Bir zahidin
kıskanç bir karısı, bir de huri gibi güzel bir halayığı vardı. Kadın,
kıskançlığından kocasını gözetir, halayıkla hiç yalnız bırakmazdı.
Kadın, bir zaman onların ikisini de gözetti, yalnız kalmalarına fırsat
vermedi.
Nihayet Tanrının
kaza ve kaderi gelip çattı. Koruyucu akıl, şaşırdı gitti. Tanrı hükmü,
Tanrı takdiri gelince akıl kim oluyor ki? Ay bile tutulur. Kadın,
hamama gitmişti. Birden aklına geldi hamam tasını evde unutmuştu. Kuş
gibi hemencecik koş. Evden o gümüş hamam tasını getir dedi.
Halayık bu sözü
duyunca efendisiyle buluşabileceğini düşünüp adeta canlandı. Efendi
şimdi evde yalnızdır deyip sevine, sevine hemen eve koştu. Halayık
altı yıldır efendisini yalnız bulmayı gözlüyordu, bu sevdadaydı. Adeta
uçarak eve geldi. Efendiyi evde yalnız buldu.
Şehvet, iki aşığı da
öyle bürümüştü, ikisinin de gözleri öyle karamıştı ki ihtiyatı
akıllarına bile getirmediler. Evin kapısını kapamadılar.
İkisi de neşeyle
kucaklaştılar, birleştiler. Adeta o anda iki can bir oldu. Bu sırada
hamamda kadının aklına geldi nasıl oldu da dedi, ben bu kızı eve
yolladım? Adeta kendi elimle ateşi pamuğun içine attım. Koçu koyuna
saldım.
Başındaki kili hemen
yıkadı, cansız bir halde halayığın ardına düştü. Hem koşuyor, hem
çarşafını giyiyordu. O halayık can sevgisiyle koşmuştu, bu korkusundan
koşuyordu. Aşk nerede, korku nerede? Aralarında ne fark var?
Arif, her an
padişahın tahtına kadar ulaşır. Zahitse yürür,yürür bir ayda tam bir
günlük yol alır. Zahidin de şerefli bir günü yok değildir, vardır.
Vardır ama onun günü, nereden elli bin yıllık olacak.
İş erinin ömründe
her gün, bu cihan yıllarınca elli bin yıldır. Akıllar, bu sırra
eremezler, kapı dışında kalırlar. Bu sır, vehmin ödünü patlatırsa
bırak patlatsın. Aşk karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk
mezhebinde herkes kurbandır. Aşk, Tanrı sıfatıdır. Fakat korku,
şehvete kapılmış kulun sıfatıdır.
Kuran’da “Onlar
Tanrıyı severler” sözünü okudun ya, bu söz “Tanrı da onları sever”
sözüne eştir. Şu halde muhabbeti de Tanrı sıfatı bil, aşkı da. Azizim
korku Tanrı sıfatı olamaz. Tanrı sıfatı nerede, bir avuç toprağın
sıfatı nerede? Sonradan yaratılanın sıfatı nerede, o pak ve önü sonu
olmayan Tanrının sıfatı nerede?
Aşkın sıfatını
söylemeye koyulursam yüz kıyamet kopar da yine noksan kalır. Çünkü
kıyametin kopacağı bir zaman, bu dünyanın bir sonu vardır. Fakat Tanrı
sıfatına son nerede? Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, arştan
yer altına kadar bütün kainatı kaplar.
Korkak zahit, ayağı
ile yürümeye çabalar. Aşılarsa şimşekten de hızlı uçarlar, yelden de!
O korkaklar, aşkın tozuna nereden ulaşacaklar? Aşk derdi, gökyüzünü
döşeme edinir. Zahit bu makama ulaşamaz. Meğer ki Tanrı ışığının
inayeti gelip erişe de bu alemden ve bu yürüyüşten kurtula.
Kendi kuşundan,
düşünden, dedikodusundan halas olsa da yüce doğan kuşu, padişaha yol
bula. Bu dedikodu, cebir ve ihtiyarıdır. Sevgilinin cezbesi, bu
ikisinin ardından gelir. Hasılı o kadın eve varıp kapıyı açtı. Kapının
sesi kulaklarına gelince, halayıkcağız perişan bir halde sıçradı, adam
da namaza durdu.
Kadın halayıkcağızı
perişan, şaşkın ve somurtkan, kocasını da namaz da görünce bu halden
şüphelendi. Derhal kocasının eteğini kaldırdı. Bir de ne görsün? Aleti
ve hayaları, meni içinde. Aletinden arta kalan meni damlamada, baldırı
dizi pislik içinde.
Başına vurdu da dedi
ki: A adi herif, namaz kılan adamın hayaları böyle mi olur? Şu alet,
bu çeşit pislik içinde bulunan but ve kasık, Tanrıyı anmaya layık
mıdır?
Sen de insaf et,
zulümle, kötülükle, küfür ve kinle dolu olan amel defteri sağ yandan
verilmeye değer mi? Kafire de bu gökyüzünü, şu halkı ve alemi kim
yarattı? Diye sorsan., der ki: Tanrı yarattı. Yaratmak, Tanrıya
layıktır. Fakat onun küfrü, bir hayli kötülüğü ve sitemi, bu çeşit
ikrarla bir araya gelir mi?
O kötü ve çirkin
hareketler, o noksan işler, bu çeşit bir ikrarla bir araya sığar mı?
İşi, ikrarını yalanlar. Bu suretle de o, korku azabına layık olur.
Mahşer günü, her gizli şey, meydana çıkar. Her suç, kendiliğinden
insanı rezil eder. Elle ayak, dile gelir. Tanrı huzurunda onun
kötülüğüne şahadet eder. El ben şöyle çaldım der, dudak ben şöyle
sordum der. Ayak, ben şehvete koştum, ferç ben zina ettim diye
tanıklık eder.
Göz der ki: Ben
harama baktım. Kulak der ki: Ben kötü söz işittim. Derken sözleri
baştan aşağıya yalan olur, azası yalanını meydana çıkarır. Nitekim
doğru düzen namazın da yalanı, hayaların tanıklığı ile meydana çıktı.
Şu halde öyle
hareket etki o hareketin, dilsiz, dudaksız, tanıklığın, şahadet ederim
demenin ta kendisi olsun. Bütün beden, her uzuv, faydada şahadet
ederim desin ey oğul. kulun, efendisinin izini izlemesi, ben buyruğa
tabiim, şu da benim efendimdir demesidir. Ömür defterini kararttınsa
önce yaptıklarına tövbe et.
Ömrün geçtiyse kökü
bu demdir, tez ömür ağacını tövbe suyuyla sula. Ömrünün köküne
abıhayat dök de ömür ağacın yeşersin. Bütün geçmiştekiler, bu tövbeyle
iyileşir. Geçen yıldaki zehir, bu yüzden şeker kesilir.
Tanrı, kötülüklerini
iyiliğe çevirir. Geçmişteki bütün suçların ibadet olur. Hocam Nasuh
tövbesine sarıl, canla başla buna çalış. Bu Nasuh tövbesini sana
anlatayım, dinle. İnanmışsın ama yeniden inan.