Bu namaz, oruç
ve savaş da inanışa tanıktır. Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da
kendi sırrından haber vermedir.
İhsanda bulunmak
doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir
özle inandık demektir. Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben
seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
Kimi bir mal veya
afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir cevherim var
demektir; Tanrı’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir cevherim var
ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
Oruç der ki: Bu
helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok. Zekat der
ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda
olandan nasıl çalar?
Fakat bu işleri riya
ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Tanrı’nın adalet mahkemesine kabul
edilmez. Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için. Kendi
de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert
kişilerle oruç tutanların adını da kötüye çıkarmıştır.
Fakat Tanrı’nın
lütuf ve ihsanı, o eğri işlerle bulunmakla beraber nihayet onu,
hepsinden de arıtır. Rahmeti o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile
vermediği ışığı vermiştir.
Tanrı onun
çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti, onu bu hatadan
arıtır. Bu suretle de
Tanrı’nın yargılayıcılığı meydana çıkar; bu miğfer, kulun kelliğini
örter. Yağmur pis şeyleri
arıtmak için gökten yağar.
Su durdu mu
pislenir. Pislenince de duygu ondan iğrenir, onu istemez. Tanrı yine
onu doğruluk denizine götürür. O suların suyu kereminden onu yıkar,
arıtır. Ertesi yıl eteğini sürüyerek gelir.
Hey, neredesin?
Dense “Hoşlar denizindeyim. Ben burada pislendim, gittim. Temiz
geldim. Elbiseler giyindim, toprağa ulaştım. Ey kirliler, pisler, bana
gelin. Çünkü, ben Tanrı huyu ile huylandım. Bütün kirliliğinizi kabul
ederim, melek gibi, şeytana bile temizlik bağışlarım. Pislenince yine
oraya giderim, temizliklerin aslının aslına varırım.
Kirli hırkamı orada
başımdan çıkarırım, o, yine bana temiz bir elbise verir. Onun işi
budur, benim işim de bu. Alemlerin Rabbi, alemi bezer süsler” der.
Bizim bu
pisliklerimiz olmasaydı suya bu icazetname nereden verilirdi? Su,
birisinden altın keseleri çalmış, nerede bir müflis diye her tarafa
koşan birine benzer. Yahut bitmiş otlara dökülür; yahut bir yüzü
yunmamışın yüzünü yıkar.
Yahut da denizlerde
elsiz ayaksız gemiyi hamal gibi başında taşır. Onda yüz binlerce ilaç
gizli. Çünkü her ilaç olduğu gibi ondan yetişir gelişir. Her incinin
canı, her tanenin gönlü, bir eczane gibi olan suda yürür durur.
Yeryüzü yetimlerini o besler, kuruyup kalmış kişileri o yürütür. Fakat
mayası bitti mi bunalır, yeryüzünde bizim gibi şaşırır kalır.
İçten feryada
başlar; Yarabbi, bana ne verdiysen verdim, yoksul kaldım. Sermayemi
temize pise döktüm sarf ettim. Ey sermaye veren, daha yok mu?
Tanrı buluta onu iyi
bir yere götür der. Güneşe de ey güneş der onu yukarıya çek! Onu türlü
türlü yollara sürer, nihayet ucu bucağı olmayan denize ulaştırır.
Bu sudan maksat
velilerin canıdır. O can, sizin kirliliklerinizi iyiden iyiye yıkar,
arıtır. Yeryüzündekilerin hıyanetliklerinden bunaldı mı yine arşa,
temizlik bağışlayana gider. Yine o taraftan eteğini çeke çeke gelir, o
okyanusun temizliklerinden yeryüzündekilere ders vermeye koşar.
Halkla
karışmadan yoruldu mu o sefer “ey Bilal, seninle bize bir huzur ver,
bir istirahat ver.” Ey güzel
sesli Bilal ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der. Can sefere
gitti beden kıyamda. Bu yüzden namaz bitince selam verilir işte.
Herkesi teyemmüm kurtarır, kıble arayanları aramaktan vaz geçirir,
kıbleyi gösterir. Bu misal getirme söz arasında bir vasıtadır.
Herkesin anlaması için vasıta şarttır.
Bir delile
bağlanmadan kurtulmuş olan semenderden başka kim, vasıtasız ateşe
girebilir? Tabiatını ateşle hoş bir hale getirmen için vasıtan
hamamdır.
Halil gibi ateşe
giremeyeceğinden hamam sana elçi oldu, su da delil. Doymak Tanrıdandır
ama tabiat ehli, ekmeksiz nasıl olur da doyar?
Lütuf Tanrıdandır
ama ten ehli, çayırlık çimenlik perdesi olmaksızın o lütfu bulamaz.
Fakat perdesiz bir halde ten vasıtası kalmayınca insan, Musa gibi ayın
nurunu yeninden yakasından görür, bulur.Bu hünerler de, suyun gönlünün
Tanrı lütfu ile dopdolu olduğuna tanıktır.
İş ve söz, için
tanıklarıdır. Bu ikisine bak da için nasıl anla. Sırrın, onun içine
giremiyorsa hastanın sidiğine bak. İşle söz, hastaların sidiğine
benzer, beden doktoruna bu bir delildir. Halbuki ruh doktoru, canına
girer de can yolundan imanına kadar varır.
Onların güzel söze,
güzel işe ihtiyaçları yoktur. Sakının onlardan, onlar kalplerin
casusudurlar. Bu söz ve iş tanıklarını, dere gibi henüz ulaşmamışlarda
ara!
Nurlu adamın nuru, o
bir iş yapmadan bir söz söylemeden de içinden o nura tanıklık verir.
Arifin sırrı, sözüyle ve işiyle meydana çıkmaktan ziyade hiçbir söz
söylemeden ve hiçbir iş yapmadan halka görünür, meydana çıkar. Nitekim
güneş doğup yükselince horoz sesine müezzinin haber vermesine ve diğer
alametlere hacet yoktur, bir iş ve bir söz olmasa da güneşin nuru,
güneşe tanıklık verir.
Fakat haddi aşan
yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur. Güzelliğe görülmeye
ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya,
cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.
O incinin nuru dışa
vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur. Artık ondan iş ve
söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır.
İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir?
Gizliyi meydana çıkartmak değil mi? Maksat cevherin sırrını meydana
çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.
Altının mihenkte
bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır.
Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla
kalır. Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk
mihengine sürdü; inanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi.
Fakat tanıklar şüphelidir.
Bil ki tanıkları
tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır. Sözü
doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta.
Söz tanığı eğri söylerse ret edilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa
yine ret edilir.
Sözde ve işte bir
ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin. “Çalışmanız ayrı ayrı;
aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
Peki sözleri
birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Tanrı kendi lütfu ile
bir hilim göstere. Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her
ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.
Tanığın tezkiye
edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
A inatçı, sen inat
ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da
bekliyorlar!..