Doksan yaşında bir
kocakarı vardı. Yüzü bumburuşuktu rengi safran gibi sarıydı. Yanağı,
sofra altısının baş tarafları gibi kat kattı. Fakat erkek aşkından
vazgeçmemişti.
Dişleri dökülmüş saçları süt
gibi ağarmıştı. Boyu yay gibi bükülmüş, her duygusu değişmişti. Böyle
olduğu halde koca isteği ve şehvet hırsı hala yerindeydi. Erkek
avlamaya aşkı vardı da tuzağı paramparça olmuştu. Vakitsiz öten
horoza, yolsuz yolcusuz bir yola benziyordu. Kızgın ateşe konmuş bir
boş tencereydi sanki.
Meydana aşıktı fakat ne atı
vardı, ne ayağı. Düdük çalmaya sevdalıydı, fakat ne dudağı vardı ne
zurnası. İhtiyarlıkta Tanrım, kafire bile hırs vermesin. Bu hırsı
Tanrı kime verdiyse ne kötüdür o kul. Köpek kocaldı, dişleri döküldü
mü damalara salamaz, ancak pisliğe gübreye salar.
Öyle olduğu halde şu altmış
yaşındaki köpeklere bak ki her an köpek dişleri biraz daha
keskinleşmede. İhtiyar köpeğin, derisinden tüyler dökülür; fakat şu
ipekler giymiş kart köpeklere bak bir kere de!
Bu köpeklerin aşkı da alt
yanlarıyla paraya, hırsları da. Kocaldıkça da bu hırsları artıyor,
hele bak şu köpek soylarına! Böyle ömür cehennem sermayesi. Gazap
kasaplarına salhane.
Ömrün uzun olsun dediler mi
hoşlanır, güler de ağzı açık kalır. Böyle bir bedduayı dua sanır.
Gözünü açmaz, kafasını bir türlü kaldırmaz. Kıl ucu kadar ahret
ahvalini görseydi, böyle diyene “Senin ömrün uzun olsun” derdi.
Ekmeğe tapan, bir erkek bir
yoksul, bir zembilli dilenci, bir gün Geylan’lı zengin birisinden
ekmek alınca dedi ki: Yarabbi sen bu kulunu hoşlukla, selametle evine
barkına kavuştur.
Geylan’lı kızıp a çirkin
herif dedi, eğer ev bark, benim gördüğüm ev barksa oraya Tanrı, seni
kavuştursun. Aşağılık kişiler, her söz söyleyeni hor hakir bir hale
getirirler. Sözü yüceyse, değerliyse bile o sözün kaderini düşürürler.
Çünkü söz, dinleyene göre söylenir; terzi kaftanını adamın boyuna göre
biçer.
Mademki meclisteki
dinleyenler aşağılık kişiler, aşağılık söz söylemeden başka çare yok.
Bu sözü rehine koy da yine o kocakarı hikayesine başla.
Bir insan kocaldı da bu yolda
er olmadı mı adını kocakarı takıver! Ne sermayesi var, ne değeri, ne
de bir sermaye kabul edecek kabiliyeti. Ne hoş ve güzel bir şey verir,
ne alır. Ne manası var ne anlama liyakati. Ne dili var ne kulağı, ne
aklı var; ne görü. Ne kendinde, ne kendinden geçmiş, ne düşünceye
sahip. Ne niyazı var, ne nazlanacak güzelliği. Soğan gibi kat kat ve
her katıda kokmuş!
Ne bir yol varmış, ne yola
gidecek ayağı kalmış. O kahpenin ne bir yanıklığı var, ne bir ah ve
feryadı.
Evin birine bir yoksul geldi.
Kuru ekmek, yahut taze nane istedi. Ev sahibi, burada ekmek ne arar?
Burası ekmekçi dükkanı mı, aptal mısın sen dedi. Dilenci bari biraz
yağ ver deyince dedi ki: Burası kasap dükkanı değil ki.
A ev sahibi, birazcık un ver
bari deyince de yine ev sahibi, burasını değirmen mi sandın dedi.
Dilenci her şeyden vazgeçtik, bir çanak su olsun ver dedi. Ev sahibi
cevap verdi: Burası ırmak yahut çeşme değil.
Hasılı ekmekten kepeğe kadar
ne istediyse ev sahibi kendisiyle alay etti, acıklandı, yok dedi.
Yoksul eve girip eteklerini kaldırdı evin içinde aptes bozmaya
niyetlendi. Ev sahibi ey çirkin herif ne yapıyorsun deyince dedi ki:
Böyle yıkık yere bari aptes bozayım da ferahlayayım. Burada yaşamanın
madem ki imkanı yok, böyle eve ancak aptes bozulur.
Padişah kolunda beslenmedin,
avlanmayı bellemedin, zaten doğan değilsin ki av tutasın. Tavus kuşu
da değilsin ki yüzlerce nakışlarla bezenesin de gözleri
neşelendiresin. Dudu değilsin ki sana şeker versinler, tatlı sözlerini
dinlesinler.
Bülbül değilsin, aşıkçasına
ağlayıp inleyesin, çayırlıkta, çimenlikte yahut lale bahçelerinde
güzel güzel çileyesin. Hüthüt değilsin ki çavuşluk edesin. Leylek
değilsin ki yücelerde yurt tutasın.
Ne iştesin sen? Seni ne diye
satın alsınlar? Ne kuşusun sen? Seni ne diye yesinler? Bu değer
bilmezlerin dükkanından vazgeç, yücel “Tanrı satın alır” ihsanının
dükkanına gel. Köhneliğinden kimsenin almadığı o kumaşı o kerem sahibi
alır. Onun yanında hiçbir kalp ret edilmez; çünkü alış verişten kar
beklemez ki.
O bunak sokağa bir gelin gibi
çıkmak istedi; a azgın karı, kaşlarını yoldu. Yanağını, yüzünü, ağzını
güzelleştirip süslenmek için aynanın önüne oturdu. Yüzüne neşeyle
birkaç kere allık sürdü; fakat pörsümüş suratını bir türlü boya
tutmadı.
Kuranın aşır başlarındaki
tezhipleri kesti, pis mundar suratına yapıştırdı. Bu suretle yüzünün
buruşuklarını örtmek, güzeller halkasına yüzük taşı olmak istiyordu. O
tezhipli yerleri yapıştırdıkça yapıştırıyor, fakat çarşafını giydi mi
hepsi yere düşüyordu. Yine onları alıp tükürüklüyor, yüzüne
yapıştırıyor, fakat yine çarşafına büründü mü hepsi, yere dökülüyordu.
Bir hayli çalıştı, çabaladı.
Nihayet şeytana yüzlerce lanet dedi. Bu sözü der demez İblis göründü
de dedi ki: A kademsiz kadit olmuş, kurumuş kokmuş kahpe! Ben bütün
ömrümde bunu düşünmediğim gibi senden başka da bu işi yapan kahpe
görmedim. Kötülükte acayip bir tohum ektin, alemde musaf bırakmadın.
Sen şeytan ordusunda yüz tane
şeytan ordususun. A pis kocakarı, bırak beni. Yüzün elma gibi kızarsın
diye kitap bilgisinden nice aşirler çaldın. Satmak ve onlarla kendine
şeref ve mevki satın almak için Tanrı erlerinin nice sözlerini
aşırdın. Fakat eğreti renk senin yüzünü kızartmadı. Hurma ağacına
bağlanan dal, hurma vazifesini görmedi.
Sonunda ölüm çarşafı gelip
seni bürüdü mü bütün bu ziynetler, yanağından düştü. O göç zamanının
“Hadi... kalk, kalk” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur gider.
Sükut alemi gelir çatar. Bari
sen, o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur! Gönlünü
bir iki günceğiz cilala da o aynayı kendine defter edin. Sahip kıran
Yusuf’un sayesinde Züleyha yeni baştan gençleşti.
Kocakarı soğuğunun o
soğukluğu, temmuz güneşiyle değişiverir. Meryem’in sızıldanışıyla
kurumuş hurma dalı yeşerir, hurma verir. A kocakarı, kaza ve kaderle
niceye bir savaşıp duracaksın, geçmişi bırak da eldekini ara. Mademki
yüzünün güzelleşmesine imkan yok; ister allık sür, ister kara
mürekkep.