Bir aslan, bir
kurt, bir tilki avlanmak için dağlara düşmüşler. Birbirlerine yardım
ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi
kurmuşlardı. Üçü de beraberce o geniş ovada birçok av elde etmek
niyetindeydiler.
Aslan, onlarla beraber
avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları ağırladı, onlara yoldaş oldu.
Böyle bir padişaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat bu
“Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu. Böyle bir ay, yıldızlarla
beraber gezmeden utanır. O, yıldızların içinde ancak onları parlatmak,
onlara ihsan etmek için bulunur.
Reyine, tedbirine benzer
isabetli bir rey, yerinde bir tedbir bulunmamakla beraber yine
Peygambere “ Şavirhum” emri geldi. Terazide arpa, altınla arkadaş
olmuştur. Fakat bununla arpanın da altın gibi kıymetlenmesi icabetmez.
Ruh, şimdilik kalıba
yoldaş olmuştur. (kalıp, ruhu korumaktır). Nitekim köpek de bir zaman
için kapıyı korur. Bunlar; kudretli, şevketli aslanın maiyetinde dağa
doğru gittikleri zaman işleri rast geldi, bir dağ öküzü, bir dağ
keçisi, bir de semiz tavşan avladılar.
Savaşçı aslanın
maiyetinde giden kişinin kebabı, gece olsun, eksik olmaz. Ölmüş
yaralanmış, kan içinde bulunan avlarını dağdan çeke, çeke ormana
getirince, kurt ve tilki padişahlara layık bir adaletle av
hayvanlarının paylaşılmasına tamahlandılar. İkisinin de tamahı, aslana
aksetti, o tamahın sebebini anladı.
Sırların aslanı ve beyi
olan, kalpten geçenleri bilir. Kendine gel, ey düşüncelere dalmayı huy
edinen gönül! Onun huzurunda kötü düşüncelerden sakın! O bilir, o
anlar, eşeği sükut içinde sürer. Sırrını bildiğini anlatmamak, ayıbını
yüzüne vurmamak için de yüzüne güler.
Aslan, onların
vesveselerini anladıysa da açmadı, bir şey söylemedi, onları korudu.
Fakat kendi kendine “Yoksul hasisler sizi! Ben, sizin cezanızı
veririm, size gösteririm ben! Size benim hükmüm kafi gelmedi mi? Benim
ihsanım hususunda zannınız bu mu?
Sizin akıllarınız,
reyleriniz de benden; benim dünyamı aydınlatan ihsanlarımdandır. Resim
ressamı nasıl ayıplayabilir? Resme o ayıbı, o kötü görünüşü veren
ressamdır. Benim hakkımda böyle hasisçe bir zanna mı düşeceksiniz?
Zamanın ayıbı, arı asıl sizsiniz.
Tanrı hakkında kötü
zanda bulunanlar, sizin kellenizi uçurmazsam bu işim, hatanın ta
kendisidir. Dünyayı sizin ayıbınızdan kurtarayım da bu hikaye, dünya
durdukça söylenip dursun dedi. Aslan bu düşünceyle açıkça gülüyordu.
Aslanın gülümsemelerine emin olma. Dünya malı, Tanrının
gülümsemeleridir. Bizi bu suret sarhoş, mağrur ve perişan etmiştir.
Ey Kadri yüce kişi! Sana
yoksulluk ve hastalık iyidir. Çünkü o gülümseme nihayet tuzağını
kurar, seni düşürür!
Aslan “Bunları payet. Ey
koca kurt, adaleti tazele! Pay etmede benim vekilim ol da ne
mahiyettesin, meydana çıksın” dedi. Kurt “Padişahım, yaban öküzü senin
payın. O büyük, sen de büyük, iri ve çeviksin. Keçi orta boyda, orta
irilikte, onun için benim. Tilki, sen de tavşanı al. Tavşan tam sana
münasip” dedi.
Aslan dedi ki: “Ey kurt,
hele bir daha söyle, ne dedin? Ben varken sen pay istiyorsun ha! Kurt,
ne köpek oluyor ki benim gibi misli, naziri bulunmayan bir aslanın
huzurunda kendisini görüyor, varım sanıyor! Kendini beğenen eşek,
ileri gel!” Kurt ileri gelince bir pençe vurup onu parçaladı.
Onda akıl ve isabetli
bir tedbir görmeyince cezasını verip derisini yüzdü. Mademki beni
görmek, seni kendinden geçirmedi, huzurumda yok olmadın. Böyle cana
inleyerek ölmek gerek. Mademki huzurumda mahvolmadı, boynunu vurmak
farz oldu. Tanrı’dan başka her şey fanidir. Mademki onun zatında fani
değilsin, varlık arama!
Bizim hakikatimiz
de yok olana “Her şey fanidir” cezası yoktur. Çünkü o “illa” dadır,
“La” dan geçmiştir. “illa” da fani olmaz. Kapıda dolaşan, Ben’den,
biz’den dem vuran kapıdan sürülür, “la” makamında dolaşıp durur.
Birisi, bir
dostunun kapısına gelip kapıyı çaldı. Dostu “Kapıyı çalan kim?”
deyince. “Benim” diye cevap verdi. Dostu “Git, şimdi zamanı değil.
Böyle bir sofra, ham kişinin makamı olamaz. Hamı, ayrılık ateşinden
başka ne pişirebilir, nifaktan ne kurtarabilir? “ dedi .
Adamcağız gitti, tam bir
yıl dostunun ayrılığıyla yanıp yakıldı. Yanıp pişerek tekrar döndü,
geldi. Dostunun evinin etrafında dolaşmaya başladı. Kapıya varıp
ağzından edepten dışarı bir söz çıkmasın diye yüzlerce korku ile
edepli, edepli halkayı çaldı.
Sevgilisi “Kim o?”
deyince “Gönlümü alan sevgili sensin” diye cevap verdi. Sevgili “
Mademki bensin, ey ben, gel içeri gir! Ev dar, iki kişi sığmıyor dedi.
İğneye geçirilecek iplik iki ayrı iplik olursa geçmez. Mademki birsin,
bu iğneden geç! İpliğin iğne ile münasebeti vardır, geçer. Fakat deve,
iğne yordamından geçmez ki.
Devenin vücudu riyazat
ve ibadet maksadından başka bir şeyle incelir mi? Bu işe Tanrı eli
kudreti gerektir. Çünkü Tanrı, her hayali, bir iradesiyle var eder.
Her olmayacak şey, onun eliyle mümkün olur; her serkeş onun kokusuyla
sakinleşir.
Anadan doğma kör ve
alaca illetine tutulmuş kişiler nedir ki? Onları bir tarafa bırak; ölü
bile o aziz Tanrının afsuniyle dirilir. Ölüden daha ölü yokluk bile,
onun var etme avucunda muztar kalır, (varlığa bürünür).
Külle yevmin hüve
fi’şe’n ayetini oku da onu katiyyen işsiz, güçsüz bilme. En az işi bu
dünyaya her gün üç bölük asker yollamasıdır. Bir bölük asker, rahimde
(çocukların) yetişip yeşermesi için babaların bellerinden analarına
gider.
Bir bölük asker, dünyayı
erkek ve kadınla doldurmak üzere rahimlerden bu yeryüzüne sefer eder.
Bir bölüğü de herkesin yaptığı işin karşılığını görmesi için
yeryüzünden ecel tarafına yürür. Bu sözün sonu yoktur. Kendine gel de
iki temiz dostun hikayesine dön!
Sevgilisi “Ey tamamı ile
ben olan, içeri gir. Yeşillikteki gül ve diken gibi aykırı değilsin.
İplik bir oldu, artık ey yanlışlık, ortadan kalk! Kaf ve Nun
harflerini iki görürsen de hakikatte bir-dir” dedi. Yokluğu, büyük ve
müşkül işleri cezbetmek için Kaf ve Nun çekicidir.
İş yapma hususunda bir
olmakla beraber halat, surette iki kattır. İster iki ayak olsun, ister
dört... Yol yürür. Makasa benzer, iki ağızlı olduğu halde birden
keser. Bez yıkayan iki arkadaşa bak. Görünüşte o, buna aykırı iş
görmekte.
Birisi bezi suya sokar,
öbür arkadaşı kurutur. Sonra yine öteki ıslatır. Sanki birbirlerine
aykırı iş görürler. Fakat, ey genç! Görünüşte birbirlerinin zıddına iş
görür gibi olan bu iki arkadaşın gönülleri de birdir, yaptıkları iş
de.
Her Peygamberin, her
velinin bir mesleği vardır. Fakat değil mi ki hepsi halkı Hak’ka
ulaştırıyor, birdir. Dinleyenler, onların sözlerinden uykuya daldılar
mı... Değirmenin taşlarını su götürdü demektir. Bu suyun akışı,
değirmene sizin için gitmektedir. Fakat değirmene ihtiyacınız
kalmadığı için değirmenci, suyu yatağına koyuverdi, asıl dereye
akıttı.
Söz söyleme kudreti,
öğretmek için ağza gelir; yoksa o sözün ayrı bir mecrası vardır.
Sessizce, akışı tekerrür etmeksizin, bir akan cüz’ü bir daha
akmaksızın ta... altında nehirler akan gül bahçelerine kadar akıp
gider.
Tanrı, harfsiz söz
beliren o makamı, canımıza sen göster. Ki pak can, başını ayak yapıp
yokluğun o uzak ve geniş sahasına koşsun. Yokluk alemi, pek geniş ve
hudutsuz bir alemdir. Bu hayal ve varlık, o alemden yüzlerce gıda
alır, o alemden belirir, beslenir. Hayaller, yokluk alemine nispetle
dardır. Onun için hayal, darlık ve sıkıntıya sebep olur.
Varlık da hayalden daha
dardır. O yüzden aylar, bu alemde hilal gibi görünür. Duygu ve renk
aleminin, yani bu dünyanın varlığı ise... yokluğa, hayale ve varlığa
nispetle büsbütün dardır, adeta daracık bir zindandır.
Alemdeki terkip ve sayı,
darlığa sebeptir. Fakat bizi duygularımız, terkip alemine çekip
durmaktadır. O duygularla birlik alemini bil, eğer birlik alemini
diliyorsan o tarafa yürü. Kün emri, bir tek iş yapar, fakat sözde Kaf
ve Nun harflerinden meydana gelmiştir. Manası, yine tek ve saftır. Bu
söze nihayet yoktur. Dön de o kurdun o savaşta ne olduğunu anlat.
O yüce aslan; iki baş,
iki üstünlük kalmasın diye kurdun başını kopardı. Koca kurt! Mademki
padişahın huzurunda kendini ölü saymadın, cezanı gör. İşte” Fentekamna
minhüm?” budur. Sonra yüzünü tilkiye dönüp “Hadi, bunları yememiz için
pay et” dedi.
Tilki secde edip dedi
ki: “Bu semiz öküz, ey emin padişah, kuşluk yemeğin. O keçiden de
bahtı aydın padişaha gün ortasında yemesi için bir yahni olur. Tavşan
da lutuf ve kerem sahibi padişahın akşam yemeğidir.”
Aslan “Tilki, adaleti
parlattın, apaydın bir hale getirdin. Bu çeşit pay etmeyi kimden
öğrendin? Ey ulu kişi! Bu pay edişi nereden belledin? “ deyince Tilki
dedi ki “ Padişahım, kurdun halinden!” Bunun üzerine aslan “ Mademki
sen bizim aşkımıza kendini rehin ettin; üçü de senin olsun, üçünü de
al, git.
Ey tilki, sen
baştanbaşa bizim oldun, seni nasıl incitebilirim? Mademki sen, biz
oldun; Biz de seniniz, bütün avlar da. Ayağını yedinci kat göğün
üstüne bas, yüksel. Alçak kurttan ibret aldığın için artık sen, tilki
değilsin, benim aslanımsın” dedi.
Akıllı o kişidir
ki çekinilen belada dostların ölümünden ibret alır. O zaman tilki “
Aslan, bana bunu kurttan sonra teklif ette” diye yüzlerce şükürde
bulundu. “ Eğer önce bana, bunu pay et, diye teklif etseydi, ondan
canımı kurtarmama imkan mı vardı? “ diye şükürler etti.
Şu halde bizden de
Tanrıya şükürler olsun ki, bizi ancak helak olanlardan sonra dünyaya
getirdi. Bu suretle Hak’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçen kavimleri
nasıl helak ettiğini duyduk. Nihayet, o önce gelip geçen kurtların
halini duyup da tilki gibi kendimizi koruyabiliriz.
İşte Tanrının o
hak Peygamberi, o sözü doğru peygamber, bize bu yüzden “Acınmış ümmet”
adını taktı. Ey ulular, o kurtların kemiklerini, tüylerini apaçık
görün de bu halden ibret alın! Akıllı, bu varlığı, bu kibir ve gururu
terk eder; çünkü Firavun’un halini hatıra getirir. Eğer ululanmayı
bırakmaz, ibret almazsa onun azgınlığından başkaları ibret alır!
Nuh “Ey serkeşler!
Ben, ben değilim. Ben, canımdan öldüm, varlığımı terk ettim. Tanrı ile
diriyim. İnsanlık duygularımı değiştirdiğim için Tanrı bana duyuş,
anlayış, görüş oldu. Çünkü ben, ben değilim. Bu nefes ondandır. Bu
sözün karşısında söz söyleyen, inkarda bulunan kafirdir” dedi.
Bu tilki suretinde aslan
gizlidir. Bu tilkinin bulunduğu yerde yiğitlik taslamağa gelmez.
Suretine bakıp aslan olduğuna inanmıyorsan ondan aslan kükreyişini de
duymuyor musun? Nuh’ta Tanrıdan bir kudret yoktu da bütün dünyayı
neden birbirine vurdu?
Bir vücutta yüz binlerce
aslan vardı. O, ateş gibiydi, alemse bir harman. Harman, onun onda bir
hakkını gözetmeyince o da harmana böyle bir şuleyi saldı, yakıp kül
etti. Kim, bu gizli aslanın önünde kurt gibi ağız açıp edepten dışarı
konursa,
Aslan, kurdu nasıl
paraladıysa onu da paralar, ona nasıl “ Fentekamna” ayetini okuduysa
buna da okur. Aslan pençeyi yer. Aslanın önünde yiğitlik satanın aklı
yoktur. Keşke o yara yalnız vücuda gelseydi de gönül ve iman selamette
kalsaydı... Söz buraya gelince kuvvetim kesildi. Bu sırrı nasıl
açayım?
O tilki gibi siz de
boğazınızı az düşünün, onun huzurunda hileye az sapın. Huzurunda bütün
bizi, beni terk edin... Mülk, onun mülküdür; mülkü ona teslim edin.
Doğru yola yoksulca gelirseniz aslan da sizindir, aslanın avladığı av
da sizin.
Çünkü o, paktır; Sübhan,
onun vasfıdır. O, batını şeylerden de müstağnidir, zahiri şeylerden
de. Ondaki her türlü av, her çeşit ikram ve ihsan o padişahın kulları
içindir. Padişahın hiçbir şeye tamahı yoktur, O, bütün bu devleti halk
için düzüp koşmuştur; ne mutlu anlayana!
Dünyanın ve ahiretin
devletleri; devleti, dünyayı ve ahireti yaratan kişinin ne işine
yarar? Şu halde Süphannın huzurunda gönlünüzü koruyun ki sonra kötü
düşünceden utanmayasınız. Çünkü o; halis sütün içindeki siyah kıl gibi
bütün gizli şeyleri, düşünceleri arayıp taramayı...her şeyi görür.
Suretten geçip gönlünü
arıtan kişi, gayp suretlerine ayna olur. Şüphe yok, sırrımızı anlar;
çünkü mümin, müminin aynasıdır. Nakdimizi mehenge urunca derhal yakini
şüpheden ayırt eder. Canı, nakitlerin mehengi olunca elbette ayarı
sağlam olanı da görür, kalp olanı da.
Hatırlarsan
duymuşsundur; padişahların böyle bir adeti vardı: Sol taraflarında
yiğitler, bahadırlar dururdu, çünkü kalp vücudun sol tarafındadır.
Defterdarlarla hesap memurlarının ve kalem ehli olanların makamı sağ
taraflarındaydı. Çünkü yazı yazmak ve bir şeyi tespit etmek sağ elin
işidir.
Sofilere karşılarında
yer verirlerdi. Zira onlar, can aynasıdırlar, hatta aynadan da
iyidirler. Gönül aynasının bikir suretleri kabul etmesi o aynada bu
görülmemiş suretlerin görünmesi için kalplerini zikirle, fikirle
cilalamışlardır.
Yaratılış sulbünden
temiz ve güzel doğan kişinin önüne ayna koymak gerektir. Güzel yüz,
aynaya aşık olduğu gibi cana cila, kalplere de temizlik verir.