Delkak, Tirmiz’de
padişah olan Seyyid’in her şeyi bilen akıllı bir maskarasıydı.
Padişahın Semerkant’da mühim bir işi vardı. O işi derhal yapıp gelecek
bir adam aradı.
“Beş günde oraya gidip gelecek ve bana haber
getirecek olana hazineler vereceğim” diye tellal çağırttı. Delkak
köydeydi. Bunu duyunca eşeğine bindi. Tirmiz’e doğru koşturmaya
başladı. Öyle koşturuyordu ki eşek sakatlandı. Ata bindi at da
çatladı. Nihayet yol tozlarına bulanmış bir halde Tirmiz’e gelip
divana girdi. Vakitsiz olmakla beraber padişahın huzuruna girmek
istedi. Divana bir fısıltıdır düştü. Padişah da vehimlendi adeta.
Şehrin ileri gelenleri de ürktüler, geri
kalanları da. Acaba diyorlardı, ne fitne ne kötülük çıktı? Kuvvetli
bir düşman mı kast etti bize, yoksa kaza ve kaderden helak edici bir
felakete mi uğradık?
Ne oldu da Delkak, köyden kalktı, böyle
aceleyle yola düştü, yolda birkaç tane Arap atını çatlattı?
Halk, padişahın sarayının kapısına toplandı.
Bakalım Delkak, böyle acele niçin geldi diye bekliyorlardı. Onun
acelesinden, o telaşından Tirmiz’de bir gürültüdür koptu. Biri iki
eliyle dizlerini dövüyor, öbürü eyvahlar olsun, başımıza gelenler
nedir, diye bağırıyordu.
Herkes, korkudan, gürültüden bir felaket
düşünmede, bir başka çeşit düşünceye kapılmada, yüzlerce hayallere
düşmedeydi. Hırkamıza düşen bu ateş nedir, diye herkes aklınca bir
şeyler kuruyordu.
Delkak, huzuruna gitmek istedi. Padişah
derhal izin verdi. Yeri öpünce padişah “Ne oldu yahu” dedi. Kim, o
ekşi suratlı adama bir şey sorduysa parmağını ağzına götürüp sus
demekteydi. Bu hareketinden halkın, vehmi artıyor, herkes derleniyor,
şaşırıp kalıyordu. Delkak, padişahın emri üzerine ey kerem sahibi
padişahım dedi, bir an dur da nefes alayım. Aklım başıma gelsin. Çünkü
acayip bir aleme düştüm. Bir an geçti ama padişah da vehme, zanna
kapıldı. Boğazı da acıdı, ağzının tadı da kaçtı. Çünkü Delkak’ı hiç
böyle görmemişti. Ondan daha hoş bir nedimi yoktu.
Daima hikayeler söyler, latifeler eder,
padişahı sevindirir, güldürürdü. Huzurda oturdu mu öyle bir güldürürdü
ki padişah, kahkaha atarken iki eliyle karnını tutmaya mecbur olurdu.
kahkahadan terlere batar, yüzüstü yerlere yıkılırdı. Bu günse yüzü
sapsarıydı, suratı asıktı. Parmağını ağzına götürüp sus padişahım
diyordu. Bu ne haldi?
Padişah, ne felaket var acaba diye
vehimlendikçe vehimleniyordu, hayallendikçe hayalleniyordu. Harzemşah,
pek zalimdi, pek kan dökücüydü. Padişahın gönlünde o yüzden zaten gam,
gussa vardı. O taraflardaki birçok padişahları ya hileyle, ya kuvvetle
öldürmüş, yok etmişti o inatçı.
Tirmiz padişahı da bundan vehimleniyordu
zaten. Delkak’ın halinden vehim büsbütün arttı. Dedi ki: çabuk söyle,
ne var? Kimden bu derece perişan oldun? Delkak cevap verdi: Köyde
duydum ki padişah, her ana caddenin başında bir tellal bağırtmış. Üç
günde Semerkant’a kadar gidecek adama hazineler bağışlatacağım demiş.
Koşa, koşa aceleyle geldim ki ben de o kudret olmadığını söyleyeyim.
Benden böyle çeviklik gelmez. Hiç olmazsa bunu benden umma.
Padişah hay canına lanet olsun dedi, şehre
yüzlerce korku saldın. A ham herif, bu kadar şey için ota da ateş
saldın, otlağa da. Şu davullu, bayraklı hamlar da, biz yokluk
yurdundan haberciyiz diye bağırıp dururlar ya! Hepsi dünyaya bir
şeyhlik lafıdır atmış, kendisini Beyazıd yerine koymuştur. Kendi
kendine yola girmiş, kendi kendine ulaşmış; bir dava yurdunda meclis
kurmuştur.
Kendi kendisine gelin güvey olan gibi. Kız
tarafını hiç bundan haberi yokken güvey evi birbirine girer. İş
yarıdan yarıya düzeldi, biz, bize gereken şartları yerine getirdik.
Evleri süpürdük, bezedik. Bu hevesle adeta sarhoş olduk, bu işe hoş
bir surette giriştik der. Fakat o taraftan bir haber geldi mi hayır. O
damdan bir kuş uçup bu yana ulaştı mı? Hayır.
Bu birbiri üstüne ulanan elçilikler, bu
gürültü patırtı üzerine o taraftan size bir cevap geldi mi? Ne gezer?
Gelmedi ama sevgilimiz biliyor ya. Mutlaka gönülden gönle yol vardır
derler. Peki ama umduğumuz sevgiliden niye mektubumuza cevap gelmedi,
niye yol bomboş öyleyse?
Gizli aşikar yüzlerce nişane var, fakat
yeter, bu kapının perdesini bundan fazla açma. Sen yine,
zevzekliğinden kendi kendisini derde atan o ahmak Delkak’ın hikayesini
söyle.
Vezir dedi ki: Ey doğruya bir direk, bir
dayak olan padişahım! Şu aşağılık kul bir söz söyleyecek, onu lütfen
dinle. Delkak, köyden bir iş için geldi. Bir şey söyleyecekti. Şimdi
vazgeçti, pişman oldu. Yağdan, baldan bahsetmede, söyleyeceğini
gizlemede, maskaralıkla bu işten kurtulmaya savaşmada. Kını
gösteriyor, kılıcı gizliyor. Onu acımadan sıkıştırmak gerek. Fıstığı,
yahut cevizi kırmadıkça ne içi meydana çıkar, ne ondan bir çıkarılır.
Onun bu saçma sözlerini, bu maskaralığını dinleme de titreyişine,
yüzünün rengine bak.
Tanrı, “Niyetleri yüzlerine görünüp durur”
dedi. Çünkü yüz içteki sırrı söyler, açığa vurur. Bu görünen şey,
duyulan sözün zıddıdır. Çünkü insan şerle yoğrulmuştur.
Delkak, feryat ve figan ederek, coşup
köpürerek vezir dedi, bu yoksulun kanına girmeye kalkışma. Gönle nice
şüpheler, vehimler gelir ki doğru ve yerinde değildir. “Şüphe yok ki
şüphenin bazısı suçtur, günahtır.” Sitem, hele yoksula olursa hiç
doğru değildir. padişah kendisini inciten kişiye bile kötülük etmezken
nasıl olur da onu güldürene kötülük eder? Fakat vezirin sözü,
padişahın gönlüne yer etmişti. “Delkak’ı zindana götürün,
maskaralığına, rüyasına pek kapılmayın. Boş karnına davul gibi vurun
da davul gibi nesi var, nesi yoksa bize haber versin.
Davul kuru olursa sesi başka türlü çıkar, yaş
olursa başka türlü. İçinde bir şey olursa başka türlü bir ses verir,
boş olursa başka türlü. Sesi ne halde olduğunu bildirir bize. Siz de
onu dövün de zorundan içindekini söylesin, gönüllerimiz kabul edinceye
kadar nesi var, nesi yoksa açığa vursun.
Parlak ve açık doğru söz, gönle rahatlık
verir. Gönül, yalan sözle yatışmaz. Yalan, çerçöpe benzer, gönül de
ağza. Çöp ağızda gizlenmez. Ağızda çöp oldu mu dil dolanır durur,
nihayet onu ağızdan atar. Hele göze bir çöp girerse göz yaşarır,
kapanıp açılmaya başlar. Biz, bu çöpü, ağzımıza, gözümüze girmeden
ayağımızın altında ezelim” dedi.
Delkak padişahım yavaş ol dedi. Yavaşlık ve
yarlıgama yüzünü pek yırtma. Beni azaba sokmak için neden bu kadar
acele ediyorsun? Senin elindeyim, kuş değilim k, uçayım. Tanrı için
verilen cezada acele etmek doğru değildir. fakat kendi kızgınlığından,
kendi gelip geçici heva ve hevesinden verilen cezada acele edilir.
Adam, kendini bir an önce razı etmeye bakar.
Kaza ve kadere razı olursa kızgınlığı
yatışır. Öç almadan geçer, o zevkten mahrum kalır. Bundan korkar işte.
Yalancı şehvet, yemeye atılır, onun lezzetini, zevkini
kaybedivereceğinden korkar ki bu zaten derttir.
İştah varsa acele etmemek, yenen şeyin iyice
sinmesi için ağır ağır yemek daha doğrudur. Sen, benim belamı
defetmek, gördüğün gediği tıkamak istiyorsun. O gedikten bir felaket
gelmesin diyorsun ama kaza ve kaderin o gedikten başka daha nice
gedikleri, nice delikleri var.
Belayı def etmenin çaresi, sitem etmek
değildir. buna çare ihsandır, aftır keremdir. Peygamber “sadaka belayı
defeder” dedi. Ey yiğit hastalığını sadakayla tedavi et. Sadaka,
yoksulu yakmak, hilim gözleyen gözü kör etmek değildir.
Padişah dedi ki: Hayır, yerinde yapılırsa
iyidir. Yerinde bir hayırda bulunursan bu, doğru bir harekettir. Ruh,
yerine şah sürmek işi harap etmektir. Şah yerine atı sürmek de
bilgisizliktir. Şeriatta ihsan da var ceza da. Padişah, baş köşeye
geçer; at ahıra bağlanır.
Adalet nedir? Bir şeyi layık olduğu yere
koymak. Zulüm nedir? layık olmadığı yere koymak. Tanrının yarattığı
bir şey abes değildir. Kızgınlık, hilim, öğüt, hile... hepsi doğrudur.
Bunların hiç biri mutlak olarak hayır değildir. aynı zamanda mutlak
olarak şer de değildir. her birinin yerinde faydası vardır, yerinde de
zararı. Onun için bilgi vaciptir, faydalıdır.
Yoksula yapılan öyle cezalar vardır ki sevap
bakımından ekmekten de yeğdir, helvadan da. Çünkü helva, vakitsiz
yenirse safra yapar. Halbuki helva verilecek yerde ona bir sille
vurulsa kötülükten kurtulur. Yoksula vaktinde bir sille vur da boynu
vurulmaktan kurtulsun. vuRmak, hakikatte kötü huyadır. Kilim dövülmez,
tozu dövülür. Meclis de var, zindan da. Her ikisi de lazım. Meclis
ihlas sahibi olana, zindan ham kişiye.
Yarayı deşmek lazım. Deşeceğin yerde üstüne
merhem korsan pisliği kökleştirmiş olursun. Yaranın altındaki eti yer.
Yarı faydası olsa elli tane ziyanı olur. Delkak, beni bırak demiyorum
dedi, işi ara, sor, tahkik et diyorum. Sabır yolunu kapama, acele
etme. Sabret de birkaç gün düşün. Bu düşünce esnasında bir şeye iyice
karar verirsin de kulağımı bilerek çekersin.
Neden yürüyüşte “Yüzü üstünde sürünme” sözü
söylenir? Daima doğru yürümek gerekken yüzüstü sürünme neden? İyi
kişilerle danış, görüş. Peygamber “İşlerini meşveretle yapar onlar”
dedi, bunu böyle bil. İşleri meşveretle yapmak, şunun içindir:
Meşveretten hata ve eğrilik, az meydana gelir.
Bu akıllar, aydın kandillere benzer. Elbette
yirmi kandil bir kandilden daha ziyade aydınlık verir. Belki aralarına
gökyüzünün nurundan yanmış bir kandil düşüverir.
Tanrı gayreti, ortaya bir perde salmıştır.
Aşağılık ve yücelik alemine mensup olanları birbirine karıştırmış,
karmıştır. “Yürüyün alemi gezin” demiştir. Sen de gez, dolaş da
bahtını, rızkını sınaya dur. Meclislerde, peygamber de bulunan akıl
gibi bir akıl ara. Çünkü peygamberden, miras kalan ancak odur. Bu
akıl, gaypları önden de görür, arttan da.
Bu kısa kesilen kitapta anlatılmasına imkan
bulunmayan gözü de gözler arasında ara. İşte o azametli peygamber,
rahipliği, dağlara çekilip yalnızca ibadet etmeyi bunun için
menetmiştir. İnsanlar birbirleri ile buluşsunlar diye bunu
kaldırmıştır. Çünkü böyle bir göze sahip adamın bakışı bahttır,
ebedilik iksiridir. Temiz kişiler arsından tertemiz biri vardır ki
padişah, onun fermanının üstüne “Şah” çekmiştir.
Onun duası, icabet edilir. İnsanların,
cinlerin en ulularının içinde bile ona eşit yoktur. Onunla inada
girişen, ister tatlı olsun, ister ekşi; Tanrıya karşı hiçbir delili
yoktur. Çünkü biz onu yücelttik... Özrü, delili ortadan kaldırdık.
Tanrı kıbleyi ortaya apaçık bir surette
çıkardı mı bil ki artık kıble aramak abestir. Kendine gel,
araştırmadan yüz çevir, başını döndürüp durma artık. Döneceğin yer ve
konaklayacağın mekan, meydanda işte. Bu kıbleden bir an gafil oldun mu
her batıl kıblenin maskarası oldun gitti. Sana temyiz verene hamd
etmezsen kıbleyi tanıma kabiliyetini kaybedersin.
Bu ambardan bir şey elde etmek, bir ihsana
uğramak niyetindeysen seninle hemdert olanlardan bir an bile ayrılma.
Çünkü bu yardımcıdan ayrıldığın an kötü bir arkadaşın derdine
uğrarsın.