İsa
dinini mahvetmek için aynı Yahudinin neslinden diğer bir padişah
meydana çıktı. Bu diğer padişahın meydana çıkışını haber almak
istersen “Vessamai zatülburüc” süresini oku.
Birinci padişahtan doğan kötüye adeta bu padişahta ayak uydurdu.
Bil ki o çeşit sitem ve zulümlerden
bu, ne yaparsa Tanrı, günahını artıksız, eksiksiz ilk zalimden sorar.
Kim fena bir adet koyarsa ona her
an lanet gider durur. İyiler gittiler, güzel usul ve adetleri kaldı;
kötü adamlardan da zulümler ve lanetler. Kıyamete kadar o kötülerin
cinsinden kim vucuda gelse yüzü o kötülüğedir.
Bu tatlı suyla tuzlu su; damar
damardır. Halk arasında sür üfürülünceye dek birbirine karışmadan
böylece gider durur. İyilere tatlı su miras kaldı. O ne mirastır?
“Evrensel kitap” mirası.
Dikkat edersen taliplerin dileği
Peygamberlik cevherinin şuleleridir, o şuleleri dilerler.Şuleler
mücevherlere tabi olarak parıldar ve dönerler. Şule, nereden
çıkıyorsa, madeni nerede ise oraya gider.
Güneş, bir burçtan bir burca gidip
durduğundan pencereye vuran ziyası da evin etrafında döner dolaşır.
Kimin bir yıldızla alaka ve merbutiyeti varsa o, kendi yıldızı ile
döner, dolaşır, o yıldızın tesiri altındadır.
Talihli Zühre ise şevki, çalıp çağırmayı, aşkı diler, onlara
adamakıllı meyli vardır.
Kan dökücü huylu Mirrih’e mensup ise cenk, bühtan ve düşmanlık arar.
Yıldızların ardında yıldızlar
vardır ki onlarda ihtirak ve nahis olmaz. Onlar bu yedi kat gökten
başka diğer göklerde seyir ve hareket ederler. Birbirlerine bitişik ve
birbirlerinden ayrı olmayan bu yıldızlar, Tanrı nurlarının ışığında
dururlar. Her kimin talihi o yıldızlardan olursa o kimsenin zatı,
kafirleri taşlayıp yakar.
Onun hışmı, bazen galip gelen, bazen mağlup olan ve tesiri böylece
değişerek yürüyen Mirrih’in hışmına benzemez.
Galip nur, noksandan ve karanlıktan
emindir. Tanrı nurunun iki parmağı arasındadır.O nuru ,canlara Hak
saçtı. Devletliler, onunla eteklerini doldurmuşlardır.O nur saçışını
bulan yüzünü Tanrı’nın gayrısıdan çevirmiştir.Kimin aşk eteği yoksa o
nur saçışından nasipsiz kalmıştır. Cüzülerin yüzü, külle doğrudur.
Bülbüllerin aşkı güledir.
Öksüzün rengini dışından, insanın
rengini, sarı, kırmızı... her neyse içinde ara. İyi renkler temizlik
küpünden hasıl olur.
Çirkinlerin rengi ise, kirli kara sudan meydana gelir.O latif rengin
adı “Sıbgatullah-Tanrı boyası” dır. Bu kirli rengin kokusu ise...
Tanrı lanetidir. Denizden olan, yine denize gider; nereden gelmişse,
yine oraya varır.
Dağ başından, hızlı hızlı akan
seller; bizim tenimizden de aşkla karışık olarak akıp giden can,
aslına gidip kavuşur.
O köpek Yahudi, bak, ne tedbirde
bulundu? Ateşin yanına bir put dikti. “Kim bu puta taparsa kurtulur.
Secde etmeyen, ateşin tam ortasına oturur” dedi.O, nefis putunun
cezasını vermeyince nefis putundan, başka bir put doğdu.Putların hası
nefsinizin putudur. Çünkü o put yılan, bu put ejderhadır.
Nefis; demir ve taştan yapılan
çakmaktır, put kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner.Fakat taş ve
demir,(çakmak), su ile söner mi? Ademoğlunda, bu ikisi oldukça ne
vakit ve nasıl emin olur? Taş ve demir, ateşi içlerinde tutarlar, su
onların ateşine işlemez, tesir edemez.Irmak suyundan harici ateş
söner. Fakat taş ve demirin içine su nasıl girer?
Küpün ve testinin suyu fanidir. Lakin pınarın suyu daima taze ve
bakidir.
Ateş ve dumanın asli demir ve
taştır. Hıristiyan ve Yahudi küfrü, ikisinin fer’idir.
Put bir testide gizli kara sudur.
Nefsi, muhakkak olarak o kara suyun pınarı bil.O yontulmuş put, kara
sel gibidir. Put yapan nefis, anayolda bir pınardır.Bir taş parçası
yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar.
Put kırmak kolay, gayet kolaydır.
Fakat nefsi kolay görmek cahilliktir.
Ey oğul, nefsin misal ve süretini
istersen yedi kapılı cehennemin kıssasını oku.Nefsin her anda bir
hilesi var, her hilesinde yüzlerce Firavun, Firavun’a uyanlarla
boğulmuş. Musa’nın Tanrı’sına ve Musa’ya kaç; Firavunluk ederek iman
suyunu dökme!Ahad ve Ahmed’e yapış, ey kardeş, ten Ebucehl’inden
kurtul.
O Yahudi, bir kadını çocuğu ile
putun önüne getirdi, ateş yalımlanmıştı. Çocuğu anasından alıp ateşe
attı. Kadın korkup gönlünü imandan ayırdı. Kadın put önünde secde
etmek isteyince çocuk ateş içinde “ben ölmedim” diye haykırdı.
“Ana gel. Gerçi zahirde ateş içinde
isem de ben burada iyiyim, hoşum. Bu ateş; perde olarak zahirde bir
gözbağıdır. Fakat hakikatte mana yakasından baş çıkartmış, zuhur etmiş
bir rahmettir. Ana gel, Tanrı’nın buhranını gör ki bu süretle Hak
hastalarının zevk ve işaretini göresin.
Ana hakikatte ateş olan, fakat
zahiren suya benzeyen bir alemden çık, bu ateşe gir de ateşe benzeyen
suyu gör. Ateşe gir de ateş içinde gül ve yasemin bulan İbrahim’in
sırlarını gör. Senden doğarken ölümü görüyordum, senden ayrılmaktan
çok pek korkuyordum. Halbuki senden doğunca havası hoş, rengi güzel
bir aleme gelip dar bir zindandan kurtuldum. Şimdi şu ateş içindeki
sükün ve rahatı bulunca dünyayı ana rahmi gibi görmeye başladım.
Bu ateş içinde bir alem gördüm ki
her zerresinde bir İsa nefesi var. Şekli yok kendisi var bir cihan...
O zahiren var olan dünya ise sebatsız şekilden ibaret.
Ana, analık hakkı için gel, gir...
bu ateşin ateşlik hassası yok. Ana, gel, gir... tam talih ve devlet
zamanı. Ana, gel, gir... devleti elinden kaçırma.
O köpeğin kudretini gördün. Gel de
bir de Tanrı’nın lütuf ve kudretini gör. Ben sana acıdığımdan ayağını
çekiyorum, yoksa neşemden zaten seni kayıracak halde değilim. İçeri
gel, başkalarını da çağır ki padişah ateş içinde sofra kurmuştur.
Ey Müslümanlar, hepiniz ateşe
girin; din lezzetinden başka her şey azaptan ibarettir.
Ey ahali, hepiniz yüzlerce baharı
olan bu nasibe pervane gibi gelin, atılın!” diye bağırdı.
O, cemaat ortasında böylece bağırmakta; halk, sesinden heybet içinde
kalmaktaydı.
Bunun üzerine kadın, erkek
kendilerini, ihtiyarsız, ateşe atmaya başladılar. Hem de memur
olmaksızın, kimse kendilerine cebretmeksizin. Yalnız dost aşkı ile.
Çünkü sevgili, her acıya lezzet verir.
Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı “ateşe atılmayınız” diye menetmeye
başladı.
O Yahudi’nin yüzü kara ve mahcup
bir hale geldi. Bu sebeple pişman oldu, gönlü sıkıldı. Zira halk,
imana eskiden olduğundan daha ziyade aşık, kendilerini feda etmede
daha fazla sadık oldular.
Şükür olsun ki , Şeytan’ın hilesi
ayağına dolaştı. Şükür olsun ki, Şeytan da kendisini yüzü kara gördü!
Halkın çehresine sürüp bulaştırdığı zillet tamamı ile o adamlıktan
dışarı padişahın yüzüne bulaştı.
O, pervasızca halkın elbisesini
yırtardı, kendininki yırtıldı, halkın elbisesi sağlam kaldı.
Birisi ağzını eğerek Ahmed adını
alaylı andı, ağzi çarpıldı öyle kaldı. Pişman olup “Ey Muhammed,
affet! Ey peygamber, sen, Min ledün ilminden lütuflara mazharsın.Ben
bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeye layık ben oldum”dedi.
Tanrı, bir kimsenin perdesini
yırtmak isterse onu, temiz kişileri ta’netmeye meylettirir. Tanrı bir
kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı
hakkında ses çıkaramaz olur.
Tanrı, yardım etmek dilerse bize
yalvarmak ve munacatta bulunmak meylini verir. Onun için ağlıyan göz
ne mübarektir. Onun aşkı ile yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.
Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur.
Akar su nerede ise orası yeşerir; nereye göz yaşı dökülür ise oraya
rahmet nazil olur. İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanın da
yeşillikler bitsin. Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı...
Merhamete nail olmak istersen zayoflara merhamet et!
Padişah ateşe yüz çevirip dedi ki: “Ey sert huylu!
Tabiatındaki o cihanı yakıcılık nerede? Niye yakmıyorsun? Ne oldu
senin hassan? Yoksa bizim talihimizden niyet mi değişti? Sen ateşe
tapana bile lütfetmezsin. Sana tapmayan nasıl kurtuldu?
Ateş! Sen hiç sabırlı değildin.
Niye yakmıyorsun, sebep ne, kaadir mi değilsin? Bu göz bağı mı, yoksa
akıl bağı mı? Böyle yücelmiş alev nasıl yakmaz? Seni birisi büyüledi
mi, yoksa simya mı? Yahut tabiatının değişmesi bizim talihimizden mi?
Ateş dedi ki: “Ey şaman! Ben yine o
ateşim. Hele bir içeri gel de benim hararetimi gör! Benim tabiatım da
değişmedi, unsurum da. Ben Tanrı kılıcıyım, izinle keserim.
Türkmen’in köpekleri, çadır
kapısında misafire yaltaklanmış, ama çadır yanına yabancı biri
uğrayacak olursa köpeklerden aslancasına hamleler görür.
Kullukta, ben köpekten aşağı değilim; Tanrı’da hayat ve kudrette bir
Türk’ten aşağı kalmaz.
Tabiat ateşi eğer seni
gamlandırırsa o yakış, din sultanının emriyledir. Tabiat ateşi eğer
sana sevinç verir ise ona o sevinci din sultanı verir.
Gam görünce istiğfar et. Çünkü gam,
Halik emri ile tesir eder. Tanrı isterse bizzat gam, neşe... bizzat
ayak bağı, azatlık ve hürriyet olur.
Rüzgar, toprak, su,ateş;
kölelerdir. Benimle, seninle ölüdürler. Hak’la diridirler, ancak onun
emrini tutarlar.
Ateş Tanrı huzurunda daima emre
hazırdır, aşık gibi gece gündüz daima kıvranıp durmaktadır. Taşı
demire vurunca kıvılcım sıçrar. Fakat kıvılcım (senin çakmağı çakmanla
değil), Tanrı fermanı ile dışarı ayak basar.
Zulüm demiri ile taşını birbirine
vurma. Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi meydana çocuk getirirler.
Taş ve demir sebepten ibarettirler ama ey iyi adam, sen daha ileriye
bak. Çünkü bu sebep, hakiki sebep olmaksızın nasıl meydana gelir?
Enbiyaya sebep olan o sebepler, bu sebeplerden daha yüksektir.
Bu müessir bir hale getiren o
sebeptir. Bazen de olur ki semeresiz ve atıl kılar, hükümsüz bırakır.
Bu sebebe akıllar mahremdir. O sebeplerin mahremi de Enbiyadır.
Bu sebep kelimesinin Türkçe’si
nedir? Denirse iptir diye cevap ver. Bu ip bu kuyu da işe yarar.
Çıkrığın dönmesi ipin sarılıp koyverilmesine sebeptir. Fakat çıkrığı
döndüreni görmemek hatadır. Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha, sakın
ha... bu başı dönmüş felekten bilme. Ki felek gibi bomboş ve sersem
bir halde kalmayasın; akılsızlıktan çırağ gibi yanmayasın!
Rüzgar Hak’ın emriyle ateş olur;
her ikisi de Tanrı şarabı ile sarhoş olmuşlardır.
Ey oğul! Eğer gözünü açarsan hilim
suyunun da, hışım ateşinin de Hak’tan olduğunu görürsün. Rüzgarın canı
Hak’ka vakıf olsaydı, Ad Kavmini (müminlerden) nasıl ayırt ederdi?
Hüd, müminlerin bulundukları yerin
çevresine bir çizgi çizdi. Rüzgar, oraya gelince hafif ve latif bir
halde esiyordu.
Çizgiden dışarıda olanların
hepsini,havada parça parça ediyordu. Şeyban-ı Rai de sürünün etrafına
böyle apaçık bir çizgi çekerdi. Cuma günü, namaz vakti Cuma namazına
gidince kurtlar sürüye saldırmasın,yağmalamasınlar diye böyle yapardı.
Hiçbir kurt, çizgiden içeri girmezdi. Hiçbir koyun da çizgi dışına
çıkmazdı.
Tanrı elinin dairesi, kurdun hırs
yeline de set ve mania olmuştu,koyunun hırs yeline de. Böylece ecel
rüzgarı da ariflere gül bahçelerinden esip gelen rüzgar gibi latif ve
hoştur.
Ateş, İbrahim’e diş geçiremedi.
Çünkü Tanrı seçilmişiydi onu nasıl ısırabilir?
Din erbabı da şehvet ateşinden
yanmaz; halbuki başkalarını ta yerin dibine geçirmiştir. Deniz dalgası
Tanrı fermanı ile koşunca Musa kavmini Kıptilerden ayırt etti. Tanrı
fermanı erişince toprak, Karun’u altınlarıyla, tahtıyla ta dibine
çekti.
Su ile toprak, İsa’nın
nefeslerinden gıdalanınca kol kanat açtı, kuş olup uçtu. Tanrı’yı
tesbih etmen, su ve topraktan meydana gelmiş olan cesedinden çıkan bir
buhardan, bir nefesten ibarettir. Fakat gönül doğruluğu yüzünden
cennet kuşu olmuş, oraya uçup gitmiştir.
Dağ bir aziz sufi olursa şaşılacak
ne var? Musa’nın cismi de bir kesik parçasından ibaretti.O Yahudi
padişahı acip mucizeleri gördü. Fakat ancak taan ve inkarda bulundu.
Nasihatçiler: “İşi haddinden ikeri
götürme, inat hayvanını bu kadar ileri sürme” dediler. Nasihatçilerin
ellerini bağlayıp hapsetti. Zulmünü birbirine uladı (biteviye ve daha
fazla zulmeder oldu).
Madem iş bu dereceye vardı. Ey
köpek, sabret; kahrımız erişti!” diye bir ses geldi.Ondan sonra ateş
kırk arşın alevlendi; bir halka teşkil etti ve o Yahudileri yaktı.
Onların asılları önceden de ateşti;
sonunda da asıllarına gittiler. Zaten o zümre ateşten doğmuştu.
Cüziler kül tarafına yol alır, o tarafa giderler. Onlar ancak mümini
yakan bir ateştiler. Kendilerini kendi ateşleri çer çöp gibi yaktı.
Anası (mayası) Haviye olan kimsenin mekanı, ancak Haviyedir. Çocuk
anası, onu arar; asıllar, mutlaka feri’leri izler.
Su havuz içinde zindanda mahpus
gibidir ama hava onu çeker. Zira su, erkana mensuptur (dört erkan
denen havuz, ateş, su ve topraktandır. Havanın fer’idir.Onu havuzundan
kurtarır azar azar ta madenine kadar götürür. Azar azar olduğundan
nihayet sen, nasıl alınıp götürüldüğünü görmezsin.
Bu nefes de bizim canlarımızı azar azar dünya hapishanesinden öyle
çalar. Sözlerin temizleri, bizden çıkarak ona yükselir, ondan
başkasının bilmediği yere kadar varır. Nefeslerimiz, temizlik sebebi
ile hediye olarak beka yurduna yücelir.
Sonra ululuk sahibi Tanrı’dan, rahmet olarak sözlerimizin mükafatı,
iki misli bize gelir. Sonradan kul na,l olduğu şeylere bir daha nail
olsun diye bizi, yine o güzel sözlere sevk eder, yine bize o çeşit
sözler söyletir.
İşte böylece en güzel sözleri söyledikçe hep böyle o sözlerin
çıkmakta, Tanrı rahmeti inmektedir ve bu iki hal sende daimidir.
Farisi söyleyelim: Bu şevk ve
cezbe, o zevkin geldiği taraftan gelir. Her kavmi gözü, bir günceğiz
zevk sürdüğü cihette kalmıştır.
Yakınen her cinsin zevki kendi
cinsiyledir. Bak; cüz’ün zevki kendi küllünden olur. Yahut o şey, bir
cinse katılma kabiliyetinde olur da ona erişince o cinsten oluverir.
Su ve ekmek gibi bizim cinsimiz
değilken bizim cinsimizden oluverdi ve vucudumuzu besledi, kuvvetimizi
arttırdı. Su ve ekmeğin süreta bizimle cinsiyeti yoktur ama sonucu
bakımından onu cinsimiz bil.
Eğer, bizimle cins olanlardan başka
bir şeyden zevk alıyorsak o da ancak bizimle cinsiyeti olana benzer
bir şeydir.
Cinse benzeyenden alınan zevk, daimi değildir. O zevk
ariyettir. Ariyet nesne ise akıbet baki kalmaz.Kuşa ıslıktan zevk
gelirse de cinsini bulamayınca ok gibi uçar gider. Susuz kimseye
seraptan zevk gelir, fakat ona erişince kaçar ve yine su arar.
Müflisler kalp altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede rüsvay
olur.
Dikkat et; altın suyu ile boyaman
seni yoldan alıkoymasın! Dikkat et; batıl hayal seni kuyuya
düşürmesin.
Bu hikayeyi tekrar tekrar oku ve
kıssadan hisse almaya bak.