Bir adam
yokluğa erişir, kendisine yokluğu ziynet edinirse, o adamın, Muhammet
gibi gölgesi olmaz. “Yokluk benim iftiharımdır” sırrına ziynet
yokluktur. Bu çeşit adam, mumun alevi gibi gölgesizdir. Mum, baştan
aşağı alevden ibarettir. Gölge onun çevresine uğrayamaz. Mum
kendisinden de kaçtı, gölgeden de. Mumu dökenin isteğine uydu,ışığına
sığındı.
Mumu döken muma der
ki: Seni yok olmak için döktüm. O da, ben yokluğa kaçtım diye cevap
verir. Bu var olan ışık, lazım bir ışıktır, geçici ve arızi ışık gibi
değil.
Mum ateşe tamamı ile
yok oldu mu artık ondan ne bir eser görürsün ne bir ışık! Suret ateşi
karanlığı gidermek için mum suretinde durur. Beden mumu şu görünen
mumun aksinedir; yok oldukça can nuru artar. Bu ebedi ışıktır, mumsa
geçici. Can mumunun alevi, Tanrı’ya aittir. Ateşten meydana gelen şu
ateş, nur olduğundan geçici gölge, ondan uzaklaşmıştır.
Bulutun gölgesi yere
düşer. Fakat gölge, ayla düşüp kalkmaz. A bahtı yaver kişi, kendinden
geçmek, bulutsuz bir jale gelmektir. Kendinden geçtin mi değirmi aya
benzersin. Fakat rüzgar, bir bulutu sürüp getirdi mi ayır nuru aydan
daha eksik bir hale düşer. Bulut ve toz yüzünden ay, bir hayal gibi
görünür. İşte beden bulutu da bizi hayal düşüncesine sürer.
Ayın lutfuna bak ki
bu da onun lutfudur, çünkü bize, bulutlar düşmanımızdır demiştir. Ay,
ne buluta aldırış eder, ne toza. O, göğün yücesindedir. Bulut bizim
canımıza düşmandır. Bulut bizim gözümüzden ayı gizler.
Bu perde, huriyi Zâl
gibi kuvvetlendirir, dolunayı yeni aydan daha noksan bir hale getirir.
Ay bizi yücelik kucağına oturtmuş, düşmanımızı kendi düşmanı
saymıştır. Bulutun letafeti ve parlaklığı da yandandır. Fakat buluta
ay diyen hayli yol sapıtmıştır. Ayın nuru buluta vurdu mu onun kara
yüzünü ay gibi parlatır.
Gerçi ayla aynı
renge boyanmıştır. Bu da bir devlettir ama buluttaki o nur, eğretidir.
Kıyamette güneş de kalmaz, ay da. Göz ışığın aslı ile meşgul olur. Bu
suretle temelli mülkle eğreti mülk seçilir. Şu fani konak, karar
yurdundan ayrılır. Dadı, bir kaç gün içindir. Ey ana sen bizi kucağına
al.
Kanadım buluttur. O,
perdedir ve önümdekini göstermez. O yalnız Tanrı lütfiyle letafet
kazanır. Kanadımı yolayım, onu güzelliğini yolumdan atayım da aynı
güzelliğini yine aydan seyredeyim. Ben dadı istemem, ana daha hoş. Ben
Musa’yım benim dadım anamdır.
Ben, aynı
lutfunu vasıtayla elde etmek istemem. Çünkü bu ilgi, nicelerin
helakine sebep oldu. Yahut
da bulut, Tanrı yolunda yok olur da artık ayın yüzüne perdelik etmez.
Suretini yokluk şeklinde gösterir. Peygamberlerle velilerin tenleri
gibi.
O çeşit bulut,
perdelik etmez. Hatta mana bakımından perdelik etmesi bile faydalıdır.
Nitekim aydın sabahta katralar yağar, fakat gökte bulut yoktur. O
yağmur yağışı Peygamberin mucizesi idi. Bulut mahvoldu, gökyüzü
rengini aldı. Buluttu ama ondan bulut huyu gitmişti. Aşığın bedeni de
sabırla böyle olur işte. Bedendir ama bedenliği kaybolmuştur,
değişmiştir, ondan renk de gitmiştir, koku da.
Kanat başkasının,
baş bana lazım. Baş, duygu, görgü yurdudur ve bedenin direğidir.
Başkasının avı için can feda etmeyi mutlak küfür, hayırdan ümitsizlik
bil. Kendine gel, dudu kuşlarının önündeki şekere benzeme. Zehre benze
de ziyandan kurtul. Yahut da neşelen hitabını duymak için kendini
köpeklerin önündeki ölüye benzet. Hızır da bu gemiyi, zaptedecek
kimseden kurtarmak için deldi.
“Yokluk benim
iftiharımdır” sözü, onun için yüce bir söz oldu, tamahkarlardan gani
Tanrı’ya kaçmama yol açtı. Mamurelerde oturanların hırsından kurtulmak
için defineleri, yıkık yerlere gömerler. Kanadını yolmayı bilmiyorsan
yürü, halvete gir de bütün kanatlarını şuna buna harcatma. Çünkü sen
hem lokmasın, hem lokmayı yiyen. Ey can, aklını başına al, hem
yiyorsun hem yeniyorsun!
Bir kuşcağız kurt
avlıyordu kedi fırsat bulup onu kapıverdi. Yiyordu, yeniyordu, fakat
kendisi avlanırken başka bir avcıdan haberi bile yoktu. Hırsız, bir
kumaşı çalmaktadır ama şahne de, hırsızın düşmanları ile beraber
ardındadır. Hırsız aklı, pılı pırtıda, kilitte ve kapıdadır. Şahneden
ve seher çağından ah edeceğinden gafildir.
Sevdasına öyle
dalmıştır ki kendisini arayandan haberi bile yoktur. Bir ot, arı duru
bir suyu içti mi derhal bir hayvan gelir, onu otlar yer. O ot, hem
yer, hem yenir. Tanrı’dan her varlık böyledir işte.
Tanrı “Sizi doyurur,
fakat kendi yemek yemez” Tanrı ne yenir ne yer. O, et ve deri
değildir. yiyen ve yenilen, pusuya gizlenmiş bulunan bir yiyiciden
nasıl emin olabilir? Yenen şeylerin emin olması, sonunda yas ve matem
verir. Yürü, yemeyen içmeyen Tanrı’nın tapısına git. Her hayal, başka
bir hayali yemekte, her düşünce, başka bir düşünceyi otlamaktadır.
Hayalden geçemiyorsun, yahut da uyuyup ondan kurtulamıyorsun.
Düşünce arıdır,
uykunsa su. Uyusan bile uyandın mı yine başına üşüşür. Nice hayal
arılar uçuşup durur, seni bu yana o yana çekiştirir. Bu hayal,
yiyenlerin en aşağılığıdır. Öbürlerini ise ululuk ıssı Tanrı bilir.
Kendine gel de o kaba ve haşin yiyiciler bölüğünden kaç. “Seni biz
koruruz” diyen Tanrı’ya sığın. Yahut da o koruyucuya koşup kurtulmak
elinden gelmiyorsa o koruma sıfatını kazanan kişiye kaç.
Elini pirden
başkasına verme. Pirin elini tutan Tanrı’dır. Senin kocalmış aklın,
çocukluğu huy edinmiştir, nefis civarında bu huyu kazanmıştır. O,
perde altındadır. Kamil bir aklı, aklına arkadaş et de aklın, o kötü
huydan vazgeçsin. Elini onun eline verdin mi yiyicilerin elinden
kurtulursun.
Tanrı, “Tanrı eli
onların elinin üstündedir” dedi ya, işte senin elin de o biat ehlinin
eli olur. Elini pirin eline verdin, o her şeyi bilen ulu pire uydun
mu, kurtuldun demektir. Çünkü o, ey mürit, vaktinin peygamberidir...
Peygamberin nuru ondan zuhur eder. Ona uydun, onun elini tuttun mu
Hudeybiye’de bulunup Peygambere biat eden sahabeden olursun. Cennetle
muştulanan o on kişiden sayılırsın, halis ve potada erise bile ayarı
düşmez altına dönersin.
Bu bilelik doğrudur
çünkü insan kimi severse ona eşittir. Bu alemde de onunladır, o alemde
de. Bu, huyları güzel Ahmet’in hadisidir. Dedi ki: “İnsan sevdiği ile
beraberdir” Kalp dilediğinden ayrılmaz.
Nerede tuzak ve yem
varsa orada az otur. Yürü ey arık kötürüm, kendin gibi arık
kötürümleri gör! Ey zebunların zebunu, şunu da bil ki, el, elin
üstündedir el üstünde el vardır. Ne şaşılacak şey, sen hem zebunsun,
hem de zebunların elini tutmaya çalışıyorsun. Hem avsın hem de
avlamayı diliyorsun.
Onların önüne ardına
set olma. Çünkü, sen düşmanı görmezsin ama o düşman ortadadır. Avcılık
hırsı, insanı kendi avlanacağından gafil kılar. Erlik gösterir ama
yüreksizdir. İstekte bir kuştan aşağı olma. Serçe kuşu bile önüne
ardına bakınır. Yemin bulunduğu yere geldi mi önüne ardına kaç kere
dolanır. Acaba der, önümde ardımda bir avcı var mı? Varsa onun korkusu
ile şu lokmadan el çekmem gerek. Kötülerin hikayelerini gör, hallerine
bak. Eşinin dostunun ölümlerinden ibret al.
Onları silahsız,
pusatsız nasıl helak etti? Bir bak. O, herhalde senin yanındadır.
Tanrı işkence yapar ama gürzle elle değil. Bil ki Tanrı, elsiz hüküm
sürer, ferman yürütür.
Tanrı varsa hani,
nerede? Diyen işkenceye uğradı mı vardır, odur diye ikrar eder. Tanrı
varlığı şaşılacak bir şey, akıldan uzak diyen, gözyaşları döker de ey
bana benden yakın Tanrı diye yalvarmaya koyulur.
Tuzaktan kaçmak
vaciptir, fakat senin tuzağın kanadına yapışıktır. İşte onun için ben,
bu menhus tuzağın mıhını çekip çıkarıyorum; murada erişmek için
dilimi, damağımı acıtmamak istiyorum. Bu sözü, senin aklına uygun
söyledim. Anla da arayıp taramadan yüz çevirme. Hırs ve hasetten
ibaret olan şu bağı çöz. Ebuleheb’in karısının boynundaki hurma ipini
düşün.
Bu sözün ne sonu
vardır, nede bu söz bitip tükenir. Ey Tanrı Halil’i, kuzgunu neden
öldürdün? Buyruğa uydun doğru. Fakat bu buyruğun hikmeti neydi? Onun
sırlarından birazcığını göstermek gerek. Kara kuzgunun gaak diye
bağırması, dünyada daima uzun bir ömür istemesindendir. İblis gibi tek
ve pak Tanrı’dan kıyamete kadar dünya hayatını ister. İblis de “Beni
kıyamet gününe kadar yaşat “ dedi. Keşke, “Rabbimiz, tövbe ettik”
deseydi. Tövbesiz ömür, baştanbaşa can çekişmedir.
Hazır olan
kaçılmayan ölüm, Tanrı’dan gafil olmaktır. Hakla olunca ömür de, ölüm
de... ikisi de hoştur. Fakat Tanrı’sız abıhayat bile ateştir. Öyle bir
tapıdan daima ömür istemesi de lanet tesiriyledir. Tanrı’dan, ondan
başkasını istemek, görünüşte istenen şeyin artmasını istemektir, ama
hakikatte onun tamamı ile eksilmesini dilemektir.
Hele ayrılık ve
yabancılıkla geçen ömür yok mu? Bu adeta aslanın huzurunda tilkilik
taslamaya benzer. Bana daha fazla ömür ver de daha gerisin geri
gideyim; mühletini uzat da daha aşağılık bir hale geleyim demektir.
Nihayet o, lanete nişane olur. Lanet isteyen kişiyse kötü bir kişidir.
Hoş ömür, yakınlık
aleminden can beslemektir. Kuzgunun ömrü ise pislik yemek içindir.
Bana fazla ömür ver ki pislik yiyeyim, daima ban bunu ver ki benim
yaradılışım kötüdür demektedir. O ağzı kokan kuzgun, eğer pislik
yemeseydi beni kuzgun huyundan kurtar diye yalvarırdı.
Ey toprağı altına
çeviren, bir başka toprağı da insanlar babası yapan Tanrı! Senin işin,
eşyayı olduğu halden çevirmek, ihsan ve lutüflarda bulunmaktır, benim
işimse yanlışa düşmek, unutmak ve hata etmektir. Bilginle yanlışımı
noksanı mı döndür. Ben baştan aşağıya kadar sümükten ibaretim, sen
beni sabırdan, hilimden ibaret bir hale getir.
Ey çorak toprağı
ekmek haline getiren, ey ölü ekmeği canlandıran, can eden. Ey şaşırmış
cana rehberlik eden, ey yolunu sapıtmışı peygamber yapan! Yeryüzünün
bir cüzünü gök yaparsın. Yeryüzünün neşesini yıldızlarla artırırsın.
Kim bu alemden bir
abıhayat elde ederse ölüm, ona başkalarından daha çabuk gelir çatar.
Kâinata bakan gönül gözü, görür ki burada daima yeniden yeniye bozulup
düzelen şeyler var. Şu ten hırkasının iğnesiz, ipliksiz dikilmesinden
ve bakırı altın yapan iksirden başka bir şey değildir.
Sen, var olduğun
gün, ya ateştin, ya yel, yahut da torak. Eğer o halde ebediyen kalman
mümkün olsaydı hiç sana bu yücelik nasip olur muydu? Tanrı seni
değiştirdi. Önceki varlığın kalmadı. Onun yerine sana daha iyi varlık
verdi. Böylece yüz binlerce varlığa büründün ki daima ikinci varlık,
ilkinden iyidir. Bunları değiştiren Tanrı’dan gör de vasıtaları bırak.
Çünkü vasıtalara kapıldın da aslından uzaklaştın. Nerede vasıta
çoğalırsa ulaşma kaybolur gider. Şaşkınlığın, her şeyi sebepten
bilmendendir. Halbuki hayret, sana o tapıya yol açar. Bu varlıkları
yokluklardan buldun. Öyleyse neden yokluktan yüz çevirdin? O yokluktan
ne ziyana uğradın ki varlığa yapıştın a yer faresi!
Madem ki ikinci
evvelkinden daha iyidir, yokluğu ara, insanı halden hale değiştirene
tap. A inatçı, varlığa düştüğün demden beri şimdiye kadar her lahza
yüz binlerce haşir gördün. Haberin yokken cemad aleminden yetişip
gelişen nebat alemine geldin. Nebat aleminden de hayat ve iptila
alemine düştün.
Sonra tekrar güzelim
akıl ve temyiz alemine gider, bu beş duyguyla altı cihet aleminden
kurtulursun. Bu ayak izleri, deniz kıyısına kadar gider. Sonra deniz
içinde ayak izleri yok olur biter. Çünkü kuruluk menzillerinde ihtiyat
için köyler vardır, yurtlar vardır, konaklar vardır. Deniz konakları
da durup dinlenmeyen, sahası ve tavanı olmayan dalgalanmalardır. O
menzillerin nişanesi adı sanı yoktur.
Nebat aleminden sırf
ruh alemine kadar her iki konak arasında bunlar gibi yüzlerce konak
vardır. Yokluklarda bu varlığı gördün de nasıl beden varlığına böyle
yapıştın? Kendine gel ey kuzgun, kendine gel de şu canı ver, doğan
kuşu ol. Tanrı’nın halden hale döndürmesi karşısında canınla başınla
oyna.
Yeniyi al, eskiyi
bırak. Çünkü her yılın, geçen üç yıldan daha artıştır daha üstün.
Hurma fidanı gibi ihsan sahibi olmazsam var, eskiyi eskiye kat
ambarına yığ! O eski, kokmuş ve pörsümüş şeyi körlere hediye et.
Yeniyi gören seni almaz. O Tanrı’ya av olur, sana tutulmaz. Ey kara ve
tuzlu su, nerede kör kuş varsa bölük, bölük senin başına toplanır.
Bu suretle de
körlükleri artar. Çünkü kara su, körlüğü arttırır. Dünya ehlinin bu
sebeple gönül gözleri kördür; onlar, balçıkla bulanmış su içerler.
Madem ki gizli bir alemde abıhayatın yok, şu halde kara ve tuzlu suyu
ver, kötülüğü al bu alemde! Bu halle bir de varlık istiyor, onu
anıyorsun ha. Halbuki sen, zenci gibi kara yüzlü olmakla neşelisin.
Zenci aslından öyle
olduğundan, aslından zenci olduğundan o kara renkten hoşlanır,
rahattır. Fakat bir gün güzelleşse, güzel yüzlü bir hale gelse de
sonra kararsa çaresini aramaya koyulur. Uçar kuş, yeryüzünde kalsa
derde, eleme düşer, feryat etmeye başlar. Fakat ev kuşu, yeryüzünde
güzelce yürür, yem toplar, neşeli bir halde dönüp dolaşır.
Çünkü o aslında
uçamaz, öbürü uçucudur.
Peygamber, canım
hakkı için dedi, yoksul düşen zengine,hor hakir bir hale gelen yüceye,
yahut da bilgisizlikle şöhret kazanan Mudar kabilesinin arasına düşmüş
saf ve temiz alime acıyın.
Peygamber dedi ki:
Taş ve dağ bile olsanız bu üç bölük halka merhamet edin. Çünkü o,
başlıkta bulunduktan sonra hor oldu. Öbürü, zenginken yoksul düştü,
parasız kaldı. Üçüncüsü de alemde ahmak adamlar arasında belalara
uğrayan alimdir.
Çünkü yücelikten
horluğa düşmek, bedenden bir uzvu kesmektir. Bedenden ayrılan uzuv,
ölür, yeni kesilmiş uzuv bir müddet oynar, oynar ama bu hareket sürüp
gitmez. Geçen yıl Elest kadehinden şarap içen, bu yıl baş ağrısına eza
ve cefaya uğrar. Köpek gibi bayağı olan kişide padişahlık hırsı ne
gezer.
Suçu olan tövbe
eder. Yolu kaybeden kişi ah eder.