Kadının biri kocasına
dedi ki: Ey adamlığı bir adımda aşan! Bana hiç bakmıyorsun, neden? Ne
zamana kadar bu horlukta kalacağım?
Kocası dedi ki: Boğazına bakıyorum, çıplağım
ama elim ayağım var, çalışıp çabalıyorum. Güzelim, ere kadının
boğazına ve elbisesine bakmak farzdır. Ben ikisine de bakıyorum. Bu
hususlarda eksiğin gediğim yok.
Kadın, gömleğinin yenini gösterdi. Pek kaba
ve kirliydi. Dedi ki: Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu
çeşit elbise verir mi? Kocası a kadın dedi, sana bir sorum var: Yoksul
adamım ben elimden bu geliyor. Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat
ey düşünceli kadın, bir düşün. Bu mu daha kötü yoksa boşanmak mı? Bu
mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor yoksa
ayrılık mı?
Ey kınayıp duran bela, yoksulluk, eziyet ve
mihnet de böyledir işte. Şüphe yok ki heva ve hevesi terk etmek acıdır
ama Tanrıdan uzak olma acılığından daha iyidir.
Savaş ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu
güçlük ve çetinlik, Tanrının kulu kendinden uzaklaştırmasından, böyle
bir derde uğratmasından yeğdir. İhsan ve lütuflar ıssı Tanrı, bir gün,
ey benim hastam, ey benim mihnetime uğrayan kul, nasılsın? Derse hiç
zahmet ve eziyet kalır mı? Hatta böyle demese bile, böyle dediğini
duymasan, anlamasan bile senin o zevkin yok mu? Tanrının senin
hatırını sormasıdır işte.
Gönül hekimleri olan güzeller, hastaların
hatırını sormaya düşkündürler. Utanır, söz olmasın derlerse bir çare
bulurlar, yine haber gönderirler. Haber bile göndermeseler bunu
düşünürler ya. Hasılı hiçbir sevgili yoktur ki aşkından haberi
olmasın?
Ey duyulmamış, eşsiz hikayeler arayan,
aşıkların hikayesini oku. Bunca uzun zamanlardır kaynar durursun ama
yine de tatar aşı gibi yarı pişman bir haldesin ey kadid olmuş adam!
Bir ömürdür Tanrı adaletini görmüş, o tadı
almışsın da yine görmeyenlerden daha namahremsin. Talebelik eden üstat
olur. Öyle olduğu halde sen günden güne geri gitmişsin a inatçı kör.
Anandan babandan haberin yok, geceyle gündüzden de ibret almamışsın.
ÖRNEK:
Bir arif, papazın birine sordu: Sen mi daha
yaşlısın sakalın mı?
Papaz dedi ki: Ben ondan önce doğdum.
Sakalsız nice zamanlarım var.
Arif dedi ki: Sakalın ağarmış, eski halini
terk etmiş. Öyle olduğu halde yazıklar olsun, kötü huyun hala
dönmemiş! O senden önce doğmuş seni geçmiş. Sense tirit sevdası ile
böylece kala kalmışsın. Önce doğduğun renktesin hala. Ondan bir adım
bile ileri atmamışsın. Hala kaptaki ekşi ayransın. Hala o yoğurdun
yağını ayıramamışsın. Hala balçık küpteki hamursun, bir ömürdür ateşli
tandırdasın ama hala pişmemişsin. Heves yeli ile başın dönüyor ama
tepedeki ot gibi ayağın toprakta. Musa kavmi gibi Tih çölünün
ıssısında, durduğun yerde tam kırk yıl kala kalmışsın a akılsız adam!
Her gün ta akşama kadar koşup duruyorsun. Fakat kendini yine de ilk
konak yerinde görmedesin. O öküze aşık oldukça şu üç yüz yıllık
uzaklıktan kurtulamazsın. Onların da gönüllerinden öküzün hayali
çıkmadıkça ıssı bir girdaba benzeyen o çölde kaldılar.
Bu öküzü bir tarafa bırak, Tanrıdan sonsuz
lütuflara ermiş, nihayetsiz nimetler görmüşsün. Fakat öküz
tabiatlısın, onun için o büyük büyük iyilikler, bu öküzün aşkı ile
gönlünden gidiverdi. Bari şimdi bedeninin bütün cüzilerinden sor. Şu
dilsiz uzuvlarının yüzlerce dili vardır.
Aleme rızk veren Tanrının nimetlerinin zikri
zaman yapraklarında gizlenmiştir.
Sen gece gündüz hikaye arar durursun. Halbuki
senin cüzilerinin cüzileri, sana hikayeler söyler durur. Onlar
yokluktan var olalı nice neşeler gördüler, nice gamlar tattılar. Çünkü
hiçbir cüzi lezzetsiz bitmez. Istıraplarla zayıflar, kuru kalır.
Halbuki senin cüzün kaldı da o iyilik, o
nimet, aklından gitti. Daha doğrusu gitmedi,beş duygunla yedi
endamından gizlendi. Yaz gibi hani. Yazın pamuk biter de o kalır,
fakat yaz hatırlanmaz olur. Yahut da buz gibi. Kışın olur da kış
gizlenir, buz bize kalır. Bu o güçlükten bir armağandır. Kışın da
yazın armağanları şu meyvelerdir.
Ey yiğit bunun gibi senin her cüzün de
bedenin de Tanrının bir nimetini söylemededir. Şu kadın gibi yirmi
oğlu vardı da her oğlu, bir güzel halini anlatmadadır.
Sarhoşluk ve oynaşma olmadıkça gebe kalınmaz.
Bahar olmayınca bahçelerde bir şey doğar mı? Gebelerle kucaklarındaki
çocuklar, baharın o kadınlarından aşkına delalet eder. Her ağaç
çocuklarını emzirmededir. Hepsi, Meryem gibi gizli bir padişahtan gebe
kalmıştır. Ateş sula gizlenir ama üstünde yüz binlerce köpük coşar.
Ateş pek gizlidir, fakat köpük, on parmağı ile ateşin varlığına
delalet etmededir. Vuslat sarhoşlarının cüzileri de, bunun gibi hal ve
söz timsallerinden gebe kalır. Hal güzelliğine karşı ağızları açık
kalmıştır onların. Gözleri cihan nakşına örtülmüştür.
O doğanlar bu dört unsurdan doğmazlar. Onun
için de bu gözlere görünmezler. Onlar, tecelliden doğmuşlardır. Bu
yüzden renksiz perdeyle örtülüdürler. Doğmuşlar dedim ya, hakikatte
doğmamışlar da. Bu söz, ancak anlatmak için söylenmiş bir sözdür.
Sus da “Kul-söyle” padişahı söylesin. Bu
çeşit güllere karşı bülbüllük satmaya kalkışma. Bu gül, coşmuş
köpürmüş, söyleyip duran bir güldür. Ey bülbül, bana karşı sözü kes de
kulak kesil.
Her ikisi de yani hal de, söz de, tertemiz
iki güzele benzer. Vuslat sırrına iki adil şahittir bunlar. Bu iki
seçilmiş latif güzellik de gebeliklere ve geçmiş zamandaki haşirlere
şahadet ederler. Yeniden yeniye gelen temmuz ayında buzun, her an kış
hikayelerini söylemesi gibi. Hani buz da soğuk rüzgarları, zemheriyi,
yaz günlerinde o güç zamanları söyler ya.
Kışın meyve ve Tanrı lütfunun hikayelerini
anlatır. Güneşin gülümsediği zamanları, çimen gelinlerine dokunup
eksiltmesini söyler. İşte onun gibi senden de hal gitti, cüzün o halin
armağanı olarak kaldı. Ya ona sor, yahut da hatırla.
Gama giriftar oldumu çeviksen derhal sıçrar,
o ümitsiz deminden kurtulursun. Ona, ey hali, nimetleri o yüceliği
inkar eden gam, dersin...
Her dem baharda, neşede değilsin de gül
yığınına benzeyen bedenin, neyin ambarı ya? Gül yığını bedenin,
düşüncen de gül suyu gibi. Gül suyu, gülü inkar ediyor ha. Şaşılacak
şey bu işte!
Nimetleri inkar eden maymun huylulardan saman
bile esirgenir. Fakat peygamber huylu kişilere güneş ve bulut, saçı
olarak saçılır. O küfür inadı, maymun adetidir. Şu hamd-ü şükürse
Peygamberin yoludur.
Perdelerin yırtılması, maymun huylulara neler
etti? Peygambere benzeyenlerse ibadetleri, ne faydalar verdi! Mamur
yerlerde kuduz köpekler vardır. Yücelik ve nur definesi, yıkık
yerlerdedir.
Şu doğma, ayın tutulmasından olmasaydı bunca
filozof, yolu kaybeder miydi hiç? Akıllı fikirli kişiler, bu yol
yitirme yüzünden burunlarının üstünde ahmaklık dağını gördüler.