Gerçi ruh
gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan
nasibi vardır. Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim
Şeytanım Müslüman olmuştur buyurmazdı.
Ölüyü dirilten o
yemekten Şeytan yiyip içmese nasıl olur da Müslüman olur? Şeytan
dünyaya aşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk giderebilir.
Yakıynin gizli evinde yer, içerse yavaş yavaş aşk pılı pırtısını oraya
çeker götürür.
Ey karnına haris
olan böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyeceğini değiştirmedir. Ey
kalp hastası, ilaca sarıl. Bütün tedbir, mizacı değiştirmeden
ibarettir. Ey yemeğe rehin düşüp hapiste kalan, sütten kesilmeye
tahammül edersen yakında kurtulursun.
Açlıkta bir
çok yemekler var. Onları ara, onları dile ey onlardan nefret eden.
Nurla gıdalan, göze benze. Ey
insanların hayırlısı meleklere uy. Melek gibi Tanrıyı tesbih etmeyi
kendine gıda yap da melekler gibi ezadan kurtul.
Cebrail murdar
şeylere hiç bakmamakta, onların etrafında dönüp dolaşmamakta. Böyle
olduğu halde kuvvet bakımından herkes den aşağı mıdır ki?
Tanrı aleme ne de
hoş, ne de güzel bir sofra yaymıştır. Fakat o sofra, aşağılık
kişilerin gözlerinden pek gizlidir. Alem nimetlerle dolu bir bağ olsa
fare ve yılan yine toprak yer.
İster kış olsun
ister bahar, onların gıdası topraktır. Fakat sen varlığın beyisin,
nasıl olur da yılan gibi toprak yersin?
Tahtanın içindeki
kurt, kimin böyle güzel helvası var der. Bok böceği, bok içinde yaşar
ve alemde pislikten başka bir meze bilmez.
Ey eşi, benzeri
olamayan Tanrı, mademki bu sözü kulağımıza küpe yaptın, ihsanda bulun,
bu sözleri bol bol saç! Kulağımızı tut, bizi o sarhoşların halis
şarabını içtikleri meclise çek, oraya götür.
Madenm ki bize
bundan bir koku duyurdun, Ey din Tanrısı o tulumun ağzını kapama. Ey
kendisine sığınılan Tanrı, ey kendisinden imdat istenen Rab, esirgeme,
ihsan et de erkek, kadın herkes, senin şarabından içsin!
Ey duaları duadan
önce duyan, muratları istenmeden veren Tanrı, gönüle her an yüzlerce
kapı açarsın. Birkaç harftir yazdın. Taşlar bile o harflerin
sevgisiyle eridi muma döndü.
Yüzlerce akla, fikre
fitne olarak kaş nurunu, göz sadını, kulak cimini yazdın. Akıl o
harfler yüzünden ince eleyip sık dokumaya koyuldu. Ey yazısı güzel
edip, bunları boz!
Yokluğa, her
düşünceye göre an be an güzel bir hayal nakşetme; hayal levhine göz,
yanak, yüz ve ben gibi görülmemiş harfler yazmaktasın. Halbuki ben,
yokluğa aşığım, vara bakıp sarhoş olmam. Çünkü yoluk sevgilisi, bence
daha vefalıdır.
Tanrı akıla o
şekilleri okuttu, bu suretle onun tedbirlerden vazgeçip Tanrısını
dilemesini diledi.
Akıl, her sabah
melek gibi o Levhi Mahfuz’dan bir ders alır. Yokluğu parmaksız olarak
yazılmış yazılara bak; dünyaya dalanlar, o yazıların karartısına
şaşırıp kalmışlar.
Herkes bir hayale
kapılmış, bir bucağı eşmede. Biri bir define bulmak için bir bucağı
kazmada; biri bir hayal peşine düşmüş, azamet sahibi olduğu halde
dağlardaki madenlere yüz çevirmiş; bir başkası papaz olmak için
kiliseye kapanmış, bir başkası da hırs içinde ekine tarlaya düşmüş!
O yol kesen,
kurtulduğunu hayal etmiş, bu ise hayalince bir hastaya merhem olmuş.
Biri peri çağırmaya koyulmuş, gönlünü aklını kaybetmiş, öbürü, yıldız
bilgisine kapılıp nalını yıldızın üstüne koymuş. Bu gidişler ,çteki
renk renk hayaller yüzünden dışarıda da birbirine aykırı görünür.
Bu ona bakıp ne
yapıyor, ne iş iliyor diye hayrette. Bu şaraptan her tadan kişi,
öbürünün yaptığını boş bulmada. O hayaller birbirine aykırı olamasaydı
görünen gidişler, nasıl olur da birbirine zıt olur, zıt görünürdü?
Hepside can kıblesini kaybetmişlerdir de onun için herkes, bir yana
yüz çevirmiştir.
Nitekim bir bölük
halkta kıble nerede diye aralar, bir hayale kapılıp her yana döner
dururlar. Sabah olup ta Kâbe yüz gösterdi mi kimin yol yitirdiği
anlaşılır. Yahut da dalgıçlar gibi hani. Hepsi denize dalar, herkes,
denizin dibinde eline ne geçerse aceleyle devşirir. Değerli bir inci
ümidiyle şunu bunu torbalarına doldururlar.
O koca denizin
dibinden çıktılar mı iri değerli inci kimdeyse meydana çıkar. Öbürünün
küçük inci, daha öbürünün de kırık taş parçaları ve boncuk bulduğu
anlaşılır. İşte onları uykularından uyaracak olan, kahredici ve
kötülükleri açığa vurucu bulunan kıyamette buna benzer.
Her bölük pervaneler
gibi alemde bir mumun etrafında dönüp dolaşır. Kendilerini bir ateşe
vururlar ama hakikatte kendi mumlarının çevresinde dolanmaktadırlar.
Alevinden ağacın daha ziyade yeşerdiği bahtı yaver Musa’nın ateşini
umarlar.
Her sürü o ateşin
ihsanını duymuştur; herkes her kıvılcımı o ateş sanır. Fakat sabah
çağı, ebedilik nuru doğdu mu her biri, etrafında döndüğü nurun ne
biçim bir mum olduğunu görür. Kim o zafer mumu ile yakmış ise o mum,
ona seksen tane kanat bağışlar.
Nice pervaneler iki
gözlerini yummuşlardır da kötü bir muma atılmışlardır, kanatlarını
yakıp onun altına düşe kalmışlardır.
Pişmanlıla hararetle
çırpınıp dururlar. Gözlerinin bağı olmasına, böylece bir havaya
körcesine düşmelerine ah çekerler. Mum da ben yandım, seni yanmadan,
cefa ve elemden nasıl kurtarabilirdim? Der.
Mum da ağlaya
ağlaya der ki: Benim bile başım yandı, artık başkasını nasıl
aydınlatabilirim? O “Senin
ahvaline baktım da gururlandım, halini geç gördüm” der.
Mum sönmüş şarap
bitmiş, sevgilide bizim eğri görüşümüzden utanmış, dalgalara batmış,
görülmüştür. Faydaları, ziyanın ve helakin ta kendisi olmuştur. Artık,
körlükten Tanrıya şikayet et dur.
Halbuki ne güzeldir
inanılır Müslüman, iman sahibi ve ibadet edip duran kardeşlerin
ruhları. Herkes bir yana yüz tutmuştur. O azizlerse hiç yanda olmayana
yüz çevirmişlerdir. Her güvercin bir yana uçmuştur, bu güvercinse
cihetsizlik tarafına.
Biz ne hava
kuşlarıyız, ne ev kuşları. Bizim yemimiz yemsizlik yemidir. Onun için
rızkımız böyle bol bol gelmededir; çünkü, bizim elbise dikmemiz
elbiseyi yırtmaktır!