3501. Tanrı korkusuyla heva ve hevesten geçtin mi
Tanrı tesniminden bir sağrak elde edersin.
Heva ve hevesine uyup dolaşma. Bırak o yolu. Tanrı kapısına, selsebil
ırmağına doğru gel.
Heva ve hevese uyup ot gibi yelin geldiği tarafa eğilme. Şüphe yok arş
gölgesi, çerden çöpten yapılma kulübelerden yeğdir.
Padişah, atı görürsün, sahibine verin. Tez beni bu günahtan kurtarın
dedi.
3505. Fakat kendi kendine şu kadarcık bile söyleyemedi: Aslanı bu öküz
başıyla aldatma.
Hileyle ortaya öküz ayağını getirmedesin. Yürü, Tanrı ata öküz
boynuzunu vermez.
Bu şöhret sahibi mimar, sanatını uygun yapar. Hiç atın bedenine öküz
azası koyar mı?
Mimar, bedenleri uygun yaratmıştır. Köşkleri, bir yerden bir yere
götürülür bir tarz da kurmuştur.
Köşklerin arasına balkonlar çıkarmış, bir taraftan öbür tarafa
sarnıçlar açmıştır.
3510. İçlerinde sonsuz bir âlem vardır.Bir kara çadıra bunca boşluğu
sığdırmıştır.
Gönül gözü, ululuk ıssı Tanrıdan daima halden hale dönmekte, daima
sihri helâle uğramakta bulunduğundan
Mustafa, Tanrıdan çirkini çirkin, hakkı hak olarak göstermesini
diledi.
İşin sonunda yaprağı döndürdüğün zaman pişmanlıktan ıstıraba
düşmeyeyim dedi.
3515. O eşsiz İmadülmülk ü de yaptığı o hileye sevk eden, yine
saltanat sahibi Tanrıydı.
Tanrı hilesi, bu hilelerin kaynağıdır. Kâlb, ulu Tanrının iki
parmağı arasındadır.
Gönlüne hile ve kıyası veren Tanrı, hırkanı ateşe vermeyi de bilir.
Kethüda ile borçlu garip hikâyesi. Onların, muhtesibin mezarından
dönmeleri ve Kethüdanın, o zatı rüyasında görmesi
Bu güzel hikâyenin de bir türlü sonu gelmiyor. Garip, o zatın
mezarından dönünce
Kethüda, onu kendi evine götürdü. O yüz altını, ondan mühürlü bir
kâğıt alıp kendisine teslim etti.
3520. Yemek çıkardı,hikâyeler söyledi. Adamcağızın gönlünde yüzlerce
ümit gülü açıldı.
Kolaylığın, güçlükten sonra geldiğini görmüştü. Garibe buna ait
hikâyeler anlattı.
Vakit gece yarısını bile geçti. Hikaâye söylerler, konuşup dururlarken
uyku, onları aldı, ta can otlağına kadar götürdü.
Kethüda rüyasında o kutlu muhtesibi gördü. Odanın baş köşesine geçmiş
oturuyordu.
Ona dedi ki: Ey iyi ve şirin Kethüda, neler söylediysen hepsini bir,
bir işittim, duydum.
3525. Fakat cevap vermeme izin yoktu. İzinsiz ağız açamam ki.
Biz, işlerin gidişatını öğrenmiş olduğumuzdan ağızlarımızı
mühürlediler.
Gayp sırları faş olmasın. Şu hayat, şu geçim yıkılmasın diye bizi
söyletmiyorlar.
Gaflet perdesi tamamıyla yırtılmasın, mihnet tenceresi yarı ham
kalmasın diye susturdular bizi.
Kulağımız kalmadı ama baştan ayağa kulağız. Ağzımız söylemiyor,
dudağımız yok ama baştanbaşa sözüz.
3530. Ne verdiysek burada bulduk şimdi. Bu âlem perdedir, o âlemse
asıl hakikî âlem.
Ekim günü, ektiğini gizleme günüdür; tohumu toprağa saçma günüdür.
Devşirme vaktiyse ektiğinin zuhur ettiği gündür. O gün mükâfat günü,
ettiğini bulma günüdür.
Muhtesibin, rüyada Kethüdaya, adamın borçlarını ödeme yolunu
göstermesi, definesinin yerini bildirip mirasçılarına da Şöyle bir
adam gelecek, ne alırsa çoğumsamayın, geri almayın. Hattâ kabul etmez,
yahut bir kısmını almak istemezse bile siz o defineden bir şey
almayın. Dilediğini, dilediği kadar alsın. Çünkü ben o defineden benim
ve akrabamın bir habbe dahi almayacağına dair Tanrıya nezirlerde
bulundum. dediğini haber vermesi
Şimdi benden, o yeni konuğa edeceğin ihsanları duy. Onun gelip
çatacağını görüp duruyordun.
Onun borcundan haberim vardı. Onun için iki üç mücevher hazırlamıştım.
3535. Onların değeri, borcuna yeter de artar bile. Konuğum,
dertlenmesin diye bu işe girişmiştim.
Onun dokuz bin altın borcu var. Ona de ki: Borcunu bunların bir
kısmıyla öde.
Bir hayli para artar, onları harca, beni de duadan unutma.
Onu kendi elimle vermeyi isterdim. Filân deftere de bunu yazmışımdır.
Fakat ecel mühlet vermedi ki ona Aden incilerini gizlice vereyim.
3540. O lâal ve yakutları, bir şeye sardım. Onlar, o garibin borcu
için sakladığım şeylerdir, üstünde de onun adı yazılıdır.
Filân kemerin altına gömdüm. O dostun gamını, önceden yedim ben.
Onların değerini Padişahlardan başka kimsecikler bilmez.Satarken
dikkat et, aldatmasınlar seni.
Aldanmadan korkuyorsan bir şeyi alırken Peygamberin öğrettiği gibi üç
günlüğüne muhayyer olarak al.
Onların kesada düşeceğinden, değerlerinin düşkün olacağından korkma.
Onun revacı hiç geçmez.
3545. Mirasçılarıma da selâm söyle benden. Bu vasiyeti de kıldan kıla
onlara anlat.
O altınların çokluğuna kapılmasınlar.Hepsini o konuğun önüne
yığsınlar.
Bu kadarını istemem derse al, dilediğine ver desinler.
Ben verdiğimden bir habbe bile geri almam. Memeden çıkan süt, bir daha
gerisin geriye memeye girmez.
Verdiğini geri alan, Peygamberin sözüne göre köpek gibi kusmuğunu
yemiş olur.
3550. Bana lâzım değil diye kapısını örter, o altını kabul etmezse
altınları götürüp onun kapısına döksünler.
Kim oraya uğrarsa o altınları alsın, götürsün. İhlâs sahibi kimseler
hediye ettikleri şeyi geri almazlar.
Ben o parayı o mücevherleri iki yıl önce onun için koydum, ululuk ıssı
Tanrıya böyle nezirde bulundum.
Mirasçılarım ondan bir şey almak isterler. Bunu caiz görürlerse
aldıklarının yirmi misli ziyana girerler.
Gönlümü incitmeden çekinmezlerse onlara yüzlerce mihnet kapısı
açıktır.
3555. Tanrıdan tatlı dillerle dilerim ve umarım ki hakkı, müstahak
olana ulaştırır.
Bu sözlerden sonra Kethüdaya iki şey daha anlattı ki onları anlatmak
için ağzımı açmayacağım.
Hem o iki şey sır olarak kalsın, hem de Mesnevi o kadar uzamasın
artık.
Kethüda sıçrayıp ellerini çırparak uyandı. Gâh gazel okumaktaydı, gâh
bağırıp ağlamakta.
Konuk, ne sevdalardasın dedi. Ey kethuda, sarhoş ve güzel bir halde
kalktın.
3560. Gece rüyada ne gördün ey ulu er? Ne gördün de böyle şehre de
sığamıyorsun, ovaya da.
Filin rüyada Hindistanı mı gördü de böyle dostların halkasından
kaçtın?
Kethuda, güzel bir rüya gördüm dedi. Gönlüme doğmuş bir güneş gördüm.
O uyanık muhtesibi, o sevgiliye ulaşmak için can vereni gördüm.
İstekleri veren, bir iş için çağrılınca bin kişiye bedel olan efendiyi
gördüm.
3565. Sarhoş ve kendisinden geçmiş bir halde böyle sayıp dökerken
nihayet sarhoşluk, aklını, fikrini aldı.
Evin ortasına upuzun düştü. Halk, başına üşüştü.
Bir müddet sonra kendisine gelince dedi ki: Ey iyilik, güzellik
denizi, ey akılları kendisinden geçiren!
Uyanıklıkta uyku veren, gönülsüzlük âleminde gönül alıcılığı
bağışlayan!
Aşağılık yoksullukta bir gönül zenginliği verir.Devlet boyunduruğunu
da yoksulluk zinciri edersin.
3570. Zıddı, zıddın içine kor, yakıcı suya ateş hararetini verirsin.
Nemrud un ateşinde bahçe gizlidir, harcamakla ihsan etmekle gelir
artar.
Bunun içindir ki o kurtuluş padişahı Mustafa, Ey nimet sahipleri,
cömertlik kazançtır, kârdır demiştir.
Mal, sadakayla katiyen azalmaz. Hayırlarda bulunmak, malı zâyi etmez,
kaybolmaktan kurtarır.
Altın zekât vermekle coşar, fazlalaşır. İnsanı kötülükten, fenalıktan
kurtaran namazdır.
3575. Zekât vermen keseni korur. Namazın da seni kurtlardan kurtarır,
çobanlık eder sana.
Tatlı meyve; dalların, yaprakların arasında gizlidir. Ebedî yaşayış,
ölümün içindedir.
Gübre, bir suretle toprağın gıdası olmuş yer, o gıda ile bir meyve
doğurmuştur.
Varlık, yoklukta gizlenmiştir.
Secde edilme de secde etmede mevcuttur.
Demirle taş, görünüşte karanlıktır. Fakat iç âlemde nurdur âlemin
ışığıdır.
3580. Korkuda yüzlerce eminlik gizli. Gözün karasında bunca aydınlık
var.
Beden öküzünün içinde şehzade var. Defineyi bir yıkık yere gömmüşsün.
Bu suretle de bir kart eşek, o güzelim defineyi anlamasın, ondan
kaçsın; yani iblis, öküzü görsün, padişahı görmesin diyorsun.
Bir padişah , üç oğluna Ülkenin filân yerini şu tarzda düşüp koşun,
filân yere şu çeşit hâkimler tâyin edin.Yalnız amanın, Tanrı hakkiyçin
filân kaleye gitmeyin, onun etrafında dolaşmayın diye vasiyette
bulundu.
Bir padişahın üç oğlu vardı. Üçü de anlayışlı, görgülüydü.
Her biri, öbürlerinden daha değerli, cömertlikte yiğitlikte, savaş eri
olmada öbürlerinden üstündü.
3585. Şehzadeler, padişahın tapısında toplandılar. Âdeta padişahın iki
gözünün nuru üç tane mumdular.
Babanın ağaca benzeyen vücudu, gizli bir yol vasıtasıyla oğul un iki
gözünden su alır, gıdalanır.
Oğuldan coşan bu kaynak ananın, babanın bahçelerine kadar akar gider.
Anayla babanın gönül ve hayat bahçeleri bu suretle yeşerir, tazeleşir.
Onun gözleri, bu iki ırmak yüzünden yaşarır, gözyaşı döker.
Kaynak hastalanıp kötüleşirse o ağacın dalları, yaprakları da kurur.
3590. O ağaç kurumaya başlar, çünkü oğulun vücudundan sulanıyor,
gıdalanıyordu.
Nice böyle gizli su yolları vardır ki ey gafiller, sizin canınıza
ulanmıştır
Gökten, yerden nice sular çektin de vücudun böyle semirdi.
Fakat bu iğretidir. Az, az sıkıştırmak gerek. Çünkü elde edilenin
bırakılması lâzım.
Yalnız Tanrının Âdeme ruhumdan ruh üfürdüm dediği varlık yok mu? O
kalır işte. Sen de ruha bak, başkaları beyhudedir.
3595. Fakat bu beyhude sözünü, cana, ruha nispetle söylüyorum, her
şeyi sağlam bir surette yapan sanatkâra, Tanrıya nispetle değil ha!
Ârif, ebedî hayat kaynağından yardım diler vefasız suların
çeşmelerinden bir şey dilemez, onlara yüz tutmaz ve aldırış bile
etmez. Bunun nişanesi de Şu gurur , şu aldanma yurdu olan dünyadan
çekinmektir. Kim, bu fâni kaynaklara dayanır, güvenirse ebedî kaynağı
adam akıllı ayıramaz.
Canında bir iş gerek
Yoksa bu iğreti şeylerden bir kapı açılmaz.
Evin içindeki bir tek çeşme
Dışardan gelen ırmaktan yeğdir
Her şeyin aslı olan kaynak coşar da seni bu su yollarına muhtaç
etmezse ne mutlu!
Sen, yüzlerce kaynaktan su içmedesin. O yüz kaynaktan ne kadarı
azalırsa sendeki hoşluk da o kadar azalır.
Fakat içerden bir güzelim kaynak coştu mu seni başka kaynakları
gözlemekten kurtarır.
Gözünün nuru, balçıktan oldu mu onun sana vereceği şey de ancak gönül
derdinden ibarettir.
3600. Kaleye dışardan su gelirse emniyet ve barış zamanında iyidir ama
Düşman geldi de kaleyi çevirdi, kaledekiler kanlarına, battılar mı
Düşman askeri, dışardan gelen suyu keser, kaledekilerin o suya
güvenmemelerini temin eder.
İşte o zaman kale içindeki bir acı kuyu dışarıdaki, yüz tatlı ırmaktan
daha iyidir.
Sebepleri kesen ecel ve ölüm askeri de kış gibi dalları, yaprakları
kesmeye gelir.
3605. O zaman ağaçlara bahar, yardım edemez. Ancak iç âlemindeki
sevgilinin bahara benzeyen yüzü yardım eder.
Onun için şu toprak yeryüzüne Gurur, aldanış yurdu denmiştir. Çünkü
göçme çağına ulaştın mı senden ayağını çekiverir.
Ondan önce senin sağında, solunda koşar, senin derdini ben alırım,
senin yerine ben dertlenirim derdi. Bir şey almadı ya!
Gam zamanlarında sana, senden gam ırak olsun, gamla aranda on dağ
bulunsun derdi.
Fakat elem ordusu geldi de ağzını kapattı mı, seni görmüşlüğüm var
bile demez.
3610. Tanrı, şeytan içinde bu çeşit bir örnek gösterdi. Hilelerle seni
savaşa sokar.
Ben seninleyim, sana yardım eder, tehlikelerde senin önüne ben düşer,
tehlikeye ben koşar, göğüs gererim.
Oklara siper olur, dara düştün mü seni kurtarırım.
Senin sürçtüğün yerde ben canımı feda ederim. Sen bir Rüstemsin, bir
Aslansın. Yürü, ercesine karşı dur.
Diyerek bu işvelerle seni küfür yoluna getirir, o hile, düzen çuvalına
sokar.
3615. Fakat ayağını attın da hendeğe düştün mü ağzını açar, kahkahayla
gülmeye başlar.
Sen, aman yahu dersin, gel, ümidim sende. O hadi hadi der, git, ben
senden bıkmışım zaten.
Tanrının adaletinden korkmadın, bense korkarım. Ellerini çek benden!
Tanrı da onda zaten iyilikten eser yoktur. Şimdi bu hileyle nasıl,
nerede kurtulacaksın? dedi ya.
Hesap gününde yapanın da yüzü karadır, yapılanında. İkisi de
taşlanırlar.
3620. Adalet bakımından yol kesen de uzaklık kuyusundadır, yol yitiren
de ve o azap yurdu, ne kötü bir yatılacak yerdir.
Yolunu azıtan aptal da kurtuluştan ümidini kesmeli, yol azdıran da!
Burada eşek balçığa saplanmıştır, eşekçi de, burada da gaflettedirler,
orada da çamura saplanır kalırlar.
Ancak geri dönenler, ondan vazgeçenler ayrı. Onlar güz mevsiminden
çıkar, Tanrının lûtuf ve ihsan baharına ererler.
Tövbe ederler, Tanrı da tövbeyi kabul eder. Onun buyruğunu tutarlar ve
o, ne güzel bir buyruk sahibidir.
3625. Pişman oldular da inlemeye, başladılar mı suçluların
iniltisinden arş bile titrer.
Hem de ananın çocuğunun üstüne titreyişi gibi. Onların ellerini tutar,
onları yücelere çeker.
Tanrı der, sizi aldanmadan, ululanmadan kurtardı, işte ihsan
bahçeleri, işte suçları örten, yargılayan Tanrı!
Bundan böyle size ebedî ve tükenmez rızıkla azık Tanrı havasından
gelir, damdan, oluktan değil.
Deniz, bütün vasıtaları, gayretinden kaldırdı, bizzat kendisi lûtfa
ihsana başladı mı artık susuz da balık gibi elindeki maşrapayı terk
eder.
Şehzadelerin babalariyle vedalaşarak ülkeyi gezmeye gitmeleri ve
padişahın , onlara ayrılırken yine aynı tarzda vasiyette bulunması
3630. O üç oğlan da babalarının ülkesinde seyahate çıkmayı kurdular.
Divan ve geçim işlerini düzene koymak üzere babalarının şehirlerini
kalelerini gezip dolaşacaklardı.
Padişahın elini öpüp vedalaştılar. O emrine itaat edilir padişah
onlara dedi ki:
Gönlünüz nereye isterse varın. Allaha emanet. Elinizi, kolunuzu
sallaya, sallaya gidin.
Yalnız Hüş-rüba- Akıl kapan derler bir kale vardır. Orada nice
erlerin kaftanı, bedenine dar gelir. Sakın oraya gitmeyin.
3635. Allah aşkına olsun sakın Zatüssuver- Resimli denen kaleye
varmayın. Oradan uzak olun, tehlikeden korkun.
O kalenin yüzü, arka tarafı, burçları tavanı döşemesi hep insan
resimleriyle bezenmiştir.
Yusuf, dalıp baksın diye Zeliha da odasını resimlerle bezemişti ya
hani.
Yusuf, ona bakmadığından o da hileye başvurmuş, odayı kendi
resimleriyle doldurmuştu.
Güzel yüzlü Yusuf, nereye bakarsa elinde olmaksızın onun yüzünü görsün
diye böyle yapmıştı.
3640. Tanrı da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mazhar
etti.
Her hayvan, her bitki, nereye baksa; nereye varsa; Tanrı güzelliğini
görsün; ondan gıdalansın dedi.
Onun için o oraya Nereye dönersiniz Tanrı yüzü var buyurdu.
Susar da bir bardaktan su bile içersiniz suyun içinde Tanrıya
bakmaktasınız.
Fakat âşık olmayan suya bakar da suyun içinde kendi yüzünü görür ey
gözü açık er!
3645. Ama âşıkın sureti, Tanrıda fani olursa söyle bakalım, suda
kimin suretini görür?
Güneşte Tanrı güzelliğini görür âşıklar. Gayret sahibi Tanrının
sanatıyla nasıl ay, suya vurur da suda görünürse güneşte de hak
görünür.
Fakat Tanrının bu gayreti, âşık ve sadık kişileredir, şeytanla
hayvana tecelli etmez o.
Şeytan bile âşık olsa topu çeler. Bir cebrail kesilir, şeytanlığı
ölür.
Bu makamda Şeytanım, benim elimde Müslüman oldu sırrı belirir.
Yezidlik Tanrı ihsanıyla kalmaz, Yezit, Bayazıt olur.
3650. Ey kavim bu sözün sonu gelmez. Siz, o kaleye insan resimlerinden
sakının!
Olmaya ki heves yolunuzu kessin, ebedî bir kötülüğe düşesiniz.
Tehlikeden sakınmak farzdır. Benden bu garezsiz sözü duyun!
Kurtuluş arıyorsan aklın sağlam ve keskin olması, belâ pususundan
çekinmek yeğdir.
Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi.
3655. O kaleye gitmek akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa
akmayacaktı bile.
Çünkü tanınmış bir kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi.
Kalelerden, yolardan uzaktaydı.
Fakat babaları gitmeyin deyince bu sözden hevese, hayale düştüler.
Bu men edilme yüzünden gönüllerinde bir rağbettir uyandı, onun sırrını
mutlaka öğrenmek gerek dediler.
Men edilen şeye gitmeyin, yapmayın denen şeyi yapmayan kimdir? İnsan
men edildiği şeye haristir.
3660. Bir şeyi yapma demek, iyi ve Tanrıdan çekinir kişileri o şeye
yanaştırmaz ama hava ve hamasîne uyanları o tarafa sürer, götürür.
Şu halde bu yapmayın sözü, birçok kişileri azdırır. Birçok kalbi
uyanık kişilerde bununla doğru yola gitmiş olurlar.
Alışkın güvercin kamışlardan kaçar mı hiç? O kamışlardan alışmamış,
yabani güvercinler kaçar.
Şehzadeler de hizmetlerde bulunuruz, dediğin gibi hareket ederiz baş
üstüne.
Buyruğundan dışarı çıkmayız. Senin lûtuf ve ihsanından gaflet etmek,
küfürdür dediler.
3665. Fakat kendilerine güvendiklerinden Tanrı izin verirse demediler.
Tanrıyı anmadılar bile.
Bu Tanrı izin verirse demek, bu kat, kat tedbir ve ihtiyat, Mesnevinin
başlangıcında anlatıldı.
Yüz tane kitap olsa hepsi de bir baptan ibarettir. Yüz tarafta da bir
tek mihraba dönülür.
Bu yolların hepsi de tek bir eve çıkar. Bu binlerce başak, bir tek
tohumdan meydana gelmiştir.
Çeşit, çeşit yüz binlerce yemekler vardır. Fakat yemek olmak
bakımından hepside bir şeydir.
3670. Bir tanesini yedin de tamamıyla doydun mu elli tane yemek olsa
hepsinden soğursun.
Fakat açken şaşılığın tutar, bir yemeği yüz bin yemek görürsün.
O halayığın hastalığını, doktorların ahvalini, kusurlarını,
anlayışsızlıklarını söylemiştik ya.
Hekimler, yularsız atlara benziyorlardı. Üstlerindekinden haberleri
bile yoktu.
Damakları, gemden yaralanmıştı, tırnakları yol yürümeden incinmişti.
3675. Öyle olduğu halde üstümüzdeki hünerini gösteren bir binici
demiyorlardı, haberleri yoktu bundan.
Demiyorlardı ki bu perişanlığımız gemden değil. Üstümüzdeki sevgili
süvariden.
Gül devşirmek için bahçeye gitti. Gül göründü bize ama meğerse
dikenmiş diyen yoktu.
Hiçbiri, aklını başına alıp da bizim boğazımızı kim tekmeliyor demedi
gitti.
Hekimler, sebebe kul kesilmişler, Tanrı hilesini görememişlerdi.
3680. Bir ahıra öküz bağlasan, sonra öküzün yerinde bir eşeği bağlı
bulsan,
Bu işi gizlice kim yaptı diye araştırmaz, uykudaymış gibi gaflet
edersen bu, eşekliktir.
Kendi kendine Bunu değiştiren kim? Görünmüyor ama acaba
göktekilerden biri mi yaptı bu işi demiyorsun ha?
Oku dosdoğru sağ tarafa attın, gördün ki sola gitti!
Bir ceylân avlamak için at sürdün, domuza av oldun!
3685. Kazanç için kâr elde etmeye koştun, kâr şöyle dursun, hapse
girdin.
Başkaları için kuyu kazdın, bir de gördün ki o kuyuya sen düşmüşsün.
Görüyorsun ki Tanrı, sebeplere el attın ama seni muradına eriştirmedi.
Peki neden sebepler hakkında bir kötü zanna düşmedin?
Niceler, kazançla padişah kesildiler, niceler de kazanç peşinde
çırçıplak kaldılar.
Nice kişi, kadın olarak Kaarun oldu. Nice kişi de kadın yüzünden
borçlandı.
3690. Şu halde sebep, eşeğin kuyruğu gibi oynar, döner durur. Ona pek
dayanmazsan daha iyi edersin.
Hattâ sebebe yapışırsan bile yiğit olmamalısın ki altında nice
tehlikeler gizlidir.
İşte bu tedbir ve çekinme Tanrı izin verirse demenin sırrıdır.
Çünkü bu kaza ve kader, insana eşeği keçi gösterir.
Bir adam, yiğit ve akıllı bile olsa kaza ve kader, onun gözünü bağladı
mı şaşkınlığından eşek gözüne keçi görünür.
Gözleri döndüren Tanrıdır. Peki gönlü ve fikirleri döndüren kimdir?
3695. Kuyuyu lâtif bir ev görürsün, tuzağı zarif bir tane.
Bu, sofestailik değildir. Tanrının değiştirmesidir. Hakikatler
nerede? Sana böyle gösterir işte.
Hakikatleri inkâr eden tamamıyla bir hayal peşine düşmüştür.
Fakat demez ki her şeyi hayal sanan da bir hayal olur mu? Gözünü ov da
bak!
Şehzadelerin İnsan neden men edilirse ona haristir hükmüne uyupBiz
kendi kulluğumuzu gösterdik ama senin kötü huyun kulolmayı bilmiyor
kio gitmeyin denilen kalye gitmeleri, babalarının bütün
vasiyetlerini, bütün öğütlerini ayaklarının altına almaları, nihayet
belâ kuyusuna düşmeleri, nefs-i levvamnin onlara Size bir korkutucu
gelmedi mi? sözüne karşılık ağlaya ağlaya ve pişmanlıkla Geldi.
Duysaydık, dinleseydik, Yahut aklımız olsaydı cehennemlikler arasına
girmezdik diye cevap vermeleri
Bu sözün sonu gelmez. Şehzadeler, o kaleye gitmek için yola düştüler.
3700. Meyvesini yemeyin denen ağaca yürüdüler. İhlas sahiplerinin
tavlasından çıktılar.
Babalarının gütmeyin demesinden büsbütün hararetlendiler. O kaleye yüz
çevirdiler.
O seçilmiş Padişahın sözüne karşı durdular. İnsanın sabrını yakıp
yandıran Hüş-rüba kalesine yüz tuttular.
Öğütleri kabul eden aklın inadına gündüzden döndüler de kapkaranlık
geceye daldılar.
O güzelim Zatüssuver kalesinin denize beş kapısı vardı, karaya beş
kapısı.
3705. Beş kapısı, dış duygularımız gibi renk ve koku alemineydi, beş
kapısı da iç duygularımız gibi sırlar arardı.
O binlerce resim be nakşı seyrettiler, yer, yer gezdiler resimler
görüp kararsız bir hale geldiler.
Bu suret kadehlerinden pek sarhoş olma ki put yapıcı ve puta tapıcı
olmayasın.
Suret kadehlerinden geç onlara kapılma. Şarap kadehtedir ama kadehten
meydana gelmemiştir ki.
Ağzını şarabı verene aç. Şarap geldikten sonra kadeh eksik olmaz.
3710. Ey Adem gönül bağlayan mana benim beni ara kabuğu, buğday
suretini bırak.
Kum Halil için un olduktan sonra artık ey akıllı er, bil ki buğday
hiçbir şey değildir.
Suret sureti olmayandan meydana gelir. Nitekim duman da ateşten çıkar.
Bu suret alemini boyuna görür durursun ayıplarını görmeye başlarsın,
usanırsın bıkarsın.
Fakat suretsizlik sana tam bir hayret verir. Yüzlerce alet
aletsizlikten meydana çıkar.
3715. Tanrı elsizlik aleminde eller dokur. O canlar canı adam suretini
düzer durur.
Nitekim ayrılıktan buluşmadan dolayı da gönülde çeşit, çeşit hayaller
dokunur.
Fakat hiçbir eser yapan esere benzer mi? Feryat ve figan zarara benzer
mi hiç?
Feryadın sureti vardır, zarar suretsizdir. Zarara uğrayanlar, kendi
ellerini dişler dururlar, fakat zararın eli yoktur.
Ey delil isteyen bu örnek yakışır bir örnek değil ama anlayışı az olan
için ancak bu örneği bulabildim.
3720. Suretsiz Tanrının sanatı bir suret eker, derken benden
duygularla aletlerle bitiverir.
Dileğine göre ne suret ektiyse beden ona uyar, iyi yahut kötü olur.
Nimet sureti verirse beden şükreder, mihnet sureti verirse sabreder.
Tanrı acıma suretiyle tecelli ederse insan gelişir büyür. Bir yara,
bere suretiyle tecelli ederse ağlar feryat eder.
Bir şehir suretiyle tecelli edince insanı yola düşürür. Bir ok
suretiyle tecelli ederse insan kalkanla karşı durur.
3725. Güzellerde tecelli ederse zevk ve işrete dalar. Gayb suretiyle
görünürse insan halvete girer.
İhtiyaç sureti, insanı kazanca götürür; kol kuvveti, şunun bunun
malını çalıp çırpmaya.
Bu çeşit hayallerden doğan ve insana bir iş yaptıran suretler, o kadar
çoktur ki saymaya imkan yok.
Sonsuz gidişler sonsuz hüner ve sanatlar, hep düşüncelerde doğan
suretlerin gölgesidir.
Bir kavim dam kenarında bir hoşça durmuşlar. Her birinin gölgesi de
bak yere vurmuş.
3730. O sağlam damın üstünde duran düşüncenin, fikrin suretidir. O ne
yaparsa aşağıda o görünür.
İş yerde duvarda görünmede fikir gizli. Fakat tesir ve ulaşma
bakımından ikisi de bir.
Bir meclise zevk kadehinden içilen suretlerin eseri insanın
kendisinden geçmesi sarhoş olmasıdır.
Kadınla erkeğin ve ikisinin buluşma suretleri buluşma anında
kendilerinden geçmelerini meydana getirir.
Bir nimet olan ekmek ve tuz suretinin eseri suretsiz olan kuvvettir.
3735. Savaşta kılıç ve kalkan sureti suretsizlikle yani düşmana üstün
olmayla sona erer.
Medrese medreseye gidip gelme medresenin türlü, türlü suretleri insan
bilgi sahibi olunca dürülür gider.
Bu suretler suretsizliğin kuluyken nasıl oluyor da o nimet sahibine
yok diyorlar?
Bu suretler suretsizlikten vücut bulmuştur. Peki kendilerine bu
varlığı verene şu aykırı gidiş onu şu inkar ediş nedir ki?
Ha.. suretin inkarı da ondan olur ondan zuhur eder. Bu iş de onun bir
aksidir zaten.
3740. Her yurdun duvar tavan ve sair suretlerini mimarın düşüncesinin
gölgesi bil.
Düşünce zamanında taş, tahta ve kerpiç meydanda değildir ama bu,
böyledir.
Dilediği gibi iş yapan suretsizliktir. Suret, onun elinde bir alete
benzer.
Bazı, bazı o suretsiz varlık, yokluk gizliliğinden kerem eder,
suretlere yüz gösterir.
Her suret ondan yardım görür. Bu suretle onun yüceliğinden
güzelliğinden kudretinden var olur.
3745. Derken yine suretsiz varlık, yüzünü gizler. Suretler
ihtiyaçlarından renk ve koku aleminde dilenciliğe başlarlar.
Bu suret başka bir suretten yücelik dilerse bu, yol azıtmanın,
sapıklığın ta kendisidir.
A cevhersiz şu halde neden ihtiyacını başka bir ihtiyaç sahibine arz
edersin.
Mademki suretler kuldur, Tanrıya suret deme. Onu suret sanma, onu bir
şeye benzetmeye kalkışma.
Yalvar yakar kendini yok etmeye savaş. Çünkü düşünceden suretlerden
başka bir şey meydana gelmez.
3750. Başka bir suretle gelişmiyor, semirmiyorsan sende, sen yokken
doğan suret elbette daha iyidir.
Bir şehre gider, o şehrin suretine ulaşırsın. A yolcu, seni oraya
çeken suretsizliktir.
Mana bakımından, hatta mekansızlık alemine kadar da gidersin. Çünkü
zevk ve hoşluk, mekan ve zaman aleminden gayrı bir alemdir.
Bir sevgilinin suretine gidersin, onunla eş olmaya, arkadaşlık etmeye
can atarsın.
Maksattan gafilsin ama mana bakımından suretsizliğe gittin yine.
3755. Şu halde hakikatte herkesin taptığı Haktır. Çünkü yollara
gidenler zevk için giderler suretsizliğe doğru yürürler.
Ama bazıları yüzlerini kuyruğa tutmuşlardır. Baş, asıldır ama başı
kaybetmişlerdir onlar.
Baş, bu sapıklar tarafından kaybedilmiştir. Fakat baş, kuyruk yolundan
başlık eder.
O, baştan imdat görür, bu kuyruktan. Bir tayfa vardır ki onlar başı da
kaybetmişlerdir, kuyruğu da.
Hepsi ve her şey kayboldu mu hepsini ve her şeyi bulurlar. Her varlığı
her sureti yok etmeye yolundan, külle koşup ulaşırlar.
Şehzadelerin Zatüssuver kalesindeki köşkte Çin padişahinin kızının
resmini görmeleri, üçünün de kendisinden geçmesi, ona aşık olması, Bu
kimin resmi?
diye arayıp sormaları.
3760. Bu söze son yoktur. Şehzadeler, kalede pek güzel pek alımlı bir
resim gördüler.
Bundan daha güzel kız görmüşlerdi ama bu resmi görünce derin bir
denize daldılar sanki.
Çünkü onlara bu kase içinde afyon verilmişti bir kere. Kaseler görünür
de o afyon görünmez.
Hüş-Rüba kalesi, yapacağını yaptı. Her üçünü de bela kuyusuna attı.
Bakış oku yaysız olarak gönüle geldi saplandı. Ey aman bilmez aman,
aman!
3765. Eski zamanlarda gelip geçmiş nice ümmetleri taştan suret yaktı
yandırdı.
Dinlerine de ateş saldı. Gönüllerine de.
Artık bu suret canlı olursa nasıl olur neler yapmaz o? Fitnesi her an
bir başka çeşittir onun.
Suret aşkı Şehzadelerin gönlüne mızrak gibi battı. Her biri bulut gibi
gözyaşları döküyor, elini dişliyor, yazık diyordu.
Padişahın önceden gördüğünü biz şimdi gördük. O eşsiz padişah bize ne
kadar antlar verdi.
3770. Peygamberlerin bu yüzden bizim üstümüzde çok hakkı vardır. Onlar
bizim sonumuzdan haber vermişlerdir.
Ektiğin tohumdan ancak diken biter, bu tarafa doğru uçarsan buradan
öteye yol yoktur, başka uçacak yer bulamazsın.
Tohumu benden al ki mahsül versin. Benim kanadımla uç ki ok, o tarafa
fırlasın gitsin.
Sen onun mutlaka var olduğunu, varlığının vacip bulunduğunu bilmezsin
ama sonunda yine dersin ki hakikaten varlığı vacipmiş.
O hakikatte sensin, fakat sonunda hakiki varlığı anlayıp terk edeceğin
bu mevhum senliğin o değildir ha!
3775. Bu sonraki varlığın, seni evvelki ve hakiki varlığa ulaştırmak
ve böyle bir varlığın olduğunu bildirmek için gelmiş asılsız bir
varlıktır.
Senin senliğinde başka bir sen gizlidir. Bu varlıkla var olup kendini
gören kişiye kurban olayım ben.
Gencin aynada gördüğünü ihtiyar, ondan önce kerpiçte görür.
Biz padişahımızın buyruğundan dışarı çıktık. Babamızın lütuflarına
nankörlük ettik.
Onun sözünü ehemmiyetsiz bulduk, onun eşsiz inayetlerini mühimsemedik.
3780. İşte şimdilik hepimiz de hendeğe düştük. Savaşsız kazalara
uğradık, öldürdük.
Kendi aklımıza güvendik, fikrimize dayandık da bu tehlikeye çattık.
İnce hastalığa tutulan, kendisini nasıl sağlam sanırsa biz de tıpkı
onun gibi kendimizi sağlam sandık, hür zannettik.
Fakat gizli illet şimdi meydana çıktı, bağlandık, avlandık da ondan
sonra kendini gösterdi.
Kılavuzun gölgesi Tanrıyı anmadan yeğdir. Bir kaanat yüzlerce tabak
yemekten hayırlıdır.
3785. Gören göz, üç yüz tane sopadan daha iyidir. Mücevherle taşı
ayırt eden gözdür.
Hasılı dertler içinde acaba dünyada kim bu, bu resim kimin resmi diye
araştırmaya koyuldular.
Bir hayli arayıp sorduktan sonra bir gün yolda gözü açık bir ihtiyara
rastladılar. O, bu sırrı açtı.
Duyma yoluyla değil, aklına gelen ilham yoluyla bu sırrı buldu.
Sırlar, onun gözünün önünde apaçıktı.
Dedi ki: Pervin denilen yıldız kümesi de buna haset eder. Bu, Çin
Padişahının kızının resmidir.
3790. O, can gibi, ana karnındaki çocuk gibi gizlidir. Sarayında
perdeler arkasındadır.
Yanına ne erkek çıkabilir, ne kadın. Padişah, onu fitnelere uğramaması
için gizlemiştir.
Padişah onu pek kıskanır. Bulunduğu yerin damının üstünden kuş bile
uçamaz.
Eyvah böyle bir sevdaya düşen gönüle. Hiç kimse böyle sevdaya
uğramasın.
Bu bilgisizlik tohumunu eken, o öğütleri ehemmiyetsiz ve lüzumsuz
gören kişinin layığıdır.
3795. O kendi tedbirine güvendi, aklımla elbette bir iş başarırım
dedi.
Halbuki o inayetin bir zerresi bile aklından doğacak üç yüz ihtiyat
tedbirinden daha iyidir.
Beyim kendi hileni bırak. Tanrı inayetine yürü orada öl.
Buna sayılı hilelerle ulaşılmaz. Sen ölmedikçe fayda yok vesselam.
Buharada bir Sadr-ı cihan vardı. Hangi dilenci, ağız açıp bir şey
isterse onun umumi ihsanından hiçbir şey elde edemezdi. Bir yoksul
alim, bunu unuttu, hırsının çokluğundan ve alay geçerken bir şey
istedi. Sadr-ı cihan yüzünü çevirdi. Yoksul, her gün yeni bir hileye
başvurur, kendini bazen kadın şekline sokar, çarşaf giyer, bazen kör
gösterir, yüzünü, gözünü bağlardı. Fakat padişah, anlayışıyla onu
derhal tanırdı.
Buharadaki o ulu zat kendisinden bir şey isteyenlere çok iyi muamele
ederdi.
3800. Pek çok sayısız ihsanlarda bulunur, ta gecelere kadar cömertlik
eder, altınlar saçardı.
Altınları kağıt parçalarına sarar, öyle verirdi. Hasılı dünyada
bulundukça hep böyle ihsanlar ederdi.
Güneş gibi, tertemiz ay gibiydi. Onlar da Tanrıdan aldıkları
aydınlığı halka saçarlar ya.
Toprağa altın bağışlayan kimdir? Güneş. Madendeki altın da ondandır,
yıkık yerlerdeki hazine de.
Her sabah yoksulların bir kısmına ihsanda bulunuyordu. Bu suretle
hiçbir tayfanın mahrum kalmamasını isterdi.
3805. Bir gün dertlilere lütfeder, öbür gün dul kadınlara ihsanda
bulunur.
Daha öbür gün yoksul Alevilerle okuyup okutmakla uğraşan yoksul
fakirlere kerem eder.
Daha öbürüsü gün halkın eli boşlarına para verir, daha öbürüsü gün de
borçlulara ihsan ederdi.
Yalnız bir şartı vardı: kimse ağzını açıp bir şey istemeyecekti.
Geçeceği yolun kenarına bütün yoksullar duvar gibi dizilirler,
susarlar beklerlerdi.
3810. Birisi ağız açtı da bir şey istedi mi bir habbe bile alamazdı.
Şartı kim susarsa kurtulur hükmüydü. Kesesi, kasesi, susanlarındı.
Nasılsa bir gün ihtiyarın biri, açım, bana zekat ver demişti.
İhtiyarı men ettiler. Ama o boyuna söylemekteydi. Halk hayretlere
düştü.
Sadr-ı Cihan babacığım ne utanmaz ihtiyarsın dedi. İhtiyar sen benden
daha ziyade utanmazsın dedi.
3815. Bu cihanı yedin yuttun bir de alemle beraber öteki alemi elde
etmeye tamah ediyorsun!
Bu sözü duyunca güldü, o ihtiyara bir hayli mal verdi. Adamcağız,
bütün malları yalnız başına alıp götürdü.
O ihtiyardan başka ondan bir şey isteyen hiçbir kimse ne yarım habbe
altın elde etti, ne bir zerre kumaş.
Fakihlerin günüydü, bir hoca, hırsa geldi, feryadediyordu.
Bir hayli ağladı, sızlandı, fakat çare yoktu. Her çeşit söz söyledi,
hiçbir faydası olmadı.
3820. Ertesi günü ayağını eski çaputlarla sardı, kötürümler arasına
karıştı.
Ayağının sağına soluna tahtalar bağladı, bu suretle kendisini ayağı
kırık bir alil göstermek istedi.
Padişah onu gördü tanıdı hiçbir şey vermedi. Ertesi günü yüzünü bir
keçe parçasıyla örttü.
Fakat padişah yine tanıdı, ağzını açıp bir şey istediği için kusurda
bulunmuştu, ona hiçbir şey vermedi.
Yüz türlü hileye başvurdu, nihayet aciz kalıp kadınlar gibi çarşafa
büründü.
3825. Dul kadınların arasına karışıp elini gizledi başını eğdi öylece
durdu.
Fakat padişah, yine tanıyıp sadaka vermedi. Hocanın mahrumiyetten
yüreği yandı.
Sonunda bir kefenciye gitti. Dedi ki: beni bir kilime sar yol üstüne
koy.
Hiç ağzını açma, yalnız Sadr-ı cihanın buradan geçmesini bekle.
Belki görünce ölü sanır da kefen parası almak üzere bir şey verir.
3830. Ne verirse yarısını sana veririm. Kefenci para gözler bir
yoksuldu dediğini kabul etti.
Onu bir kilime sarıp yol üstüne koydu. Padişahın yolu oraya düştü.
Kilimin üstüne bir miktar altın attı. Hoca, hemen aceleyle kilimden
elini çıkarıp altınları aldı.
Kefencinin almasına, verilen altınları gizlemesine meydan bile
bırakmadı o aceleci adam.
Ölü, kilimden elini uzatıp paraları aldıktan sonra başını kilimden
çıkardı.
3835. Padişaha dedi ki: ey bana kerem kapılarını kapayan bak nasıl
aldım gördün ya.
Sadr-ı Cihan doğru dedi, aldın ama ölmedikçe kapımdan hiçbir şey
koparamadın ya inatçı.
Ölmeden önce ölün sırrı budur işte. Çünkü ölümden sonra ganimetler
elde edilir.
Ey hilebaz, Tanrıya karşı ölümden başka hiçbir hüner para etmez bir
inayete uğramak yüzlerce çalışıp çabalamadan yeğdir.
Çalışıp çabalamanın yüzlerce çeşit bozukluğu olabilir. Çalışmada bu
korku var.
3840. O inayet ölüme bağlıdır. Bu yolu, güvenilir erler sınadılar.
Ama ölüm de onun inayeti olmadıkça gelip çatmaz. Aman sen, sen ol
inayete sığınmadan hiçbir yerde durma.
İnayet bu koca yılana zümrüttür. Yılan zümrüdü görmedikçe kör olur mu
hiç?
İki kardeş vardı. Biri köseydi, öbürü genç. Bir bekar odasında
kaldılar. Oğlan, geceleyin arkasına kerpiçler yığdı. Gecenin bir
vakti, bekarlardan biri kalkıp ayaklarının ucuna basa basa geldi, bir
takrip kerpiçleri oradan aldı. Çocuk uyanınca bu kerpiçleri niçin
aldın ve nereye koydun diye savaşa başladı. Bekar der ki: Sen bu
kerpiçleri niçin koydun?
3845. Bekçinin korkusundan o iki delikanlı, o bekar odasında kaldılar
orada uyudular.
Kösenin sakalında dört kıl vardı. Fakat yüzü, ayın on dördüne
benziyordu adeta.
Delikanlı çirkindi. Arka tarafına tam yirmi tane kerpiç yığdı.
Bekarlardan bir oğlancı, gece vakti kalabalığın içinden kalktı. Yavaş,
yavaş yürüdü. İştahlı bir halde oğlanın yanına gelip kerpiçleri bir
tarafa koydu.
Çocuğa elini uzatınca çocuk, yerinden sıçradı. Hey dedi, a köpeğe
tapan kimsin sen?
3850. Bu otuz kerpici neye buradan aldın? Herif dedi ki: Sen ne için o
otuz kerpici yığdın?
Oğlan dedi ki: Hastayım zayıfım. Yatarken ihtiyata riayet ettim.
Herif, hastaysan, hastalıktan hararetlendiysen neden hastaneye
gitmedin?
Yahut bir esirgeyici hekimin evine varmadın? Gitseydin hastalıktan
kurtulurdun.
Çocuk dedi ki: Ben de bilmem nereye gideyim? Nereye gidersem bir derde
uğruyorum.
3855. Senin gibi bir zındık, bir pis, bir dinsiz herif, başucuma
yırtıcı canavar gibi gelip dikiliyor.
En iyi bir yer olan tekkede bile bir an olsun aman bulmadım.
Bir avuç bulgur aşıyla geçinmeye çalışan derviş, gözlerinden meni
akarak, elleriyle hayalarını sıkarak bana yüz tuttu.
Namuslu oldun mu gizli, gizli bakar aletleriyle oynarlar.
Tekke böyle olursa artık halkın pazarı, eşek sürüsü ve hamların divanı
nasıl olur? Var kıyas et.
3860. Eşek, nerde, namus ve takva nerede? Eşek, korkuyu, ürkmeyi,
ricayı ne bilir?
Akıl kadının da emniyet ve adaletini diler, erkeğin de. Fakat akıl
nerede?
Tutar, bu sefer de kadınlara kaçarsam Yusuf gibi sınamalara, fitnelere
düşerim.
Yusuf, kadın yüzünden zindana düştü, sıkıntılara uğradı. O bile böyle
olursa artık ben, elli kere darağacına çekilirim.
Kadınlar, bilgisizliklerinden bana saldırdılar. Erkekler canıma
kastederler.
3865. Hasılı ne kadınlardan kurulabiliyorum ne erkeklerden. Ne yapayım
bilmem? Ne bunlardanım ben, ne onlardan!
Ondan sonra oğlan, köseye baktı, dedi ki: O çenesindeki o iki kılla
dertten kurtuldu gitti.
Kerpiçten de kurtuldu, kerpiç kavgasından da, hatta senin gibi bir
kahpe oğlu çirkin kart oğlanın saldırışından da.
Gösteriş için olsun çenede bulunan kaç dört kıl, adamın arkasına
çepeçevre yığılan otuz kerpiçten hayırlıdır.
Tanrı inayetinin bir zerresi, itaat ve ibadetinden yeğdir.
3870. Çünkü şeytan itaat kerpicini alır, hatta iki yüz tuğla olsa yine
kapar, kendine yol açar.
Her yanın kerpiçle dolu olsa yine o kerpiçler senin tarafından
konmuştur. Fakat o iki üç, kıl, Tanrı vergisidir.
Hakikatte o kıların her biri bir dağdır. Çünkü o, padişahların
padişahının bir aman fermanıdır.
Sen bir kapıya yüzlerce kilit vursan bir sersem gelir, hepsini de
söker çıkarır.
Fakat bir şahne, herhangi bir kapıyı mumla kapatsa erler, babayiğitler
bile ona yaklaşamaz, yürekleri oynar.
3875. Tanrı inayeti olan o iki üç kıl kötülüklerle arana girer, dağ
kesilir; yüzlerde görünen nura benzer.
Ey iyi yaratılışlı adam, kerpiç komaya kalkışma, fakat çirkin
şeytandan da emin olarak uyuma.
Yürü, Tanrı kereminden iki tanecik kıl elde et de ondan sonra gam
yeme, emin olarak uyu!
Bilgili adamın uykusu, ibadetten yeğdir. Hele insanı gafletten
uyandıran bilgi olursa.
Yüzme bilenin hareketsiz durması, aceminin elle ayakla savaşmasından
iyidir.
3880. Acemi, elini ayağını oynatır durur, fakat boğulur. Yüzme bilense
denizdeki dalgıç gibi yüzer durur.
Bilgi, uçsuz bucaksız ve kıyısız bir denizdir. Bilgi dileyense,
denizlerde dalgıçlık edene benzer.
Bilgi dileyenin ömrü, binlerce yıl olsa yine araştırmadan vazgeçmez,
bir türlü doymaz.
Tanrı elçisi, hadisinde İşte iki tane haris ki hiç doymazlar dedi.
Tanrı rahmet etsin, Mustafa, İki haris vardır ki hiç doymaz. Biri
dünyayı dileyen, öbürü, bilgi isteğinde bulunan dedi. Bu bilgi, dünya
bilgisinden başka olmalı ki hadiste tekrarlama olmasın. Çünkü dünya
bilgisi de dünyadır. Eğer buradaki bilgi, dünya bilgisi olursa hadiste
Biri dünyayı dileyen, öbürü dünya isteğinde bulunan diye tekrar
olur, ayırma olmazdı.
Dünyayı ve dünyanın şatafatını dileyenle bilgi elde etmek isteyen
dendi.
3885. Bu ayırmaya dikkat edilirse buradaki bilginin dünya bilgisinden
başka olduğu anlaşılır babacığım.
Dünyadan başka ne olabilir? Ahret
Seni buradan ayıran, sana
kılavuzluk eden!
Üç şehzadenin o iş hususunda konuşmaları
Derde uğrayan o üç şehzade birbirlerine döndüler. Her üçünün de
zahmeti birdi, derdi bir elemi bir.
Her üçü, aynı düşüncedeydi aynı sevdaya düşmüştü. Her üçü aynı derde
uğramış aynı hastalığa tutulmuştu.
Sükut içindeydiler. Fakat üçü de aynı tehlikeye düşmüştü. Sözde de her
birinin delili birdi.
3890. Bir müddet hepsi gözyaşı döktüler, musibet sofrasının başında
kanlar saçtılar.
Bir zaman, her üçü de gönül ateşiyle yandılar, buhurdan gibi sıcak
soluklar aldılar.
Büyük kardeşin ahvali
Büyük kardeşleri dedi ki: Ey hayırlı kardeşler, biz başkasına er gibi
öğütler vermez miydik?
Adamlarımızdan biri, bize dertten, yoksulluktan, korkudan, yer
deprenmesinden şikayet edince, X
Sıkıntıdan az ağla sızla. Sabret, sabır ferahlığın anahtarı derdik ya!
3895. Şimdi bu sabır anahtarı ne oldu? O türe bozuldu mu şaşılacak
şey!
Savaş zamanında ateş içinde bile altın gibi bir hoşça gül diyen biz
değil miydik?
Savaşın o dar zamanında asker benziniz saramasın demez miydik?
Atların adam kellerinden başka basacak bir yer bulamadığı zamanlarda
ordumuzu hay haylar la mızrak gibi kahredici bir halde saldırın diye
teşvik etmez miydik?
3900. Bütün aleme sabredin der; sabır gönlün ve göğsün ışığıdır diye
öğüt verirdik ya.
Şimdi nöbet bizde. Neden sersem oluyor, çirkin karılar gibi neden
çarşafa bürünüyoruz?
Ey gönül! Herkesi hararetlendirdin ya; hadi bakalım, şimdi sen
hararetlen, kendiliğinden utan!
Ey dil! Herkese öğüt verirdin ya; işte şimdi sana nöbet geldi, neden
sustun?
Ey akıl! Nerde o şekerler çiğneyen öğütün? Senin çağın şimdi. O hay ,hayın
ne oldu?
3905. Ey gönülden yüzlerce teşvişi gideren! Şimdi senin nöbetin, hadi,
oynat sakalını!
Kahpelik eder de şimdi sakalını oynatmazsan bundan önce de sakalına
gülmüş olursun.
Başkalarına öğüt verme vaktinde hay hay, iş başa düşünce karılar gibi
vay, vay ha!
Başkalarının derdine dermen oluyordun ya; şimdi dert, sana konuk oldu,
fakat susuverdin.
Askere bağırır, çağırır, orduyu teşvik ederdin hani. Neden sesin
kısıldı, nutkun tutuldu? Kendine de bağırsana.
3910. Aklınla elli yıldır ördüğün kumaştan bir zıbın yap da giyin
bakalım!
Dostların kulakları, sesinden hoşlanıyordu. Elini çıkar da şimdi
kulağını çek!
Daima baştın, kendini kuyruk yap da ayağını, elini, sakalını, bıyığını
az kaybet.
Şu döşenmiş yeryüzünde şimdi oyun senin. Kendini boş bir hale getir de
neşelen! |