Bir çiftçinin bir eşeği
vardı. Beli yaralı, karnı bomboş, tamamı ile arık bir halde idi.
Gündüzün, ta gecelere kadar otsuz kayalıklarda gıdasız, koruyucusuz aç
biilaç dolaşır dururdu. Oralarda içecek sudan başka bir şey yoktu.
Eşek gece gündüz yas matem içindeydi. Oralarda bir kamışlık, bir orman
vardı. Orada işi gücü avlanmak olan bir aslan vardı.
Aslan bir erkek fille
savaşmış, yorulup hastalanmış, avdan kalmıştı. O zayıflıkla bir müddet
avlanamadı. Öbür canavarlarda kuşluk yemeği yiyemez oldular. Çünkü
aslandan artan artıkları onlar yerlerdi. Aslan hastalanınca onlarda
dara düştüler.
Aslan, bir tilkiye var git,
benim için bir eşek avla. Çayırlıkta bir eşek bulursan ona maval oku,
kandırıp buraya getir. Eşeğin etini yer, kuvvetlenirsem ondan sonra
başka bir av tutabilirim. Birazcığını ben yiyeyim, geri kalanını siz
yersiniz. Ben de bu suretle sizin gıdalanmanıza sebep olayım. Benim
için ya bir eşek ara, ya bir öküz. Ne bulursan ona o bildiğin
afsunlardan oku. Onu afsunlarla güzel sözlerle aldat, buraya çek,
getir diye emir verdi.
Kutup aslandır,işi de
avlanmaktır. Bu halkın arta kalanları, onun artıklarını yerler.
Kudretin yettikçe kutbun rızasına çalış da o kuvvetlensin, vahşi
hayvanları avlasın.
Onun halk gibi kuvvetsiz
kalması caiz mi? Bütün boğazlara giren rızk aklın elinden verilir.
Çünkü halkın bulabildiği şey, ancak onun artığıdır. Senden av isterse
bunu gözet. O, akıl gibidir. Halksa bedendeki uzunlara benzer. Bedenin
tedbiri, akla bağlıdır. Kutbun zayıflaması, ten cihetinden olur, ruh
cihetinden değil. Gemi zayıflar, Nuh zayıflamaz. Kutup, o kimsedir ki
kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner.
Gemisini tamir hususunda ona
yardım et. Ona has bir kul, tam bir köle olduysan buna çalış. Ona
yardım edersen yardım sana yarar, ona değil. Tanrı “tanrıya yardım
ederseniz yardıma nail olursunuz” buyurdu.
Tilki gibi av avla da ona
feda et. Bu suretle o verdiğin avın binlerce mislini karşılık olarak
al. Müridin avlanması tilkicesine olur. İnatçı sırtlan ölü hayvan
avlar. Onun önüne ölüyü getirirsen o ölü dirilir. Bostana dökülen
gübre, mahsulü geliştirir.
Tilki aslana emriniz baş
üstüne. Hileler düzeyim, aklını başından alayım, istediğin gibi
hizmette bulunayım. Hile ve afsun benim işimdir. İşim gücüm, masal
söylemeden, halkı yoldan çıkarmadan ibarettir dedi.
Dağ başından dereye doğru
koşmaya başladı. Derken o yoksul ve zayıf eşeği buldu. Candan bir
selam verip yanına gitti, o saf yoksulun yanına vardı.
Dedi ki: bu kuru ovada ne
alemdesin? Bu çorak kayalıklarda ne yapıyorsun? Eşek dedi ki: İster
gamda olayım, ister cennette. Kısmetimi Tanrı veriyor ona
şükretmedeyim. Dosta hayır zamanında da şükrederim, şer zamanında da.
Çünkü kaza ve kaderde beterin beteri var. Mademki rızkı taksim eden o,
şikayet küfürdür. Sabrı gerektir. Sabır genişliğe ulaşmanın
anahtarıdır.
Tanrıdan başka herkes
düşmandır, dost odur. Şu halde dosttan düşmana şikayet etmek iyi bir
şey mi? Bana ayran verirse bal istemem. Çünkü her nimetin bir gamı
vardır.
Bir saka vardı. Onun da bir
eşeği vardı. Mihnetten çember gibi iki büklüm olmuştu. Sırtında ağır
yükten açılmış yüzlerce yara vardı. Ölüm gününe adete aşıktı. Ölümünü
arayıp duruyordu. Arpa nerede? Kuru otu bile bulamıyor, onunla bile
karnını doyuramıyordu. Bir yandan sırtında yara vardı, bir yandan da
sahibi demir bit şişle onu nodullayıp duruyordu.
İmrahor, onu görüp acıdı.
Eşeğin sahibi ile dostluğu vardı. Ona selam verdi, bu eşek neden böyle
dal gibi iki kat olmuş diye sordu.
Adam, benim yoksulluğumdan,
benim taksiratımdan. Bu ağzı dili bağlı mahluk saman bulamıyor dedi.
İmparator dedi ki: Sen,
birkaç onu bana ver de padişahın ahırında kuvvetlensin. Adam, eşeği o
merhametli kişiye verdi. O da onu padişahın ahırına bağladı. Eşek, her
yanda tavlı, semiz, güzel Arap atlarını gördü. Ayak bastıkları yerler
süpürülmüş, sulanmıştı. Saman da tam vaktinde geliyordu, arpa da tam
vaktinde.
Atların tımarını da görünce
başını göğe kaldırdı dedi ki: Ey ulu Tanrı, tutalım eşeğim, senin
mahlukun değil miyim? Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı,
neden zayıfım? Geceleri arkamın acısından, karnımın acılığından her an
ölümümü istiyorum. Bu atların halleri böyle mükemmel. Peki neden azap
ve bela yalnız bana mahsus?
Derken ansızın savaş koptu
Arap atlarına eğerleri vurup savaşa sürdüler. Onlar, düşmandan oklar
yediler. Her yanlarına temrenler sapladı. Savaştan geri dönüp hepsi de
perişan bir halde ahıra düştüler. Ayakları sağlam iplerle mükemmel
bağlandı. Nalbantlar sıra sıra dizildi. Hançerlerle bedenlerini
yarıyor, yaralardan temrenleri çıkarıyorlardı.
Eşek bunları görünce dedi ki:
Yarabbi ben yoksullukla süregeldim şu afiyete razıyım. O gıdadan da
bizarım, o çirkin yaradan da. Afiyet dileyen dünyayı terk eder.
Tilki dedi ki: Tanrı emrine
uyup helal rızk aramak farzdır. Bu alem sebepler alemidir. Sebepsiz
hiçbir şey elde edilmez, şu halde mutlaka dilemek lazımdır. Tanrı
“Allah’ın ihsanını dileyin” diye emretti. Kaplan gibi kaçmak caiz
değildir. peygamber rızk için “Kapısı bağlıdır kapısında da kilit var”
buyurmuştur. O kilidin anahtarı bizim hareketimiz, gelip gitmemiz ve
kazancımızdır. Bu kapının anahtarsız açılmasına yol yok. İstemeden
ekmek vermek Tanrının adeti değil.
Eşek o senin dediğin Tanrıya
dayanmanın zayıflığından. Yoksa can veren ekmek de verir. Padişahlık
ve zafer isteyen kişiye ekmek lokması az gelmez oğlum. Tuzak kurup av
avlayanlarla yırtıcı canavarların hepsi rızk yemede. Bunlar ne kazanç
peşinde dolaşırlar, ne de rızk kazanmaya çalışırlar. Rızk verici
Tanrı, herkese kısmetini vermededir. Herkesin kısmetini, önüne
koymadadır.
Kim sabrederse rızkı gelir
yetişir. Çalışıp çabalama zahmetine düşmen senin sabırsızlığındandır.
Dedi.
Tilki dedi ki: Tanrıya
dayanma, nadir bulunur. Bu dayanmada mahir olanlar, pek az
kimselerdir. Nadir şeyin etrafında dönüp dolaşmak, bilgisizlikten
ileri gelir. Herkes nereden padişahlığa yol bulacak? Peygamber kanaate
hazine demiştir. Gizli hazineyi herkes elde edebilir mi?haddini bil de
yukarılarda uçma. Uçma da kötülük çukuruna düşme!
Eşek bunu ters söylüyorsun
dedi, bil ki kötülük, insana tamahtan gelir. Kanaatten hiç kimse
ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı. Tanrı, ekmeği domuzlarla
köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur, insanların kazancı
değil ya. Sen nasıl rızka düşkün bir aşıksan rızk da rızk yiyene öyle
düşkün bir aşıktır.
Bir zahit, Mustafa’dan
“Herkesin rızkı Tanrıdan gelir. Dilesen de dilemesen de rızkın, senin
aşkınla koşa koşa gelir, sana ulaşır” sözünü duymuş. Denemek için
sahralara düştü, bir dağın dibine vardı, yatıp uyudu. Bakalım diyordu
rızkım gelecek mi? Şunu bir göreyim de bu husustaki inancım
kuvvetlensin.
Bir kervan yolunu kaybetti.
Süre süre o adamın bulunduğu yere kadar geldi. Kervan halkı onu uyumuş
görünce, birisi bu adam neden böyle çölde yoldan ve şehirden uzak bir
yerde çıplak bir halde yatıyor? Hiçbir kurttan, hiçbir düşmandan
korkmuyor. Ölü mü acaba, yoksa diri mi? Dedi.
Kervan halkı gelip onu
yakaladılar. O ulu er hiçbir şey söylemedi. Ne vücudunu oynattı, ne
başını. Ne de gözünü açtı. Bunun üzerine bu zavallı zayıf, açlıktan
ölüm haline gelmiş dediler. Ekmek ve bir kap içinde yemek getirdiler.
Boğazına dökmek istediler.
Zahit rızkın insana çaresiz
yetişip geleceği hakkındaki sözü iyice anlamak için inadına dişlerini
sıktı. Kervan halkı acıdılar. Bu zavallı, tamamı ile bitmiş, açlıktan
ölüm haline gelmiş dediler. Koşup bıçak getirdiler, ağzına dayayıp
dişlerini zorla açtılar. Ağzına çorba döktüler ekmek parçaları
tıktılar.
Adam dedi ki: Gönül
susuyorsun ama sırrı biliyorsun da kendini naza çekiyorsun. Gönlü
cevap verdi. Biliyorum ki canıma da rızk veren Tanrıdır, tenime de.
Bunu da mahsustan yapıyorum. Bundan fazla sınama, deneme olur mu? Rızk
sabredenlere ne güzel yetişiyor bak.
Tilki dedi ki: Bu hikayeleri
bırak da az bile olsa elini kazanca at. Tanrı sana el vermiştir, bir
iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun. Herkes bir kazanca
yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.
Bütün kazancı bir kişi elde
edemez. Bir kişi hem dülger, hem saka, hem terazi olamaz ya. Alemin
kararı böyledir. Herkes yoksulluğundan bir işe sarılmıştır. Ortada
bedava yemek şart değildir. sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey
kazanmaktır.
Eşek dedi ki: Ben Tanrıya
dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki alemde de en iyi kazanç
budur. Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Tanrıya şükür rızkı
artırır. Aralarında bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan
da.
Tilki, bundan sonra ona
“Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın” emrini söyledi. Kuru ve
kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Tanrının alemi geniş.
Buradan çayırlığa göç. Oradan ırmak kenarında yeşil otlat otla. Cennet
gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar
büyümüş. Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte
kaybolur.
Orada her yanda bir kaynak
akmada. Orada hayvanlar amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı. eşek
eşekliğinden “A melun sen oradasın da neden böyle zayıfsın? Nerede
neşen, semizliğin, nerede nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş
bedenin böyle zayıf? Bu aç gözlülük, bu görmezlik, senin
yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil. Madem kaynaktan geldin
neden kurusun? Madem misk ceylanısın nerede sende misk kokusu?
Söylediğin anlattığın şeylerden neden sende bir nişane yok ey yüce
kişi? Diyemedi.
Birisi deveye “Ey izi kutlu,
nereden geliyorsun? Dedi. Deve dedi ki: Senin civarında bulunan
sıcacık hamamdan. Adam evet dedi, zaten dizinden belli.
İnatçı Firavun, Musa’nın
ejderhasını görünce mühlet istedi, yumuşaklık gösterdi. Akıllılar
dediler ki: Bu daha fazla sertleşmeliydi hani ya Tanrı idi. Mucize
ister ejderha olsun, ister yılan. Onun Tanrılık kibri, Tanrılık hışmı
ne oldu? Oturunca “Ben yüce Tanrıyım “diyordu. Bir kurtcağız için bu
yaltaklanma neden?
Senin nefsin mezeyle, hurma
şarabı ile sarhoşsa bil ki gayb salkımını görmemiştir. Çünkü o nuru
görenlerde alâmetler vardır. Onlar bu gurur yüzünden uzaklaşırlar. Acı
suyun etrafında dönüp dolaşan kuş tatlı suyu görmemiştir. Onun imanı
da taklitten ibarettir. Canı, iman yüzünü görmemiştir. Mukallide
yoldan da büyük bir tehlike vardır, yol kesen taşlanmış bir Şeytandan
da.
Fakat hak nurunu görünce emin
olur. Ondaki şüphe ıstırapları yatışır. Denizin köpüğü, aslı olan
toprağa gelmedikçe çalkalanıp durur. O köpük toprağa aittir, deniz de
gariptir. Gariplikte de ıstırap çekmesinden başka bir çaresi yoktur.
Bir adamın gözü açıldı da o
nakşı okudu mu artık şeytan bir daha ona el atamaz. Eşek tilkiye
sırlar söyledi ama serserice söyledi mukallitçe söyledi. Suyu övdü,
fakat iştiyakı yoktu. Yüzünü elbisesini yırttı, fakat aşık değildi.
Münafıkın özrü kabul edilmez.
Çünkü o özür, dudağındadır, kalbinde değil. Elma kokusuna sahiptir ama
elmaya değil. O koku onda ancak zarar vermek için vardır. Bütün
kadınlar, savaşta saf yarmazlar, feryat ve figan ederler. Onu saf
içinde aslan gibi görürsün, eline kılıcını almıştır ama eli titrer
durur. Vay aklı dişi, kötü ve çirkin nefsi erkek ve atılmaya hazır
olana. Nihayet onun aklı alt olur. Ziyandan başka bir yere göçemez. Ne
mutlu aklı erkek olana, çirkin nefsi dişi ve aciz bulunana!
Cüz-i aklı, erkek ve üst
olursa dişi nefsini aklı alt eder. Görünüşte dişinin saldırması da
kuvvetlidir ama onun ziyanı, o eşek gibi eşekliğindendir. Kadında
hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge kokuya meyli vardır.
O eşekte çayırlığın rengini
kokusunu duyunca elindeki bütün deliller kaçıp gitti. Yağmura muhtaç
bir susuz haline geldi, bulut yoktu. Öküz açlığına uğradı, sabrı
yoktu. Babam, sabır demir kalkandır. Tanrı, kalkana “Zafer geldi
çattı” yazısını yazmıştır.
Mukallit söz arasında
yüzlerce delil getirir. Fakat onları kıyas bakımından söyler, açık bir
tarzda değil. Misklere bulanmıştır ama misk değildir. kendisinde misk
kokusu vardır ama pis bir şeydir ancak.
Ey mürit, pislik misk haline
gelinceye kadar yıllarca o bahçede otlamak gerek. Evet, arpa yememeli
eşekler gibi. Ceylancasına Huten ülkesinde erguvan otlamak gerek.
Karanfillerden, yaseminden, gülden başka bir şey otlama. O ceylanlarla
Huten sahrasına yürü. Mideni o reyhanlara, güllere alıştır da
peygamberlerin hikmet ve gıdasını bul. Mideni şu ottan arpadan
vazgeçir; reyhan ve gül yemeye başla.
Ten midesi insanı samanlığa
çeker. Gönül midesi reyhanlığa. Ot ve arpa yiyen kurban olur. Tanrı
nuru ile gıdalanan Kur’an olur. Senin yarın pisliktir,yarın misk.
Kendine gel de pisliği değil, Çin miskini arttır.
O mukallitte yüzlerce delil,
yüzlerce söz vardır. Ama dile getirince görürsün ki onlarda can yok.
Söyleyende can ve fer olmazsa sözünde yaprak ve meyve nereden olacak?
Öyle söz, tesir eder mi hiç?
Küstahçasına insanları yola
sokar ama kendisi saman çöpünden fazla titrer. Sözü pek parlaktır,
fakat sözünde de bir titreyiş gizlidir.
Nura ulaşmış şeyh, insana yol
bildirir, sözünü nurla yoldaş eder. Çalış çabala da sarhoş ol, nura
ulaş, sözünden Tanrı nuru aksın. Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez
lezzetini alır. Havuç, elma, ayva ve ceviz, pekmez de kaynatılsa
hepsinden de pekmez lezzeti alırsın. Bilgi de nura karışırsa inatçı ve
kötü kişiler bile bilginden nur bulurlar. Ne söylersen o da nur olur.
Çünkü gökten sudan başka bir şey yağmaz. Gök ol, bulut ol, yağmur
yağdır. Oluk da yağmur yağdırır ama faydası yok.
Oluktaki su iğretidir,
halbuki bulutta ve deniz de yaratılıştan vardır. Düşünce oluğa benzer.
Vahiy ve keşif, bulut ve denizdir. Yağmur suyu, bahçeyi yüz türlü
renklerle bezer. Halbuki oluk, komşuları birbirine düşürür, kavga
çıkarır.
Eşek, tilkiyle iki üç kere
bahiste bulundu. Fakat mukallitti, tilkinin hilesine kapıldı. Görgü ve
anlayışı olmadığından tilkinin hilesi onu kandırdı. Yemek hırsı onu
öyle bir alçalttı ki beş yüz delili olmakla beraber tilkiye zebun
oldu.
Bir oğlancı evine bir oğlan
götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu. Bu sırada o melun çocuğun
belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne? Oğlan, kötü düşünceli
biri hakkımda kötü düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye
cevap verdi.
Oğlancı, Tanrıya hamdolsun
dedi, iiyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım.
Sen de adamlık olmadıktan
sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne
fayda var ki? Tutalım ki Ali’den Zülfikar’ı miras aldın, Tanrı
aslanındaki kol, sende de varsa göster. Mesih’ten bir nefes
bellediğini farz edelim, İsa’nın dudağı, dişi nerede ki a çirkin adam?
Kazanmak bir şeyler elde
etmek için diyelim ki bir gemi yaptın, Nuh gibi bir gemi kaptanı hani.
Tutalım ki İbrahim gibi put kırıyorsun, beden putunu onun gibi ateş
içine atış nerede? Delilin varsa meydana çıkar da tahta kılıcı bile o
delillerle Zülfikar haline getir.
Bir delil seni amelden
alıyorsa o Tanrının gazabıdır. Yolda korkanları kuvvetli bir hale
getirdin ama sen hepsinden fazla korkmada, hepsinden ziyade tirtir
titremedesin. Herkese Tanrıya dayanma dersi veriyorsun ama hırsından
havadaki sivrisineğin damarını sormadasın.
A oğlan, askerin önünde
gidiyorsun ama bıyığının yalancılığına aletin tanıklık vermede. Gönül,
namertlikle dolu olduktan sonra sakalınla, bıyığına, ancak gülünür.
Yağmur gibi gözyaşları dökerek tövbe et de bıyık ve sakalını, alay
mevzuu olmadan kurtar.
Erlik ilacını kullan da hamel
burcundaki kızgın güneşe dön. Mideyi bırak, gönül tarafına salın.
Salın da Tanrıdan sana perdesiz bir selam gelsin. Kendine çeki düzen
verecek bir iki adım at da aşk, kulağını tutup seni çeksin.
Tilki hilede ayak diredi.
Eşeğin sakalını tutup çekti. Nerede o tekkenin ilahicisi ki hararetle
defe vurup “Eşek gitti eşek gitti” desin. Bir tavşan bile aslanı
kuyuya sürüklerse bir tilki, eşeği çayırlığa nasıl sürüklemez?
Kulağını tıka da o ihsan ve lütuf sahibi velinin afsunundan başka bir
afsun okuma. Onun afsunu helvadan da tatlıdır. Hatta öyle bir erdir ki
ayağının bastığı toprak, yüzlerce helvaya değer. Şarapla dolu koca
küpler, onun dudaklarındaki şaraptan mayalanmıştır. Ondan uzakta kalan
can, lal dudaklardaki şarabı görmediği için şaraba aşıktır. Kör kuş,
tatlı suyu görmemiş, kara ve acı suyun etrafında dönüp dolaşmasın.
Can Musası, gönlü Sina haline
getirir, kör dudu kuşlarının gözlerini açar. Can şirininin Hüsrev’i
nöbet tutmuştur. Şehirde şeker ucuzlamıştır. Gayb Yusufları ordularını
çekmede, şeker denklerini getirmede. Mısır’dan gelen develerin yüzü
bizim tarafa yönelmiş, ey dudu kuşları, şenlik seslerini duyun.
Şehrimiz yarın şekerle dolacak. Şeker zaten ucuz ama daha da
ucuzlayacak.
Ey tatlı sevenler, şekerlere
bulanın, sofrası olanların körlüklerine rağmen dudu gibi şekerlere
bakın. Şeker kamışını dövün iş ancak bundan ibaret. Canlar feda edin,
işte sevgili. Şimdi şehrimizde bir tek ekşi suratlı bile kalmadı.
Çünkü Şirin Hüsrev’leri tahta çıkardı.
Ya hey! Şarap üstüne şarap,
meze üstüne meze. Artık minareye çık da sala ver. Taş ve mermer, lal
ve altın haline geliyor. Güneş gökyüzünde elceğizlerini çırpmada.
Zerreler aşılar gibi birbirleriyle oynaşmada.
Kaynaklar yeşilliklerden,
çayırlık, çimenliklerden mahmurlaştı. Gül, dallar üstüne çicekler
açıyor. Devlet gözü tam bir büyü yapmada; ruh Mansur oldu Enel Hak
diye bağırmada.
Tilki bir eşeği baştan
çıkarırsa bırak çıkarsın. Sen eşek olma da gam yeme.
Birisi kaçıp bir eve sığındı.
Korkudan benzi uçmuş, sapsarı kesilmiş dudakları gövermişti. Ev sahibi
peki dedi, A amcasını canı, eşekleri titremede. Ne oldu neden kaçtın?
Neden böyle benzin attı? Adam dedi ki: Zalim padişahı eğlendirmek için
bugün sokakta ne kadar eşek varsa yakalıyorlar. Ev sahibi, peki dedi.
A amcasının canı, eşekleri yakalıyorlar. Sen eşek değilsin ya, bundan
ne tasan var senin?
Adam dedi ki: Bu işe öyle bir
girişmişler, öyle kızışmışlar ki beni bile eşek diye yakalarlarsa
şaşılmaz. Eşek yakalamaya el atmışlar hiçbir şey fark etmiyor artık.
Bir şeyi fark etmeyen kişiler başımıza geçerlerse eşeğin sahibini de
eşek diye götürürler mi, götürürler.
Fakat bizim şehrimizin
padişahı abes iş yapmaz. Onun temyiz hassası vardır. O her şeyi duyar,
her şeyi görür. Adam ol da eşek tutanlardan korkma. Ey zamanenin
İsa’sı, eşek değilsen ürkme.
Dördüncü kat gök, senin
nurunla dolu. Haşa senin durağın ahır değil. Sen, bir iş için
ahırdasın ama gökyüzünden de yücesin sen, yıldızlardan da. İmrahor
başkadır eşek başka. Her ahıra giden eşek değildir. Neden böyle eşeğin
kuyruğuna yapıştık, ardına düştük? Gül bahçesinden güllerden bahset.
Narı, turuncu elma dalını söyle. Şarabı ve sayısız güzelleri anlat.
Yahut dalgası inci olan, inci söyleyen, gören denizi, yahut gül
devşiren, yumurtaları altından, gümüşten olan kuşları söyle.
Yahut ceylanları besleyen,
hem sırt üstü, hem yüzükoyun uçan doğan kuşlarından bahset. Alemde
gizli merdiven vardır, basamak basamak ta göğe kadar. Her bulutun
başka bir merdiveni vardır, her gidişin başka bir göğü. Her biri
öbürünün halinden bihaberdir. Geniş bir ülkedir, ne başı var, ne sonu.
Bu, o neden böyle hoş diye
şaşmaktadır; o, bu neden böyle şaşıyor diye hayrette. Yeryüzü sahası
geniştir. Orada her ağaç, yerden baş vermiş, boy atmıştır. Ağaçlardaki
yapraklarla dallar, ne de güzel ülke ne de geniş saha diye
şükrederler.
Bülbüller, yediğin şeyden
bize de ver diye kıvrım kıvrım çiçeklerin çevrelerinde uçuşur,
ötüşürler. Bu sözün sonu yoktur. Sen yine o tilkinin aslanın, o
illetin ve açlığın hikayesine dön!
Tilki eşeği alıp çayırlığa
götürdü. Aslan, ona saldırıp paramparça edecekti. Eşek aslandan
uzaktı. Eşeği görünce hırsından yaklaşmasına sabredemedi. Birden
korkunç bir surette kükredi. Fakat kımıldayacak kuvveti yoktu zaten.
Eşek, uzaktan bunu görünce
dönüp nalları kaldırdı, ta dağın eteğine kadar kaçtı. Tilki dedi ki: A
padişahım kavga zamanında neden sabretmedin? O sapık, sana yaklaşsaydı
hafif bir saldırışta ona üstün gelirdin. Acele, Şeytanın hilesidir;
sabır ve tedbir Tanrının lütfu. O uzaktaydı hamleni görüp kaçtı.
Zayıflığını anladı, yüzünün suyunu döktü. Aslan kuvvetim yerinde
sandın dedi, bu derece halsiz olduğumu zannetmiyordum. Fakat açlık ve
ihtiyacım hadden aştı. Açlıktan sabrım da kayboldu aklım da. Elinden
gelirse bir kere daha onu baştan çıkar, buraya getir. Düzenlerle onu
buraya getirmeye çalış. Sana pek minnettar olurum.
Tilki evet dedi, Tanrı yardım
eder de körlükle gözünü bağlar, çektiği korkuyu unutursa ne ala. Bu
da, onun eşekliğinden uzak değildir. fakat onu yine kandırırda buraya
getirirsem yine acele edip emeğimi yele verme.
Aslan dedi ki: Evet sınadım
anladım ki pek halsizim bedenimde fer kalmamış. Eşek tamamı ile bana
yaklaşmadıkça yerimden bile kımıldamam. Kendimi öyle uyur gösteririm.
Tilki yola düştü. “Aman
padişahım sen bir himmet et de aklını bir gaflet bürüsün. Eşek her
kötü kişiye kanmamak için Tanrıya tövbeler etmiştir. Onun tövbelerini
hilelerimle bozayım. Biz aklın ve aydın ahdın düşmanıyız. Eşek başı
çocuklarımızın topudur, eşek fikri elimizin oyuncağı" diyordu.
Zühal yıldızının devrinden
meydana gelen aklın, aklı külle karşı ne değeri vardır? O akıl,
Utarit’le Zuhal’den feyiz alır, bilgi sahibi olur. Bizse sıfatı lütuf
ve ihsan olan Tanrı kereminden feyiz alır, bilgi sahibi oluruz.
Turamızın kıvrımı, “Tanrı
insana bilgi öğretti” ayetidir. Maksatlarımız, Tanrı indindeki
bilgidir. O aydın güneş bizi terbiye etmiştir. O yüzden “Rabbim
yücelerin yücesidir” der dururuz.
Tilki, eşek hilemizi
sınadıysa da bununla beraber bu hileye yüzlerce sınamayı unutur gider.
Belki o gevşek huylu tövbesini bozar da bunun seyyiesine uğrar
demekteydi.
Ahdı, tövbeyi bozmak, sonunda
insanı lanete uğratır. Cumartesi günlerinde iş işlemeye mecbur olan
Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpılıp helak oldular. Tanrı o
kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Tanrı ahdini bozdular.
Bu ümmette beden çırpınması
yoktur. Fakat ey akıllı fikirli adam, gönül çarpılması vardır. Bir
adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden
aşağı olur. O eşeğin gönlü de hakikatten haberdar olsaydı, bir hünere
nail olmuş bulunsaydı sureti yüzünden hor olur muydu hiç?
Ashabı kehf’in köpeğinin huyu
iyiydi, fakat sureti, köpek suretindeydi. Fakat bu suretti, ona bir
noksan verdi mi? Yahudiler, halk zahiri azabı görsün diye zahiren
çarpıldılar. Fakat iç aleminden bunlardan başka yüz binlercesi,
tövbesini bozma yüzünden domuz ve eşek oldu.
Tilki çabucak eşeğin yanına
geldi. Eşek, senin gibi dosttan çekinmek gerek.
A adam olmayan dedi, ben sana
ne yaptım da beni ejderhanın yanına götürdün? Bana kinlenmene sebep
neydi? Yaradılışındaki kötülükten başka ne sebep vardı buna a inatçı?
Ona hiçbir eziyet vermediği, dokunmadığı halde gencin ayağını sokan
akrep gibi hani. Yahut ta bizden kendisine bir kötülük gelmediği halde
can düşmanımız olan Şeytan gibi. Şeytan tabiatı bakımından insana
düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir. Her an adamın peşine düşer,
bir türlü bırakmaz. Huyunu, çirkin tabiatını bırakır mı hiç?
Çünkü onun içindeki kötülük,
sebep yokken onu zulme, düşmanlığa çeker. Her an, seni bir kuyuya
atmak için bir otağa çağırır. Baş aşağı havuza yuvarlamak için filan
yerde bir havuz var, dereler akıyor der durur. Vahye nail olan, gözü
açık bulunan Adem’i bile o melun, kötülüğe, şerre düşürdü.
Adem’in geçmişte bir suçu
yoktu, ona bir zarar vermemişti, bir haksızlıkta bulunmamıştı.
Tilki dedi ki: O bir büyü,
bir tılsımdı, senin gözüne aslan göründü. Yoksa ben beden bakımından
senden zayıfım, öyle olduğu halde gece gündüz orada otlamaktayım. O
çeşit bir tılsım yapmasalar da her obur, doğru oraya koşardı.
Fillerle, ejderhalarla dolu
aç bir dünya durup dururken hiç tılsım olmadıkça yazı, öyle yemyeşil
durur mu? Ben, öyle korkunç bir şey görürsen sakın korkma diyecektim
ama, gönlüm haline yandı, o derde daldım da aklımdan çıktı. Seni köpek
gibi açıkmış, perişan bir halde görünce koşa koşa gelsin diye
seğirttim. Yoksa sana tılsım anlatacak, sana bir hayal görünür ama
aslı yoktur diyecektim.
Eşek dedi ki: Hadi ey düşman,
çekil önümden, çekil de çirkin suratını görmeyeyim. Seni kötü talihli
bir hale getiren Tanrı, çirkin suratını da kerih ve pek berbat bir
hale soktu. Bana hangi suratla geliyorsun? Gergedanın yüzü bile bu
kadar kalın derili değildir. Seni çayıra götüreyim diye apaçık canıma
kastettin.
Azrail’i gözlerimle gördüm.
Sonra da yine bana düzen kurmaya, beni kandırmaya savaşıyorsun ha! Ben
ister eşek olayım, ister eşeklerin kusuru. Nihayet benim de canım var.
Bunu nasıl feda edebilirim? O gördüğüm amansız korkuyu çocuk görseydi
derhal kocalırdı. O korkudan, o heybetten kendimi cansız, gönülsüz bir
halde dağdan baş aşağı attım. O perdesiz azabı görür görmez ayağım,
kakıldı kaldı. Tanrıya ahdettim. Yarabbi dedim, ayağımdaki şu bağı
çöz.
Bundan böyle kimsenin
vesvesesine kanmayayım ey lütuflar sahibi Tanrı, ey yardımcım, ahtım
olsun, nezrim olsun. Tanrı, o anda ayağımın bağını çözdü. O dua ve
sızlanma, o niyaz yüzünden ayağım çözüldü. Yoksa o erkek aslan bana
yetişseydi halim ne olurdu? Aslanın pençesi altında eşek ne hale
gelir? Yine o aç aslan hileyle seni bana yolladı değil mi a kötü
arkadaş?
Herkesin, kendisine muhtaç
olduğu ihtiyacı bulunmayan pak Tanrının zatına and olsun ki kötü yılan
bile kötü arkadaştan yeğdir. Çünkü kötü yılan, insanın yalnız canını
alır. Kötü arkadaşsa insanı cehenneme sürer, orasını adama durak eder.
İnsanın, düşüp kalktığı adamla konuşa görüşe huyu ile huylanır. Gönül
arkadaşının huyunu kapar. O sana gölge saldı mı mayasız olduğu için
senin mayanı çalar.
Aklın sarhoş bir ejderha bile
olsa kötü arkadaş, bil ki zümrüttür. Aklının gözünü çıkarır, kör eder.
Onun kınaması, seni taunun eline teslim eder.
Tilki dedi ki: Bizim
safımızda tortu yoktur. Fakat vehme gelen hayallerde, küçümsenecek
şeyler değildir. ey saf ve bön adam, bütün bunlar senin vehmindir.
Yoksa sana karşı hiçbir gıllügışim yok. Kötü hayaline kapılıp bana
bakma. Dostlara karşı neden kötü zanda bulunuyorsun?
Saf kardeşler hakkında iki
zanda bulun. Zahiren onlardan cefa bile görsen haklarında kötü
düşünceye kapılma. Bu kötü hayal, bu kötü zan, meydana çıktı mı yüz
binlerce dostu birbirinden ayırır. Seni esirgeyen biri, sana cevreder,
seni sınarsa hakkında kötü zanna düşmemek gerektir. Akıl karı budur.
Hele ben hiç kötü değilim.
Adim kötüye çıkmış ama aldırma. O gördüğüm aslan değildi tılsımdı. O
uğradığın şey kötü bile olduysa yine dostlar, o hatayı af ederler.
Vehim ve tamahla korku alemi, yolcuya pek büyük bir settir. Bu
nakışlar bu hayal suretleri, dağ giiiiibi Halil’e bile zarar verdi.
Cömert İbrahim bile vehim alemine düşünce “Bu benim rabbimdir” dedi.
Tevil incisini delen o zat, yıldızı görünce böyle dedi işte.
Gözleri bağlayan vehim ve
hayal alemi, öyle bir dağı bile yerinden oynattı. O bile “Bu benim
rabbimdir” dedi. Artık, eşeği ne hale kor, bir düşün! Dağ gibi akıllar
bile vehim deniziyle hayal girdabına gark olur. Bu kötülük tufanı,
dağları bile aşarken Nuh gemisine binenlerden başka kim aman bulur?
Yakin yolunun bekçisi olan bu
hayal yüzünden din ehli, tam yetmiş iki fırka oldu. Yalnız yakin eri,
vehim ve hayalden kurtulur. Kaşını kılını yeni ay sanmaz. Fakat bir
kimseye Ömer’in nuru dayanç olmadıkça onun eğri kaşı yolunu vurur. Yüz
binlerce koskocaman gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur.
Bunların en aşağısı akıllı ve filozof Firavun’dur. Onun aya da vehim
burcundan tutulup gitti. Hiç kimse orospu kadın kimdir bilmez. Bilen,
o kadını iyice tanıyan da hakkında şüpheye düşmez.
Vehmin seni şaşkın bir hale
getirdiyse neden öbür vehmin etrafında dönüp dolaşırsın? Ben kendi
benliğimden aciz kaldım. Sen neden benlikle dolu bir halde önümde
duruyorsun? Canla başla benlikten, varlıktan kurtulmayı istiyorum ki
onun güzelim savlicanına top olayım. Kim benliğinden kurtulursa bütün
benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost
kesilir. Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır. Çünkü bütün
nakışları aksettirir.
Eşek bir hayli çalıştı
tilkiden korundu. Fakat köpek gibi acıkmıştı, açlık kendisine eş
olmuştu. Hırsı üstün geldi, sabrı zayıfladı. Ekmek sevdası nice
boğazları yırtmıştır.
Kendisine hakikatler
keşfedilen peygamber, onun için “Az kaldı ki yoksulluk, küfür olayazdı.”
Dedi. O, eşek açlığa tutsak olmuştu. Hileyse bile dedi tut ki öldüm.
Bari bu açlık azabından kurtulurum ya. Yaşayış buysa ölüm bence daha
iyi.
Önce tövbe etmiş and içmişti
ama nihayet eşekliğinden tövbesini de bozdu, andını da. Hırs, insanı
kör ahmak eder, bilgisiz bir hale sokar, ölümü kolaylaştırır. Halbuki
ölüm eşeklere kolay değildir. çünkü ebedi canları yoktur ki. Ebedi
canı olmadığı için de kötülükte bulunan birisidir. Ecele cüreti
ahmaklıktandır.
Çalış da ebedi cana ulaş,
ölüm gününde de elinde bir azık bulunsun. Kötü kişinin rızk veren
Tanrıya güveni yoktur. Gayptan ona rızkının cömertçe saçıldığına
inanmaz. Gerçi zaman zaman ona bir açlık verdi, verdi ama Tanrı
ihsanı, şimdiye kadar onu rızksız bırakmadı. Eğer açlık olmasaydı
imtilaya tutulurdun, ondan sonra da sende daha yüzlerce illet baş
gösterirdi. Açlık illeti, hem latif oluş, hem hafif bir hale geliş,
hem de Tanrıya yalvarıp ibadette bulunuş bakımından o illetlerden
elbette daha iyidir. Açlık zahmeti, illetlerden daha iyidir; hele
açlıkta yüzlerce fayda ve hüner de varken.
Kendine gel açlık ilaçların
padişahıdır. Açlığı canla başla kabul et, onu böyle hor görme. Bütün
hastalıklar, açlıkla iyileşir. Bütün ilaçlar aç olmadıkça sana tesir
etmez.
Birisi küflü ekmek yiyordu.
Bir adam neden bu kadar haris ve aç gözlü oldun? Diye sordu.
Dedi ki: Sabrın sonucunda
açlık, iki misli arttı mı arpa ekmeği bile bana helva gelir.
Sabrettim, sabırlı oldum mu daima helva yemiş olurum. Zaten açlık
herkese zebun olmaz ki. Bu açlık, hadden aşırı bir otlaktır. Açlığı,
onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Tanrı haslarına
vermişlerdir. Açlığı, öyle her adi yoksula neden verecekler? Ot az
değil ya önüne koyuverirler. Ye derler, sen ancak buna layıksın. Suda
yüzen kuş değilsin sen, ekmek yiyen bir kuşsun.
Bir şeyh, müridiyle dara
düşmüştü. Şehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı. Müridin
gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı. Şeyh
biliyordu müridin içinden geçeni anlamıştı. Ona dedi ki: Ne vakte dek
bu elem bu ıstırap içinde kalacaksın? Ekmek derdinden yanıp
yakılıyorsun. Adeta Tanrıya dayanma gözünü kapamışsın. Sen o yüce
nazeninlerden değilsin ki sana ceviz ve kuru üzüm vermesinler.
Açlık Tanrı hastalarının
gıdasıdır. Senin gibi ahmak yoksul, nereden ona zebun olacak? Aldırış
etme sen onlardan değilsin ki bu mutfakta ekmeksiz bekleyesin. Şu
aşağılık ve karnına düşkün kişilere daima kase üstüne kase sunarlar,
ekmek üstüne ekmek. Bu çeşit adam öldü mü ekmek, önünden giderek ey
yoksullukla, ümitsizlikle kendini öldüren der.
İşte sen öldün, ekmek kaldı.
Hadi kalk da al ekmeğini bakalım ey kendini elemlerle öldüren. Kendine
gel de elin ayağın titremesin. Rızkın, senin ona aşık olmandan ziyade
sana aşıktır. Aşıktır, senin sabırsızlığını bilir de emekliye emekliye
sana gelir a herzevekil. Sabrın olsaydı rızkın gelir aşıklar gibi
kendini sana teslim ederdi. Açlık korkusundan bir titreyiş nedir?
tanrıya dayanmayla tok yaşanabilir pekala.
Dünyada yemyeşil bir ada
vardır, orada yalnız başına obur bir öküz yaşar. Akşama kadar bütün
yazıyı yalar, otlar, doyar, semirip şişer. Gece oldu mu yarın ne
yiyeceğim diye düşünceye dalar, bu düşünce onu dertlendirir, ince bir
kıla döner.
Sabah olunca yazı yine
yeşermiştir. Yeşillik, çayır, çimen, ta bele kadar büyümüştür. Öküz,
öküz açlığına tutulmuştur, akşama kadar bütün yazıyı baştanbaşa otlar,
bitirir.
Yine büyür, semirir, şişer.
Bedeni yağlanır, güçlü kuvvetli bir hale gelir. Derken akşam oldu mu
açlık korkusuna düşer, bu korkuyla titremeye başlar, yine korkusundan
zayıflar. Yarın yayım zamanı ne yiyeceğim, ne edeceğim? Diye düşünür
durur. Yıllardır, o öküz bu haldedir işte. Bunca yıldır bu yeşilliği
otlar, bu çimenlikte yayılırım, hiçbir gün rızkım azalmadı. Bu korku
nedir, bu gönlümü yakıp yandıran gam nedir diye düşünmez bile. Akşam
oldu, gece bastı mı o semiz öküz, eyvahlar olsun, rızkım bitti diye
yine zayıflar.
İşte nefis, o öküzdür, yazı
da dünya. Nefis ekmek korkusuyla daima zayıflar durur. Gelecek
zamanlarda ne yiyeceğim, yarının rızkını nasıl ve nerede elde edeceğim
kaydına düşer. Yıllardır yedin, yiyeceğin eksilmedi. Artık biraz da
gelecek düşüncesini bırak da geçmişe bak. Yediğin rızkları hatırına
getir, geleceğe bakma da az sızlan.
Tilkicik eşeği ta aslanın
yanına kadar götürdü. Aslan, eşeği paramparça etti. O canavarlar
padişahı, bu savaşta yoruldu, susadı. Su içmek üzere kaynağa gitti.
Tilkiceğiz eşeğin ciğeriyle yüreğini fırsat bulup yedi. Aslan, su içip
dönünce aradı, eşeğin ne ciğeri vardı, ne yüreği.
Tilkiye ciğeri nerede, yüreği
ne oldu? Dedi. Canavar, hayvanın bu iki uzvunu pek sever.
Tilki dedi ki: Onda yahut
ciğer olsaydı hiçbir kere buraya gelir miydi? O kıyamet görmüş, o
dağdan düşmeyi seyretmiş, o korkuyu tatmış, güç ile kaçmıştı. Ciğeri
yahut yüreği olsaydı tekrar senin yanına gelir miydi? Bir gönülde
gönül nuru olmadı mı o gönül, gönül değildir. bir beden de ruh yoksa o
beden, topraktan ibarettir.
Bir kandilde can nuru yoksa
sidikten, pislikten ibarettir. O sırçaya kandil deme artık. O sırça, o
kap, halkın yapısıdır ama kandilin nuru, ululuk ıssı Tanrının
ihsanıdır. Hasılı sayı ve çokluk kaplardadır, alevlerdeyse ancak
birlik vardır. Bir yere altı tane kandil koysalar nurlarında sayı ve
çokluk olmaz.
O çıfıt, kapları gördü de
müşrik oldu. Öbürü de nuru gördü de imana geldi, anlayış sahibi oldu.
ruh, kaplara baktı mı, Şis’le Nuh’u iki görür. Derenin, suyu varsa
deredir. Adam canı olan adamdır.
Bunlar insan değillerdir,
suretten ibarettirler. Bunlar ekmek ölüsüdürler, şehvet öldürmüştür
bunları.