701 Ben dadı istemem, ana daha hoş. Ben Musayım
benim dadım anamdır.
Ben, aynı lutfunu vasıtayla elde etmek istemem. Çünkü bu ilgi,
nicelerin helakine sebep oldu.
Yahut da bulut, Tanrı yolunda yok olur da artık ayın yüzüne perdelik
etmez.
Suretini yokluk şeklinde gösterir. Peygamberlerle velilerin tenleri
gibi.
705 O çeşit bulut, perdelik etmez. Hatta mana bakımından perdelik
etmesi bile faydalıdır.
Nitekim aydın sabahta katralar yağar, fakat gökte bulut yoktur.
O yağmur yağışı Peygamberin mucizesi idi. Bulut mahvoldu, gökyüzü
rengini aldı.
Buluttu ama ondan bulut huyu gitmişti. Aşığın bedeni de sabırla böyle
olur işte.
Bedendir ama bedenliği kaybolmuştur, değişmiştir, ondan renk de
gitmiştir, koku da.
710 Kanat başkasının, baş bana lazım. Baş, duygu, görgü yurdudur ve
bedenin direğidir.
Başkasının avı için can feda etmeyi mutlak küfür, hayırdan ümitsizlik
bil.
Kendine gel, dudu kuşlarının önündeki şekere benzeme. Zehire benze de
ziyandan kurtul.
Yahut da neşelen hitabını duymak için kendini köpeklerin önündeki
ölüye benzet.
Hızır da bu gemiyi, zaptedecek kimseden kurtarmak için deldi.
715 Yokluk benim iftiharımdır sözü, onun için yüce bir söz oldu,
tamahkarlardan gani Tanrıya kaçmama yol açtı.
Mamurelerde oturanların hırsından kurtulmak için defineleri, yıkık
yerlere gömerler.
Kanadını yolmayı bilmiyorsan yürü, halvete gir de bütün kanatlarını
şuna buna harcatma.
Çünkü sen hem lokmasın, hem lokmayı yiyen. Ey can, aklını başına al,
hem yiyorsun hem yeniyorsun!
Tanrıdan başka her şey hem yer hem yenir. Çekirge avlamakta olan ve
ardında onu avlamaya kalkışan aç doğan kuşundan gafil bulunan kuş
gibi. Şimdi ey Ademoğlu, sen yiyor ve avlanıyorsun ama seni de
avlayacak ve yiyecek olandan emin olma. Onu baş gözüyle göremiyorsan
can ve ibret gözüyle gör de sırrın gözü açılsın
Bir kuşcağız kurt avlıyordu kedi fırsat bulup onu kapıverdi.
720. Yiyordu, yeniyordu, fakat kendisi avlanırken başka bir avcıdan
haberi bile yoktu.
Hırsız, bir kumaşı çalmaktadır ama şahne de, hırsızın düşmanları ile
beraber ardındadır.
Hırsızın aklı, pılı pırtıda, kilitte ve kapıdadır. Şahneden ve seher
çağından ah edeceğinden gafildir.
Sevdasına öyle dalmıştır ki kendisini arayandan haberi bile yoktur.
Bir ot, arı duru bir suyu içti mi derhal bir hayvan gelir, onu otlar
yer.
725. O ot, hem yer, hem yenir. Tanrıdan her varlık böyledir işte.
Tanrı Sizi doyurur, fakat kendi yemek yemez Tanrı ne yenir ne yer.
O, et ve deri değildir.
Yiyen ve yenilen, pusuya gizlenmiş bulunan bir yiyiciden nasıl emin
olabilir?
Yenen şeylerin emin olması, sonunda yas ve matem verir. Yürü, yemeyen
içmeyen Tanrının tapısına git.
Her hayal, başka bir hayali yemekte, her düşünce, başka bir düşünceyi
otlamaktadır.
730 Hayalden geçemiyorsun, yahut da uyuyup ondan kurtulamıyorsun.
Düşünce arıdır, uykunsa su. Uyusan bile uyandın mı yine başına üşüşür.
Nice hayal arılar uçuşup durur, seni bu yana o yana çekiştirir.
Bu hayal, yiyenlerin en aşağılığıdır. Öbürlerini ise ululuk ıssı Tanrı
bilir.
Kendine gel de o kaba ve haşin yiyiciler bölüğünden kaç. Seni biz
koruruz diyen Tanrıya sığın.
735 Yahut da o koruyucuya koşup kurtulmak elinden gelmiyorsa o koruma
sıfatını kazanan kişiye kaç.
Elini pirden başkasına verme. Pirin elini tutan Tanrıdır.
Senin kocalmış aklın, çocukluğu huy edinmiştir, nefis civarında bu
huyu kazanmıştır. O, perde altındadır.
Kamil bir aklı, aklına arkadaş et de aklın, o kötü huydan vazgeçsin.
Elini onun eline verdin mi yiyicilerin elinden kurtulursun.
740 Tanrı, Tanrı eli onların ellerinin üstündedir dedi ya, işte
senin elin de o biat ehlinin eli olur.
Elini pirin eline verdin, o her şeyi bilen ulu pire uydun mu,
kurtuldun demektir.
Çünkü o, ey mürit, vaktinin peygamberidir... Peygamberin nuru ondan
zuhur eder.
Ona uydun, onun elini tuttun mu Hudeybiyede bulunup Peygambere biat
eden sahabeden olursun.
Cennetle muştulanan o on kişiden sayılırsın, halis ve potada erise
bile ayarı düşmez altına dönersin.
745 Bu bilelik doğrudur çünkü insan kimi severse ona eşittir.
Bu alemde de onunladır, o alemde de. Bu, huyları güzel Ahmetin
hadisidir.
Dedi ki: İnsan sevdiği ile beraberdir Kalp dilediğinden ayrılmaz.
Nerede tuzak ve yem varsa orada az otur. Yürü ey arık kötürüm, kendin
gibi arık kötürümleri gör!
Ey zebunların zebunu, şunu da bil ki, el, elin üstündedir el üstünde
el vardır.
750 Ne şaşılacak şey, sen hem zebunsun, hem de zebunların elini
tutmaya çalışıyorsun. Hem avsın hem de avlamayı diliyorsun.
Onların önüne ardına set olma. Çünkü, sen düşmanı görmezsin ama o
düşman ortadadır.
Avcılık hırsı, insanı kendi avlanacağından gafil kılar. Erlik gösterir
ama yüreksizdir.
İstekte bir kuştan aşağı olma. Serçe kuşu bile önüne ardına bakınır.
Yemin bulunduğu yere geldi mi önüne ardına kaç kere dolanır.
755 Acaba der, önümde ardımda bir avcı var mı? Varsa onun korkusu ile
şu lokmadan el çekmem gerek.
Kötülerin hikayelerini gör, hallerine bak. Eşinin dostunun
ölümlerinden ibret al.
Onları silahsız, pusatsız nasıl helak etti? Bir bak. O, herhalde senin
yanındadır.
Tanrı işkence yapar ama gürzle elle değil. Bil ki Tanrı, elsiz hüküm
sürer, ferman yürütür.
Tanrı varsa hani, nerede? Diyen işkenceye uğradı mı vardır, odur diye
ikrar eder.
760. Tanrı varlığı şaşılacak bir şey, akıldan uzak diyen, gözyaşları
döker de ey bana benden yakın Tanrı diye yalvarmaya koyulur.
Tuzaktan kaçmak vaciptir, fakat senin tuzağın kanadına yapışıktır.
İşte onun için ben, bu menhus tuzağın mıhını çekip çıkarıyorum; murada
erişmek için dilimi, damağımı acıtmamak istiyorum.
Bu sözü, senin aklına uygun söyledim. Anla da arayıp taramadan yüz
çevirme.
Hırs ve hasetten ibaret olan şu bağı çöz. Ebulehebin karısının
boynundaki hurma ipini düşün.
Halil aleyhisselamın kuzgunu öldürmesindeki sebep. Bunun müridi helak
eden
kötü sıfatlardan hangisinin giderilmesine işaret olduğu
765. Ne bu sözün sonu vardır, ne de bu söz bitip tükenir. Ey Tanrı
Halili, kuzgunu neden öldürdün?
Buyruğa uydun doğru. Fakat bu buyruğun hikmeti neydi? Onun sırlarından
birazcığını göstermek gerek.
Kara kuzgunun gaa diye bağırması, dünyada daima uzun bir ömür
istemesindendir.
İblis gibi tek ve pak Tanrıdan kıyamete kadar dünya hayatını ister.
İblis de Beni kıyamet gününe kadar yaşat dedi. Keşke, Rabbimiz,
tövbe ettik deseydi.
770. Tövbesiz ömür, baştanbaşa can çekişmedir. Hazır olan kaçılmayan
ölüm, Tanrıdan gafil olmaktır.
Hakla olunca ömür de, ölüm de... ikisi de hoştur. Fakat Tanrısız
abıhayat bile ateştir.
Öyle bir tapıdan daima ömür istemesi de lanet tesiriyledir.
Tanrıdan, ondan başkasını istemek, görünüşte istenen şeyin artmasını
stemektir, ama hakikatte onun tamamı ile eksilmesini dilemektir.
Hele ayrılık ve yabancılıkla geçen ömür yok mu? Bu adeta aslanın
huzurunda tilkilik taslamaya benzer.
775. Bana daha fazla ömür ver de daha gerisin geri gideyim; mühletini
uzat da daha aşağılık bir hale geleyim demektir.
Nihayet o, lanete nişane olur. Lanet isteyen kişiyse kötü bir kişidir.
Hoş ömür, yakınlık aleminden can beslemektir. Kuzgunun ömrü ise pislik
yemek içindir.
Bana fazla ömür ver ki pislik yiyeyim, daima bana bunu ver ki benim
yaradılışım kötüdür demektedir.
O ağzı kokan kuzgun, eğer pislik yemeseydi beni kuzgun huyundan kurtar
diye yalvarırdı.
Münacat
780. Ey toprağı altına çeviren, bir başka toprağı da insanlar babası
yapan Tanrı!
Senin işin, eşyayı olduğu halden çevirmek, ihsan ve lutüflarda
bulunmaktır, benim işimse yanlışa düşmek, unutmak ve hata etmektir.
Bilginle yanlışımı noksanı mı döndür. Ben baştan aşağıya kadar
sümükten ibaretim, sen beni sabırdan, hilimden ibaret bir hale getir.
Ey çorak toprağı ekmek haline getiren, ey ölü ekmeği canlandıran, can
eden.
Ey şaşırmış cana rehberlik eden, ey yolunu sapıtmışı peygamber yapan!
785. Yeryüzünün bir cüzünü gök yaparsın. Yeryüzünün neşesini
yıldızlarla artırırsın.
Kim bu alemden bir abıhayat elde ederse ölüm, ona başkalarından daha
çabuk gelir çatar.
Kâinata bakan gönül gözü, görür ki burada daima yeniden yeniye bozulup
düzelen şeyler var.
Şu ten hırkasının iğnesiz, ipliksiz dikilmesinden ve bakırı altın
yapan iksirden başka bir şey değildir.
Sen, var olduğun gün, ya ateştin, ya yel, yahut da toprak.
790. Eğer o halde ebediyen kalman mümkün olsaydı hiç sana bu yücelik
nasip olur muydu?
Tanrı seni değiştirdi. Önceki varlığın kalmadı. Onun yerine sana daha
iyi varlık verdi.
Böylece yüz binlerce varlığa büründün ki daima ikinci varlık, ilkinden
iyidir.
Bunları değiştiren Tanrıdan gör de vasıtaları bırak. Çünkü vasıtalara
kapıldın da aslından uzaklaştın.
Nerede vasıta çoğalırsa ulaşma kaybolur gider.
795. Şaşkınlığın, her şeyi sebepten bilmendendir. Halbuki hayret, sana
o tapıya yol açar.
Bu varlıkları yokluklardan buldun. Öyleyse neden yokluktan yüz
çevirdin?
O yokluktan ne ziyana uğradın ki varlığa yapıştın a yer faresi!
Madem ki ikinci evvelkinden daha iyidir, yokluğu ara, insanı halden
hale değiştirene tap.
A inatçı, varlığa düştüğün demden beri şimdiye kadar her lahza yüz
binlerce haşir gördün.
800. Haberin yokken cemad aleminden yetişip gelişen nebat alemine
geldin.
Nebat aleminden de hayat ve iptila alemine düştün.
Sonra tekrar güzelim akıl ve temyiz alemine gider, bu beş duyguyla
altı cihet aleminden kurtulursun.
Bu ayak izleri, deniz kıyısına kadar gider. Sonra deniz içinde ayak
izleri yok olur biter.
Çünkü kuruluk menzillerinde ihtiyat için köyler vardır, yurtlar
vardır, konaklar vardır.
Deniz konakları da durup dinlenmeyen, sahası ve tavanı olmayan
dalgalanmalardır.
805. O menzillerin nişanesi adı sanı yoktur.
Nebat aleminden sırf ruh alemine kadar her iki konak arasında bunlar
gibi yüzlerce konak vardır.
Yokluklarda bu varlığı gördün de nasıl beden varlığına böyle yapıştın?
Kendine gel ey kuzgun, kendine gel de şu canı ver, doğan kuşu ol.
Tanrının halden hale döndürmesi karşısında canınla başınla oyna.
Yeniyi al, eskiyi bırak. Çünkü her yılın, geçen üç yıldan daha
artıştır daha üstün.
810. Hurma fidanı gibi ihsan sahibi olamazsam var, eskiyi eskiye kat
ambarına yığ!
O eski, kokmuş ve pörsümüş şeyi körlere hediye et.
Yeniyi gören seni almaz. O Tanrıya av olur, sana tutulmaz.
Ey kara ve tuzlu su, nerede kör kuş varsa bölük, bölük senin başına
toplanır.
Bu suretle de körlükleri artar. Çünkü kara su, körlüğü arttırır.
815. Dünya ehlinin bu sebeple gönül gözleri kördür; onlar, balçıkla
bulanmış su içerler.
Madem ki gizli bir alemde abıhayatın yok, şu halde kara ve tuzlu suyu
ver, kötülüğü al bu alemde!
Bu halle bir de varlık istiyor, onu anıyorsun ha. Halbuki sen, zenci
gibi kara yüzlü olmakla neşelisin.
Zenci aslından öyle doğduğundan, aslından zenci olduğundan o kara
renkten hoşlanır, rahattır.
Fakat bir gün güzelleşse, güzel yüzlü bir hale gelse de sonra kararsa
çaresini aramaya koyulur.
820. Uçar kuş, yeryüzünde kalsa derde, eleme düşer, feryat etmeye
başlar.
Fakat ev kuşu, yeryüzünde güzelce yürür, yem toplar, neşeli bir halde
dönüp dolaşır.
Çünkü o aslında uçamaz, öbürü uçucudur.
Peygamber aleyhisselam üç kişiye acıyın : bir kavmin aşağı bir hale
düşen yücesine, yoksullaşan zenginine, cahillere oyuncak olan
bilginine dedi
Peygamber, canım hakkı için dedi, yoksul düşen zengine,
Hor hakir bir hale gelen yüceye, yahut da bilgisizlikle şöhret kazanan
Mudar kabilesinin arasına düşmüş saf ve temiz alime acıyın.
825. Peygamber dedi ki: Taş ve dağ bile olsanız bu üç bölük halka
merhamet edin.
Çünkü o, başlıkta bulunduktan sonra hor oldu. Öbürü, zenginken yoksul
düştü, parasız kaldı.
Üçüncüsü de, alemde ahmak adamlar arasında belalara uğrayan alimdir.
Çünkü yücelikten horluğa düşmek, bedenden bir uzvu kesmektir.
Bedenden ayrılan uzuv, ölür, yeni kesilmiş uzuv bir müddet oynar,
oynar ama bu hareket sürüp gitmez.
830. Geçen yıl Elest kadehinden şarap içen, bu yıl baş ağrısına eza ve
cefaya uğrar.
Köpek gibi bayağı olan kişide padişahlık hırsı ne gezer.
Suçu olan tövbe eder. Yolu kaybeden kişi ah eder.
Ceylan yavrusunun eşekler ahırına düşüp mahpus olması , eşeklerin o
gariple
gah savaşarak gah alay ederek eğlenmeleri, gıdası olmayan kuru ot
yemeye mecbur oluşu
Bu, Tanrının has kulunun sıfatıdır, o da dünya,
hava ve heves
ve şehvet ehli arasında bu hale düşmüştür.İslam garip başlar garip
biter. Ne mutlu gariplere denmiştir. Tanrı Peygamberi doğru
söylemiştir.
Avcının biri, bir ceylan tuttu. O merhametsiz herif, ceylanı ahıra
kapattı.
Ahır, öküzlerle, eşeklerle doluydu. O herif de ceylanı, zalimler gibi
bu ahıra hapsetti.
835. Ceylan, ürkekliğinden her yana kaçmakta idi. Avcı, geceleyin
eşeklere saman veriyordu.
Her öküz, her eşek, açlığından samanı şeker gibi yiyor, şekerden de
hoş buluyordu.
Ceylan, gah bir yandan bir yana kaçıyor, gah tozdan, dumandan yüzünü
çeviriyordu.
Kimi, zıddı ile bir araya koyarlarsa onu, ölüm azabına uğratmış
olurlar.
Süleyman da Hüthüt, gitmeye mecbur olduğuna dair kabul edilebilecek
bir özür getirmezse,
840. Ya onu öldürürüm yahut da sayıya gelmez bir azaba uğratırım
demişti.
Ey güvenilir kişi, düşün, o azap hangi azap? Kendi cinsinden
olmayanlarla bir kafese kapatılmak!
Ey insan, bu kafeste azap içindesin. Can kuşun, seninle cins
olmayanlara tutulmuş.
Ruh, doğan kuşudur, tabiatlarsa kuzgundur. Doğan kuşu, kuzgunlarla
baykuşlardan yaralanır.
İşte can kuşu da, Sebzvar şehrindeki Ebubekir gibi onların arasında
zari, zari ağlayıp inleyerek kalakalmıştır.
Muhammed Harzemşahın halkı tamamiyle Rafızi olan Sebzvarı savaşla
alması, şehirlilerin aman dilemeleri, padişahın bu şehirden bana
Ebubekir adlı birisini armağan verirseniz canınızı bağışlarım demesi
845. Muhammet Alp Ulug Harzemşah, tamamı ile mahvolmuş Sebzvarlılarla
savaşa gitmişti.
Askerlerini sıkıştırdı. Ordusu, düşmanları öldürmeye koyuldu.
Şehirliler aman diye huzuruna gelip secde ettiler. Kulağımıza küpe
tak, bizi kul et, tek canımızı bağışla.
Sana lazım olan her vergiyi her hediyeyi verelim, onu her yıl
çoğaltalım.
Ey aslan huylu canımız senin,bir zamancağız onu bize emanet bırak
dediler.
850. Padişah bana Ebubekir adlı birisini getirmezseniz canınızı
kurtaramazsınız. Şehrinizden Ebubekir adlı birini bana armağan olarak
sunmazsanız,
Size kötülük eder, sizi ekin gibi keser biçerim. Ne vergi alırım, ne
afsun dinlerim dedi.
Yoluna altın dolu bir çuval getirip, bu şehirden Ebubekir adlı birini
isteme.
Sebzvarda nasıl olur da Ebubekir bulunur? Hiç dere içinde ıslanmamış
toprak parçası bulunur mu? dediler.
855. Padişah altından yüz çevirip A mecusiler dedi, Ebubekir adlı
birisini armağan olarak getirmedikçe
Fayda yok. ben çocuk değilim ki altına, gümüşe hayran olayım.
Ey zebun kişi sen de secde etmedikçe kıçınla mescidi silip süpürsen
kurtulamazsın.
Şehirliler, sağdan, soldan haberciler uçurdular. Bu yıkık yerde bir
Ebubekir var mı nerede? diye aramaya koyuldular.
Üç gün üç gece koşup tozduktan sonra bir arık Ebubekir bulabildiler.
860. Yolcuymuş, hastalıktan yıkık bir yerin bir bucağında kuruyup
kalmış.
Bir yıkık bucakta uyuyormuş. Onu görünce, çabuk dediler,
Kalk seni padişah istiyor. Senin yüzünden şehrimiz ölümden kurtulacak.
Adam dedi ki: Ayağım olsaydı, yürümeye kudret bulsaydım gideceğim yere
giderdim.
Bu düşman yurdunda kalır mıydım hiç? Sevgililerin şehrine koşar
giderdim.
865. Ölü taşıyan bir salacayı getirip Ebubekiri üstüne yatırdılar.
Hamallara verip görsün diye Harzemşahın huzuruna götürdüler.
Bu cihan, Sebzvardır. Tanrı eri, burada zayi olur gider.
Harzemşah ulu Tanrıdır. Bu rezil kavimden gönül istemektedir.
Peygamber, Tanrı, suretlerinize bakmaz, kalbe bakar. Kalp işlerinizi
düzene koyun demiştir.
870. Tanrı, ben sana, bir gönül sahibinden bakarım. Secdene, altın
vermene bakmam bile demektedir.
Sen, gönlünü gönül sandın da gönül sahiplerini aramayı bıraktın.
Gönül öyle bir varlıktır ki bu yedi gök gibi yedi yüz tanesini oraya
koysan kaybolur gider.
Bu çeşit gönül kırıklarına gönül deme. Sebzvarda Ebubekir arama.
Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Tanrı, altı cihette de o aynadan
nazar eder durur.
875. Altı cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Tanrı, o
gönül sahibi vasıta olamadıkça nazar etmez.
Birisini reddederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur.
O olmadıkça Tanrı kimseye rızk vermez. İşte ben, vuslata ulaşan
kişinin ahvalinden bir miktarcığını söyledim.
Tanrı, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda
bulunur.
Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve
niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.
880. Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam.
Ey zengin, yüzlerce çuval altın getirsen Tanrı der ki: A iki büklüm
adam gönül getir.
Gönül senden razı ise ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben
de yüz çeviririm.
Sana bakmam, o gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan
olarak gönül getir.
Gönül sahibi, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların
ayakları altındadır.
885. Halkın anası da odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü
deriden bedenden ayırt edebilen kişiye.
Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu
(şehir), bu gönüllerle dopdolu.
Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının
canının canı, o gönüldür.
İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü
beklemektedir.
Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül
bulamazsın.
890. Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o
tarafa götürürsün.
Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvarda bundan daha
iyi gönül yoktur dersin.
O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül
getiriyorsun?
Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvarı onun yüzünden aman
bulur. Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla
bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar.
895. Tabiat Sebzvarının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras
kalmıştır.
Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden
olmayanı görmek insanı yaralar.
İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından
gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur.
Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi
vardır.
900. Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine
fayda verecek bir doğruluk olur.
Çünkü gönül sahibi, debdebesiyle beraber bizim pazarımızda ayıplıdır.
Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı
cinsten olmaya bak.
Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur.
Dostundur ama Tanrının dostu değil ki!
Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber.
905 Yürü, hava ve hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber
kokusunu duy. Hava ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber
sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir.
Bu sözün sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere
kaçıp durmada.
Eşekler ahırındaki ceylan hikayesinin arta kalanı
O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi.
Karaya vurmuş balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle
misk, adeta bir hokkaya girmişti.
910. Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla
beylerin huyunda susun!
Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci
bulmuş, nasıl olur da ucuza satar? diyordu.
Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına
çıkıp yaslansın.
Bir başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı.
Ceylanı çağırdı.
Ceylan başını kaldırıp, hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi.
915. Eşek dedi ki: Biliyorum ki nazlanıyorsun. Yahut da utanıyorsun da
onun için çekinmektesin.
Ceylan kendi kendisine o yemek senin yemeğin. Senin bedeninin
cüzileri, ondan dirilmekte, tazeleşmekte.
Ben çayırlığın arkadaşıydım. Duru sularla, bağlar, bahçelerle avunur,
eğlenirdim.
Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, o güzel tabiat nasıl olur da
değişiverir?
Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem
eskidiyse ben yeniyim.
920. Ben, sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek
yerdim dedi.
Eşek, evet dedi, söylen, mırıldan. Gariplikle çok saçma şeyler
söylenebilir.
Ceylan dedi ki: Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile
ambere bile ehemmiyet vermemede.
Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o
koku haramdır.
Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahluklara miski nasıl
sunabilirim?
925. O şefaatçi peygamber, bu yüzden İslam dünyada gariptir remzini
söylemiştir.
Çünkü zati, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan
kaçarlar. Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama
ondaki kokuyu duymaz.
Öküz suretindeki aslan gibi. Onu uzaktan görürsün ama içini deşmeye
kalkışma.
Deşersen ten öküzünü terk et. Çünkü o aslan huylu, öküzü paralar.
930. Öküz tabiatı, seni başından eder, hayvanlık huyu, seni
hayvanlıktan ayırır.
Öküz bile olsan onun yanında aslan kesilirsin. Fakat sen öküzlükten
hoşlanıyorsan aslanlığı arama.
Mısır azizi gayb gözüne kapı açıldığında rüyada,
Yedi semiz ve besili öküzü yedi tane arık öküzün yediğini gördü.
O arık öküzler hakikatte aslanlardı. Böyle olmasa o öküzleri
yiyemezlerdi.
935. Şu halde iş eri de surette insan görünür ama hakikatte onda
insanı yiyen bir aslan gizlidir.
Adamı güzelce yer, onu tek mücerret bir hale getirir. Derdi varsa
tortusunu süzer, saf bir hale sokar.
O bir dert yüzünden bütün tortulardan kurtulur, ayağını süha
yıldızının başına kor.
Niceye yolsuzluklarla dopdolu olan kuzgun gibi söylenip duracaksın? Ey
Halil horozu neden kestin diyeceksin?
Halil der ki: Buyruğa uydum. İyi ama o buyruktaki hikmet neydi? Söyle
de Tanrıyı her bir kılımla tespih edeyim.
Halil aleyhisselamın, horozu kesmesi, müridin içinde bulunan helak
edici ve kötü sıfatlardan hangi sıfatın giderilmesine işarettir?
940. Horoz şehvete mensuptur, şehvetine pek tapar. O zehirli ve kötü
şaraptan sarhoştur.
Şehvet soy üretmek için olmasaydı Adem utancından kendisini hadım
ederdi. Melun İblis, Tanrıya avlanabilmek için bana kuvvetli bir
tuzak lazım dedi.
Tanrı, ona altın, gümüş ve at gösterdi, halkı bunlarla aldatabilirsin
dedi.
İblis, zahiren bunu beğendi. Beğendi ama suratını ekşitti, sıkılmış
turunç gibi dudaklarını sarkıttı.
945. Tanrı, o geberesiceye güzel madenlerden altın ve mücevheratı
armağan etti. A melun dedi, şu tuzağı da al. Şeytan dedi ki: Ey güzel
yardımcı daha artır.
Yağlı, ballı şeylerle ağır ve değerli şaraplar ve bir çok ipek
elbiseler verdi.
Şeytan dedi ki: Yarabbi, imdat et, bundan fazla isterim. Ver de onları
iplerimle adamakıllı bağlıyayım.
Bu suretle erkek ve yürekli sarhoşların, erkekçesine o bağları
koparsınlar.
950. Bu hava ve heves tuzaklarıyla ipler, senin erini adam
olmayanlardan ayırt etsin.
Ey ululuk tahtının sultanı, başka bir tuzak istiyorum, öyle bir tuzak
ki insanı baş aşağı atacak kadar şiddetli ve aldatıcı olsun.
Tanrı, şarap ve çalgıyı getirip önüne koydu.
Şeytan bunları görünce hafifçe güldü neşelendi.
Ezeli azgınlığa haber gönderip fitne denizinin dibinden toz kopar
dedi. Musada senin kullarından bir kul değil miydi? Deniz dibinde
tozdan perdeler salmadı mı?
955. Su her taraftan çekildi ve deniz dibinden bir toz koptu.
Tanrı erkeklerin aklını, sabrını alan kadın güzelliğini ona
gösterince. Parmacıklarını şıkırdatarak oynamaya başladı. Ver, ver
şimdicik muradıma kavuştum dedi.
Aklı fikri kararsız hale getiren o mahmur gözleri görünce,
Şu gönlü çöre otu gibi yakıp kavuran dilberlerin yüzlerini seyredince
neşelendi.
960. Yüz. ben, kaş. Akik gibi dudaklar. Sanki ince bir perdeden Tanrı
parlamış.
Şeytan, incecik perdeden Tanrı tecelli etmiş gibi o işveyi görünce
derhal yerinden sıçrayıp oynamaya koyuldu.
İnsanı en güzel bir sıfatla yarattık.Sonra onu aşağılıkların en
aşağısına reddettik ayetiyle Kimi yaşatır, ömrünün uzun edersek onu
kocaltır, güzelliğini ve kuvvetini azaltırız ayetinin tefsiri
Adem güzellik timsaliydi, melek ona secde etmişti. Fakat Adem, bu
güzellikten düşünce,
dedi ki: Eyvah, varlıktan sonra yokluğa düştüm. Tanrı dedi ki: Cürmün
şu: Fazla yaşadın.
Cebrail, onu perçeminden tutup güzeller bölüğünden ve şu cennetten çık
dedi.
965. Adem yücelikten sonra bu aşağılık nedir? dedi. Cebrail dedi ki: O
lütuftu bu da kahır.
Adem, ey Cebrail dedi, canla, gönülle secde etmiştin. Şimdi nasıl beni
cennetlerden sürüyorsun?
Güz mevsiminde ağaçların yaprakları nasıl dökülürse benden de bir
sınama yüzünden şu güzelim elbiseler uçmakta.
Parıltısı aya benzeyen yüz, ihtiyarlıkta kertenkele sırtına döner.
Parıl,parıl parlayan o saç, o baş, ihtiyarlık çağında berbat bir hale
gelir, tepedeki saçlar dökülür, insan kele benzer.
970.O naz ve edalarla salınan ve mızrak gibi dümdüz olan boy,
kocalıkta bükülür, yay gibi iki kat olur.
Lale rengindeki yüz safrana benzer. Aslan gibi kuvvetliyken gücü,
kuvveti kesilir, gibi takatsiz bir hale gelir.
Güreşte hileyle bir pehlivanı koltuğuna alıp yere yıkarken şimdi yol
yürümek üzere onu koltuklarlar, onun koltuğuna girerler.
Bu ancak gam alametidir, pörsüme nişanesidir. Bunların her biri, ölüm
elçisidir.
Onu aşağılıkların en aşağısına reddettik. Ancak inanan ve iyilikte
bulunanlar müstesna. Onlara sonu olmıyan ve kesilmeyen ecir vardır
ayetinin tefsiri
Fakat bir adamın hekimi Tanrı nuru olursa ona kocalıktan, hararetten
bir noksan gelmez.
975. Onun gevşekliği, sarhoşun gevşekliği gibidir. O gevşeklikte bile
güçlü kuvvetlidir, Rüstem bile ona haset eder.
Ölürse kemikleri zevke gark olur, zerre,zerre bütün varlığı, şevk
ışığına dalar. Fakat nuru olmayan kişi, meyvesiz bağdır. Güz onu alt
üst eder.
Gülü kalmaz, kara,kara dikenleri kalır. Saman yığını gibi sararır,
mahsulsüz bir hale gelir.
Tanrım o bağ ne kusurda bulundu ki o güzelim elbiselerden ayrıldı?
980. Kendisini gördü. Kendisini görmek, öldürücü bir zehirdir ey
sınanan kişi kendine gel!
Aşkından alemin ağlayıp inlediği güzeli, ne suçu var ki herkes
kendinden uzaklaştırır.
Suçu şu: Süsü, püsü iğretidir. Öyle olduğu halde bu elbiseler benimdir
diye davaya kalkışır.
Onu alalım da yakinen bilsin, harman bizimdir, güzellerse tanesini
toplarlar.
Bilsin ki o süs, püs iğretidir. O varlık güneşinin bir ışığıdır.
985. O güzellik, kudret, fazilet ve hüner, güzellik güneşindendir, bu
tarafa gelmiş vurmuştur.
O güneşin ışığı, yıldızlar gibi yine şu vurduğu duvarlardan çekilir
gider.
Güneşin ışığı gitti mi her duvar, kapkara, karanlık bir halde kala
kalır.
Güzellerin yüzünde insanı hayran eden nur, üç renkli camdan vuran
güneşin ışığıdır.
Renk,renk camlar o nuru bize çeşit renkli göstermededir.
990. Renk,renk camlar kalmadı mı, o vakitler seni renksiz nur hayran
eder.
Nuru, camsız görmeyi adet edin de cam kırılınca kör kalmayasın.
Öğrenilmiş, bellenmiş bilgiye kani olmuş, gözünü başkasının nuru ile
aydınlatmışsın.
O da, o ışığı iğreti aldığını bilesin diye senden mumunu kapıverir.
Fakat sen şükreder, çalışıp çabalarsan gam yeme. Sana bunun gibi
yüzlercesini verir.
995. Şükretmiyorsan artık kan ağla. Çünkü o güzellik kafirden
ayrılmıştır.
Küfre ümmet olanların işleri borçtur. İmana ümmet olanların kalpleri
temizdir, özleri halistir.
Şükür etmeyenden güzellikte kaybolur, hüner ve sanat da. Artık bir
daha ondan bir eser bile göremez.
Akrabalık akraba olmayış, şükür ve sevgi, öyle bir gider ki bir daha
aklına bile gelmez.
Ey kafirler, Yaptıkları işledikleri boştur ayeti, her murada erişmiş
kişinin elinden o muradın, o maksadın çıkıp gitmesidir.
1000. Yalnız şükür ehliyle vefa sahiplerinin elde ettikleri kaybolmaz.
Çünkü devlet, onların arkalarındadır.
Elden giden devlet, nereden kuvvet verecek? İnsana kuvvet ve kudret,
gelecek devletten gelir.
Borç verin emrine uy da bu devletten borç ver. Bu suretle önünde
yüzlerce devlet görürsün.
Bu içilen şeyden, biraz iç de önünde kevser havuzunu bulasın.
Vefa toprağına bir yudumcuk döken kişiden devlet avı, nasıl olur da
kaçabilir?
1005. Tanrı, onları gönüllerini hoş eder. Özleri doğrulmuştur
halistir Tanrı, onlara ihsan ettikleri şeyleri, o şeyler mahvolup
bittikten sonra yine ihsan eder.
Ey ecel, ey köyü yağmalayan , bu şükreden kullardan ne aldıysan geri
ver der. Ecel verir, verir ama onu kabul etmezler. Çünkü can
nimetleriyle nimetlenmişlerdir.
Biz sofiyiz, hırkalarımızı attık. Mademki oynayıp yutulduk, artık geri
almayız.
Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik; bizden ihtiyaç,
hırs ve garez gitti.
1010. Tuzlu ve helak edici sudan çıktık, arı duru suya, kevser
kaynağına atıldık. Ey alem başkalarına ettiğin şeyler, vefasızlıktır,
hiledir, aşırı nazdır.
Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik bütün onları,
senin başına döktük. Çünkü biz savaşa girmiş, savaşa girmiş savaşta
şehit olmuş erleriz derler.
Sen de bu suretle bil ki pak Tanrının yürekli ve yiğit öyle kulları
vardır ki,
Dünya yalanının bıyığını koparırlar, otağlarını yardım burcunun ta
üstüne kurarlar.
1015. Bu şehitler yine yeni baştan gazi olurlar. Bu tutsaklar yine
yardım elde ederler.
Sonra yine yeni baştan yokluktan baş gösterirler de anadan doğma kör
değilsen gör derler.
Sen de bu suretle bil ki yoklukta güneşler vardır. Burada güneş
sayılan, orada süha yıldızıdır.
Kardeş yoklukta varlık nasıl olur? Zıt, zıddın içine nasıl girer
sığışır?
Ölüden diri çıkarır hükmünü bil. Yokluk ibadet edenlerin ümididir.
1020. Ambarı boş olan ekinci, yokluk ümidi ile neşelenmez mi?
O yokluktan tohum bitecek, mahsul verecek diye sevinmez mi? Bu işi
anladıysan düşün bak.
Sen de an be an yokluktan anlayış, zevk, huzur ve ihsan bulmayı
beklemektesin.
Bu sırrı açığa vurmaya izin yok. Yoksa (değersiz bir şehir olan)
Ebhazı bir Bağdat haline getirirdim.
Şu halde yokluk Tanrı sanatının hazinesidir. Ondan anbean ihsanlar
gelip durmaktadır.
1025.Tanrı eşsiz, örneksiz şeyler yaratıp durmaktadır.
Eşsiz örneksiz şeyler yaratan da o zattır ki bir aslı, bir dayanağı
olmadığı halde fer-i yaratır, izhar eder.
Yok gibi görünen ve hakikatta var olan alemle yok olduğu halde var
görünen alem
Tanrı yoku var ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar
etti.
Denizi örttü de köpüğü meydana çıkardı, rüzgarı örttü de sana tozu
gösterdi. Toprak, bir minare gibi havada döne,döne yücelir. Toprak,
kendiliğinden nasıl olur da yücelere çıkar?
A illetli, toprağı yücelerde görüyorsun, fakat rüzgarı görmüyorsun,
onu delil ile anlıyorsun.
1030. Köpüğü her tarafa gider görmektesin. Fakat denizsiz köpük var
olamaz ki. Köpüğü duygunla görür, denizi de delil ile anlarsın.
Düşünce gizlidir de dedikodu meydanda.
Bizse yok demeyi var olduğunu ispat sanmışız. Yoku gören bir gözümüz
varmış meğer.
Uykulu göz, hayalden ve yoktan başka ne görebilir ki?
Hasılı, azgınlıkla başımız dönmüş, şaşırıp kalmışız. Hakikat gizli
olduğundan hayal meydana çıkmış.
1035. Bu yoku nasıl da gözümüzün önüne dikti? O hakikat, gözden nasıl
oldu da gizlendi?
Aferin ey büyüler yapan üstat! Senden çekinenlere tortulu suyu saf
gösterdin!
Büyücüler pazardakilerin gözleri önünde ay ışığını ölçüp biçerler de
para alırlar, kar ederler.
Bu ölçüp biçmeyle para kazanırlar. Halbuki alıcının elinden para da
çıkar, kumaşı da kaybeder.
Bu alemde büyücüdür. Biz, onda ticaret ediyoruz, ondan ölçülüp biçilen
ay ışığını alıyoruz.
1040. O, büyücü gibi acele,acele beş yüz arşın ay ışığı ölçer.
Fakat ey tutsak, ömrünün parasını aldın mıydı paradan da olursun,
eline kumaş da geçmez, kesen de bomboş kalır.
Sana kul eüzü yü okumak, ey tek Tanrı, lütfet, beni bu üfürüklerden
koru, feryat bu düğümlerden!
O büyücü karılar düğümlere üfürürler. Onların şerrinden sana sığınırım
ey imdada yetişen Tanrı, medet demek gerekir.
Fakat azizim, bunu işinin, gücünün diliyle de okumalısın. Söz dili
gevşektir.
1045. Zamanede sana üç yoldaş vardır. Biri vefakardır ikisi gaddar.
Biri dostlarındır, öbürü malın mülkün. Üçüncüsüyse iyi işlerdir ve bu
vefalıdır.
Mal seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkmaz. Dost gelir,
gelir ama mezar başına kadar.
Ölüm günüde dost, sana hal diliyle der ki:
Sana buraya kadar yoldaşım, bundan öteye gidemem. Mezarının başında
bir zamancağız dururum.
1050. Fakat yaptığın işler vefakardır; onlara sarıl ki onlar; mezarın
içine kadar seninle gelirler.
Mustafa aleyhisselamın Sana, seninle beraber mezara gömülecek bir
eş, bir arkadaş lazım. Sen, onunla gömülürsün, sen ölüsün ama o
diridir. İyi ise sana iyilikte bulunur, kötüyse senden kurtuluşu
giderir.Bu eş, bu arkadaş, senin yaptığın işlerdir. Elinden geldiği
kadar işlerini iyileştir, iyi amelde bulun hadisinin tefsiri. Tanrı
elçisi doğru demiştir.
Peygamber dedi ki: Bu yol için amelden daha vefalı bir arkadaş, bir
yoldaş yoktur.
Amelin, iyiyse sana ebediyen dost olur. Kötüyse mezarında yılan
kesilir.
Babam, doğruluk yolundaki bu amel, bu kazanç, nasıl olur da üstatsız
elde edilebilir?
Alemde en aşağılık sanat bile hiç üstatsız elde edilebilir mi?
1055. Her sanatın önü bilgidir, ondan sonra amel gelir. Bu suretle de
amel, bir müddet mühletten, yahut ecelden sonra gayda verir.
Ey akıl sahibi, sanata çalış, fakat o sanatı, ehil olan kerem sahibi
ve temiz bir kişiden öğren.
Kardeş, inciyi sedefin içinde ara, sanatı da sanat ehlinden iste.
Öğütçüleri gördünüz mü insaf edin de onlardan öğrenmeye çalışın,
çekinmeyin. Bir adam tabak olsa da tabaklık sanatını yaparken kirli
bir hırka giyse bu hırka, onun zenginliğini ululuğunu azaltmaz ki.
1060. Demirci, demir döverken yırtık pırtık bir elbiseye bürünse halk
yanında itibarı eksilmez ki.
Şu halde kibir elbisesini bedeninden çıkar. Bir şey belleyip öğrenme
hususunda aşağılık bir elbiseye bürün.
Bilgi sahibi olmanın yolu sözledir. Sanat bellemenin yolu işle.
Yokluk istiyorsan o, konuşup görüşmeyle kaimdir. Bu hususta ne dilin
işe yarar ne elin.
Can yokluk bilgisini bir candan beller. Bu bilgi ne defterden
bellenir, ne dilden!
1065. O rumuz, yolcunun gönlünde varsa, ben de remizler bilirim derse
yolcu, henüz remizleri bilmiyor demektir.
Yolcunun gönlü açılır,nurlanırsa o vakit Tanrı, senin göğsünü açmadık
mı? Seni ferahlandırmadık mı? buyurur.
Senin içini açtık göğsünü ferahlattık.
Sense hala onu dışarıdan istemektesin. Süt sağılan yer, sensin de sen,
başkalarının süt sağmasını bekliyorsun.
Sende kıyısı bucağı olmayan bir süt kaynağı var. Sen neden tulumda süt
arasın?
1070. A su çeken, denize bir deliğin, bir yolun var senin. utan
kuyudan su çekmeye!
Elem neşrah ayetinde bildirildiği gibi senin göğsün şerh edilmedi mi
ki? Öyleyse neden sıkılır, neden yine şerh istersin ki?
İçinde gönlünün ferahlanmasına, şerh edilmesine bak ki Onlar,
kendilerinde olan Tanrı delillerini görmezler ayetindeki kınamaya
uğramayasın.
O sizinle beraberdir ayetinin tefsiri
Başının üstünde bir sepet dolusu ekmek var da sen hala şuraya buraya
koşup duruyor, ekmek istiyorsun.
Şaşkın mısın ne? Kendi başına dolan. Neden her kapıyı dövüp durursun?
Yürü, gönül kapısını döv!
1075.Dizine kadar dereye girmişsimde kendinden gafilsin, şundan bundan
su isteyip durursun.
Önünde de sana yardım edecek su var, ardında da. Fakat kaynaklara
ulaşman için önünde de set var, ardında da.
Ata binmişsin, at oyluğunun altında, fakat süvari at arıyor. Bu nedir?
dense at, fakat nerede? Diyor.
Hey gidi hey! Bu altındaki at nedir? dedin mi evet diyor, at ama o atı
kim gördü acaba?
Suyun sarhoşu su da gözünün önünde. Kendisi su içinde, fakat akar
sudan haberi bile yok.
1080. İnci gibi hani. İnci de deniz içinde deniz nerede? Der. Sedef
gibi olan hayal onun duvarı.
Nerede demesi kendisine hicap olmakta, güneşin ziyasını kaplayan bir
bulut kesilmede.
Kendi kötü gözü, gözüne perde olmada. Ben seddimi kaldırdım demesi,
kendisine set kesilmede.
Aklı kulağına bağ olmada. Ey Tanrı şaşkını, aklını Tanrıya ver.
Mustafa aleyhisselamın Bütün dertlerini bir dert yapanı, Tanrı başka
dertlerden kurtarır. Fakat dertlerini dağıtan, birçok şeylere
dertlenen kişiyi, hangi vadide helak olacaksa Tanrı kayırmazhadisinin
tefsiri
Aklını bir çok yerlere dağıttın. Halbuki o saçma sapan uğraşman, o
beyhude mırıldanman, bir tereye bile değmez.
1085. Aklının suyunu her diken, çekip durdukça akıl suyun, meyvelere
nasıl ulaşabilir?
Kendine gel de o kötü dalı kes, buda. Bu güzel dala su ver de
tazelendir.
Şimdi ikisi de yeşil ama sonuna bak. Bu sonunda bir şeye yaramaz,
öbürüyse meyve verir.
Bağın suyu buna helaldir, ona haram. Aralarındaki farkı sonunda
görürsün vesselam.
Adalet nedir? ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? dikeni sulamak.
1090.Adalet bir nimeti yerine koymaktır, her su çeken tohumu sulamak
değil.
Zulüm nedir? bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yere koymak.
Bu da ancak belaya kaynak olur.
Tanrı nimetini cana, akla ver, iç ağrısına uğramış, düğümlerle,
sıkıntılarla dopdolu olmuş tabiata değil.
Dünya gamının savaşını bedenine yükle. O can çekişmeyi gönlüne, canına
az tattır.
Yük dengini İsanın başına koymuş da; tekme atan, yuvarlanıp kalgıyan
eşeği çayıra salıveriyor.
1095.Sürmeyi kulağa çekmezler. Gönül işini bedenden istemek şart
değildir. Gönülsen yürü, nazlan, horluk çekme. Bedensen şeker yeme,
zehir tat!
Zehir bedene faydalıdır, şeker zararlı. Bedenin yardım görmemesi daha
iyidir. Cehennem odunu bedendir, onu azalt, bir odun daha biterse
hemen kes!
Yoksa iki alemde de Ebulehebin karısı gibi odun hamalı olursun, odun
hamalı.
1100.Sidre dalını odundan farket, ikisi de yeşil görünür yiğidim ama
bir değildir. O dalın aslı yedinci kat göktü.
Bu dalın aslı ise ateştir, dumandır.
Duyguya göre ikisi de birbirine benzer. Çünkü göz ve duygunun mezhebi,
yanlış görmedir.
Bu, can gözüne görünür, gönle varmak için yorul çabala. Ayağın yoksa
yuvarlan da nihayet her azı, her çoğu gör.
Şu beytin manası
Yolcuysan, yoldaysan, sana yol açarlar.
Yok olursan sana varlıkla yönelirler.
1105.Zeliha, her taraftan kapıları kapadı ama Yusufta hiçbir hareket
görünmedi. Kilit ve kapı tekrar açıldı, yol göründü. Çünkü Yusuf,
Tanrısına dayanmıştı, her yana dönüp dolaşmaktaydı.
Alemde bir yarık görünmemede ama Yusuf gibi hayran bir halde her yana
koşup gelmek gerek.
Ki kilit açılsın, kapı görünsün, mekansızlık size yer olsun.
Ey sınanan kişi, aleme geldin ama geldiğin yolu hiç görmüyor musun?
1110. Sen bir yerden, bir yurttan geldin. Geldiğin yolu bilmiyor
musun, hayır, değil mi?
Mademki bilmiyorsun, yol yok deme. Bu yolsuz yoldan bize gitmek
görünür. Rüyada neşeli bir halde sağa, sola gitmektesin. O meydanın
yolu nerede biliyor musun?
Sen gözünü kapa, kendini teslim et de kendini o eski şehirde göresin.
Fakat gözünü nasıl kapatabilirsin ki yüzlerce mahmur göz, senin gözünü
kapatmadan seni senden almada.
1115. Sen bir müşterinin aşkı ile gözünü dört açmışsın, ulu olma, baş
olma ümidine kapılmışsın.
Uyusan bile rüyada o müşteriyi görmedesin. Kötü baykuş, rüyada yıkık
yerden başka bir şey görebilir mi?
Kıvrıla büküle her an müşteriyi aramadasın. Fakat neyin var ki
satacaksın? Hiçbir şeyin yok, hiçbir şeyin.
Gönlünde bir ekmek, bir kuşluk kahvaltısı olsaydı alıcılara
aldırmazdın bile.
Peygamberlik davasına kalkışan kişiye Ne yedin de böyle ahmaklaştın,
saçma sapan söyleniyorsun? denilince Bir şey bulup yeseydim ne
ahmaklaşırdım ne saçma sapan söylenirdim demesi. Her iyi söze,
ehlinden başkasına söylenirse saçma denir, hatta söyliyenler, o sözü
söylemeye memur olsalar bile
Birisi ben peygamberim bütün peygamberlerden üstünüm diyordu.
1120. Boynunu bağlayıp padişaha götürdüler, dediler ki: Bu, ben Tanrı
elçisiyim demekte.
Halk, bu ne hiledir, bu ne saçma ve kötü şey diye karınca ve çekirge
gibi başına üşüşmüş.
Eğer bu, yokluk aleminden elçi olarak gelmişse diyorlar, biz hep
peygamberiz hep yüceyiz.
Biz de oradan garip olarak geldik, neden bu peygamberlik, sana mahsus
olsun?
Siz de uyuyan bir çocuk gibi yoldan, duraktan habersiz bir halde
gelmediniz mi?
1125.Duraklarda uykuda ve sarhoş olarak geçtiniz. Yoldan, yukarıdan,
aşağıdan bir haberiniz bile yoktu.
Bizse hoş bir halde beş duygu ve altı cihet aleminin ötesinden ta beş
duygu ve altı cihet alemine kadar uyanık olarak yürüdük.
Kılavuzlarımız haberdardı yol biliyorlardı.
Onun için durakların aslını temelini gördük.
Peygamberlik davasına kalkışsan hakkında padişaha, ona işkence ettir
de bir daha bu çeşit söz söylemesin dediler.
Padişah, onu pek bitkin pek zayıf gördü. Bir sille vurulsa
ölüverecekti.
1130.Artık onu dövmenin ona işkence etmenin imkanı mı vardı? Bedeni
adeta cama dönmüştü.
Padişah, ona güzellikle neden bu serkeşlik davasına giriştin? Diye
sorayım, Burada sertlik iş görmez tatlı dil, yılanı bile ininden
çıkarır dedi.
Halkı onun başından dağıttı. Padişah iyi bir adamdı zikri, virdi de
iyilikti.
Onu bir yere oturttu, yerini yurdunu sordu. Neyle geçinirsin nereye
sığınırsın dedi.
1135.Adam dedi ki: Darüsselamdanım, oradan yola çıktım, bu melamet
yurduna düştüm.
Ne bir evim var, ne benimle düşüp kalkan. Hiç ayın yerde evi olur mu?
Padişah latife ederek dedi ki: Ne yedin kuşluk övünü olarak neyin var?
İştahın var mı? Sabahleyin ne yedin ki böyle sarhoş bir hale gelmiş,
atıp tutuyor, esip savuruyorsun?
Adam, kuru, yaş, ekmeğin olsaydı peygamberlik davasına kalkışır mıydım
hiç?
1140. Bu kalabalığa peygamberlik etmek, dağda kalp aramaya benzer.
Hiç kimse dağdan, taştan akıl ve gönül aramaz, anlayış ve müşkül
şeyleri belleyiş ferasetini istemez.
Sen ne dersen dağ da sana hemen onu söyler, alaycılar gibi seninle
alay eder.
Bu kavim nerede, bu kavime haber vermek nerede? Cansız bir şeyden kim
can ister?
Sen, bir kadından, yahut paradan haber, verirsen hepsi malını, senin
önüne kor.
1145. Filan yerde seni bir güzel oğlan çağırıyor, sana aşık olmuş
dersen bunu anlar.
Fakat Tanrıdan bal gibi haber verir, ey ahdına bütün kul, Tanrıya
gel dersen,
Bu ölü alemden vazgeç de azık ve kar alemine git. Madem ki baki olmak
imkanı var, fani olma diye öğütte bulunursan,
Senin kanına kastederler. Fakat bu, din ve hüner taassubundan
değildir.
Halkın, onları Tanrıya ve ebedilik abıhayatına çağıran Tanrı
velilerine düşman olmasının ve onlarla yabancı bir halde yaşamasının
sebebi
Hatta mala mülke sarılmaları yüzünden bu sözleri duymak, onlara acı
gelir.
1150. Eşeğin yarasına bir bez bağlasan da o bez, yaraya yapışsa, sonra
onu çekip çıkarmak istesen eşek derhal,
Acıdan çifte atmaya kalkışır. Ne mutlu o adama ki böyle bir işe
girişmedi.
Hele eşeğin elli tane yarası olsa, her yarasının başında, yaraya
yapışmış bir bez bulunsa artık var sen kıyas et!
Mal mülk, bez gibidir, bu hırs ise yara. Kimin hırsı fazla ise yarası
fazladır. Baykuşun malı mülkü ancak yıkık yerdir. O, Tabes ve Bağdat
şehirlerinin vasıflarını dinlemez bile.
1155. Padişah kuşu yoldan geldi mi bu baykuşlara, padişahtan yüzlerce
haber getirir.
Saltanat merkezini oradaki bağları bahçeleri, dereleri anlatır.
Anlatır ama ona yüzlerce düşmen vah vah eder.
Doğan kuşu eski masallar anlatmada, saçma sapan söylenip durmada.
Halbuki asıl eskimiş ebedi olarak çürümüş olanlar, onlardır. Yoksa o
nefes eskiyi yenileştirir.
Eski ölülere can verir, akıl tacını giydirir, iman nuru bağışlar.
1160. Ruh bağışlayan güzelden nurunu esirgeme. O seni kır atın üstüne
bindirir.
Taçlar veren o başı yüce erden başını çekme. O, gönlünün ayağındaki
yüzlerce düğümü çözer.
Fakat kime söyleyeyim? Bütün köy içinde nerede bir diri? Abıhayatın
bulunduğu tarafa koşan kim?
Sen bir horluk görür görmez aşktan kaçmadasın. Bir addan başka aşktan
ne biliyorsun ki?
Aşkın yüzlerce nazı, edası, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde
edilebilir.
1165. Aşk vefakar olduğu için vefakar olanı satın alır. Vefasız adama
bakmaz bile.
İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne.
Kökün iyileşmesine, sağlamlaşmasına çalışmak gerek.
Bozuk düzen ahit, çürümüş köktür. Kökü çürümüş ağaç meyve vermez.
Ağacın dalları, yaprakları yeşil bile olsa kök çürümüş, kurumuşsa
faydası yok.
Fakat kökü sağlam da yeşil yaprakları yoksa nihayet günün birinde
yüzlerce yaprak el sallar.
1170. İlminle gururlanma da ahdini bütünlemeye bak. Çünkü bilgi kabuğa
benzer, ahitse onun içindir.
Kötü işli adam, kötülükte sabit oldu da iyilik edenlerin eriştikleri
devleti gördü mü? Şeytan olur, hasedinden hayrı menetmeye kalkışır,
Şeytan gibi hani. Harmanı yanan da herkesin harmanının yanmasını
ister. Görmedin mi namaz kılan kulu, namaz kıldırmaya çalışanı?
Vefakarların faydalandığını gördün mü sen, Şeytan gibi haset edersin.
Mizaç ve tabiatı bozuk ve hasta olan kişi, kimsenin iyi olmamasını
ister.
Şeytan gibi hasetçi değilsen dava kapısını bırak da vefa tapısına gel.
Madem ki vefan yok, bari söylenme. Çünkü sözün çoğu, bizlik benlik
davasıdır.
1175. Bu söz, gönlü geliştiren bir sözdür. Susmakla insan yüzlerce
gelişmeye nail olur. İçteki şey, dile geldi mi iç, harç olur gider.
Çok harç etme de o güzelim iç kalsın.
Az söyleyen adam da derin bir düşünce vardır. Söyleme kabuğu arttı mı
iç yok olur.
Kabuk kalın olursa iç küçülür, zayıflar. İç kemale geldi, güzelleşti,
büyüyüp oldu mu kabuk incelir.
Hamlıktan kurtulup yetişen olan cevize, bademe ve fıstığa, şu üç
meyveye bir bak.
1180. Kim isyan ederse Şeytan olur, iyilerin devletine haset eder.
Tanrı ahdine vefa edersen Tanrı da kereminden senin ahdini korur.
Sense Tanrıya vefa etmekten gözünü yummuşsun. Beni anın da sizi
anayım ayetini duymadın mı ki?
Ahdıma vefa edin ahdına kulak ver de sevgiliden Ahdınıza vefa
edeyim vaidi gelsin.
Ey hüzün sahibi, bizim ahdımız ve borç vermemiz nedir? yere kuru tohum
ekmek gibi.
1185. Ondan ne yere bir parlaklık gelir, ne yer sahibi zenginleşir.
Bu, ancak bunun aslını yokluk aleminden veren sensin, bundan bana
lazım diye bir işarette bulunmaktan ibarettir.
Yedim tohumunu da nişane olarak getirdim. Bu nimetten yine bize ihsan
et demektir.
Şu halde ey bahtlı kişi, kuru duayı bırak. Ağaç isteyen tohum eker.
Tohumun yoksa Tanrı, yine o dua yüzünden sana bir fidan bağışlar ki
görenler, ne hoş çalışmış da ne güzel fidana sahip olmuş derler.
1190. Meryem gibi hani. Derdi vardı da tohumu yoktu. Bu dert yüzünden
sanat sahibi Tanrı, o kuru hurma ağacını yeşertti.
Çünkü o ulu, o temiz kadın vefakardı. Tanrı bu yüzden o istemeden onun
yüzlerce muradını vefa etti.
Vefakar olan topluluk, bu vefayı bütün aleme yaymışlardır.
Denizler de onların buyruklarına uymuştur, dağlar da. Dört unsur bile
onlara kul, köle kesilmiştir.
Bu, inkar edenler, apaçık görsünler de inansınlar diye onlara bir
Tanrı ikramıdır.
1195. Onlar, öyle gizli ikram ve ihsanlara nail olmuşlardır ki, ne
akla, hayale gelir, ne de söze sığar.
Zaten iş, ebedi olan, kesilmeyen, tükenmesine imkan bulunmayan ikram
ve ihsandır.
Münacat
Ey gıda, temkin ve sebat ihsan eden Tanrı, halkı bu sebatsızlıktan
kurtar.
Sabit olmak lazım olan iş de bu iki büklüm olmuş nefse yardım et, onu
doğrult. Sen onlara sabır ver, sen onların terazilerinin iyilik
kefelerini ağırlaştır, sen onları suret düzenlerinin hilesinden
kurtar.
1200. Ey kerem sahibi, sen onları hasetten geri çek de haset yüzünden
taşlanmış Şeytan olmasınlar.
Halk geçici mal ve beden uğruna hasetten yanıp duruyor.
Padişahlara baksana. Haset yüzünden ordu çekip akrabalarını
öldürüyorlar. Pislikle dolu düzenbaz aşılar, birbirlerinin kanına,
canına kastediyorlar.
Visenin, Raminin, Husrevin, Şirinin hikayelerini oku, o ahmakların
haset yüzünden neler yaptıklarını gör.
1205. Aşık da yok oldu, maşuk da. Zaten onlar da bir şey değillerdi,
aşk ve hevesleri de.
O temiz Tanrıdır ki yoku yoka aşık eder, yoklukları birbirine vurur,
işler çıkarır. Gönlü perişan aşığın gönlünde hasetler baş gösterir.
Var olan, yoku bu çeşit güçlüklere sokar, böyle mecbur eder.
Herkesten ziyade merhametli, esirgeyici olan şu kadınlar yok mu? Öyle
olduğu halde iki ortak hasetten birbirini yer.
Taş yürekli erkekleri düşün, artık haset yüzünden onlar da ne hale
düşerler, bir kıyas et.
1210. Şeriat, latif afsun okumasaydı herkes, düşmanının bedenini
yırtar, paramparça ederdi.
Şeriat şerri def etmek için bir rey kullanır, Şeytanı delil şişesi
içine hapseder. Boşboğaz Şeytanı, tanıkla, yeminle, ahte yemininden
dönmesinden ilzam ederde Şeytan bu suretle şişeye girer.
Şeriat iki zıttı hoşnut eden bir teraziye benzer. Alayla doğruyu bir
araya getirir. Şeriat, bil ki kileye teraziye benzer. Onun sebebi ile
iki düşman da savaştan kinden kurtulur.
1215. Terazi olmasa o düşman, ziyan ettiğini, hileye uğradığını vehim
etmeden nasıl kurtulurdu?
Şu halde şu vefasız pis dünyada ne varsa hep hasettir, hep düşmandır,
hep cefadır.
Dünya böyle olunca artık devlet ve ikbale erişme hususunda cinler ve
insanlar, nasıl hasede düşerler, düşün!
Zaten o şeytanlar, eski hasetçilerdir. Bir an bile yol kesmeden
vazgeçmezler. İsyan tohumunu eken Ademoğulluları da haset yüzünden
şeytan olmuşlardır.
1220. Kuranı oku da bak. İnsan şeytanları da, Tanrının çarpmasıyla
Şeytan cinsinden olmuşlardır.
Şeytan birisini kandırma da aciz oldu mu bu çeşit insanlardan yardım
ister.
Siz dostsunuz, bize dostlukta bulunan, bizdensiniz, bizim tarafımızı
tutun derler.
Alemde birisinin yolunu kestiler, birini azdırıp yoldan çıkardılar mı
iki cinsten olan şeytanlar da sevinirler.
Birisi imanla can verdi, dinde mertebesi yüceldi mi iki bölük de
feryada, ağlayıp bağırmaya koyulur.
1225. Bir edep sahibi birisine akıl verdi, onu doğru yola getirdi mi
iki bölük de dişlerini çiğnemeye hayıflanmaya başlarlar.
Padişahın, peygamberlik davasına kalkışan kişiye Doğru peygamber
olan, adama ne bağışlar, yahut kendisiyle görüşen ve ona hizmet eden
kişiler, dille verilen öğütten başka ondan ne ihsan elde ederler?
diye sorması
Padişah söyle bakalım bari, vahiy nedir, yahut da peygamber olan, ne
elde eder? Diye sordu.
Adam dedi ki: Ne vardır ki peygamber, onu elde etmesin, yahut ne
devlet kalmıştır ki peygamber ona ulaşmış bulunmasın?
Tutalım ki bu peygambere gelen vahiy, Tanrı sırlarının hazinesi değil,
bal arısının gönlüne gelen vahiyden de aşağı değil ya.
Tanrı bal arısına vahiy etti ayetine gelince onun vahiy evi
tatlılarla doldu.
1230. O yüce ve ulu Tanrının vahiy nuru ile alemi mum ve balla
doldurdu.
Bense insanım, hakkımda Biz onu ululadık dendi. İnsan yücelere
gitmede. Artık insana olan vahiy nasıl olur da arıya gelen vahiyden
aşağı olur?
Sen Biz sana kevseri çokluğu, tükenmez soy sopu verdik ayetini
okumadın mı? Okuduysan neden böyle kupkuru ve susuz kaldın öyleyse?
Yoksa Firavun musun ki kevser, sana Nil gibi kan oluyor, pisleniyor a
illetli adam.
Tövbe et. Düşmanlardan vazgeç. Onun testisinde kevser suyu yoktur.
1235. Kimi, kevserden benzi kızarmış görürsen onun la düş kalk, onun
huyuyla huylan. Çünkü o, Muhammed huyuyla huylanmıştır.
Böyle yap da Tanrı için sever lerden sayıl. Çünkü Ahmetin ağacında
biten elma ondadır.
Kimi, kevser içmemiş dudağı kuru görürsen onu ölüm ve sıtma gibi
düşman say. Baban anan bile olsa o, hakikatte senin kanını içen bir
düşmandır.
Bunu, Tanrı Halilden öğren. O, önce babasından bizar oldu.
1240. Böyle ol da Tanrı tapısında Tanrı için sevmez düşmanlık eder
ler arasına katıl, aşk gayreti de seni kınamasın.
Sen, La ilahe illahlah Tanrıdan başka yoktur tapacak sözünü
okumadıkça bu yolun izini bulamazsın.
Bir aşığın sevgilisine, ettiği hizmetleri, gösterdiği vefaları, uzun
gecelerde Yanının yatak görmediğini, uzun günlerde çektiği elem ve
iştiyakı anlatıp da ben bundan başka bir şey varsa beni irşadet. Ne
buyurursan yapayım, hatta dilersen Halil aleyhisselam gibi ateşe
atışalım, Yunus aleyhisselam gibi kendimi deniz canavarının ağzına
atayım, Cercis aleyhisselam gibi yetmiş kere öldürmem lazımsa
öldüreyim. Şuayb aleyselam gibi ağlamaktan kör olmak gerekse olayım
demesi peygamberlerin vefalarının, canlarıyla oynamalarını saymaya
imkan yok ya, Sevgilinin de ona cevap vermesi
Bu aşık sevgilisinin huzurunda yaptığı işleri bir bir sayıyor, diyordu
ki:
Senin için şunları yaptım, bunları ettim. Şu savaş meydanında oklara
nişan oldum.
Mal gitti kuvvet gitti, namus gitti. Aşkından nice muratsızlıklara
uğradım.
1245. Hiçbir sabah, beni uyur, yahut güler bir halde görmedi. Hiçbir
akşam, beni düzgün bir halde bulmadı.
Acı ve tortulu neler içmişse etraflıca ve bir bir saymaktaydı.
Sevgilisine minnet olsun diye değil de aşkına yüzlerce tanık olmak
üzere bunları sayıp döküyordu.
Aklı olanlara bir işaret yeter. Aşıkların sevgiliye karşı duydukları
susuzluk, ne vakti gider, biter ki,
Usanmadan sözünü tekrarlar durur. Hiç balık bir işaretle duru suya
kanar mı?
1250. Bir söz bile söylemedim diye şikayet ederek o eski derde ait
yüzlerce söz söylüyordu.
Onda bir ateş vardı fakat neydi, bilmiyordu. Yalnız mum gibi, onun
hararetiyle ağlayıp duruyordu.
Sevgili dedi ki: Doğru bütün bunları yaptın ama kulağını iyi aç ve
dinle,
Aşkın ve sevginin aslının aslı olan bir şey var ki onu yapmadın. Bu
yaptıklarının hepsi feridir.
Aşık söyle dedi, o asıl nedir? Sevgili dedi ki: Ölmek ve yok olmaktır.
1255. Hepsini yaptın fakat ölmedin hala dirisin. Canınla oynayan
aşıksan hemen öl.
Aşık o anda uzanıp can verdi. Gül gibi başı ile oynadı, gülerek
sevinçli bir halde ölüp gitti.
O gülüş onda ebedi olarak kaldı, arif kişinin zahmete uğrayan canı,
aklı gibi.
Ayın nuru her iyiye kötüye vursa bile hiç kirlenir mi?
O yine tamamı ile tertemiz aya dönüp gelir, akıl ve can nurunun
Tanrıya dönüp ulaşması gibi.
Işığı yoldaki pisliklere vursa bile ayın nuru daima temizdir.
O yoldaki pisliklerden, o bulaşıklardan nur, pislenmez.
Güneşin nuru Geri dön emrini duymuş, acele aslına dönmüştür.
Ne külhanlarda pislenmiştir, ne gül bahçelerinin kokusunu almıştır.
Göz nuru ve nur görmüş zat, aslına dönmüştür; sevdası ovalarda,
çöllerde kalmıştır.
Birisi, arif bir alime Biri, namazda sesle ağlar, ah ederse namazı
batıl olur mu? diye sordu. Arif alim O yaşın adı, gözyaşıdır. Fakat
ağlıyan ne görmüş, ona dikkat etmek gerek. Eğer Tanrı iştiyakına
düşmüş de bu yüzden ağlamış, yahut günahlarından pişman olmuş da ondan
dolayı feryadetmişse namazı bozulmaz, daha kamil olur. Çünkü Kalb
huzuru olmadıkça namaz, namaz değildir denmiştir. Yok, bedeni bir
hastalıktan, yahut oğlunun ayrılığından ağladıysa namazı bozulur.
Çünkü namazın aslı, bedeni, oğlu terketmek ve İbrahim gibi oğlunu
kurban edip Nemrudun ateşine atılmaktır, namazın kemali için bu
lazımdır. Bu huylara bürünmek için Mustafa aleyhisselama da
İbrahimde sizin için uyulacak huylar, sıfatlar vardır diye emir
gelmiştir.
1265. Birisi, müftüden gizlice sordu: Bir adam namazda feryat ederek
ağlarsa, Acaba namazı bozulur mu, bozulmaz mı, namaz da ağlamak caiz
midir?
Müftü dedi ki: Gözyaşı denilen o yaş niçin aktı? O, ne gördü, neden
ağladı? Önce buna dikkat etmek gerek.
Acaba gizlice ne gördü de o gözyaşı çeşmesi aktı?
Eğer yalvarıp yakaran kişi, o alemi gördüyse ağlayışı ile namazı daha
makbul bir hale gelir.
1270. Yok, o ağlayış, o yaş, beden zahmetindense ip de kırıldı iğne
de.
Bir mürit, şeyhin huzuruna geldi. Pir, ihtiyar demek olan bu şeyh
söziyle yaşça ihtiyar olan değil, akıl ve marifet bakımından tecrübe
sahibi bulunanı kasdediyorum. İsa aleyhisselam da beşikte çocuktur,
Yahya aleyhisselam da çocuk mektebine gider ama ikisi de pirdir,
peygamberdir, mürit, şeyhini ağlar buldu. Onu görüp ona uydu, o da
ağlamaya koyuldu. İş bitip dışarı çıkınca şeyhin halini daha iyi bilen
başka bir mürit, gayrete gelip hemen arkasından koştu, ona yetişti.
Dedi ki: Kardeş, bak, sana söyliyim: Tanrı hakkı için şeyh alıyordu,
ben de ağladım diye aklına bir şey getirme ve böyle bir söz söyleme.
Otuz yıl riyasız riyazat çekmek, tehlikeleri atlatmak, ejderhalarla
dolu denizleri, aslan ve kaplarla dolu yüce dağları aşmak gerektir ki
şeyhin ağlayışına sahip olasın; yahut da bütün bunlarla beraber yine o
ağlayışa sahip olmazsın, bu da var. O makama erişebilirsen Yeryüzü
bana gösterildi diye çok şükür etmen gerek.
Bir mürit pirinin huzuruna vardı. Pir, hay hayla ağlıyordu.
Mürit şeyhi ağlıyor görünce o da ağlamaya koyuldu, gözünden yaşlar
akmaya başladı.
Kulağı duyan bir dost bir dosta latife etti mi bir kere güler, sağır
iki kere.
Birinci gülüşü halkı güler görerek taklitle gülmektir.
1275. Onlar gibi o da güler, güler ama öbür gülenlerin halinden haberi
yoktur. Neden güldünüz diye sorar, anlayınca ikinci defa gülmeye
başlar.
Mukallit de kendisindeki neşeyle aynen sağıra benzer.
Şeyhin ışığı vurur, meşrebi akseder, müritlere bir neşe feyzidir
gelir. Fakat bu feyiz müritlerden değildir, şeyhtendir.
Bu hal, suda duran sepete, cama vuran ışığa benzer. Bu hali,
kendilerinden bilirlerse noksanlıktır.
1280. Irmaktan çıkarıldı mı o inatçı, ondaki suyun, dereden olduğunu
anlar bilir. Cam da, ay batınca o ışığın, aydın aydan olduğunu anlar.
Kalk emri, gözünü açtı mı seher gibi ikinci defa güler.
Bu sefer o taklit alemindeki gülüşüne güleceği gelir, tatlı tatlı
güler.
Der ki: Bunca uzun ve uzak yollardan geldim. Hakikat, hep bu
hakikatmış, sırlar; hep bu sırlar.
1285. Ben o vadide kendimden uzak olarak neşeleniyor, körlüğümden,
hamlığımdan,
Ne hayaller kuruyordum, halbuki ne umuyordum ne çıktı? Ters anlayışım,
meğer bana ters ve yanlış suretler gösteriyormuş.
Yolda emekleyen çocukta erlerin düşüncesi nerede? Nerede onun hayali?
Nerede dosdoğru hakikat?
Çocukların düşünceleri ya dadıdır, ya süt. Ya kuru üzümdür, cevizdir
yahut da bağırıp ağlama.
O mukallit de illetli bir çocuğa benzer. İnce bahislere girişir,
deliller getirir ama aldırma.
1290. Delil bulmada ki, müşkül işleri halletmedeki o derinleşme, onu
basiretten alır.
Sırrının sürmesi olan hakikati bırakmıştır da müşkül şeyleri söylemeye
girişmiştir.
Ey mukallit, Buharadan dön de horluğa doğru yürü, ancak bu suretle
aslan bir er olabilirsin.
Nihayette kendi içinde başka bir Buhara görürsün ki saflar yaran erler
bile onun meclisinde kendilerinden geçmiş, bir şey anlamaz bir hale
girmişlerdir.
Çavuş, gerçi yeryüzünde pek çevik pek çabuk gider. Gider ama denize
varınca damarı kopar.
1295. O, ancak karada Onları yüklendik sırrına mazhardır. Asıl adam,
yükleri denizde yüklenendir.
Koş ey vehme, surete kapılmış adam, padişahında bir çok ihsan ve
lütufları vardır.
O saf ve bön mürit de, o azize uydu da taklitle ağlamaya koyuldu.
O mukallit de sağır adam gibi ağlayanı gördü, sebebinden haberi
olmaksızın ağlamaya başladı.
Bir hayli ağlayıp, tapı kılarak dışarı çıkınca başka bir hararetli ve
has mürit, ardına düşüp ona yetişti.
1300. Dedi ki: Ey bulut gibi habersiz ağlayan, bakışı ile adamı adam
eden şeyhin ağlamasına uyup hiçbir şeyden haberi olmaksızın ağlamaya
koyulan!
Ey vefalı mürit, Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için kendine gel. Gerçi
taklitten de faydalanırsın ama,
O padişahı ağlıyor gördüm de ben de onun gibi ağladım demek şartı ile.
Çünkü bu söz münkirliktir.
Bilgisizlik taklit ve zan ile dolu olan ağlayış, o inanılan kişinin
ağlayışına benzemez.
Sen bu ağlayışı o ağlayışa kıyas etme. Bu ağlayıştan o ağlayışa uzun
bir yol var.
1305. O ağlayış, tam otuz yıl savaştan sonra elde edilir. Akıl, o
makama yaramaz.
Akılla o makam arasında yüz konak var. Akıl, o durağı bilemez bilir
sanma. Onun ağlayışı, ne gamdandır, ne ferahtan. Güzelliğin ta kendisi
olan ağlayışı ruh bilir. Onun ağlayışı da o yandandır, gülüşü de.
Aklın vehmettiği şeylerden dışarıdır o. Onun gözyaşı, gözüne benzer.
Görmeyen göz nasıl olur da gören göze benzer.
1310. Onun gördüğünü ellemeye imkan yoktur, ne akıl kıyası ile
bilinir, ne duygu yolu ile!
Gece, ta uzaktan nuru gördü mü kaçar. Şu halde gece karanlığı, nurun
halini nasıl bilir?
Sinek, rüzgardan kaçar. Artık nasıl olur da rüzgarların zevkini
tadabilir? Önü olmayan geldi mi sonradan olan, abes olur. Şu halde önü
olmayan, sonradan olanı nereden bilecek?
Önü olmayan sonradan olan şeye aksetti mi onu hayran eder. Onu yok
etti mi de kendi rengine boyar.
1315. Dilersen yüzlerce benzerini bulabilirsin. Fakat benim için lüzum
yok o yoksul:
Bu Elif lâm mim ve Hâ mim bu harfler tıpkı Musanın asasına benzer.
Harfler de görünüşte bu harflere benzerler.
Fakat bunların vasıflarından değillerdir.
Sınama sözünden eline bir sopa alan kişinin sopası, bir iş başarma da
hiç Musanın sopasına döner mi?
Bu nefes, İsanın nefesidir, öyle her yelden, her üfürükten meydana
gelme nefes değil ki ferahtan, yahut gamdan meydana gelsin.
1320. Babacığım, bu Elif lâm mim ve Hâ mim insanların sahibi
Tanrıdan gelmiştir.
Her elif lâm buna nereden benzeyecek? Canın varsa bunlara o gözle
bakma. Gerçi harflerden meydana gelmiştir, hatta halkın harflerden
meydana gelen sözlerine de benzer.
Muhammet de etten deriden meydana gelmiştir, bu hususta her beden,
onun cinsindendir.
Eti vardır, derisi vardır, kemiği vardır. Fakat hiç bu bedenlere
benzer mi?
1325. O terkip de öyle mucizeler meydana geldi ki bütün terkipler mat
oldular.
Kurandaki Hâ mim terkibi de böyledir. Pek yücedir o,öbür
terkiplerse pek aşağıda.
Çünkü bu terkipten hayat meydana gelir, aciz halinde sür üfürülmüş
gibi her şey dirilir.
Hâ mim Tanrı lütfu ile Musanın asası gibi ejderha olur, denizler
yarar. Görünüşü başka sözlerin, terkiplerin görünüşüne benzer ama
değirmi ekmek, ay değirmisinden çok uzaktır.
1330. Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün
bunlar, ancak Tanrının huyudur.
Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o ince şeyler, onlardan adam
akıllı gizli kalmıştır.
Hasılı maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, itirazları
yüzünden de o ince şey fevt olup gitmiştir.
Keçiye mum iskemlesinde oynamak ve ayıya türlü türlü oyunlar
bellettikleri gibi bir halayık da hanımın eşeğine insana yaklaşmayı
öğretmişti, onunla nefsini körledi. Yalnız, eşek ileri gitmesin diye
yakınlaşacağı vakit eşeğin aletine bir kabak geçirirdi. Kadın, bu hali
gördü, fakat kabağa dikkat etmedi. Halayığı, bir bahane ile uzak bir
yere yolladı,ahıra girip eşeği kendisine yakınlaştırdı ve rezaletle
ölüp gitti. Halayık, ansızın gelip görünce A benim canım, a benim
gözümün nuru,aleti gördün, kabağı niye görmedin. Maslahatı gördün,
öbürünü niye görmedin? diye feryada başladı. Her noksanı olan
Melundur. Yani her noksanı olan bakış ve anlayış melundur. Maksat, bu
olmasaydı zahir gözü nakış olanlara, yani körlerle şaşılara acınmazdı.
Halbuki onlara acınır, lanet edilmez. Köre zahmet ve teklif yoktur
ayetini okusana. Bu ayet, körden teklifi de gidermiştir, laneti de
kaldırmıştır, azarlamayı da, öfkelenmeyi de.
Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği
kendisine alıştırmıştı.
O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı
öğrenmişti.
1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü
yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı.
Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.
Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları
da.
Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden
bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip
dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi.
Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber
veremedi.
Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin
haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya
çalışmaktaydı.
İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice
arayan nihayet bulur.
Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin
altına yatmıyor mu?
Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.
1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi
halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi.
Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş?
Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim.
Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.
Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı
süpürüp duracaksın? dedi.
Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
1350. Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için
işi gizledi. Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı,
güya oruçluyum demek istiyordu.
Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı
süpürüyor göründü.
Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni,
dedi.
1355. Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden
içmeden kesilmiş eşeğin hali ne?
İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni
beklemede.
Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi
ululayıp,
Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle.
Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa
kesiyorum.
1360. Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen
kadın onu yola vurunca,
Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam,
gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet
ateşiyle kararsız bir hale düştü.
Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi
haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!
1365. Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi
nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir.
Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de
mutlak nur sanırlar.
Yalnız Tanrı kulu böyle değildir. yahut da Tanrı birisini çeker
çevirir de yola getirir, yaprağı döndürür bu da başka!
Böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar.
Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde şehvetten beteri
yoktur.
1370. Şehvet yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. Yüz binlerce
akıllı, fikirli adamı şaşkın bir hale getirmiştir.
Bir eşeği bile Mısır Yusufu gibi güzel gösterdikten sonra o çıfıt,
bir Yusufu nasıl gösterir?
Pisliği afsunu ile sana bal göstermede, iş inada bindi mi balı nasıl
gösterir? Bir düşün artık.
Şehvet yemeden olur, az ye. Yahut bir kadın nikahla da kötülükten kaç.
Yedin içtin mi şehvet, seni harama çeker. Ele gireni elbet harcetmek
gerektir.
1375. Şu halde nikah Lâhavle okumaya benzer. Oku, yani bir kadın
nikahla da şehvet, seni belaya düşürmesin.
Madem ki, yemeye içmeye hırsın var, çabuk bir kadın al evlen. Yoksa
bil ki kedi gelir yağlı kuyruğu kapar.
Sıçrayan eşeğin sırtına taş yükü vur, o kaçmadan, sıçramadan önce
sırtına yükü yükle.
Ateşin ne yaptığını bilmezsin, savul oradan. Bu çeşit bilginle ateşin
çevresinde dönüp dolaşma.
Ateşe çömleği koyup çorba pişirmeyi bilmiyorsan bil ki ne çömlek
kalır, ne çorba.
1380. Su hazır olmalı, ahçılığı da bilmelisin ki o tenceredeki çorba,
dökülmeden, bozulmadan pişsin.
Demircilik sanatını bilmiyorsan demirci ocağından geçerken sakalını
bıyığını yakarsın.
Kadın kapıyı kapadı, sevine, sevine eşeği kendisine çekti, cezasını da
tattı ya! Eşeği çeke, çeke ahırın ortasına getirdi. O erkek eşeğin
altına yattı.
O kahpe de muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye
yatmıştı.
1385. Eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının
içine bir ateştir düştü.
Alışmış eşek kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz
kadın da geberdi.
Eşeğin aletinin hızından ciğeri parçalandı, damarları koptu
birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan derhal can verdi. Seki bir
yana düştü o bir yana.
Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm,
kadının canını aldı.
1390. Kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. Sen hiç
eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü?
Kurandan rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme.
Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan
daha kötü ve ayıp bir şeydir.
Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın
gibisin.
Tanrı, nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara
uygundur.
1395. Kıyamette sırların açığa çıkması budur. Tanrı hakkı için eşeğe
benzeyen nefisten kaç.
Tanrı, kafirleri ateşle korkutmuştur. Onlar da ateşe utançtan
hayırlıdır demişlerdir.
Tanrı hayır demiştir, o ateş, utançların aslıdır. Bu kadını öldüren şu
ateş gibi. Hırsından doyacak kadar yemek yemedi, daha fazla yemek
istedi. Kötü ölüm lokması boğazına durdu.
A haris adam doyacak kadar ye, hatta yemeğin helva ve palüze bile
olsa.
1400 Tanrı, teraziye dil verdi. Aklını başına devşir de Kurandan
Rahman suresini oku.
701 1400 Beyitlerin Notları :
S. 60-61, B. 726-728: "De ki: Tanrı'dan başka gökleri ve yeryüzünü
yaratan, kullarını yedirip doyuran fakat yemeyen birisi var mı ki onu
dost edineyim? De ki: Ben müslüman olanların ilki olmaya ve
müşriklerden olmamaya memurum." Sûre 6 (En'âm) âyet 14.
S. 61-62, B. 740-743: Peygamber, Mekke fethinden önce hac etmek üzere
sahabesiyle Mekke'ye gitmek istemiş ve hattâ hac edecekleri için
yanlarına yalnız kınsız olarak birer kılıç almışlardı. Mekke'ye Osman
elçi olarak gönderildi. Fakat müşrikler, müslümanların Mekke'ye
girmelerine izin vermedikleri gibi Osmanı da hapsetmişler, bunun
üzerine Hudeybiye denilen yerde bulunan Peygamber, orada bir ağacın
altına oturmuş ve Tanrı ve Tanrı elçisi uğruna ölünceye kadar
canlarıyla, mallarıyla savaşacaklarına dair kendilerine biat
etmelerini emretmiş ve sahabe, sevinerek ellerini Peygamber'in eli
üstüne koyarak biat etmişlerdir. Kur'an'ın 48 inci sûresi bulunan Feth
sûresinin 10 uncu âyeti bunu şöyle anlatır: "Onlar ki sana biat
ettiler, şüphe yok söz bundan ibaret: Tanrı'ya biat ettiler. Tanrı
eli, onların ellerinin üstündedir. Kim bu biattan dönerse zararı
kendisine. Kim Tanrı'ya ahdettiği şeyde durursa ona yakında büyük bir
mükâfat verilecektir." Hudeybiye, Mekke yolunda bir kuyudur. Bu
münasebetle de oraya bu kuyunun adı verilmiştir. Aynı sûrenin 18 inci
âyetinde "Muhakkak Tanrı, sana ağaç altında biat eden inanmış
kişilerden razı oldu, onların kalplerindekini iyice bildi, onlara tam
bir inanış ve huzur indirdi. Onlara yakın zamanda bir fetih verdi"
dendiğine göre bu biata "Şeceretür rıdvan biati", o ağaca "Şeceretür
rıdvan" yani Tanrı rızası ağacı denmiş, biatta bulunan sahabe de
Biatür rıdvan sahabesi diye anılmıştır. Sofiler, bu biata büyük bir
önem, verirler. Onlarca tarikata giren salik, şeyhin elini tutmakla bu
biat ehlinden olmuştur. Şeyhin eli, şeyhten şeyhe gide gide pire ve
nihayet H. Muhammed'e dayanır ki onun eli de hakikatte Tanrı elidir.
Hattâ bu inanışı, aralarında "El ele, el Hakk'a" sözüyle anlatırlar.
Peygamber'in altına oturduğu ağaç, zaman geçtikçe ziyaret edilmeye
başlanmış ve bunun sonucunun puta tapma gibi bir şey olacağını gören
ikinci Halife Ömer, bu ağacı kestirmiştir.
S. 62, B. 744: Sahabenin dereceleri, Sünni'lere göre şöyledir:
Peygamberden sonra en ulu ve derecesi yüksek kişi Ebubekir, ondan
sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra Ali'dir. Ömer'den sonra
Osman'la Ali'yi bir derecede tutanlar, yahut Ali'yi Osman'dan üstün
görenler de vardır. Bu dört sahabeye "Çar yârı güzin" yani seçilmiş
dört dost denir. Bunlardan sonra bunların da dahil oldukları on kişi
gelir ki bunlar, ilk müslüman olanlardandır ve Peygamber, bunların
cennetlik olduğunu "muştulamıştır. Bu on kişi şunlardır: Ebubekir,
Ömer, Osman, Ali, Abdürrahman-ibn-i Avf, Sa'd-ibn-i Ebivak-kas, Talha,
Zübeyr, Ebuubeyde, Said. Bu on kişiye, cennetle muştulandıklarından "Aşereyi
mübeşşere' yani cennetle muştulanmış on kişi denir. Bunlardan sonra
Bedir savaşında bulunanlar, onlardan sonra Uhud savaşında bulunanlar
onlardan sonra Hudeybiye biatında bulunanlar, onlardan sonra sair
sahabe gelir. Sahabenin derece bakımından en aşağı olanları, Peygamber
tarafından kendilerine zekâttan para ve hayvan ayrılıp verilerek
kalpleri müslümanlığa ısındırılmaya çalışılan ve bu suretle müslüman
edilen, yahut müslümanlıkta durmaları temin olunan, bu yüzden de
kendilerine "Müellefetülkulûb" denen dört yüz kadar kişiyle Mekke
fethinde esir edilip azat edilenlerdir ki Muaviye, babası ve anası,
bunlardandır. Sahabeden sonra sahabeyi görenler, onlardan sonra da
sahabeyi görenlere ulaşanlar, ileri derecede sayılırlar.
S. 62, B. 747: Peygamberin "İnsan, dostunun dinindedir", "insan
sevdiğiyle beraberdir" ve "Kim, kendisini bir kavme benzetirse o
kavimdendir, Kim bir kavmi severse onlarla haşredilir" dediği rivayet
edilmiştir.
S. 62, B. 751: "Onların, önlerine de set koyduk, ardlarına da;
gözlerini örttük, onlar görmezler." Sûre 36 (Yasin), âyet 9.
S. 63, B. 764: Kur'anın 111 inci sûresinin (Leheb) son âyetinden
alınmadır (5).
S. 64, B. 769: Kur'anda Şeytanın "Beni, insanları dirilteceğin güne
kadar yaşat" dediği
anlatılmaktadır (Sûre 7, A'raf, Ayet 14).
S. 65, B. 781: Sofilere göre her şey, Tanrının zatî iktizası olan
bilgisinde sabit "ilmî suretler" in tecellisidir ve kâinat, bu ilmî
suretlerin tecellisi olmak bakımından vardır, Tann'dan ayrı ve
müstakil varlığı yoktur. Tanrı bilgisindeki bu suretlere "Ayanı
sabite" denir. Sofilerce her şey, Tanrı bilgisinde nasılsa bu madde
âlemi dediğimiz âlem de öyle tecelli etmiştir. Bu inanış, Yunan
felsefesinin müslümanlaşmış bir şeklinden başka bir şey olmıyan "Hukemâ
felsefesi" nde de böyledir. Onlarca, da yaratıcı kudretin faal
tecellisi olan Aklı küll ile bu faaliyetin meydana getirdiği
münfeillik, yani Nefsi Küll, göklerdeki yıldızları meydana getirmiş,
bu yıldızlarını hareketi şevkiyye ile dönmeleri dört unsuru, yani
ateş, yel, su ve toprağı vücuda getirmiş, göklerle bu dört unsurun
birleşmesinden cemat, nebat ve hayvan vücut bulmuştur. Her şey, ne
olması lazımsa o suretle olmuştur, ilim, maluma tâbidir. Bir şeyin
değişmesine imkân yoktur. Yalnız sofiye, bu son noktada Hukemâ ile bir
değildir. Onlarca Tanrı, dilerse bir şeyin aynı sabitini, yani
bilgisindeki sureti değiştirir. "Bu, pek nadir olur, fakat olabilir.
Buna "Tebdili ayan" derler ki kerametlerin en yükseğidir. Tanrı'ya
yakınlaşmış, daha doğrusu mevhum varlığından tamamiyle geçmiş, Hak
varlığıyla var olmuş birisi, dilerse ayanı tebdil edebilir taşı altın,
altını taş yapar. Yahut bir şeyi bir yerde yok eder, başka bir yerde
var eder.
S. 65, B. 788: Kimya ve iksir için bakınız: c. l, s. 50,. b. 561 in
izahı.
S. 65-66, B. 789-802: Devirden bahsediyor.
S. 68, B. 822 den sonraki başlık ve bahis: Böyle bir hadîs rivayet
edilmiştir.
S. 68, B. 831 den sonraki başlık: "Şüphe yok ki islâm garip olarak
başladı, yakında yine başladığı gibi garip olur. Ne mutlu gariplere,
ne mutlu gariplere, ne mutlu gariplere." Bu hadîsin Müslim
hadislerinden olduğunu Ankaravi yazmaktadır.
S. 70, B. 844 den sonraki başlık : "Rafz, terketmek mânasına gelir.
Rivayete göre İmam Huseyn'in oğlu Ali Zeynelâbidin'in oğlu Zeyd,
Emeviler'e isyan ettiği zaman yanında bulunanlar, kendisinden Ebubekir
ve Ömer hakkındaki kanaatini sormuşlar, o da onları hayırla anınca
kendisini terketmişler, bu münasebetle Zeyd, "Rafaztümûnî" yani beni
terkettiniz demiş ve bundan sonra bunlara, daha sonra bütün Şiî'lere
Sünnîler tarafından Râfızi denegelmiştir.
S. 71, B. 869: Ebuhüreyre, Peygamberin ''Tanrı, ancak sizin
kalblerinize ve amellerinize bakar, suretlerinize ve mallarınıza
değil" dediğini rivayet etmiştir.
S. 76, B. 931 den sonraki başlık: Yusuf peygamber, zindanda iken Mısır
azizi, yedi zayıf öküzün yedi semiz öküzü yuttuğunu ve yedi tane yeşil
buğday başağıyla yedi kuru buğday başağını rüyasında görmüş, bunu düş
yorucular, yoramamışlar, evvelce zindanda rüyasını yorduğu zatın
aklına Yusuf gelmiş, azize söylemiş, o da Yusuf'u zindandan
çıkartmıştı. Yusuf, bu rüyayı, yedi yıl bolluktan sonra yedi yıl
kıtlık olacağı tarzında yormuş ve Mısır Azizi tarafından Mısır
hazinelerine emin tâyin edilmişti. Yusuf, hikâyesi, Kııranın 12 nci
suresi olan Yusuf sûresinde uzun boylu anlatılır. Bu âyet, o sûrenin
46 ncı âyetidir.
S. 77, B. 956-957: Peygamberin, kadınlar hakkında "Onlar Şeytan'ın
ipleridir", "Dünyadan ve kadınlardan sakının, iblis, pusudadır ve
insanları, kadınlarla avladığından daha mükemmel hiçbir şeyle
avlıyamaz" ve "Bundan sonra sizin kadınlara uymanızdan fazla hiçbir
şeyden korkmam. Sakının kadınlardan" dediği rivayet edilmiştir.
S. 79, B. 961 den sonraki başlık: "Biz insanı en güzel bir şekilde
yarattık. Sonra ona aşağı âlemlerin en aşağısına indirdik." Sûre 95
(Tîn), âyet 4-5 "Kimi yaşatır, ömürlü edersek onun gücünü, kuvvetini
azaltırız, hiç akıl etmezler mi ki?" Sûre 36 (Yasin), âyet 68.
S. 80, B. 973 ten sonraki başlık: Sûre 95 (Tin), âyet 8. S. 82, B.
996-999: Sûre 47 (Muhammed), âyet 4-5 ten.
S. -84, B. 1025 ten sonraki başlık ve bahis: Âlemin aslı, vücudu
mutlak olan Tanrı'nın, zati iktizası olan bilgisinde sabit "ilmî
suretler" dir. Âlem, bu surelerin tecelli-. sinden, ibarettir, yoksa
âlemi âlem olarak düşünürsek yoktur. Bunun için "Ayan, yani Tanrı
bilgisindekl suretler, varlık kokusunu bile duymamışlardır" denmiştir.
Bu suretle bu âlem, yok olduğu halde var görünür. Halbuki asıl var
olan âlem, Tanrı bilgisinde sabit olan "ilmî suretler" dir, fakat bu
âlem de var olduğu halde yok gibi görünür. İşte bunun için adem, yani
yokluk, varlığa bir ayna olmuştur. Hakikî varlık, o aynada tecelli
eder. Şüphe yok ki bütün bu inanış, Eflâtun'un "İde" yani misâl
âleminden meydana gelmiştir.
S. 85, B. 1042: Kur'an'ın 113 ve 114 üncü sûrelerine işarettir.
S. 86, B. 1050 den sonraki bahis ve başlık: Böyle bir hadîs rivayet
edilmiştir.
S. 86, B. 1056-1058: Bu üç beyit arapçadır.
S. 86, B. 1057: "Senin göğsünü açmadık mı, genişletmedik mi?" Sûre 94
(İnşirah), âyet 1.
S. 88, B. 1072 den sonraki başlık: "O, öyle bir Tanrıdır göklerle
yeryüzünü altı günde yarattı, sonra arşı kapladı. Yeri de bilir,
yerden bitip çıbanı da. Gökten ineni de bilir, göğe çıkanı da. O,
nerede olursanız olun, sizinle beraberdir. Tanrı, yaptığınız şeyleri
görür." Sûre 57 (Hadîd), âyet 4.
S. 89 B. 1083 ten sonraki başlık: Böyle bir hadîs rivayet edilmiştir.
S. 89 B.-1083 ten sonraki başlık: Zeliha, Yusuf'a âşık oldu ve bir gün
Yusuf'un bulunduğu odaya girip kapıları kapadı, Yusuf'u kendisine
çağırdı. Fakat Yusuf, Tanrı lûtfiyle onu reddetti. Becelleşirken
Yusuf'un arka tarafından eteği yırtıldı Yusuf, kapıyı armaya muvaffak
oldu, fakat Aziz, bu sırada kapı önündeydi. Yusufun suçsuz olduğu
anlaşılmakla beraber dedikoduyu önlemek için zindana atıldı ve tam
yedi yıl zindanda kaldı. Yusuf hikâyesi, Kur'an'ın 12 nci sûresi olan
Yusuf sûresinde uzun uzadıya anlatılır. Bu , vaka, sûrenin 23 üncü
âyetinde anılmaktadır.
S. 93, B. 1143-1144: "Onlardan seni dinleyenler var., fakat aklı
olmayan sağırlara duyurabilir misin? Onlarda sana bakanlar var.. fakat
görmeyenlere doğru yolu gösterebilir misin?" Sûre 10 (Yunus), âyet
42-43. Kur'anda aynı mealde başka âyetler de vardır.
S. 95, B. 1170 den sonraki başlık: Sure 96 (Alak), âyet 9-10.
Peygamberi, namaz kılmaktan meneden Ebucehil'dir.
S. 97, B. 1182: "Beni anın da sizi anayım. Nimetlerimi inkâr
etmeksizin şükredin bana" Sûre 2 (Bakara), âyet 159.
S. 97, B. 1183: "Ey İsrailoğulları, size nimet olarak verdiğim şeyleri
anın ve benden korkun da benimle ettiğiniz ahitte durun." Sûre 2
(Bakara), âyet 40.
S. 97, 1190: Meryem, Cebrail'in nefhinden gebe kalıp müddeti bitince
pek fena bir hale gelmiş, bu sırada kuru bir hurma ağacına tutunup
sallaması emredilmiş, sallayınca kuru ağaçta meydana geliveren taze
hurmalar dökülmeye başlamıştır. Bu vak'adan, Meryem'in doğurmasını ve
İsa Peygamberin doğar doğmaz konuşmasını anlatan 19 uncu sûrenin
(Meryem), 23-25 nci âyetlerinde bahsedilmektedir.
S. 98, B. 1204-1205: Vîse ve Ramin için c. S, s. 21, b. 228-229 un,
Husrev ve Şirin için Hafız Divanı, o. 66, b, 497 nin izahlarına
bakınız.
S. 100, B. 1220: "İşte böylece her Peygamber için insan ve cin
taifesinden düşman şeytanlar halk ettik; bazıları bazılarına uydurma
sözler duyururlar. Rabbin dilese yapamazlardı bu işi. Sen de onları
uydurdukları yalanlarla bırakıver gitsin." Sûre 6 (En'âm), âyet 112.
S. 101, B. 1229: "Rabbim, bal arısına dağlarda yurtlar yap, ağaçları
ve yüce yerleri yurt edin. Sonra her çeşit meyveden ye, rabbinin
yollarında itaatle yürü diye vahyetti. Onların karınlarından renkleri
çeşitli ballar çıkarır ve balda insanlara şifa vardır. İşte bu şeyde
düşünenler için bir delil var." Sûre 16 (Nahl), âyet 69.
S. 101, B. 1232: Kevser için bakınız, c. l, s. 272, b. 2731 ün izahı.
S. 101, B. 1236-1240: Birisini Tanrı için sevmek ve yine birisine
ancak Tanrı için düşman olmak hakkında bir hadîs olduğu gibi "Mümin
sevdi mi, Tanrıyı sever" mealinde de bir hadis rivayet edilmiştir.
S. 101, B. 1239: "İbrahim'in, babasına yarlıganma dilemesi, ancak ona
karşı bulunduğu bir vaadden ötürüydü. Fakat onun Tanrı düşmanı
olduğunu anlayınca ondan çekindi, İbrahim, şüphe yok ki çok ağlayıp
sızıldanan halim bir zattı." Sûre 9 (Tevbe), âyet 114.
S. 101, B. 1241 den sonraki baslık: "Onların yanları yatak yürü
görmez. Rablerine korkup lûtfunu umarak dua ederler ve kendilerine
verdiğimiz rızıktan yoksulları doyururlar." Sûre 32 (Secde), âyet 16.
S. 101, B. 1241 den sonraki baslık: İbrahim - Ateş, c. l, s. 63, b.
647 nin izahına bakınız.
S. 101, B. 1241 den sonraki baslık: Yunus - balık, c. 2, s. 291, b.
3138 in izahına bakınız.
S. 101, B. 1241 den sonraki baslık: Cercis, daha doğrusu Circit, İsa
Peygamberden sonra gönderilen bir Peygamberdir. Yetmiş kere
öldürmüşler, yetmiş kere dirilmiş.
S. 102, B. 1141 den sonraki başlık: Şuayb, Musa'nın kaynatası olan bir
peygamberdir. Musa bu peygambere Çobanlık etmiştir, c. 2, s. 153, b.
1646 nın izahına bakınız.
S. 104, B. 1264 den sonraki bahis: Böyle bir hadîs rivayet edilmiştir,
İlk âyet, Kur'an'ın 16 ncı sûresi olan Nahl sûresinin 123 üncü
âyetidir. Tamamı şudur: "Sonra sana doğruluğa mail olan İbrahim
şeriatına uy diye vahyettik. O Tanrı'ya şirk koşanlardan değildi"
İkinci âyet, 60 inci sûrenin (Mümtahinne) 4 üncü âyetidir. Tamamı
şudur: "Sizin için İbrahim'e ve onunla beraber bulunanlara uyacak
güzel huylar var, onlar da hani kavimlerine demişlerdi ya: Biz, sizden
ve sizin, Tanrı'dan başka taptığınız şeylerden ayrıyız. Sizi
reddederiz, tek Tanrı'ya iman edinceye kadar aramızda düşmanlık ve
buğuz meydana gelmiştir. Ancak İbrahim, babasına, sana Tanrı'dan
yarlıganma dileyeceğim ama azabı gidermek için elimden hiçbir şey
gelmez dedi, bu ayrı bir şey. Rabbimiz, sana dayandık, sana döndük,
dönülecek yer sensin."
S. 106, B. 1275 ten sonraki baslık: İsa, müslümanlarca doğar doğmaz
Peygamber olmuş Yahya'ya da dört yaşındayken peygamberlik verilmiştir.
Aynı başlıktaki hadîs şudur: "Yeryüzü bana dümdüz edildi doğuları da
gösterildi, batıları da. Ümmetimin mülkü, yakın zamanda bana
gösterilen yerlere ulaşacak, oraları kaplayacaktır."
S. 109, B. 1315-1328: Kur'an'ın 29 sûresi, harflerle başlar. 2, 3, 29,
30, 31 ve 32 inci sûreler (Bakara, Âli Imran, Ankebut, Rum, Lokman ve
secde) "Elif lam mim" diye, 7 nci sûresi (A'raf), "Elif lam mim sâd"
diye, 10, 11, 12, 14 ve 15 inci sûreleri (Yunus, Hud, Yusuf, İbrahim
ve Hıcr), "Elif lam râ" diye, 13 üncü sûresi (Ra'd) "Elif lam mim râ"
diye, 19 uncu sûresi (Meryem), "Kâf ha yâ ayn sâd" diye, 20 nci sûresi
(Tâhâ), "Tâ hâ" diye, 26, 28 inci sûreleri (Şuarâ, Kasas), "Tâ sin
mîm" diye, 27 nci sûresi (Neml), "Tâ sîn" diye, 36 ncı sûresi (Yasin),
"Yâ sîn" diye, 38 inci sûresi (Sâd), "Sâd" diye. 40, 41, 48, 44, 45 ve
46 ncı sûreleri (Mü'min, Secde, Zuhruf, Duhan, Câsiye, Ahkaaf), "Ha
mim" diye, 42 nci sûresi (Şûrâ), "Ha mîm ayn sîn kaaf" diye, 50 inci
sûresi (Kaaf), "Kaaf" diye, 68 inci sûresi (Kalem), "Nun" diye başlar.
Eskiler, bu harflere mâna vermekten çekinmişlerdir. Sonraları bunlara
sûrelerin adları diyenler okluğu gibi her harften, Tanrı adlarından
birini anlamak istiyenler de olmuştur. Meselâ "Elif lam mîm"
harflerinin "Allah, Lâtif, Mecid" adlarına delâlet etiğini
söylemişlerdir. Isnâaşeriyye'nin altıncı imamı olan ve İmam Huseyn'in
oğlu Ali'nin oğlu Muhammed'in oğlu bulunan "Ca'fer al-Şâdık" "Bu
harflerde bizim için sırlar vardır. Birinci Elif lam mîm de Muhammed,
ikincisinde Huseyn zuhur etti. Elif lam râ da Abbasoğullarının
saltanatı biter, Elif lam mîm sâd Mehdi'nin zuhuru zamanıdır" demiş ve
yine aynı îmam'la diğer imamlar da bu harflere dair sözler
söylemişlerdir. Eski yunanlılara Fisagor vasıtasıyle Mısır'dan, oraya
da Hind'den geçen inanışa göre harflerle sayılar arasında bir
münasebet vardır. 3, 7, 10, 40 gibi sayılar kutludur. Hattâ her sayı
bir şeye işarettir. Meselâ Fisagoriler'de 3 ilk sayılır.*, unsurlara
delâlet eder. 2 kadın demektir. 3 + 2=5 evlenmeyi gösterir. 3 + 3 = 6
her şeyin altı cihetine işarettir. Yedi, dört unsurla üç buudu ve
binaenaleyh varlığı gösteren ilk sayı, yani 3 ile dördü gösterir ki
kutlu bir sayıdır. 10 tam ve kâmil sayıdır. 10 ve 3, 7 namına yemin
edilir. Ebced hesabı da kökü, ta Hind'e kadar götürülmesi lâzım gelen
bir hesaptır sanırız. Tevrat'ta da bu sayıların meselâ kırkın
kutluluğunu gördüğümüz gibi "Ahdi cedid" de bilhassa Yohanna vahyinde
sayıların ehemmiyeti apaçık görünmektedir. Acaba Kur'anın bu
sûrelerinde de hakikaten sayılarla bir münasebet var mı ve bunlar,
birçoklarının dedikleri gibi birer şifre midir? Fazlullah'tan itibaren
Hurufiler de bu harflere çok ehemmiyet vermişlerdir. Onlarca bu
harfler, tekrarlanmamak şartıyla 14 tür: Bu harfler kastedilirse, yani
Elif, rı, kâf.... gibi yazılırsa "Elifden , "Sâd" dan , "Nün" dan
harfleri çıkar ki bu suretle on yedi harf olur. Geriye on bir harf
kalır. Bu on yedi harfe "Muhkemat", on bir harfe de "Müteşabihat"
derler. Bir yerde yurt tutmuş olan adam günde farzolarak 17 rikât
namaz kılar, seferde bulunan yolcu, 11 rikât namaz kılar, ikisinin
tutarı, Kur'anın, yani Arap harflerinin tutarı olan 28 dir. Aynı
zamanda her gün 17 rikât namaz kılındığı halde cuma günü öğle namazı
yerine 2 rikât cuma namazı kılınarak namaz, 15 rikât eder, ikisinin
tutan, Arap harflerine katılan "4" Fars harflerinin tutarı, olan 32
dir. Şia mezhebinde olanlar da bu on dört harfi terkip ederek " yani
"Ali" Tanrı'nın doğru yoludur, biz ona yapıştık" cümlesini
çıkarmışlardır. Hâsılı, bu harflerle pek çok uğraşılmıştır. Birçok
asıllı, asılsız dualarda Tanrıya bu harflerle ant verildiği,
yalvarıldığı da vardır. Mevlâna'nın da bu harflere pek büyük bir önem
verdiğini bu beyitlerde açıkça görmekteyiz.
S. 119, B. 1332 den sonraki başlık: Böyle bir hadis rivayet
edilmiştir. Başlığın sonlarındaki âyet, Kur'an'ın 48 inci sûresinin (Feth)
17 nci âyetindendir.
S. 115, B. 1395: "O gün, gizli şeyler meydana çıkar." Sûre 86 (Târık),
âyet 9.
S. 115, B. 1400: "Göğü yüceltti ve teraziyi kodu. Ölçüyü doğrultun,
teraziyi eksik tartmayın." Sûre 55 (Rahman), âyet 7-8.
|