Birisi, gündüzün, gönlü
aşk ve yanışla dolu olarak kandille gezerdi. Bir herzevekil ona dedi
ki: A adam kendine gel de öyle bir dükkanı arayıp durma. Aydın günde
kandille ne gezip duruyorsun, bu ne saçma şey?
Adam dedi ki: Her yanda adam
arıyorum. O nefesle diri olan kimdir? Bir adam, şu Pazar, adamla dolu
o hür kişi dedi.
Adam arayan dedi ki: Bu iki
yol ağzı ana caddede öfke ve hırs zamanında dayanan bir adam arıyorum.
Öfke ve şehvet vaktinde kendini tutabilen adam nerede? Bucak, bucak
sokak, sokak böyle bir adam arıyorum işte. Nerede alemde bu iki halde
dayanabilen bir adam ki bugün ona canımı feda edeyim.
Bunu duyan, nadir bulunur bir
şey arıyorsun, fakat kaza ve kaderden gafilsin dedi iyi bak. Sen,
fer-e bakıyorsun; asıldan haberin bile yok. Biz fer-iz asıl olan kader
hükümleridir. Kaza ve kader, dönüp duran gökyüzünün bile yolunu
kaybeder. Yüzlerce Utarit’i kaza ve kader aptallaştırır. Çare alemini
daraltır, demirle mermeri bile eritir, su haline getirir.
Ey bu yolu adım adım
adımlamaya karar veren kişi, sen hamın hamısın, hamın hamısın, hamın
hamı. Değirmen taşının dönüşünü gördün, bari gel de dereyi de gör.
Toprağı tozu havalanmış görmedesin. Fakat toprağın arasında yeli de
gör. Düşünce kaplarını kaynar görmedesin, aklını başına devşir de
ateşe de bak.
Tanrı Eyyüb’e ihsanlarını
söylerken ben, senin her kılına bir sabır verdim dedi. Kendine gel de
sabrına bu kadar bakma. Sabrı gördün sabır vereni de gör. Dolabın
dönüşünü ne vakte dek göreceksin? Başını çevir de hızlı ve coşkun
coşkun akan suyu da gör. Görüyorum deyip duruyorsun ama onu görmenin
ayan beyan nişaneleri vardır.
Şöyle denizin köpüğünü
görüverdin mi hayran olman lazım ki denizi de göresin. Köpüğü gören,
sırlar söyler. Fakat denizi gören şaşırır kalır. Köpüğü gören
niyetlerde bulunur; denizi gören, gönlünü deniz haline getirir.
Köpükleri gören onları sayar döker. Denizi görenin irade ve ihtiyarı
kalmaz. Köpüğü gören dönüp dolaşmaya düşer. Denizi gören de hiçbir
gıllügüş kalmaz.
Bir adam, Mecusi’nin birine,
yahu gel de Müslüman ol Müslümanlar arasına karış dedi.
Mecusi dedi ki: Tanrı dilerse
imana gelirim. İhsanını çoğaltırsa yakin elde ederim dedi.
Müslüman dedi ki: Tanrı senin
imana gelmeni ister, canını cehennemden kurtarmak diler. Ama kötü
nefsin, o çirkin Şeytanın seni küfür tarafın, kilisenin bulunduğu yere
çekmektedir.
Mecusi, ey insaf sahibi dedi,
mademki onlar üstün, ben de güçlü kuvvetli olana dost olurum. Üstün
olana dost olabilir, beni daha fazla ve kuvvetle çekenin bulunduğu
yere gidebilirim. Tanrı, benden adamakıllı öz doğruluğu istiyormuş.
Dileği yerine gelmedikten sonra ne fayda? Nefis ve Şeytan, kendi
dileğini yürüttükten sonra tanrı inayeti kahroldu, paramparça oldu
demektir.
Sen bir köşk, bir saray
yaparsın. Onu yüzlerce nakışlarla, resimlerle bezersin. Sen onun bir
hayır yurdu, bir mescit olmasını istersin ama başka biri çıkar gelir,
orayı kilise, manastır yapar. Yahur sen bir kumaş dokur, ondan
giyinmek içi kendine bir kaftan yapmak istersin. Sen kaftan istersin
ama düşman, inadı yüzünden senin rahmine o kumaştan şalvar yapar.
Canım efendim, onun isteğine uymaktan başka ne çaresi var kumaşın?
Kumaş sahibi zebun oldu, kumaşın ne kabahati var? Üstün olmayana ait
olmayan kimdir ki?
Birisi, ev sahibinin isteği
olmadan sürüp gelir, onun yurduna diken ekerse, ev sahibi, elbette
horluğa düşmek zorunda kalır. Ona böyle bir horluk, çaresiz gelip
çatar.
Bende taze ve yeni isem de ne
çare? Hor hakir oldum işte. Sevgili böyle istiyor, ben de hor
oluyorum. Nefsin istediği olduktan sonra artık, bir işi Tanrı dilerse
olur demek, bir alaydan ibarettir. Ben, Mecusilerin kusuru, yahut
kafirsem de Tanrı hakkında yine böyle bir zanda bulunmam. Bir kimse
onun dileği olmadan ülkesinde gezsin dolaşsın, buyruk yürütsün... buna
imkan yoktur.
Birisi, onun ülkesini ele
geçirsin de soluğu yaratan Tanrı, bir nefes bile almasın, bir şey bile
söylemesin, böyle şey olmaz. Eğer Tanrı , bir adamdan Şeytanı sürüp
koymak dilerde buna rağmen Şeytan, her an o adamın derdini arttırırsa,
bu Şeytana kul olmak gerek. Çünkü her mecliste üstün çıkan o. Ben,
aman Şeytan benden kapmasın der durursam peki, böyle bir anda o
ihsanlar sahibi Tanrı neden elimden tutmaz. Onun dilediği oluyorsa
artık benim işim kimden düzelir ki?
Haşa; Tanrı neyi dilerse o
olur. O, mekan aleminde de hakimdir, mekansızlık aleminde de. Hiçbir
kimse, onun ülkesinde onun emri olmadıkça bir kılı bile kımıldatamaz.
Mülk onundur, ferman onun. Onun kapısında en aşağılık köpek,
Şeytandır.
Türkmen’in kapısında bir
köpeği olsa, o köpek, onun kapısına yüzünü başını koyup yatsa, evin
çocukları, kuyruğunu bile çekseler aldırmaz, onların ellerinde oyuncak
olur.
Fakat yoldan bir yabancı
geçse erkek aslan gibi ona saldırır. Çünkü “Kafirlere şiddetlidir”
dosta gül gibidir, düşmana diken gibi. Türkmen ona tutmaç suyu bile
verse o, buna razı olur, bekçiliğini yapar. Peki köpek Şeytanı da
Tanrı yaratmıştır. Onda yüzlerce düşünce, yüzlerce hile halk etmiştir.
İyinin kötünün yüz suyunu
gidersin diye yüz sularını ona gıda etmiştir. Halkın yüz suyu, ona
verilen tutmaç suyudur. Şeytan bunu yer, bununla doyar. Böyle olduğu
halde nasıl olur da canı, kudret otağının önünde kurban olmaz?
İyilerden de, kötülerden de
sürü sürü nice kişiler var ki ayaklarını yere döşemiş, köpek gibi o
kapıya yönelmiştir. Hepsi de Tanrılık mağarasının eşiğinde köpek gibi
yatmışlar, zerre zerre buyruk beklemede, kulak kabartmadalar. Ey köpek
Şeytan, halk bu yola ayak bastı mı onları sına. Saldır onlara, onları
buraya koma. Bu suretle bak bakalım, doğrulukta hangisi er, hangisi
dişi.
“Tanrıya sığınırım” neden
denir? Köpek kızıp saldırmaya başlayınca değil mi? Ey Hıta Türkü
“Tanrıya sığınırım” demek, köpeğe bağır yolu aç da, otağının kapısına
geleyim, senin cömertliğinden bir hacet dileyeyim demektir.
Türk, köpeğin saldırışından
aciz olunca bu “Tanrıya sığınırım” demek, bu feryat etmek, yerinde bir
iş değildir. Türk de “Tanrıya sığınırım” bu köpekten. Bu köpeğin
yüzünden yurdumdan aciz kaldım. Sen, bu kapıya gelmeme yardım
etmiyorsun bende bu kapıdan çıkamıyorum derse, artık Türkün de başına
toprak konuğunda. Bir köpek ikisinin de boynunu bağlıyor demek.
Haşa... Tanrı hakkı için
Türk, bir nara attı mı köpek kim oluyor? Erkek aslan bile kan kusar.
Ey kendine Tanrı aslanı diyen yıllar oldu köpeklikte kaldın. Bu köpek
senin için nasıl av avlayabilir ki sen apaçık köpeğe av olmuşsun.
Müslüman dedi ki: Ey Cebri,
sözümü dinle. Kendi düşünceni bildirdin, söyleyeceklerini söyledin.
Şimdi cevap veriyorum bana kulak ver. A santranç oynayan kendi oyununu
gördün. Şimdi de uzun uzadiye hasmının oyununu gör. Kendi özür
defterini okudun. Sünni’nin defterini de oku, ne diye öyle kala
kaldın?
Kaza ve kader konusunda
cebrice ince sözler söyledin. Şimdi macerayı dinle de onun sırrını
benden duy. Şüphe yok ki bizim bir ihtiyarımız vardır. Duyguyu inkar
edemezsin, bu meydandadır. Kimse, taşa gel buraya demez. Kimse bir
toprak parçasından vefa ummaz. Kimse adama hadi uç demediği gibi köre
de gel, beni gör diye bir teklifte bulunmaz.
Tanrı “Köre teklif yok” dedi.
Hiç güçlükleri açan Tanrı kimseyi güce sokar mı? Kimse taşa geç
geldin, yahut sopaya neden bana vurdun demez.
Mecbur olandan böyle şeyler
aranmayacağı gibi özürlüye de kimse bu çeşit sözler söylemez, vurup
dövmez. Ey yeni yakası temiz kişi, emir, nehiy, öfke, lütuf ve
azarlama, ancak ihtiyacı olanadır. Zulümde de ihtiyarımız vardır,
sitemde de. Ben, bu Şeytanla nefisten bunu kastettim.
İhtiyar senin içindedir. O,
bir Yusuf görmedikçe elini uzatamaz. İhtiyar ve dilek nefistedir.
Dilediği şeyin yüzünü görür de ondan sonra kol kanat açar.
Köpek uyumuş ama ihtiyarı
kayboldu sanma. İşkembeyi gördü mü kuyruğunu sallamaya başlar. At da
arpa gördü mü kişnemeye koyulur; kedi de etin oynadığını görünce
miyavlamaya başlar. İhtiyarın harekete gelmesine sebep görüştür,
ateşten kıvılcım çıkaranın körük olduğu gibi. Şu halde, ihtiyarın,
İblis gibi seni oynatır. Sana vasıtalık eder, Vis’in selamını haberini
getirir. Dilediği bir şeyi adama gösterdi mi, uyumuş olan ihtiyar,
derhal gözünü açar. Melekler de Şeytanın inadına gönlüne feryatlar
salar.
Bu suretle hayra olan
ihtiyarını harekete getirmek ister. Çünkü bu göstermeden önce şu iki
huy da uykudadır. Şu halde ihtiyar damarlarını harekete geçirmek için
melek de sana yapılacak şeyleri gösterir, Şeytan da. Sendeki hayır ve
şer ihtiyarı, ilham ve vesveselerle birken on olur, on kişinin
ihtiyarına sahip olursun.
A tatlı adam, namazın
dışındaki işlerin helal olması için namazdan çıkarken meleklere selam
vermek gerekir. Bu selam, sizin güzel ilhamınız ve duanız yüzünden
ihtiyarımla şu namazı kıldım demektir. Suçtan sonra da tutar İblise
lanet edersin. Çünkü bu eğriliğe onun yüzünden düştün. Şeytanla melek,
gayp perdesinin ardından gizlice bu kötülükle iyiliği sana gösterir.
Fakat gözünün önünden gayp
perdesi kalktı mı seni hayra, şerre sevk edenlerin yüzlerini görürsün.
Onların sözlerinden, gizlice söz söyleyenlerin bunlar olduğunu
tanırsın.
Şeytan, ey tabiat ve ten
tutsağı der, ben bunu sana gösterdim, fakat zorlamadım ki. Melek de,
ben sana, bu neşe yüzünden gamın artar demedim mi? Falan günde ben
sana şöyle demedim mi? Cinler yolu o tarafa giden yoldur. Biz senin
canına dostuz, ruhuna ruhlar katarız. Senin babana ihlasla secde
etmişiz. Şimdi de sana hizmet etmekte, hizmet edilme yoluna seni
çağırmadayız.
Bu Şeytanlar babana da
düşmandı. “Secde edin” emrine uymadılar. Fakat sen ona uydun da bizi
dinlemedin. Hizmet haklarımızı tanımadın bile. Şimdi biz de
meydandayız, onlar da. Sözümüzden, sesimizden tanı, gör der.
Gece yarısı dosttan bir sır
duydun, onun söz söyleyişini işittin mi, sabahleyin söz söyleyenin o
dost olduğunu anlarsın. Geceleyin kişi, sana haber getirirse
sabahleyin ikisini de seslerinden tanırsın. Geceleyin aslan ve köpek
seslerini duysan karanlıkta yüzlerini görmezsin ama, gündüz olunca
yine bağırdıkları zaman aklınla o sesleri ayırt eder, hangi hayvanlara
ait olduğunu anlarsın.
Hasılı Şeytanla ruh, sana
kötülüğü ve iyiliği gösterirler. Her ikisi de ihtiyarın olduğuna
delildir. Bizde bir gizli ihtiyar vardır. İki şey gördün mü artar
harekete gelir. Hocalar, çocukları döverler, hiç kara taş terbiye
kabul eder mi? Hiç taşa yarın gel, gelmezsen seni kötü bir surette
cezalandırırım der mi? Hiç akıllı adam, bir toprak parçasını döver,
bir taşı azarlar mı?
Akıl bakımından cebir, kadere
inanmamaktan da daha rezilce bir iştir. Çünkü Cebri olan kendi
duygusunu inkar ediyor demektir. Kaderi inkar eden hiç olmazsa duyguyu
inkar etmiyor. Oğul, Tanrı işi, duyguya sığmaz ya. Fakat ulu Tanrının
işini inkar edense adeta delilin delalet ettiği şeyi inkar ediyor
demektir.
Kaderi inkar eden, duman
vardır da ateş yoktur, kandilin ışığı, hiçbir ışık olmaksızın aydındır
demektir. Cebri ise ateşi görür de inadına ateş yok der. Ateş, eteğini
tutuşturur, yakar, yine ateş yoktur der. Karanlık, eteğini dolaştırır,
yere kapaklanır, yine karanlık yok eder.
Hasılı bu Cebir davası,
Sofistliktir. Onun içinde Tanrıyı inkar edişten de beterdir. Tanrıyı
inkar eden, alem vardır, Tanrı yoktur. Yarabbi diyene icabette
bulunmaz, yoktur ki der. Sofist tereddütler ıstıraplar içindedir.
Bütün alem ihtiyarı inkar eder, emrin, nehyin, şunu getir, bunu
getirme demenin hak olduğunu söyler de; o, daima emir ve nehiy yoktur.
Yapılan işler, dileğimizle değildir deyip durur.
Arkadaş, duyguyu hayvan bile
ikrar eder. Fakat bu husustaki delil, pek incedir. Zira biz,
ihtiyarımızı duyarız. Bize bir işi teklif etmek, yerindedir.
Vicdani anlayış duygu yerine
kaimdir. Her ikisi de bir arktan akar. Onun için bu anlayışa yap,
yapma diye emir etmek, nehiyde bulunmak, onunla maceralara girişmek,
söyleşmek yerindedir. Yarın bunu, yahut onu yapayım demek ihtiyara
delildir güzelim. Yaptığın kötülük yüzünden pişman olman da ihtiyarına
delalet eder, demek ki kendi ihtiyarınla pişman oldun, doğru yolu
buldun.
Bütün Kuran emirdir nehiydir,
korkutmadır. Mermer taşa kim emir verir, bunu kim görmüştür? Akıllı
bilgili adam, toprak parçasına, taşa hükmeder mi? Akıl, tahta
parçasına taşa hükmeder mi? Akıl sahibi resme, be hey eli bağlı, ayağı
kırık yiğit, mızrağı al da savaşa gel diye el atar, buyruk yürütmeye
kalkar mı?
Peki... Yıldızları ve
gökyüzünü yaratan Tanrı, cahilcesine nasıl emir ve nehiyde bulunur?
Kulda ihtiyar yoktur diye Tanrıdan güya aciz ihtimalini gidermeye
kalkıştın ama onu cahil, ahmak ve aptal yaptın. Kader yoktur, kul,
kendi ihtiyarıyla iş yapar demekte hiç olmazsa aciz yoktur, hatta olsa
bile cahillik, acizlikten beterdir.
Türk kereminden konuğa der
ki, kapıma köpeksiz gel de köpeğim, senden ağzını dudağını bağlasın.
Sense bu sözün tam aksini tutar otağın tam aksine gidersin. Elbette
köpek seni yaralar. Kullar nasıl gitmişlerse öyle git ki köpeği, sana
karşı kin ve merhametli olsun.
Sen tutar, kendinle beraber
bir köpek, yahut tilki görürsen elbette her çadırın altından bir köpek
çıkar, başına üşüşürler. Tanrıdan başkasında ihtiyar yoksa suçluya
niye kızıyorsun? Neden düşmana karşı diş biler durursun? Nasıl onun
suçunu kusurunu görürsün? Evin damından bir odun kırılıp düşse seni
adamakıllı yaralasa, hiç o tahta parçasına kızar mısın? Neden bana
vurdu da elimi kırdı? O benim can düşmanım der misin? Neden küçük
çocukları döversin de büyüklere dokunmazsın? Malını çalan hırsızı
gösterir, tut şunu, elini ayağını kır, onu esir et dersin.
Karına göz koyana yüz
binlerce defa coşar köpürürsün. Fakat sel gelse de eşyanı götürse
akıl, hiç sele kızar, kinlenir mi? Yahut yel esse de sarığını kapıp
uçursa gönlünde yele karşı bir hiddet peydahlanır mı? Öfke, cebrice,
özürlere girişmeyesin diye sana ihtiyarın olduğunu anlatıp durmadadır.
Deveci bir deveyi dövse o deve, dövene kasteder. Devecinin değneğine
kızmaz. Görüyorsun ya, deve bile ihtiyardan bir kokuya sahiptir.
Yine böyle bir köpeğe taş
atsan iki büklüm olur da yine sarar. Hatta seni bırakıp o taşı
yakalarsa, ısırırsa o da yine sana olan kızgınlığındandır. Çünkü sen
ondan uzaktasın sana el atamıyor, onu ısırıyor. Hayvani olan akıl bile
ihtiyarı biliyor. Artık sen ey insani akıl, utan da ihtiyar yoktur
deme.
İhtiyar, apaydın meydandadır
ama o obur, sahur yemeği tamahı ile gözünü nurdan kapar. Çünkü onun
bütün meyli ekmek yemeğedir, bunun için yüzünü karanlığa tutar da daha
gündüz olmadı der. Hırs gündüzü bile gizledikten sonra artık delile
sırtını çevirirse şaşılmaz.
Bir hırsız, şahneye dedi ki:
Efendim, yaptığım iş, Tanrı taktiri. Şahne dedi ki: A iki gözümün
nuru, benim yaptığım da Tanrının hikmeti, Tanrının taktiri!
Birisi bir dükkandan bir turp
çalsa da a akıllı kişi, bu Tanrı taktiri dese; başına iki üç yumruk
vurur da bu da Tanrı taktiri dersin, koy turpu yerine. A herzevekil,
bir nebat hususunda bakkal bile bu kadri kabul etmiyor da, sen buna
nasıl güveniyor, ejderhanın çevresinde dönüp dolaşıyorsun?
Böyle bir özürle ey akılsız
adam, kanını da tamamı ile sebil ettin, malını da, karını da öyle mi?
Şu halde birisi de senin bıyığını tutup yolsa da özür getirse,
kendisini mecbur gösterse kabul mu edeceksin? Tanrı hükmü, sana özür
olabiliyorsa ala, öğren de bana fetva ver bakalım. benim de yüzlerce
isteğim, şehvetim var da elim, korkudan, Tanrı heybetinden bağlı.
Kerem ette bana şu özrü öğret, elimden ayağımdan düğümü çöz.
Bir sanatı seçmiş kendine iş
edinmişsin. Bu, bir ihtiyarım var, bir düşüncem var demektir. Yoksa ey
iş eri, neden sanatlar arasında o sanatı seçtin? Ama nefis ve hava
hevesi geldi miydi sana yirmi er kuvveti gelir. Dostun senin bir zerre
menfaatine mani olsa hemen savaş ihtiyarına sahip olur onunla cenge
kalkışırsın. Fakat nimetlere şükür etme nöbeti geldi mi ihtiyarın
yoktur; taştan da aşağı bir hal alırsın. Nihayet cehennem de seni
yakıyor ama hoş gör, beni mazur tut diye özür getirir.
Kimse, bu delille seni mazur
görmedikten sonra artık bu delil, seni celladın elinden kurtarmaz.
Alem böyle kurulmuş, böyle gider. Bu alemi gördün ya, o alemin hali de
artık sana malum oldu demektir.
Birisi ağacın tepesine
çıkmış, hırsızcasına şiddetle ağacı silkiyor, meyvelerini döküyordu.
Bağ sahibi gelip de a alçak dedi, Tanrıdan utanmıyor musun? Bu
yaptığın ne?
Hırsız dedi ki: tanrı
bağından Tanrı kulu, Tanrının ihsan ettiği hurmayı yerse, adice ne
kınıyorsun, gani tanrının ihsanını neden kıskanıyorsun. Bağ sahibi
hizmetçisine Aybek dedi, getir o ipi de şu adama cevap vereyim. İp
gelince hırsızı ağaca bir güzel bağladı. Arkasına, ayaklarına vurarak
onu adamakıllı dövmeye başladı. Hırsız yahu dedi Tanrıdan utan, bu
suçsuz günahsız kulu öldürüyorsun.
Bağcı dedi ki: Tanrının kulu,
başka bir kulunu Tanrı sopası ile dövüyor. Sopa da Tanrının, arka da,
yanda. Ben, ancak onun kulu ve buyruğunun aletiyim. Hırsız cebirden
tövbe ettim. İhtiyar vardır, vardır, var dedi. Kullardaki ihtiyarları,
onun ihtiyarı var etti. Onun ihtiyarı bir atlıdır, bizim ihtiyarımıza
binmiştir.
Tanrı ihtiyarı, bizim
ihtiyarımızı meydana getirmiştir. Emir, ancak ihtiyara dayanır. Her
mahlukun, ihtiyarsız gibi görünen muktedir bir hakimi vardır ki, onu
ihtiyarsız bir surette çekip avlar. Zeydin kulağını tutup bir yana
çeker. Fakat ihtiyacı olmayan Tanrı, hiçbir aleti olmaksızın, o kulun
ihtiyarını kendisine kement yapar. Zeydi, kendi ihtiyarı bağlar. Tanrı
da köpeksiz tuzaksız onu avlar. O dülger tahtaya hakimdir, o ressam
güzelliğe hakim. Demirci demire hakimdir, mimar, alete hakim.
Şaşılacak şey, görülmemiş
nesne şudur ki bunca ihtiyar, kul gibi onun ihtiyarına secde eder.
Cansız şeylere kudretin var, fakat bu kudretin, onlardaki cansızlığı
giderir mi? Onun kudreti de tıpkı bunun gibi kulların ihtiyarlarını
gidermez. İstersen onun kudret ve ihtiyarını kemaliyle söyle. Bu,
cebir ve sapıklık olmaz. Benim küfrüm onun dileğidir dedin ama bil ki
senin bu küfürde bir dileğin var.
Çünkü sen istemedikçe kafir
olmazsın. Dileksiz küfür, tenakuzdur. Hem kafirsin hem de küfrü
istemiyorsun böyle şey olur mu? Acze emir vermek hem kötü bir şeydir,
hem çirkin bir şey. Acze kızmak, gazap etmekse bundan da beterdir,
hele merhamet sahibi Tanrı kızar, gazap ederse.
Öküz boyunduruğa gelmezse
döverler. Fakat uçmayan öküz hiç dövülür mü, horlanır mı? Öküz bile
hizmetten kaçarsa mazur tutulmuyor peki öküz sahibi neden mazur
sayılsın? Madem ki hasta değilsin başını bağlama. İhtiyarın vardır,
sakalına bıyığına gülme. Çalış Tanrı şarabını iç, bir tazelik bul da o
zaman ihtiyarsız bir hale gelir, kendinden geçersin. O zaman bütün
ihtiyar o şarabın olur. Sen de tam bir sarhoş gibi tamamı ile mazur
sayılırsın.
O zaman ne söylersen, sözün
şarabın sözü olur. O zaman ne siler süpürürsen silip süpürdüğün,
şarabın silip süpürmesi olur.
Tanrı kadehinden şarap içen
bir sarhoş hiç adaletten ve doğrudan başka bir şey yapar mı? Firavun,
imana gelen büyücülerin ellerini, ayaklarını kestireceği vakit
Firavuna yirmi kere dediler ki: Elimizin ayağımızın kesileceğinden bir
pervamız yok. Bizim elimiz ayağımız o tek Tanrıdır. Zahiri olsa bir
gölgeden ibarettir, eksilebilir.
Kulun “Tanrı ne dilediyse o
oldu” demesi, o işte tembel ol demek için değildir. Bu söz kalbini
sağlam tutup çalışmaya teşviktir. O hizmette daha fazla gayrette
bulun, o işe daha fazla alış ve sarıl demektir. Sana, adamın ne
dilerse dile. İşin iş, dilediğin şey, dilediğin gibi olacak deseler. O
zaman tembellik etsen de caizdir. Çünkü ne dilersen olup bitecek.
Fakat “Tanrı neyi dilediyse o
oldu” Hüküm mutlak ve ebedi olarak onundur derlerse, neden o işe
yüzlerce adam gibi sarılmaz, kulcasına o işin etrafında dönüp
dolaşmazsın? Vezir neyi dilerse o olur. Alıp tutmada hüküm onun hükmü
derlerse. Derhal yüz adammışsın gibi onun etrafında dönüp dolaşır,
başına ihsan ve lütuflar dökmesi için elinden geleni yapmaya mı
kalkışırsın?
Yoksa vezirden, vezirin
köşkünden kaçıp gider misin? Bu son hareket onun yardımını lütfunu
aramak değildir ki. Sen, bu sözü ters anladın da tembelleştin,
anlayışına ters bir hal oldu, aklın karıştı gitti.
Emir filan efendinindir demek
ne demektir? Sakın ha ondan başkasıyla az düş kalk. Onun başına dön
dolaş. Emir onun emri, düşmanı o öldürecek, dostun canını o
kurtaracak. O ne dilerse ancak ona nail olabilirsin. Onun için onun
yanına az gitme, onu kaybetme, onu seç demektir.
Mademki hüküm onun hükmü,
onun yanına uğrama, onun etrafında dönüp dolaşma da amel defterin
kapkara, yüzün sapsarı olmasın demek değildir. O sözü tevil etmek
gereklidir ki seni kızıştırsın, ümitlendirsin, çevik bir hele
getirsin, ar ve haya sahibi etsin.
Eğer sana gevşeklik verirse
bil ki bu, başka bir hale sokuyor, tevil değildir. Bu söz seni gayrete
getirmek, ümitsizleri iki ellerinden tutmak için gelmiştir. Kuran’ın
manası, ancak Kuran’dan, yahut da hava ve hevesini ateşe vurmuş,
Kuran’ın huzurunda alçalmış, kurban olmuş, ruhu, Kuran kesilmiş
adamdan sor. Bir yağ tamamı ile güle feda olur, gül kesilirse ister
onu yağ diye kokla,ister gül diye.
“Kalem yazdı, mürekkebi bile
kurudu” sözü de insanı, en önemli işe teşvik etmek içindir. Şu halde
kalem, herkesin işine layık olanı mükafat ve mücazatı yazmıştır. Eğri
gidersen kalemde sana eğri yazar. Doğru gidersen kalem de kutluluğunu
arttırır.
Zulmedersen kötüsün gerisin
geriye gittin. Kalem bunu yazdı ve mürekkep kurudu. Adalette
bulunursan saadete eresin, kalem bunu yazdı, mürekkebi bile kurudu.
Elinle hırsızlık edersen
cezanı çekersin. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. Şarap içersen
sarhoş olursun. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. Reva görür müsün
ki Tanrı, işten kalsın bir şey yapamasın. İş, benim elimden çıktı, bir
şey yapamam artık. Benim yanıma bu kadar gelme, bu kadar sızlanma
desin.
“Kalem kurudu” sözünün
manası, benim yanımda adaletle sitem bir değildir. ben hayırla şerrin
arasına bir fark koydum. Kötüyle daha kötüyü de ayırdım demektir. Bir
zerre bile sende edep hayayı arttırsa, dostunda bir zerre daha edepli
olsan bil ki bu, Tanrının lütfudur, ihsanıdır. O bir zerre senin
kadrini arttırır. O bir zerre, harice dağ gibi ayak basar.
Bir padişah olsa da onun
yanında emin kişiyle zalimin farkı olmasa, onun kendisini ret
edeceğinden korkup titreyenle onun işini kınayanı, fark etmese,
yanında ikisi de bir olsa bu adam, padişah değildir. kara toprak, o
adamın başına. Bir zerre bile senin çalışmanı arttırsa Tanrı
terazisinde tartılır.
Halbuki bu padişahların
önünde can çekişip durursun. Çünkü bunlar, hiyanetle hakikati
bilmezler, haberleri bile yoktur. Bir kovucunun sözü ile yıllarca
süren hizmetini zayi ediverir. Fakat her şeyi duyan, her şeyi gören
bir padişah, kovucuların sözlerine aldırmaz bile.
Bütün kovucular, ondan
ümitlerini keser, meyus olurlar. Fakat bize geldiler, kovuculuk
ettiler mi onlara bağlılığımız artar.
Padişaha bizim önümüzde nice
kovucuklukta bulunurlar, cefakarlıklarımızı söylerler. Yürü artık
kalem kurudu, az vefakar ol derler.
“Kalem yazdı, mürekkebi
kurudu” sözünün manası, cefa ile vefa birdir demek değildir. cefaya
karşılık cefa... Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. O vefaya karşılık
da vefa... Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu demektir. Af vardır,
fakat ümit parlaklığı nerede ki kul, tanrıdan çekinmeyle yüzü ak
olsun?
Hırsız af edilse bile canını
kurtarır. Fakat nerede vezir ve hazine emini olacak? Ey din emini, ey
Tanrıya mensup er, gel ki her taç, her bayrak eminlikten meydana
gelir. Padişahın oğlu bile olsa da hainlikten bulunsa padişah, bil ki
onun başını bedeninden ayırıverir. Fakat Hintli bir kara köle vefada
bulunsa devlet ve ikbale erişir, ömrü artar.
Ne kölesi? Hatta bir kapının
köpeği bile vefadan bulunsa sahibinin gönlünde ona karşı yüzlerce rıza
vardır. Bu yüzden köpeğin ağzını bile öper. Artık var kıyas et,
kapısındaki aslan, vefakarlık etse de ona neler yapmaz?
Yalnız hırsız, kulluklar
eder, doğruluğu cefayı kökünden çekip sökerse... Hani yol kesen Fuzeyl
gibi. O da oyununu iyi oynadı; bir adam gibi değil, on adam gibi
tövbeye sarıldı. Bu çeşit hırsız da yücelir devlete erer. Nitekim
büyücüler, sabır ve vefaları ile Firavunun yüzünü kararttılar.
Evvelce yaptıkları suça
karşılık ellerini, ayaklarını feda ettiler. Bu iş, yüzlerce yıl
ibadette bulunmaya benzer mi hiç? Sen, elli yıl ibadette bulunur,
kulluk edersin ama nereden böyle bir doğruluğu elde edeceksin?
Herat şehrinde bir küstah
yoksul, mevkii yüksek bir köleyi gördü. Sırtında atlas bir elbise,
belinde altın bir kemer vardı. Köle giderken yoksul, yüzünü gökyüzüne
kaldırdı da dedi ki: Tanrı, kula bakmayı neden bu ihsan sahibi
efendiden öğrenmezsin? Ey Tanrı, kula bakmayı bu uludan, padişahımızın
seçtiği bu yüce kişiden öğren bari. Yoksul muhtaçtı, çıplaktı, hiçbir
şeyi yoktu. Kışın soğuktan tirtir titriyordu.
Kendinden haberi olmayan
adam, bu yüzden böyle bir cürette bulundu. Tanrının binlerce ihsanına,
onun nedimi olduğuna, onu bilenler arasına katıldığına güveni vardı.
Padişahın nedimi bir küstahlıkta bulunursa bu hareketi, kendine senet
yapma. Tanrı bel verdi. Elbette bel, kemerden iyidir. Fakat taç veren
adam, baş da verebilir mi? Sonunda bir gün padişah, o efendiyi (Amid’i)
bir suç altına aldı, elini ayağını bağlattı.
Efendimizin definesi nerede?
Gösterin diye kölelere işkence etmeye başladı. A aşağılık adamlar,
onun sırrını söyleyin bana... Yoksa dilinizi boğazınızı keserim diye,
tam bir ay onlara gece gündüz işkence ettirdi. Onları paramparça etti.
Bir tanesi bile efendilerinin sırrını söylemediler.
Bu sırada yoksul uyurken
hafiften ses geldi: Ey ulu er, gel de sen de kul olmayı bunlardan
öğren. ey Yusufların derisini paralayan, seni de bir kurt paralarsa
bunu kendinden bil. Bütün yıl dokuduğunu giyin, bütün yıl ektiğini
biç.
Anbean sana gelip çatan bu
dertler, senin yaptıklarının cezasıdır. İşte “Kalem yazdı, mürekkebi
bile kurudu” nun manası budur. Bizim adetimiz değişmez, doğru yolu
gösteririz. İyiliğe karşılık iyilik, kötülüğe karşılık da kötülük
demektir.
Ne yapacaksan düşün de öyle
yap, çünkü Süleyman diridir. Sen şeytan oldukça kılıcı sıyrılmıştır.
Fakat bir adam melek oldu mu kılıçtan emindir, Süleyman’dan hiçbir
korkusu yoktur onun. Süleyman’ın hükmü,meleğe değildir, Şeytanadır.
Eziyet, zahmet, topraktadır, gökte değil. Bu cebir inanışı bırak, pek
hoştur bu inanış. Bu inanışı bırak da cebrin sırrının sırrı nedir
anla. Bütün tembellerin malı olan o cebirden bir haber al. Maşukluğu
bırak da aşık ol ey ve üstün olduğunu sanan!
Sen manada geceden de dilsiz,
sessizsin. Öyle olduğu halde sözüne niceye bir müşteri arayacaksın?
Onlar, senin önünde sana aş sallayıp dururlar. Ömrün, onların sevdası
ile geçti gitti. Bana hasetten kıvranma diyorsun ama adam, bir hiçi
kaybetti diye haset eder mi hiç? Aşağılık kişilerin bir şey öğretmesi
toprak parçasına nakışlar yapmaya benzer a aç gözlü. Kendine aşkı ve
bakışı öğret. Bu bilgi, taşa kazılan nakış gibidir. Nefsin sana bir
vefa şakirdidir. Başka her şey yok oldu. Sen nerede ne arıyorsun ki?
Başkalarını bilgi sahibi ediyor, yüceltiyor, fakat kendini kötü huylu
ve bomboş bir hale sokuyorsun.
Gönlün o cennette dolaştı mı,
o kaynakla birleşti mi artık kendine gel boşalmadan korkma. Tanrı, ey
doğru özlü Peygamber, söyle dedi. Çünkü, bu denizdir söyle azalmaz.
Yine susun ve dinleyin dendi. Yani kendinize gelin, suyunuzu telef
etmeyin, bağ susuzdur. Babacığım bu sözün sonu gelmez. Bu sözü bırak
da sonuna bak. Gayretim koymuyor, senin önünde dursunlar, aşık
olmadıkları halde sana gülsünler!
Aşıkların anbean kerem
perdesi ardında senin için nara atmadalar. Sen de o gayb aşıklarına
aşık ol, şu beş günlük aşıklara pek aldırış etme. Bunlar hile ile
düzenle seni yerler. Yıllardır bunlardan bir habbe bile görmedin.
Halkın yoluna niceyedir bir hengame salıp duracaksın? Ayağın mercuh
senin, hiçbir muradına ermedin gittin.
İyilik hoşluk zamanında hepsi
dosttur, eştir. Fakat dert ve gam zamanı, Tanrıdan başka kim sana
dost? Gözün dişin ağrıdığı zaman feryada erişen Tanrıdan başka elinden
tutan var mı? Sen de o hastalık, o dert zamanını hatırla da Eyaz gibi
postuna bak, ibret al.
Pösteki, senin o derde
düştüğün zamanki halindir. Eyaz, onun için onu saklamıştır.
Cebri kafir, öyle bir cevap
vermeye girişti ki Müslüman’ın mantığı, adeta cevaptan aciz kaldı,
şaşırdı. Fakat ben o cevaplarla sualleri hep söylersem söyleyeceğim
sözü bırakmalıyım. Halbuki bizim ondan daha mühim söyleyeceğimiz
şeyler var ki onlarla anlayışın daha ziyadeleşir. Onun için o sual
cevabı azıcık ve kısaca anlattık. Bütün, azla meydana çıkar zaten.
Esasen kadere inanmayanla cebri arasındaki bu bahis, mahşere kadar
sürer gider. Hasmını alt edemeseydin onun mezhebine uyar, onun yolunu
tutardın. Onlar da cevap da aciz kalsalardı o bozuk yoldan dönerlerdi.
Fakat bu gidişin böyle olması lazım ki onların hepsi, delillerle
yollarının doğruluğuna kanmadalar.
Kimsenin, hasmın müşkül
suallerini cevapsız bırakmaması, düşmanın devlet ve ikbalinden mahcup
olması, o devleti görmemesi lazım ki, bu yetmiş iki fırka kıyamete
kadar alemde kalsın. Çünkü bu alem, karanlılar ve gayb alemidir. Gölge
için bir yeryüzü lazım.
Kıyamete dek şu yetmiş iki
fırka kalmadı ki bidat yolunu tutanın dedikodusu eksilmesin. Değerli
olan hazinenin bir çok kilitleri olur. Hazinenin değeri bundan
anlaşılır. Maksadın yüceliği de ey sınanan adam, yolun sıkıntısından,
yolda aşılmaz geçitler ve yol kesiciler bulunmasından belli olur.
Kabe’nin şerefi, o
sıkıntılarda, çöl Arap’larının yol kesiciliğinde ve çölün
uzunluğundandır. İyi olan her gidişin, her yolun bir tehlikesi, bir
manii bir yol kesicisi vardır. Bu gidiş öbürüne haset eder, düşman
kesilir. Mukallit de iki yolun arasında şaşırır kalır. Her iki yolun
doğruluğu, yürüyüş de birbirine zıt görünür. Her fırka kendi yolunda
hoştur, o yoldan memnundur.
Bir yolun yolcusu, cevap
vermezse kavgaya girişir. Bu, ezelden kıyamete kadar böyle gelmiş,
böyle gider. Her fırka, biz bilmeyiz ama ulularımız buna cevap
verebilir der. Vesvesenin ağzını bağlayan, ancak aşktır. Yoksa
vesveseyi kim bağlayabilmiştir ki?
Yüzü güzel dilber ara da aşık
ol. Dere, dere dolan, bir su kuşu tut. Yüzünün suyunu döken sudan ne
elde edebilirsin? Anlayışını mahveden şeyden ne anlarsın? Şu akılla
anlaşılacak şeylerden başka aşkta, akılla anlaşılacak daha nice parlak
ve güzel şeyler vardır.
Tanrıda senin bu aklından
başka akıllar var ki gökyüzünün sebepleri onlarla tedbire girer.
Rızklarını bu akılla elde edersin. Öbür akla gelince; onunla yedi kat
gökleri, kendine bir döşeme yaparsın.
Tanrı sevgisine düşer,
aklınla oynarsan Tanrı, sana o aklın onlarca fazlasını, hatta yedi
yüzünü ihsan eder. O kadındır, akılları ile oynadılar da Yusuf’un aşk
sayvanına sıçradılar. Ömür sakisi, bir an onların akıllarını aldı,
ömürlerinin sonuna kadar akla doydular, adını bile anmadılar.
Ululuk ıssı Tanrının
güzelliğiyse yüzlerce Yusuf güzelliğinin de aslıdır. Ey kadından aşağı
adam, o güzelliğe feda ol. Ey can, bahsi ancak akıl keser. Nerede
insanı dedikodudan kurtarıp feryada yetişen biri? O söze aşk yüzünden
bir hayrettir gelir, macerayı nakletmeye takati kalmaz. Çünkü, bir
cevap verirse içindeki incinin düşeceğinden korkar.
O hayırdan da adamakıllı
dudağını yummuştur, şerden de. Ağzından incinin düşeceğinden ürker.
Nitekim Peygamberin dostu da demiştir ki: Peygamber, bize bir şeyden
haber verdi, bir şey söyledi mi? O seçilmiş Peygamber, bu incileri
saçtığı sırada bizden yüzlerce huzur, yüzlerce vekar isterdi. Hani
başında bir kuş olur da uçmasın diye canın titrer.
Yerinden bile kımıldamaz, o
güzelim kuş havalanmasın dersin. Nefes almaz, öksürüğün bile gelse
kendini sıkar, o devlet kuşu uçar diye korkundan öksürmezsin bile. O
sırada birisi sana tatlı, yahut acı bir söz söylese ağzına parmağını
koyar, sus demek istersin. İşte o kuş hayrettir, seni susturur.
Tencerenin ağzını kapatır, seni kaynatmaya başlar.