Gazne’de bilgiler emen
bir zahit vardı. Adı Muhammet’di, Künyesi Serrezi. Her gece üzüm
çotuğunun ucunu yer, onunla iftar ederdi. Yedi yıl bu haldeydi. Varlık
padişahından birçok şaşılacak şeyler gördü. Fakat maksadı padişahın
cemalini görmekti.
O kendine doymuş er, bir dağ
başına çıktı. Dedi ki: Ya bana kendini göster, yahut kendimi bu dağdan
atacağım.
Tanrı dedi ki: O ihsanın
zamanı gelmedi. Kendini atarsan da ölmezsin, ben seni öldürmem. Şeyh,
iştiyakından kendisini o yüce dağdan derin bir suya attı. O canına
doymuş er ölmedi. Ölümden kurtulduğuna feryat etmeye başladı. Çünkü bu
yaşayış ona ölüm gibi görünmedeydi. İş, onca tersineydi. O, gayb
aleminden ölüm istiyor, hayatım ölümümdedir deyip duruyordu. Ölümü,
hayat gibi kabul etmede, helakine gönül vermedeydi.
Ali gibi kılıçla hançer, ona
reyhan kesilmiş, nerkisle nesrin, canına düşman olmuştu. Açlıktan da
ileri, gizlilikten de ileri duyulmamış bir ses geldi: Yürü ovayı bırak
şehre git! Dedi ki: Ey kıldan kıla bütün gizliliklerimi bilen Tanrı,
şehirde ne yapayım? Söyle.
Tanrı dedi ki: Nefsini
alçaltman için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen. Bir müddet
zenginlerden para topla, yoksullara dağıt. Bir müddet hizmetin budur.
Şeyh, baş üstüne ey canımın sığındığı Tanrı dedi.
Mahlukatın Tanrısı ile o
zahit arasında bir çok sual, cevap birçok macera oldu. Öyle ki yerle
gök bunlarla nurlandı. Bütün bu sözler, dillere destan oldu. Fakat
ben, bu sözü kısa kesiyorum, her aşağılık kişi, sırları duymasın diye.
Şeyh Tanrı buyruğunu kabul
edip Gaznenin şehrini yüzünün nuru ile aydınlattı. Bir bölük halk,
ferahtan ona karşı vardılar. Fakat o acele bilinmez bir yoldan şehre
girdi. Şehrin ileri gelenleri uluları hep birden kalkıp onun için
köşkler hazırladılar.
Şeyh ben dedi, kendimi
göstermeye gelmedim, ancak horluğa ve dilenciliğe geldim. Dedikoduda
bulunmaya niyetim bile yok. Elimde zembil kapı kapı gezeceğim. Buyruk
kuluyum buyruk da Tanrıdan. Ben dilencilik edeceğim, dilencilik
edeceğim, dilencilik. Dilenirken de duyulamamış sözler söyleyecek
değilim. Dilencilerin aşağılık yolundan başka bir yol yordam
tutmayacağım. Bu suretle tamamı ile alçaklığa dalayım da ileri
gelenlerden de, halktan da kötü sözler duyayım.
Tanrı buyruğu candır, ben ona
tabiim. O, tamah hakkında “Tamah eden alçalır” buyurdu. Mademki din
sultanı benden tamahkarlık istiyor, bundan böyle kanaatin başına
toprak! O, alçalmamı istiyor, ben nasıl yüceliğe savaşırım? O, dilenci
olmamı diliyor, ben nasıl beylik edeyim? Bundan böyle benden yalnız
dilencilik ve alçaklık iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim.
Şeyh, eline zembili almış
sokak,sokak kapı, kapı dolaşıyor. Ağam Tanrı için bir şey ver, Hak bu
hususta sana tevfik verdi mi ki? Diyordu. Sırları arştan yüceydi,
kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü “Tanrı için, Tanrı için”
demekti.
Peygamberlerin hepsi, bu
çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar,
halktan bir şey isterler.
“Tanrıya ödünç verin, Tanrıya
ödünç verin” derler. İşi tersine yürütürler de “Tanrıya yardım
ederseniz Tanrı da size yardım eder” derler.
Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp
yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı. O
dilenciliği boğazı için değil Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice
sarılmıştı. Hatta boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz Tanrı
nuru ile dopdoluydu.
Onun ekmek, bal ve süt
yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç
tutmasından daha hayırlıdır. O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte
otlar, fakat hakikatte lale eker.
Kandilin yağını yiyen alev
gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu arttırır. Tanrı
ekmek yiyene “İsraf etmeyin” dedi, nur yiyene “Artık kafi” demedi. O
boğaz, iptila boğazıdır, buysa israftan da emin, ileri gidişten de.
Şeyhin bu hale düşmesi
hırsından tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa
tamaha uymaz ki. Kimya, bakıra gel kendini tamamı ile bana ver derse
bu sözü tamahından söylemez. Tanrı yedinci göğe kadar toprak
hazinelerini Şeyhe göstermişti.
Şeyh dedi ki: Ey beni
yaratan! Ben aşığım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım.
Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet
edersem, ancak kendi selametini arayan bir inanmış kul olurum. Çünkü
cennet de bedene aittir, cehennem de. Bir aşık, Tanrı aşkı ile
gıdalanırsa yüzlerce beden, onca bir gazel yaprağına değmez.
O ulu Şeyhin bedeni de başka
bir şey oldu, artık ona pek beden deme. Hem Tanrı aşığı olmak, hem de
ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi?
O yaslı Leyla’nın aşkına bile
bu alem saltanatı bir zerre göründü. Önce toprakla altın birdi. Altın
da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu.
Aslan kurt ve başka yırtıcı
canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi
çevresine toplandılar. Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi.
Aşkla doldu. Yağı, eti de zehirli bir hal aldı. Aklın şekerler
dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü iyinin iyiliği kötünün
zıddıdır.
Aşığın etini canavarlar
yiyemez. Aşk iyilerce de bilinir, tanınır, kötülerce de. Faraza aşığı
kurt kuş yese bile eti zehir olur, yiyeni öldürür. Aşktan başka ne
varsa her şeyi aşk yer, yutar, iki alem de aşk kuşunun gagası önünde
bir taneden ibarettir. Bir tane, hiç kuşu yiyebilir mi? Samanlık hiç
atı otlatabilir mi?
Kulluk ta bulunan da belki
sen de aşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki, amelle elde edilir. Kul,
kulluktan azat olmayı diler. Aşıksa ebediyen azat olmak istemez. Kul
daima elbise vergi diler. Aşığın elbisesiyse daima sevgilinin
cemalidir. Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez.
Denizin katralarını saymaya
imkan yoktur. Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl
kalır. A canım bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin hikayesine
dön.
Böyle bir Şeyh, sokak sokak
dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın? sakının
aşktan. Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer,
eritir. Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz
yeryüzünü titretir.
Pak aşk, Muhammed’le eşti.
Tanrı aşk yüzünden ona “Sen olmasaydın” dedi. Hasılı o, aşktan tekti.
Onun için Tanrı, onu peygamberler içinden seçti. Sen, pak aşka mensup
olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim? Ben
aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim. Gökten daha
başka faydalar da gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona
tabidir.
Aşıkların horluğundan bir
koku alasın diye toprağı tamamı ile hor ettim, ayaklar altına serdim.
Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve
tazelik verdim. Şu terinden kımıldamayan dağlar da sana aşıkların
sebatını söyler.
Gerçi oğul, o manadır, bunlar
suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lazım bu. Kederi, dikene
benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak,
anlatmak içindir. Katı gönle taş derler. Gönlün taşla münasebeti
yoktur, fakat bir örnektir verirler işte. Düşüncede onun tıpkısı
olmaz. Fakat öyle değildir deme de ayıbı benzetişe, anlatışa ver.
Şeyh bir günde yoksul gibi
dört kere bir beyin köşküne gitti. Zembili elinde, Tanrı için canı
yaratan, sizden bir lokma ekmek istiyor sözleri dilindeydi. Oğul,
bunlar, aklı küll-ü bile şaşırtan, sersem eden tersine çakılmış
nallardır. Bey, onu görünce kötü kişi dedi, sana bir şey söyleyeceğim
ama bana nekes deme. Bu ne küstahlık, bu ne utanmaz yüz, bu ne çeşit
iş? Bir günde tam dört kere geliyorsun? A şeyh, burada seninle
mukayyet olacak kim var ki? Ben senin gibi küstah bir dilenci
görmedim. Dilencilerin namusunu berbat ettin. Bu yaptığın, ne çirkin
Abbaslık? Abbası Debs, senin hizmetkarın olamaz. Bu şom nefis,
mülhitte olmasın.
Şeyh dedi ki: Beyim, sus, ben
emir kuluyum. İçimdeki ateşi bilmiyorsun, bu kadar coşma. Ekmek için
kendimde bir hırs görseydim ekmek isteyen karnımı deşerdim.
Yedi yıl bu bedenim, aşk
ateşiyle yandı kavruldu. Çöllerde asma yaprağı yedim, onunla geçindim.
Hatta taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi yemyeşil
oldu. İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça aşılara öyle
pek serserice bakma.
Akıllı fikirli kişiler, kılı
kırk yardılar. Heyet (kozmografya) bilgisini elde ettiler. Neyrencat,
sihir ve felsefeyi, hakkı ile beslemeyi dilerse de, mümkün olduğu
kadar çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler.
Aşk kıskançlığından kendisini
gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı. Gündüzün yıldızları
gören keskin gözden güneş yüzünü gizledi. Bundan geç de öğüdümü dinle.
Aşıları aşk gözü ile gör.
Vakit dar, can da kuşkuda.
Artık, sana özür getirmesine imkan yok. Sen anla da o sözü bekleme.
Aşıların gönüllerini az incit. Sen bu neşeyi anlayamamışsın. Bari ahır
ol ihtiyatı bırakma.
Mutlaka yapılması lazım şey
var, yapılsa da olur, yapılmasa da olur iş var, bir de yapılmasına
imkan olmayan var. Sen bu ikisinin ortasını tut, ihtiyatta caiz olanı
gözet ey bu kavme sonradan gelip katılan kişi!
Şeyh bu sözleri söyleyip hay
hayla ağlamaya koyuldu, gözyaşları yeryüzünü ıslatmaya başladı. Şeyhin
doğruluğu, beyin içine aksetti. Aşk, her bir görülmemiş çömlek
kaynatır durur. Aşkın doğruluğu cansız bir şeye bile tesir eder. Bilen
bir kişinin gönlüne dokunsa şaşılır mı? Musa’nın doğruluğu, sopaya ve
dağa tesir etti, hatta azametli denize bile dokundu. Ahmed’in
doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta parlak güneşin bile yolunu
vurdu.
İkisi yüz yüze verip feryada
başladılar. Emir de ağlamaya koyuldu, fakir de. Uzun bir müddet
ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi kalk!
Hazineden ne dilersen al.
Bunun gibi yüzlerce ihsana müstehaksın ya, fakat gönlünün dilediğini
devşir. O senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki alem bile dar
gelmede. Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin
şeyi al demediler. Ben bu küstahlığa kendi dileğimle kalkışmadım ki
bir kavme sonradan gelip katılanlar gibi bu eve girip dilediğimi
alayım.
Bu sözleri bahane edip
kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi.
Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne
görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki. Tanrı bana git dilencilik
ederek ekmek iste buyurdu dedi.
O iş eri, tam iki yıl bu işi
yaptı. Ondan sonra Tanrıdan emir geldi. Bundan sonra ver, fakat
kimseden isteme. Biz sana bu kudreti gayptan ihsan ettik. Kim senden
birden bine kadar ne isterse istesin elini hasırın altına sok, çıkar.
Bu zahmetsiz hazineden ver. Avucunda toprak altın kesilecektir hemen
ver.
Ne dilersen ver hiç düşünme.
Tanrı bil ki sana çoklardan çok ihsanda bulundu. İhsanımızda ne
tükenme vardır, ne azalma. Bu vergiden ne pişman oluruz, ne hasret
duyarız. Ey dayanılmaz zat, elini hasırın altına daldır da ihsanımız,
kötü gözlerden gizli kalsın.
Hasırın altından avucunu
doldur, beli kırılmış dilenciye sun. Bundan böyle ardı arası
kesilmeyecek, sonu gelmeyecek olan ihsanımızdan ver. Değerli inci
isteyenlere hemen bahşet. Yürü, “Tanrı eli, onların elleri üstündedir”
sırrı sana verildi. Tanrı eli gibi sebepsiz, vesilesiz rızk saç.
Borçluları borcundan kurtar. Alem döşemesini yağmur gibi yeşert.
Bu yıl da işi buydu ancak.
Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi. Kara topar, elinde altın
kesilirdi. Hatemi Tay, onun safında adeta bir yoksuldu.
Yoksul, ihtiyacını söylemese
de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi. O beli bükülmüş yoksulun
gönlünde ne varsa ne fazla, ne noksan, o kadar verirdi ona. Ona ne
bildin ki bu kadar istiyor, bunu nereden anladın? Derlerdi.
Derdi ki: Gönül evi bomboş,
cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyaç yoktur adeta.
Orada yalnız Tanrı sevgisi var. Onun vuslatı hayalinden başka hiç
kimsecikler yok. Ben evi, iyi kötü her şeyden sildim, süpürdüm. Evin
tek Tanrının sevgisiyle dolu.
Orada Tanrıdan başka ne
görürsem benim malım değildir, benden bir şey isteyen yoksulun
malıdır. Suda bir hurma fidanı, yahut hurmanın kırılıp eğilmiş, yeni
aya dönmüş dalı görününce o akis, dışarıdaki fidanın, dışarıdaki dalın
aksidir. Suda bir suret görürsen o, dışarıda bulunan şeyin aksidir
yiğidim.
Fakat suyun pislikten
arınması için beden ırmağını temizlemek arıtmak şarttır. Bu suretle
onda bir bulanıklık ve çer çöp kalmamalı ki yüzün, içine aksetsin
görünsün. A adamcağız, bedeninde toprakla karışmış sudan başka ne var?
Söyle. A gönül düşmanı, suyu topraktan arıt. Halbuki sen, her an
yemekle, içmekle o dereye daha fazla toprak dökmede, o suyu daha fazla
bulandırmadasın.
O suyun içinde hiçbir
şeycikler bulunmadığından yüzler, ona akseder orada görünür. Halbuki
senin için temizlenmemiş. Evin, şeytanla, adam olmayanlarla,
canavarlarla dolu. A eşek, inadından eşeklikte kala kaldın. Nereden
Mesih’e ait ruhlardan bir koku alacaksın?
Orada bir hayal baş gösterse
hangi pusudan çıktığını nereden bileceksin? İçteki hayallerin
süpürülmesi için beden, riyazatla hayale döner.