile doydu.
Kafirliğin aç gözlülüğü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti
geliştirdi.
285 Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini
gördü.
Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi,
yatıştı rahatladı.
Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman
yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.
ÖLÜYÜ DİRİLTEN YEMEK
Şeytanın, benim elimdem müslüman oldu hadisine göre can gıdası olan
nur, ruha eş ve dost olmak için velilerin cisimlerine gıda olur.
Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin
de ondan nasibi vardır.
Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim Şeytanım Müslüman
olmuştur buyurmazdı.
290 Ölüyü dirilten o yemekten Şeytan yiyip içmese nasıl olur da
Müslüman olur?
Şeytan dünyaya aşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk
giderebilir.
Yakıynin gizli evinde yer, içerse yavaş yavaş aşk pılı pırtısını oraya
çeker götürür.
Ey karnına haris olan böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyeceğini
değiştirmedir.
Ey kalp hastası, ilaca sarıl. Bütün tedbir, mizacı değiştirmeden
ibarettir.
295 Ey yemeğe rehin düşüp hapiste kalan, sütten kesilmeye tahammül
edersen yakında kurtulursun.
Açlıkta bir çok yemekler var. Onları ara, onları dile ey onlardan
nefret eden.
Nurla gıdalan, göze benze. Ey insanların hayırlısı meleklere uy.
Melek gibi Allahyı tesbih etmeyi kendine gıda yap da melekler gibi
ezadan kurtul.
Cebrail murdar şeylere hiç bakmamakta, onların etrafında dönüp
dolaşmamakta. Böyle olduğu halde kuvvet bakımından herkes den aşağı
mıdır ki?
300 Allah aleme ne de hoş, ne de güzel bir sofra yaymıştır. Fakat o
sofra, aşağılık kişilerin gözlerinden pek gizlidir.
Alem nimetlerle dolu bir bağ olsa fare ve yılan yine toprak yer.
Ten ehlinin ruh gıdasını inkar ederek adi yemeğe titremeleri
İster kış olsun ister bahar, onların gıdası topraktır. Fakat sen
varlığın beyisin, nasıl olur da yılan gibi toprak yersin?
Tahtanın içindeki kurt, kimin böyle güzel helvası var der.
Bok böceği, bok içinde yaşar ve alemde pislikten başka bir meze
bilmez.
Münacat
305 Ey eşi, benzeri olamayan Allah, mademki bu sözü kulağımıza küpe
yaptın, ihsanda bulun, bu sözleri bol bol saç!
Kulağımızı tut, bizi o sarhoşların halis şarabını içtikleri meclise
çek, oraya götür.
Madem ki bize bundan bir koku duyurdun, ey din Allahsı o tulumun
ağzını kapama.
Ey kendisine sığınılan Allah, ey kendisinden imdat istenen Rab,
esirgeme, ihsan et de erkek, kadın herkes, senin şarabından içsin!
Ey duaları duadan önce duyan, muratları istenmeden veren Allah, gönüle
her an yüzlerce kapı açarsın.
310 Birkaç harftir yazdın. Taşlar bile o harflerin sevgisiyle eridi
muma döndü.
Yüzlerce akla, fikre fitne olarak kaş nununu, göz sadını, kulak cimini
yazdın.
Akıl o harfler yüzünden ince eleyip sık dokumaya koyuldu. Ey yazısı
güzel edip, bunları boz!
Yokluğa, her düşünceye göre an be an güzel bir hayal nakşetme;
Hayal levhine göz, yanak, yüz ve ben gibi görülmemiş harfler
yazmaktasın.
Halbuki ben, yokluğa aşığım, vara bakıp sarhoş olmam. Çünkü yokluk
sevgilisi, bence daha vefalıdır.
315 Allah akıla o şekilleri okuttu, bu suretle onun tedbirlerden
vazgeçip Allahsını dilemesini diledi.
Levhi mahfuz ve herkesin, günlük nasibi ne kadarsa o levihten o
kadarına akıl erdirmesi, Cebrail aleyhisselamın her gün o levihten
bir şey anlamasına benzer
Akıl, her sabah melek gibi o Levhi Mahfuzdan bir ders alır.
Yokluğu parmaksız olarak yazılmış yazılara bak; dünyaya dalanlar, o
yazıların karartısına şaşırıp kalmışlar.
Herkes bir hayale kapılmış, bir bucağı eşmede. Biri bir define bulmak
için bir bucağı kazmada;
320 Biri bir hayal peşine düşmüş, azamet sahibi olduğu halde
dağlardaki madenlere yüz çevirmiş;
Öbürü, bir hayale düşmüş, sıkıntılı uğraşmalarla, didişmelerle inci
çıkarmak için denize yönelmiş;
Bir başkası papaz olmak için kiliseye kapanmış, bir başkası da hırs
içinde ekine tarlaya düşmüş!
O yol kesen, kurtulduğunu hayal etmiş, bu ise hayalince bir hastaya
merhem olmuş.
Biri peri çağırmaya koyulmuş, gönlünü aklını kaybetmiş, öbürü, yıldız
bilgisine kapılıp nalını yıldızın üstüne koymuş.
325 Bu gidişler, içteki renk renk hayaller yüzünden dışarıda da
birbirine aykırı görünür.
Bu ona bakıp ne yapıyor, ne iş işliyor diye hayrette. Bu şaraptan her
tadan kişi, öbürünün yaptığını boş bulmada.
O hayaller birbirine aykırı olamasaydı görünen gidişler, nasıl olur da
birbirine zıt olur, zıt görünürdü?
Hepsi de can kıblesini kaybetmişlerdir de onun için herkes, bir yana
yüz çevirmiştir.
Birbirine aykırı gidişler ve çeşitli didinişler, karanlıkta kıblenin
ne tarafta olduğunu arayanların haline ve denizin dibinde inci arayan
dalgıçların durumuna benzer
Nitekim bir bölük halk da kıble nerede diye ararlar, bir hayale
kapılıp her yana döner dururlar.
330 Sabah olup ta Kâbe yüz gösterdi mi kimin yol yitirdiği anlaşılır.
Yahut da dalgıçlar gibi hani. Hepsi denize dalar, herkes, denizin
dibinde eline ne geçerse aceleyle devşirir.
Değerli inci ümidiyle şunu bunu torbalarına doldururlar.
O koca denizin dibinden çıktılar mı iri değerli inci kimdeyse meydana
çıkar.
Öbürünün küçük inci, daha öbürünün de kırık taş parçaları ve boncuk
bulduğu anlaşılır.
335 İşte onları uykularından uyaracak olan, kahredici ve kötülükleri
açığa vurucu bulunan kıyamette buna benzer.
Her bölük pervaneler gibi alemde bir mumun etrafında dönüp dolaşır.
Kendilerini bir ateşe vururlar ama hakikatte kendi mumlarının
çevresinde dolanmaktadırlar.
Alevinden ağacın daha ziyade yeşerdiği bahtı yaver Musanın ateşini
umarlar.
Her sürü o ateşin ihsanını duymuştur; herkes her kıvılcımı o ateş
sanır.
340 Fakat sabah çağı, ebedilik nuru doğdu mu her biri, etrafında
döndüğü nurun ne biçim bir mum olduğunu görür.
Kim o zafer mumu ile kanadını yakmış ise o mum, ona seksen tane kanat
bağışlar.
Nice pervaneler iki gözlerini yummuşlardır da kötü bir muma
atılmışlardır, kanatlarını yakıp onun altına düşe kalmışlardır.
Pişmanlıkla, hararetle çırpınıp dururlar. Gözlerinin bağı olmasına,
böylece
bir havaya körcesine düşmelerine ah ederler.
Mum da ben yandım, seni yanmadan, cefa ve elemden nasıl
kurtarabilirdim? der.
345 Mum da ağlaya ağlaya der ki: Benim bile başım yandı, artık
başkasını nasıl aydınlatabilirim?
Ey hasret, hazır ol o kullara ki ayetinin tefsiri
O Senin ahvaline baktım da gururlandım, halini geç gördüm der.
Mum sönmüş, şarap bitmiş, sevgili de bizim eğri görüşümüzden utanmış,
dalgalara batmış, gömülmüştür.
Faydalar, ziyanın ve helakin ta kendisi olmuştur. Artık, körlükten
Allahya şikayet et dur.
Halbuki ne güzeldir inanılır müslüman, iman sahibi ve ibadet edip
duran kardeşlerin ruhları.
350 Herkes bir yana yüz tutmuştur. O azizlerse hiç yanda olmayana yüz
çevirmişlerdir.
Her güvercin bir yana uçmuştur, bu güvercinse cihetsizlik tarafına!
Biz ne hava kuşlarıyız, ne ev kuşları. Bizim yemimiz yemsizlik
yemidir.
Onun için rızkımız böyle bol bol gelmededir; çünkü, bizim elbise
dikmemiz elbiseyi yırtmaktır!
YIRTIK CÜBBE
Fereciye önce fereci denmesinin sebebi
Sofinin biri bir iç sıkıntısına uğradı, cüppesinin önünü yırttı, ondan
sonra ferahladı.
355 O yırtık cüppeye fereci (ferahlık) adını koydu. Bu lâkap, o
kurtulmuş adamdan sonra yayıldı.
Yayıldı ama safını şeyh aldı, götürdü, halka tortudan ibaret olan adı
kaldı.
Böylece her şeyin bir saf ve tortusuz tarafı vardır, adını da tortu
gibi aleme bırakmıştır.
Kim toprak yemeyi adet edinmişse tortuya yapışmıştır. Sofi ise
hemencecik safın bulunduğu tarafa gider.
Elbette tortunun bir safı vardır der ve gönül, bu delaletle saflığa
varır, ulaşır.
360 Tortu güçlüktür, safı da kolaylığı. Saf, hurmaya benzer, tortu da
hurma çağlasına.
Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidini kesme. Bu ölümden
sonra hayata yol var.
Oğul ferahlamak istiyorsan cüppeni yırt da o saflıktan hemencecik baş
çıkarsın.
Sofi saflığı dileyen kişidir. Sofilik, sof elbiseyle, terzilikle,
yavaş yavaş yürümekle olmaz.
Fakat bu alçak ve aşağılık kişilerce sofuluk, terzilikten ve
oğlancılıktan ibarettir.
365 Fakat o saflık, o iyi ad, san hayaliyle bu renge bürünmek de
iyidir ama,
O hayalle asla kadar gitmek şartıyla. Kat kat hayale tapanlar gibi
değil.
Hayal, seni güzellik otağının çevresine sokulmaktan men eden gayret
çavuşudur.
O, her arayanın yolunu, yol yok, diye keser. Onun hayali geldi mi,
sana, dur, der.
Ancak kulağı delik ve anlayışlı kişiyi durdurmaz. Çünkü o, Allah
yardımı askerine sığınmış, o sayede coşup köpürmüştür.
370 O, ne hayallerden ürker, sıçrar, ne de padişahlık taslar.
Padişahın nişane olarak verdiği oku gösterir, yoluna gider.
Allahm, bu şaşkın gönle bir ok bağışla, bu iki kat olmuş yaylara bir
ok ver.
Uluların içtikleri o gizli kadehten yeryüzüne bir yudumcuk saçtın.
Güzellerin saçlarında, yüzlerinde o bir yudumcuk şarabın nişanesi var.
Padişahlar, bu yüzden topraktan meydana gelen güzelleri yalar
dururlar.
Gece gündüz yüzlerce gönülle o topraktan meydana gelen güzeli öpüp
durman, onda güzelliğin bir zerresi bulunduğundandır.
375 Seni, toprakla karışmış bir yudumcuk güzellik şarabı böyle deli
divane ediyor, artık onun safı neler yapmaz?
Herkes bir kerpiç parçasının önünde yenini, yakasını yırtmakta.
Halbuki o kerpiç, güzelliğin bir yudumcuğuna, bir zerreciğine sahip.
Ayda, güneşte, hamel burcunda bir yudumcuk güzellik şarabı var. Arşta
kürsüde, zuhal yıldızında bir zerrecik güzellik var.
Ona bir yudum mu dersin, yoksa şaşılacak bir şey bu kimya mı dersin?
Ona bir sürtünmekle bu kadar güzellikler meydana geliyor.
Ey akıllı kişi ona sürtünmeyi can ve gönülden dile. Fakat bu kimyaya
Ancak temiz olanlar dokunabilirler.
380 Altında, lâlde, incilerde o güzellik şarabından bir yudumcuk var;
şarapta, mezede, meyvede o şaraptan bir yudumcuk!
Tertemiz güzellerin yüzlerinde de yine bir yudumcuk. Artık onun
süzülmüş ve saf olanı nasıldır? Bir düşün!
Bu toprakla karışık bir yudumcuk şarabı yalayıp durmaktasın, onu
toprağa karışmamış, saf bir halde görürsen ne hale geleceksin?
Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle
ayrılmakta.
Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne
hale geliyormuş!
385 Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben
anlatamam ki!
Ay, şu bulut olmaksızın ışık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
Ne hoştur o tatlılarla, şekerlerle dolu olan mutfak. Şu padişahlar o
mutfağı yalayıp dururlar.
Ne güzeldir o din ovasının harmanı. Her harman oradan başak devşirir.
Ne alâdır gamsız, kedersiz ömür denizi. Yedi denizde ondan meydana
gelmiş bir çiğ tanesidir.
390 Elest sakisi, şu aşağılık ve çorak yeryüzünde bir yudumcuk
saçmıştır da,
Toprak, o sebeple coşmuştur; biz de o yüzden coştuk. Allahm, pek
isteksiz, pek tembel olduk, bir yudumcuk daha saç!
Caizse yokluktan feryat ediyor, yokluğu anlatmaya çalışıyorum. Caiz
değilse işte sustum.
Bu, iki kat hırsı anlatmaydı ya... Halilden öğren o hırs kazını
kesmek gerek.
Kazada bundan başka daha bir çok hayır, şer var ama başka sözleri
söyleyemem, vakit kalmaz diye ürküyorum.
TAVUS KUŞU
Tavus kuşunun tabiatı ve İbrahim aleyhisselamın onu kesmesindeki
sebep
395 Şimdi ad san için cilvelenip duran iki renkli tavusa geldik.
Onun gayreti, sonucundan ve faydasından habersiz bir halde halkı,
hayırla şerle avlamaktır.
Tuzak gibi av tutup durur. Tuzağın maksada ait ne bilgisi vardır?
Tuzağın, av tutmaktan ne zararı vardır, ne faydası; onun bu beyhude
tutuşuna şaşarım işte ben.
Kardeş, iki yüz güzelle bağdaştın, dost oldun, sonra yine onları terk
ettin.
400 Doğduğun günden beri işin bu. Sevgi tuzağıyla adam avlar durursun.
Bu avlamaktan, bu kalabalıktan, bu başlık sevdasından el çek. Hiç
bunlarla bir şey ördün, bu yüzden bir şey elde ettin mi?
Ömrünün çoğu geçti, gün akşama yaklaştı. Sense hala adam avlamaya
koyulmuşsun.
Onu tut, bunu tuzaktan azat et. Alçaklar gibi bir başkasını avla.
Derken bunu da bırak, başka birini ara... Bu işte tam hiçbir şeyden
haberi olmayan çocukların oynadığı bir oyun!
405 Gece gelip çatar, tuzağında bir av bile yok. Tuzak sana, bir baş
ağrısından, bir bağdan başka bir şey değil.
Şu halde sen, kendi kendini avladın demektir. Çünkü, hapse düştün,
maksada erişemedin, mahrum kaldın.
Hiç alemde bizim gibi kendi kendini avlayan bir ahmak daha var mı?
Aşağılık kişilerin tuzağına domuz tutulur. Sonsuz zahmet, sonra da onu
yemek haram.
Avlamaya değen şey ancak aşktır. Fakat oda öyle herkesin tuzağına
düşer mi ya?
410 Meğer ki sen gelesin de ona av olasın... Meğer ki sen, tuzağı
bırakasın da onun tuzağına gidip düşesin.
Aşk der ki: Ben yavaş yavaş çalışmasaydım; bana avlanmak av tutmadan
yeğdir.
Benim hayranım ol da övün. Güneşi bırak da zerre ol!
Kapım da otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkışma, pervane
ol.
Bu suretle dirilik sultanlığını bulur, kullukta gizli olan padişahlığı
görürsün.
415 Alemde tersine çakılmış nallar görür, esirlere padişah adı
verildiğini duyarsın.
Boğazına ipler takılmış, kendisi dar ağacının tacı olmuştur da
kalabalık bir halk güruhu, ona işte padişah derler.
Kafirlerin mezarları gibi dışı süslü, içinde ulu Allahnın kahır ve
azabı!
Onlar kabirleri kireçle örmüşler, bezemişler, zan perdesini yüzlerine
örtmüşlerdir.
Senin de yoksul tabiatın hünerlerle kireçlenmiş, bezenmiştir ama
mumdan yapılan nahle benzer; ne yaprağı vardır, ne meyva verir!
Allahnın lütfunu ve kahrını herkes bilir, kahrından kaçar lütfuna
yapışır ama ulu Allah kahırları lütuf içinde, lütufları da kahır
içinde gizlemiştir. Bu tersine çakılmış nal ve Allahnın mekridir. Bu
suretle işi ayırt edenler ve Allahnın nurıyle bakıp görenler, hali
görenler ve görünüşe aldananlardan ayrılır. Allah hanginiz daha iyi
iş yapacak diye imtihan eder buyurmuştur.
420 Bir derviş bir dervişe Allahyı nasıl gördün, söyle dedi.
Derviş dedi: Neliksiz, niteliksiz gördüm. Fakat söze getirebilmek için
onu kısa bir örnekle anlatayım.
Gördüm ki sol yanında bir ateş, sağ yanında da bir kevser ırmağı
vardı.
Solunda cihanı yakıp yandıran müthiş bir ateş, sağında güzelim bir
ırmak.
Bir kısım halk o ateşe el atmış, bir kısım halkta o kevsere
ulaşacağından neşeli ve sarhoş.
425 Fakat bu, her kötü kişiyle her bahtı yaver olanı şaşırtacak pek
aykırı ve acayip bir oyundu.
Kim o ateşe, kıvılcıma atılıyorsa öbür yandaki sudan baş çıkarıyordu.
Kim suya atılıyorsa derhal kendisini ateş içinde buluyordu.
Kim sağ yana gidiyor, o güzelim suya dalıyorsa sol taraftaki ateş
içinden baş göstermedeydi.
Sol yandaki ateşe dalansa sağ yandan çıkmaktaydı.
430 Bunun sırrını pek az kişi anlıyor, hasılı o ateşe pek az kişi
atlıyordu.
Ancak başına devlet saçısı saçılan, suyu bırakıp ateşe kaçıyordu.
Halk eldeki hazır zevki mabut edinmiştir. Hulâsa halk, bu oyunu
kaybetmiş, bu oyunda zarar girmiştir.
Bölük, bölük saf, saf hırslarına uyanlar, ateşten çekinmede, suya
kaçmada.
Fakat suya dalan, ateşten baş göstermede. Ey hakikatten haberi
olmayan,
ibret al, ibret!
435 Ateş, ey bön ahmaklar, ben ateş değilim, makbul bir kaynağım.
A gözsüzler sizin gözünüzü bağlamışlar. Bana gelin, kıvılcımlarımdan
kaçmayın.
Ey Halil burada ne kıvılcım vardır, ne duman. Bu görünen şey, ancak
Nemrudun büyüsü, hilesi demekteydi.
Sen de Halil gibi akıllıysan ateş senin soyundur, sen bir pervanesin.
Pervanenin canı keşke binlerce kanadım olsaydı da,
440 Mahrem olmayanların körlüklerine rağmen amansız bir surette
ateşlere yansaydı.
Bilgisiz kişi, eşekliğinden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi
olduğumdan ona acırım diye bağırıp durur.
Hele şu suların bile canı olan ateş yok mu? Pervanenin işi bizim
işimizin aksi.
O nur görür ateşe atılır, gönül de ateş görür, nura dalar.
Ulu Allahnın, Halil evladı kimdir, göresin diye böyle oyunları
vardır.
445 Ateşe su şeklini vermişler, ateşin içinde de bir kaynaktır
coşturmuşlardır.
Bir büyücü büyüsüyle bir topluluk içinde pirinçle dolu sahanı,
akreplerle dolu gösterir.
Evi, büyüsü ve nefesiyle akreplerle dolmuş gösterir ama onlar, sahici
akrep değildir ki.
Büyücü bunun gibi yüzlerce hüner gösterdikten sonra artık düşün,
büyücüyü yaratan, neler yapmaz?
Hasılı Allah büyüsü ile zaman, zaman nice kişiler, karı gibi alta
yatmışlardır!
450 Büyücüler ona kuldur, köledir. Hepsi de yont kuşu gibi tuzağa
düşmüşlerdir.
Kendine gel de dalgalara benzer hilelerin nasıl baş aşağı olduğunu
Kuranı okuyup anla, sihri halali gör.
Ben Firavun değilim ki Nile gideyim. Ben, Halil gibi ateşe giderim.
O ateş değildir, duru bir sudur. Halbuki öbürü hileyle ateş gibi bir
su görünmededir.
İyi şeyleri caiz gören o Peygamber, ne de güzel söyledi: Bir zerre
aklın oruçtan da yeğdir, namazdan da.
455 Çünkü, aklın cevherdir, bu ikisiyse araz. Bu ikisi, yani namaz ve
oruç, onun
tam olmasıyla farz olur.
Bu suretle de o aynanın cilalanması, ibadetle gönlün arınması mümkün
olur.
Fakat ayna aslından bozuksa onu cilalamak güçtür, zor cilalanır.
Cilalanabilecek seçilmiş aynaysa az bir cila ile parlar, azıcık bir
cila ona kafidir.
Mutezile, akıllar esasen birdir, buçukluk azlık, bilgiden, uğraşmadan
ve sınamadan meydana gelir derler. Onların hilafına olarak akılların,
yaradılışta birbirine uygun olmaması
Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göğe
kadardır.
460 Akıl vardır güneş gibi. Akıl vardır, zuhre yıldızından da
aşağıdır, yıldız akmasından da.
Akıl vardır, bir sarhoş mumu gibi, akıl vardır, bir ateş kıvılcımı
gibi.
O güneş gibi aklın önünden bulut kalktı mı Allahnın nurunu gören
akıllar faydalanırlar.
Aklı cüzi aklın adını kötüye çıkarmıştır. Dünya muradı insanı muratsız
bir hale getirmiştir.
O, bir avdan avcının güzelliğini görmüştür. Bu avcılığa düşmüş, bu
yüzden bir avın derdine uğramıştır.
465 O, hizmetle hizmet edilme nazına erişmiştir; bu, kendisine hizmet
edilmeyi dilemiş, yüce yolundan geri dönmüştür.
O Firavunlukta suya tutsak olmuş, İsrailoğlu, tutsaklık yüzünden
yüzlerce Suhrab kuvvetini elde etmiştir.
Bu aykırı bir oyundur, yaman bir ferzin-benttir. Hileye az başvur,
devlet ve baht işidir bu.
Hayal ve hileyi az doku. Çünkü, gani Allah hileciye az yol gösterir.
Hile edeceksen iyi hizmet etme yolunda hile et de bir ümmet içinde
peygamberlik elde edesin.
470 Hile et de kendi hilenden kurtul. Hile et de bedenden ayrıl tek
kal!
Hile et de en aşağı bir kul ol. Aşağılıkla yürü de efendi kesil.
Ey koca kurt, tilkiliğe kalkışma, hile ve hizmetle efendilik etmeyi
umma.
Fakat pervane gibi ateşe atıl, o ateşi kesene doldurup ağzını büzme,
her
şeyden kurtul.
Gücü kuvveti bırak, ağlamaya giriş. A yoksul, ağlayışa acınır.
475 Susuz ve aciz kişini ağlayışı mânevidir, doğrudur. Soğuk,soğuk
ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir.
Yusufun kardeşlerinin ağlamaları hileden ibarettir. çünkü, içleri
hasetle, illetle doludur.
GÖZYAŞI BEDAVA
Köpeği açlıktan ölen ve dağarcığı ekmekle dolu olduğu halde köpeğine
bir lokma bile vermeyip de ölümüne ağlıyan, şiirler söyliyen, başına
yüzüne vuran Arap
Arabın birinin köpeği ölmek üzereydi. Arap yağmur gibi gözyaşı
dökmede, başıma ne dertler geldi demedeydi.
Bir dilenci geçiyordu. Dedi ki: Niye ağlıyorsun? Kimin için feryat ve
figan ediyorsun?
Arap bir köpeğim vardı dedi, pek iyi huyluydu. İşte şuracıkta yol
üstünde ölüyor.
480 Gündüz avcımdı, gece bekçim. Gözü pekti, avı hemen yakalardı.
Hırsızı derhal kovardı.
Adam derdi ne yaralandı mı? Diye sordu. Arap, hayır dedi, açlık onu bu
hale getirdi.
Adam, bu derde, bu mihnete sabret dedi, Allah, sabredenlere karşılık
ihsanda bulunur.
Ondan sonra dedi ki: Ey hür kişi, elindeki şu dolu dağarcıkta ne var?
Arap, dün akşamdan artan ekmeğim, azığım. Bedeni kuvvetlendirmek için
taşımaktayım dedi.
485 Adam dedi ki: Neden o köpeğe ekmek yemek vermedin? Arap o kadar
merhametim yok.
Yolda parasız ekmek ele geçmez. Fakat gözyaşı bedava dedi.
Adam, a havayla dolu kırba, toprak başına! Demek ki sence ekmek,
gözyaşından daha iyi ha?
Gözyaşı, kandır, dertle su haline gelir. Topraktan meydana gelen
ekmek, beyhude kan dökmeye değmez dedi.
Arap, iblis gibi bütün vücudunu hor hakir bir hale getirmişti. Bu
bütünün parçası, anacak aşağılık ve bayağı bir şeydir.
490 Ben varlığını o ihsan ve cömertlik sahibinden başkasına satmayana
kul,
köle olayım.
O ağlarsa gökyüzü de ağlar. O feryat ederse gökyüzü de Yarabbi demeye
başlar.
Ben o himmet sahibi bakıra kul, köle olayım ki kimyadan başka bir şeye
eğilmez.
Dua ederken Allahya sınık bir halde el kaldır. Allahnın merhamet ve
ihsanı, sınık kişiye doğru uçar.
Bu daracık kuyudan kurtulmak istiyorsan durmadan ateşe yüz çevir
kardeş.
495 Allahnın hilesini gör, kendi hileni bırak. Ey hilesine karşı
hilebazların
bile utanıp şaşırdıkları Allahm!
Hilen Allahnın hilesinde yok oldu mu kendine şaşılacak bu pusu elde
edersin.
Öyle bir pusu ki onun en aşağı vasfı, ebediliktir. Oradan ebedi bir
surette boyuna yücelir ağarsın.
İnsana kendini görüp beğenen kendi gözünden daha tehlikeli hiçbir kötü
göz olamaz. Ancak gözü, Allahnın nuru ile değişmiş ve Benimle duyar,
benimle görür sırrına ermiş, varlığı, varlıksız bir hale gelmişse o
başka
Tavus kuşu gibi kanadına bakma, ayağını gör ki kötü göz, sana bir pusu
kurmasın.
Dağ bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar. Kuranda Yüzlikunnekeyi
oku da anla.
500 Dağ gibi Ahmet bile yolda çamur ve yağmur yokken nazara uğradı da
ayağı titremeye başladı.
Bu duraklama, sürçme, bu ayak titremesi de ne? Bu işin boş olmasına
imkan yok diye hayrette kaldı.
Nihayet ayet geldi de, o hal sana kötü gözden erişti diye hikmetini
bildirdi.
Allah eğer senden başka biri olsaydı derhal yok olur, o nazara avlanır
erir giderdi.
Fakat benim korumam, eteğini çemreyip geldi de kurtuldun, yalnız bu
titreyişin, bu sürçmen, bu sırrı sana bildirmek içindi dedi.
505 İbret al da o dağ gibi olan Peygambere bak... Ondan sonra a saman
çöpünden aşağı olan adam, hünerini malını arz etme!
Az kaldı kafirler, gözleriyle seni yere düşüreceklerdi ayetinin
tefsiri
Ey Allah peygamberi, o mecliste öyle adamlar vardır ki herkesin
kuşlarına bile nazar değdirir, onları bile öldürürler.
Nazarlarından kükreyen aslanın bile kellesi yarılır, inlemeye başlar.
Güçlü deveye nazarı ile ölüm değdirir, sonra arkasından köleyi,
Yürü bu devenin yağından satın al diye yollar. Köle deveyi sakatlanmış
görür.
510 Atla beraber koşan o deve sakatlanmış başı kesilmiştir.
Şüphe yok ki hasetle, kötü gözle feleğin dönüşünü, yürüyüşünü bile
başka bir tarzda döndürürler.
Su gizlidir, fakat dolap meydanda. Fakat su esasen dönüp yürümededir.
Kötü gözün ilacı iyi gözdür. İyi göz, kötü gözü ayağının altına alır,
yok eder.
İlerisi gidiş, rahmetin sıfatıdır, iyi göz de rahmettendir. Halbuki
kötü göz, kahır ve lanetten meydana gelmedir.
515 Allahnın rahmeti gazabından üstündür. Bunun içindir ki her
peygamber, kendi zıddına üst olmuş onu mat etmiştir.
Çünkü, peygamber rahmetin neticesidir. Zıddı ise kötü yüzlüdür, kahır
neticesidir.
Kazın hırsı birdir. Bunun hırsıysa tam elli kat fazladır. Şehvet hırsı
yılandır, mevki hırsı ejderha.
Kaz hırsı, boğaz ve cima şehvetinden meydana gelir. Fakat baş olma
hırsında bu şehvetlerin tam yirmi tanesi toplanmıştır.
Mevki sahibi, mevkii yüzünden Allahlıktan dem vurur. Allah ile ortak
olmayı tamah eder, nasıl af edilebilir?
520 Ademin işlediği küçücük kusur karın ve cima yüzünden oldu. Fakat
iblisin suçu ululuktan ve mevki yüzündendi.
Hasılı Adem çabucak tövbe etti, halbuki o melun, tövbe etmeye tenezzül
etmedi.
Boğaz ve cima hırsı da kötüdür. Fakat mevki hırsı olmadıkça yine de
sınıklıdır.
Bu mevki hırsının kökünü dalını söylemeye kalkışırsam bir başka cilt
lazımdır.
Arap serkeş ata Şeytan dedi, yazıda yayılan ata değil.
525 Şeytanlık lügatta baş çekmedir. Bu sıfat lanete layıktır.
Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak
isteyen iki adam dünyaya sığamaz.
O, dünya yüzünde bunun bulunmasını istemez. Hatta padişah
padişahlığıma ortak olur diye babasını bile öldürür.
Duymuşsundur ya saltanat kısırdır derler. Padişahlık davasında olan,
korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.
Çünkü, saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle
dostluğu olamaz.
530 Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer.
Hiç ol da onun dişinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!
Hiç oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah mutlak yokluktan ders
al.
Ululuk, ululuk ıssı Allahnın elbisesidir. Kim onu giymeye kalkışırsa
vebale girer.
Taç onundur, kemer bizim. Vay haddini aşana!
535 Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Allahya
ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan arı olduğunu davaya
kalkışırsın.
Hakimin birinin, gagasıyla güzelim kanatlarını yolup atan ve bedenini
kel ve çirkin bir hale koyan tavus kuşunu görüp hayretle Kendine
acımıyor musun? demesi, tavus kuşunun Acıyorum ama bence can,
kanattan daha değerlidir. Bu kanatsa benim can düşmanımdır diye cevap
vermesi
Bir tavus kuşu, ovada kanatlarını yolmaktaydı. Hakimin biri gezmeye
çıkmıştı.
Onu görüp dedi ki: Ey tavus böyle güzelim kanatları nasıl oluyor da
kökünden yolup atıyorsun? Hiç acımıyor musun?
Bu süsü koparıp balçığa atmana gönlün nasıl razı oluyor?
Hafızlar o tüyleri beğendiklerinden alıp mushafların arasına
koyuyorlar.
540 Halk, havalanmak için tüylerinden yelpazeler yapıyorlar.
Bu ne nankörlük bu ne cüret! Bilmiyor musun ki nakkaşın kim?
Yahut da biliyor da nazlanıyor; mahsustan o süsleri yoluyorsun.
Birçok naz vardır ki suç olur; kulu, padişahın gözünden düşürür.
Nazlanmak, şekerden tatlıdır ama az çiğne, yüzlerce tehlikesi vardır.
545 Niyaz yolu emin bir yoldur. Nazı bırak da o yola düş.
Nice nazlananlar vardır ki kol kanat çırpar ama nihayet o hal adama
vebal olur.
Nazın güzelliği seni bir an yüceltse bile onun gizli korkusu, seni
eritir mahveder.
Bu yalvarışa gelince: Seni zayıflatır. Zayıflatır ama parlak ayın on
dördü gibi baş köşeye geçirir.
Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen, doğru yolu bulur.
550 Diriden ölüye çıkarınca da diri nefis, ölüm tarafına yönelir, ölüm
tarafına dönüp dolaşır.
Öl ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan diri Allah, ölüden diri meydana
getirsin. Allah, bu ölü bedenden meydana bir diri getirsin.
Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen gündüzün oluşunu
görürsün.
O kanatları yolma ki bir daha yerine yapışmaz. Ey güzel yüzlü, yasa
düşüp yüzünü yırtma.
Kuşluk güneşine benzeyen o güzelim yüzü yırtmak, yanlış bir iştir.
555 Böyle bir yüzü tırnakla yaralamak kafirliktir. Ay bile onun
ayrılığı ile ağlamada.
Yoksa yüzünü görmüyor musun? Bırak bu inatçılığı, bırak bu düşünceyi!
Nefsi mutmainnenin saflığı ve temizliği, düşüncelerle bulanır.
Nitekim aynanın yüzüne bir şey yazar, yahut bir şekil yaparsın, sonra
temizlesen de yine bir iz, bir noksan kalır.
Bedende Nefsi Mutmainnenin yüzünü düşünce tırnakları yaralar.
Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü
tırmalar.
Müşkül düğümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes
bozmaya benzer.
560 Ey işin sonuna varan düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye
vurulmuş kuvvetli ve çözülmez bir düğümdür.
Düğümleri açmakla uğraşa uğraşa kocaldın, başka birkaç düğümü de
çözülmüş sayıver!
Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım,
aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?
Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine sahipsen nefsini bu yolda sarf
et.
Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan
kaçıp kurtulmaya imkan yok.
565 Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen,
hadsiz aleme ulaş.
Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın,
duyduğun şeylerle geçip gitti.
Neticesiz ve tesirsiz olan her delil boş çıktı. Sen kendi neticene
bak.
Yapanı ancak yapılan şeylerle görebildin; iktirani kıyasla kanaat
ettin.
Filozof davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah
kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.
570 Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını
yakasının içine çeker.
Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak o ateşe
atılmak daha hoştur.
Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O, bize
dumandan daha yakındır.
Hasılı cana ariz olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden
candan olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır.
Peygamber Aleyhisselamın Müslümanlıkta papazlık yoktur hadisi
Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü, savaşmak
için düşmanın bulunması şarttır.
575 Düşman olamadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan
kaçınma emrine uyman mümkün değildir.
Meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman yoksa ordu sahibi olmana ne
hacet?
Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü, çekinmek ve
temiz durmak, şehvetin zıddıdır.
Hava ve heves olmadıkça hava ve hevesten çekinin denmesi mümkün
değildir. Ölülere gazilik taslanmaz ya!
Yoksullara verin onları doyurun denmiştir, şu halde kazan. Çünkü
elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harcayamazsın ki.
580 Gerçi o mutlak olarak Yoksulları doyurun demiştir ama sen
Kazanın da sonra yoksulları doyurun diye oku
Yine böyle o padişah Sabredin buyurdu. Bir istek olmalı ki ondan yüz
çeviresin.
Yeyin emri şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen İsraf
etmeyin emriyse temizliktir.
Şehvet olmasa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?
Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir hayır ve mükafat elde
edemezsin.
585 Ne hoştur o şart ve ne sevinçli şeydir o mükafat. O gönüller açan,
canlara canlar katan mükafat!
Aşıkın Allahdan kazandığı sevap da Allahdır
Aşıkların neşesi de odur, gamı da, hizmetlerine karşılık aldıkları
ücret de.
Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok
bir sevdadır.
Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.
La kılıcı, Allahdan başka ne varsa hepsini keser silip süpürür. Bir
bak hele, Ladan sonra ne kalır?
590 İllallah kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin ey ikiliği yakıp
yandıran şiddetli aşk!
Zaten evvelkiler de oydu, sonrakiler de. İkilik ancak şaşı gözün bir
görüşüdür, bunu böyle gör.
Ne şaşılacak şey! Hiç onun aksinden başka bir güzel olur mu? Beden,
ancak canla hareket edebilir.
Canı olmayan bedeni istersen yağla, balla beslemeye kalk, yine
beyhudedir.
Bunu, bir günceğiz olsun dirilip bu canlar canının elindeki kadehi
alan, o şarabı içen bilir.
595 Fakat gözü, o yüzleri göremeyene şu duman, can görünür. Abdülaziz
oğlu Ömeri görmediğinden Haccac onca adalet sahibidir.
O, Musanın ejderhasını görmemiştir de büyücülerin iplerinde can var
sanır.
Arı duru suyu içmeyen kuş, kara su içinde kanat çırpıp durur.
Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.
600 Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir.
Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder
durursun.
Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp
duruyormuşum.
Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.
Rasul aleyhisselamın Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemiş sayılır.
İyiyse
iyiliğe ulaşmaya acele eder, kötüyse kötülüğünün azalmasını diler
hadisinin tefsiri
İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, Kim ölür bedenini terk
ederse,
605 Öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak
taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer.
Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna
daha önce gelirdi.
Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp
duruyormuşum.
Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der
buyurmuştur.
610 Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az
incit.
Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim
cemalini az parala.
O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları
koparma.
Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya
koyuldu.
O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
615 Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir
halde ağlamalı oldu.
Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben
onu büsbütün coşturdum diyordu.
Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların
her birinde yüzlerce cevap vardı.
Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.
Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş
nurundan doğarlar.
Akıl ve ruh da Harut ve Marutun Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi
balçık içinde mahpustur.
620 Harutla Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir
kuyuda mahpusturlar.
Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana
kaldılar.
İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten
öğrenirler.
Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt
verirler.
625 Sınamada şart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da
ihtiyar olamaz.
İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir.
Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi
yatakalmışlardır.
Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu
üfürür.
O sokakta bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır.
630 Gayp gizliliğine gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş
çıkarır, hücuma koyulurlar.
Her köpeğin kılları diş kesilir hile için kuyruk sallamaya başlarlar.
Köpeğin belden aşağısı hile, belden yukarısı öfke olur, odun bulmuş
zayıf ateşe döner.
Mekansızlık elinden yalım, yalım gelip çatar, ateşten çıkan alev ta
göğe kadar, ağar.
Bunun için yüzlerce köpek de insanın bedeninde uyumuştur. Bir av
olmadığı için onlar, adeta gizlenmişlerdir.
635 Yahut da gözleri bağlı doğan kuşlarına benzerler. Perde ardında
bir av sevdasıyla yanıp tutuşurlar.
Fakat doğanın külahını kaldırdın da avını gördü mü derhal dağlarda
dönüp dolaşmaya başlar.
Hastanın isteği yatışmıştır. Hatırı, yalnız iyileşmektedir.
Ama ekmek, elma ve karpuz görünce onu yemek ister bu istekle zarar
korkusu, savaşa girişir.
Sabrederse bunları görüşü, iyiliğine yarar. Çünkü o heyecana düşmek,
onun gevşemiş tabiatına iyi gelir.
640 Fakat sabredemezse görmemesi daha iyidir. Okun zırhsız adamdan
uzak olması yeğ!
Tavus kuşunun cevap vermesi
Tavus kuşu ağlaması bitince dedi ki: Yürü, sen renge ve kokuya
kapılmışsın.
Görmüyorsun ki bu kanatlar yüzünden her yandan başıma yüzlerce bela
gelip çatmada.
Nice merhametsiz avcılar, bu kanatlar yüzünden her yanda benim için
tuzak kuruyorlar.
Nice okçu kanatlarım için yayını çekmiş bana ok atmada.
645 Gücüm kuvvetim yok, kendimi koruyamıyorum, bu kazadan, bu beladan,
bu fitnelerden kurtulmama imkan yok.
Madem ki iş böyle, dağlarda, ovalarda emin olabilmek için çirkin olmam
daha iyi.
Ey yiğit, bu kanatlar, benim ululanma silahım kesildi. Ululanmaysa
ululananları yüzlerce belaya uğratır.
Hünerler, anlayışlı olmak ve dünya malını elde etmek,
tavusun kanatları gibi insanın canına düşmandır
Nice hüner ve sanatlar vardır ki ham kişiyi helak eder. Çünkü o,
taneye koşar, bu yüzden de tuzağı görmez.
İhtiyarına sahip olmak, Sakının emrine uyan ve kendisine sahip olan
adam için iyidir.
650 Kendini koruyamıyor kötülüklerden çekinemiyorsan sakın, o aleti
uzaklaştırır, ihtiyarı bırak.
Benim de cilvelendiğim şey ve ihtiyarım, o kanattır. Onu yoluyorum,
çünkü başıma kastetmede.
Sabır sahibi, kendi kanadını yok farz eder, bu suretle kanadı da onu
kötü düşüncelere sevk etmez.
Şu halde ona de ki: Kanadını yolma, onun bir zararı yoktur. Bu çeşit
adama ok gelse önüne kalkanını tutar.
Fakat bana bu güzel kanat düşmandır. Çünkü sabredemiyor,
cilveleniyorum.
655 Eğer çekinme ve korunma bana yol gösterseydi ihtiyar yüzünden
debdebem, devletim artardı.
Ben çocuğa yahut sarhoşa benziyorum, sınanmalara tahammülüm yok. Benim
elime kılıç vermek caiz değildir.
Eğer aklım olsaydı da beni men etseydi kılıç, elimde bir zafer
vasıtası olurdu.
Güneş gibi nurlar saçan bir akıl lazım ki doğrudan başka bir suretle
kılıç vurmasın.
Parlak aklım ve iyi bir huyum yok, şu halde silahımı neden kuyuya
atmayayım?
660 Bu silah, bana düşman olacak. Onun için kılıçla kalkanı kuyuya
atıyorum.
Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacağım bir yer. Kılıcımı atmazsam
düşmanım elimden alır onunla beni yaralar.
Bu kötü huylu nefis, yüzünü örtmemekte. Ben de onun inadına yüzümü
yırtmadayım.
Bu suretle şu yücelik, şu güzellik azalsın da tamamı ile bitince de
ben vebale az düşeyim.
Yüzümü bu niyetle yırttığımdan suçum yok. Çünkü, bu yüzü yaralarla
örtmek gerek.
665 Gönlüm, gizlenme huyuna sahip olsaydı yüzüm, günden güne parlar,
güzelleşirdi.
Kuvvetim kudretim yok, iyiliğe de meyledemiyorum. Bunu gördüm,
düşmanımı da gördüm, derhal silahımı kırdım.
Bu suretle de onun bana üstün olmamasına, hançerimin kendime vebal
olmamasına gayret etmiş oldum.
Damarım oynadıkça kaçıyorum, çünkü adamın kendisinden kaçması
kolaydır.
Başkasından kaçan, ondan kurtulunca karar eder.
670 Halbuki benim düşmanım da benim, benden kaçan da ben. Şu halde
işim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır.
Adama kendi gölgesi düşman olursa ne Hintte emin olur, ne Hutende.
Gündüzün güneşte yok olan yıldızlar gibi Allah varlığında
yok olup kendisinden geçenler, hüner ve sanatlariyle şerlerinden
emin olmuşlardır. Yok olana tehlike olamaz.
Bir adam yokluğa erişir, kendisine yokluğu ziynet edinirse, o adamın,
Muhammet gibi gölgesi olmaz.
Yokluk benim iftiharımdır sırrına ziynet yokluktur. Bu çeşit adam,
mumun alevi gibi gölgesizdir.
Mum, baştan aşağı alevden ibarettir. Gölge onun çevresine uğrayamaz.
675 Mum kendisinden de kaçtı, gölgeden de. Mumu dökenin isteğine
uydu,ışığına sığındı.
Mumu döken muma der ki: Seni yok olmak için döktüm. O da, ben yokluğa
kaçtım diye cevap verir.
Bu var olan ışık, lazım bir ışıktır, geçici ve arızi ışık gibi değil.
Mum ateşte tamamı ile yok oldu mu artık ondan ne bir eser görürsün ne
bir ışık!
Suret ateşi karanlığı gidermek için mum suretinde durur.
680 Beden mumu şu görünen mumun aksinedir; yok oldukça can nuru artar.
Bu ebedi ışıktır, mumsa geçici. Can mumunun alevi, Allahya aittir.
Ateşten meydana gelen şu ateş, nur olduğundan geçici gölge, ondan
uzaklaşmıştır.
Bulutun gölgesi yere düşer. Fakat gölge, ayla düşüp kalkmaz.
A bahtı yaver kişi, kendinden geçmek, bulutsuz bir jale gelmektir.
Kendinden geçtin mi değirmi aya benzersin.
685 Fakat rüzgar, bir bulutu sürüp getirdi mi ayır nuru aydan daha
eksik bir hale düşer.
Bulut ve toz yüzünden ay, bir hayal gibi görünür. İşte beden bulutu da
bizi hayal düşüncesine sürer.
Ayın lutfuna bak ki bu da onun lutfudur, çünkü bize, bulutlar
düşmanımızdır demiştir.
Ay, ne buluta aldırış eder, ne toza. O, göğün yücesindedir.
690 Bulut bizim canımıza düşmandır. Bulut bizim gözümüzden ayı gizler.
Bu perde, huriyi Zâl gibi kuvvetlendirir, dolunayı yeni aydan daha
noksan bir hale getirir.
Ay bizi yücelik kucağına oturtmuş, düşmanımızı kendi düşmanı
saymıştır.
Bulutun letafeti ve parlaklığı da yandandır. Fakat buluta ay diyen
hayli yol sapıtmıştır.
Ayın nuru buluta vurdu mu onun kara yüzünü ay gibi parlatır.
695 Gerçi ayla aynı renge boyanmıştır. Bu da bir devlettir ama
buluttaki o nur, eğretidir.
Kıyamette güneş de kalmaz, ay da. Göz ışığın aslı ile meşgul olur.
Bu suretle temelli mülkle eğreti mülk seçilir. Şu fani konak, karar
yurdundan ayrılır.
Dadı, bir kaç gün içindir. Ey ana sen bizi kucağına al.
Kanadım buluttur. O, perdedir ve önümdekini göstermez. O yalnız Allah
lütfiyle letafet kazanır.
700 Kanadımı yolayım, onu güzelliğini yolumdan atayım da aynı
güzelliğini yine aydan seyredeyim.
|