Ali dedi ki: “Ben
kılıcı Tanrı için vuruyorum. Tanrı kuluyum ten memuru değil! Tanrı
aslanıyım heva heves aslanı değil... İşim, dinime şahittir. Ben
“Attığın zaman sen atmadın, Tanrı attı” sırrına mazharım. Ben kılıç
gibiyim, vuran o güneştir.
Ben; pılımı pırtımı
yoldan kaldırdım; Tanrıdan gayrısını yok bildim. Bir gölgeyim sahibim
güneş... Ona hacibim hicap değil. Kılıç gibi vuslat incileriyle
doluyum; savaşta diriltirim, öldürmem. Kılıcımın gevherini kan örtmez.
Rüzgar nasıl olur da bulutumu yerinden teprendirebilir? Saman çöpü
değil; hilim, sabır ve adalet dağıyım. Kasırga dağı kımıldatabilir mi?
Bir rüzgarla yerinden kımıldanıp kopan bir çöpten ibarettir. Çünkü
muhalif esen nice rüzgarlar var!
Hışım, şehvet ve hırs
rüzgarı, namaz ehli olmayan kişiyi silip süpürür. Ben dağım; varlığım,
onun binasıdır. Hatta saman çöpüne benzesem bile rüzgarım, onun
rüzgarıdır. Benim hareketim, ancak onun rüzgarıyladır.
Askerimin başbuğu, ancak
tek Tanrının aşkıdır. Hiddet, padişahlara bile padişahlık eder, fakat
bize köledir. Ben hiddete gem vurmuş, üstüne binmişimdir. Hilim
kılıcım, kızgınlığımın boynunu vurmuştur. Tanrı hışmıysa bence
rahmettir. Tavanım, damım yıkıldı ama nura gark oldum.
Toprak atası ( Ebu Turab)
oldumsa da bahçe kesildim. Savaşırken içime bir vesvese, bir benlik
geldi; kılıcı gizlemeyi münasip gördüm. Bu suretle “Sevgisi Tanrı
içindir” denmesini diledim; ancak Tanrı için birisine düşmanlık
etmeli.
Cömertliğimin Tanrı
yolunda olmasını, varımı yine Tanrı için sakınmamı istedim. Benim
sakınmamam da ancak Tanrı içindir. Vermem de... Tamamı ile Tanrınınım,
başkasının değil. Tanrı için ne yapıyorsam bu yapışım, taklit
değildir; hayale kapılarak, şüpheye düşerek de değil.
Yaptığımı, işlediğimi,
ancak görerek yapıyor, görerek işliyorum. Hüküm çıkarmadan arayıp
taramadan kurtuldum. Elimle Tanrı eteğine yapıştım. Uçarsam uçtuğum
yeri görmekteyim, dönersem döndüğüm yeri. Bir yük taşıyorsam nereye
götüreceğimi biliyorum.
Ben ayım, önümde güneş,
kılavuzuyum. Halka bundan fazla söylemeye imkan yok; denizin ırmağa
sığması mümkün değildir. Akılların alacağı kadar aşağı mertebeden
söylemekteyim. Bu, ayıp değil, Peygamberin işidir. Garezden hürüm ben;
hür olan kişinin şahadetini duy Kul, köle olanların şahadetleri iki
arpa tanesine bil değmez!
Şeriatte dava ve hükümde
kulum şahitliğinin kıymeti yoktur. Senin aleyhinde binlerce köle
şahadet etse şeriat onların şahadetlerini bir saman çöpüne bile almaz.
Şehvete kul olan, Tanrı indinde köleden, esir olmuş kullardan
beterdir.
Çünkü köle bir sözle
sahibinin kulluğundan çıkar,hür olur. Şehvete kul olansa tatlı
dirilir, acı ölür. Şehvet kulu, Tanrı’nın rahmeti, hususi bir lutuf ve
nimeti olmadıkça kulluktan kurtulamaz. Öyle bir kuyuya düşmüştür ki bu
kuyu, onun kendi suçudur. Ona cebir değildir, cevir de değil!
Kendisini kendisi, öyle
bir kuyuya atmıştır ki ben o kuyunun dibine varacak ip bulamıyorum.
Artık yeter... Eğer bu sözü uzatırsam ciğer ne oluyor? Mermer bile kan
kesilir. Bu ciğerlerin kan olmaması katılıktan, şaşkınlıktan, dünya
ile uğraşmadan ve talihsizliktendir.
Bir gün kan kesilir ama
bu kan kesilmesinin o gün faydası yok. Kan kesilme işe yararken kan
kesil!
Mademki kulların
kölelerin, şahadeti makbul değildir, tam adalet sahibi, o kişiye
derler ki gulyabani kölesi olmasın. Kuran’da peygambere “Biz seni
şahit olarak gönderdik” denmiştir. Çünkü o, varlıktan hür oğlu hürdür.
Ben, mademki hürüm;
hiddet beni nasıl bağlar, kendisine nasıl kul eder? Burada Tanrı
sıfatlarından başka sıfat yoktur, beri gel! Beri gel ki Tanrı’nın
ihsanı seni azat etsin. Çünkü onun rahmeti gazabından üstün ve
arıktır.
Beri gel ki şimdi
tehlikeden kurtuldun, kaçtın kimya seni cevher haline soktu. Küfürden
ve dikenliğimden kurtuldun, artık Tanrı bahçesinde bir gül gibi açıl!
Ey ulu kişi, sen bensin, ben de senim. Sen Ali’ydin, Ali’yi nasıl
öldürürüm?
Öyle bir suç işledin ki
her türlü ibadetten iyi bir anda gökleri bir baştan bir başa aştın. O
adamın işlediği suç ne kutlu suç! Gül yaprakları dikenden bitmez mi?
Ömer'in Peygambere kastedişi suçu, onu ta kabul kapısına kadar çekip
götürmedi mi?
Firavun; büyücüleri,
büyüleri yüzünden çağırmadı mı? Onlara da bu yüzden ikbal yardım
etmedi mi, bu yüzden devlete erişmediler mi? Onların büyüsü, onların
inkarı olmasaydı inatçı Firavun, onları huzuruna alır mıydı?Onlar da
asayı ve mucizeleri nereden göreceklerdi?
Ey isyan eden kavim!
Suç, ibadet oldu. Tanrı ümitsizliğin boynunu vurmuştur. Çünkü günah ve
suç ibadet olmuştur. Çünkü Tanrı, şeytanların rahmine suçları ibadete,
sevaba tebdil eder. Bundan dolayı Şeytan, taşlanır; hasedinden çatlar,
iki parça olur.
Şeytan bir günah meydana
getirmek ve onunla bizi bir kuyuya düşürmek ister. “ O günahın ibadet
olduğunu gördü mü?” işte o an, Şeytan’a yomsuz bir andır. Beri gel;
ben, sana kapı açtım; sen benim yüzüme tükürdün, bense sana armağan
sundum.
Cefa edene bile böyle
muamelede bulunur, aleyhime ayak atanların ayağına bile bu çeşit baş
korsam, vefa edene ne bağışlarım? Anla! Cennetlerde ebedi mülkler
ihsan ederim
Ben öyle bir erim ki
kanlıma, katilime bile lutuf şerbetim, kahır zehri olmadı. Peygamber,
hizmetkarımın kulağına, bu başımı boynumdan onun ayıracağını söyledi.
Peygamber, sevgilinin vahyiyle nihayet ölümümün onun eliyle olacağını
haber verdi.
O, daima “ Beni önce
öldür de benden bu kötü ve yanlış iş zuhur etmesin” demekte; Ben de
“Mademki ölümüm senden olacak, ben kaza ve kadere karşı nasıl hile
edebilirim?” demekteyim.
O, daima önümde yerlere
kapanarak “Ey Kerem sahibi, beni tanrı hakkı için ikiye böl, ki bu
kötü akıbete uğramayayım. Bu yüzden canım yanmasın” der; Ben de daima
“Yürü, git. Kader kalemi, bunu yazdı, yazının mürekkebi de kurudu.
Olan oldu. Kader kaleminden nice bayraklar, baş aşağı olur.
Gönlümde, sana hiçbir
düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden bilmiyorum ki. Sen Tanrı
aletisin; yapan, Tanrının eli. Hakkın aletini nasıl kınayayım, Hakkın
aletine nasıl itiraz edeyim?” derim
O, “Öyle ise kısas
niçin?” dedi. Ali cevap verdi: “ O da Hak’tan, o da gizli bir sır.
Eğer Tanrı, kendi yaptığı işe itiraz ederse bu itiraz yüzünden bağlar,
bahçeler yeşertir. Kendi yaptığı işe itiraz, ancak onun karıdır. Çünkü
kahırda da tektir, lutufta da.
Bu hadiseler şehrinde
bey odur, memleketlerde tedbir onundur, Aletini kırarsa kırılanı
tekrar iyileştirebilir.” Ulu kişi, “ hiçbir ayeti değiştirmedik ki
ardından daha hayırlısını getirmeyelim” remzini bil.
Tanrı hangi şeriatın
hükmünü kaldırdıysa otu yoldu, yerine gül bitirdi demektir. Gece,
gündüz meşguliyetini giderir, bitirir. Akıl ermeyen şu uykuya bak!
Sonra tekrar gündüzün nuruyla gece ortadan kalkar, bu suretle de o
yalımlı ateş yüzünden donukluk, uyku yanar, gider.
O uyku, o duygusuzluk
zulmettir ama abıhayat, zulmette değil mi? Akıllar, o zulmetle
tazelenmiyor mu? Hanendenin bestedeki duraklaması sese kuvvet vermiyor
mu?
Zıtlar, zıtlardan zuhur
etmekte... Tanrı, kalpte ki süveydada daimi bir nur yarattı.
Peygamberin savaşı sulha
sebep oldu. Bu ahir zamandaki sulh o savaş yüzündendir. O gönüller
alan sevgili ( Peygamber), alemdekilerin başları aman bulsun diye yüz
binlerce baş kesti. Bahçıvan, fidan yücelsin, meyve versin diye muzır
dalları budar.
Sanatını bilen bahçıvan,
bahçe ve meyve gelişsin diye bahçedeki otları yolar. Sevgilinin
ağrıdan, hastalıktan kurtulması için hekim, çürük dişi çekip çıkarır.
Noksanlarda nice fazlalıklar var. Şehitlere hayat yokluktadır. Rızk
yiyen boğaz kesildi mi “Onlar Rablerinden rızıklanır, ferahlarlar”
nimeti hazmedilir. Hayvanın boğazı kesilince insanın boğazı gelişir. O
hayvan, insan vücuduna girer, insan olur, fazileti artar.
İnsanın boğazı kesilirse
ne olur, fazileti ne dereceye varır? Artık agah ol da onu bununla
mukayese et. Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki o, Tanrı şerbetiyle, Tanrı
nurlarıyla beslenir, gelişir. Kesilen boğaz, bu şerbeti içer ama “La”
dan kurtulmuş “Bela” da ölmüş boğaz!
Ey kısa parmaklı,
himmeti kesik kişi! Ne vakte dek canının hayatı ekmek olacak? Beyaz
ekmek için yüzsuyu döktüğünden dolayı söğüt ağacı gibi meyven yok!
Duygu canı, bu ekmeğe sabredemiyorsa kimyayı elde et de bakırı altın
yap!
Elbiseyi yıkamak
istiyorsan bez yıkayanların mahallesinden yüz çevirme! Ekmek orucunu
bozduysa kırıkçıya yapış, yücel! Onun eli, mademki kırıkları sarar,
iyileştirir... Şu halde onun kırması şüphe yok ki yapmaktır. Fakat sen
kırarsan der ki: “Gel yap bakalım.” Elin ayağın yok ki yapamazsın.
Şu halde kırmak, kırığı
sarıp iyileştiren adamın hakkıdır. Dikmeyi bilen yırtmayı da bilir.
Neyi satarsa yerine daha iyisini alır. Evi yıkar, hak ile yeksan eder;
fakat bir anda da daha mamur bir hale getirir.
Bir bedenden baş kesti
mi yerine derhal yüz binlerce baş izhar eder. Canilere kısas
emretmese, yahut “Kısasta hayat var” demeseydi, Kimin haddi vardı ki
kendiliğinden, Tanrı hükmüne esir olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin!
Çünkü Tanrı, kimin
gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir. O takdir
kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur.
Yürü, kork ve kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı aczini
bil!
Adem Peygamber, ansızın
esasen şaki olan İblise hor baktı. Kendisini beğenip, kendisini ulu
görüp melun şeytanın yaptığı işe güldü. Tanrı gayreti bağırdı: Ey
tertemiz adam! Sen gizli sırları bilmiyorsun. Eğer tanrı kürkü ters
giyerse dağı bile ta kökünden temelinden söker.
O zaman, yüzlerce
Adem’in perdesini yırtar, yüzlerce yeni müslüman olmuş suçsuz,
günahsız iblis yaratır! Adem “Bu hor görüşten tövbe ettim. Bir daha
böyle küstahça düşünceye düşmem” dedi.
Ey yardım dileyenlerin
yardımcısı, bize hidayet ver. Bilgilerle, zenginlikle öğünmeye imkan
yok. Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma; takdir ettiğin
kötülükleri bizden defet; kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi
Tanrı’ya razı olan kardeşlerden ayırma!
Senin ayrılığından daha
acı bir şey yok... Sana sığınmazsak sen esirgemezsen işimiz, gücümüz
ancak kargaşalıktır. Zaten malımız mülkümüz; malımızın, mülkümüzün
yolunu kesmekte... Zaten cismimizi soyup çırçıplak bırakmakta!
Elimiz, ayağımıza
kastettikten sonra artık kim, senin lutfun olmadıkça canını
kurtarabilir ki? Bu pek büyük tehlikelerden canını kurtarsa bile
kurtardığı şey ancak idbar ve tehlike sermayesi kesilir.
Çünkü can, canana
ulaşmadıkça ebediyen kördür... ebediyen yaslıdır. Esasen senin
inayetin olmazsa can, adeta bir tutsaktır; seninle diri olmayan canı
ölü farz et. Sen kullara darılır,kulları kınarsan, Ey Tanrı hakkındır,
yaparsın.
Aya, güneşe kusurlu,
nursuz... Servinin boyuna iki büklüm; Feleğe, arşa hor ve aşağı...
madene, denize yoksul dersen, Kemaline nispetle yaraşır. Çünkü
yokluklara kemal verip onlara eriştirme kudreti ancak senindir. Çünkü
sende yokluk ve ihtiyaç yoktur; yokları icat eden, onları ihtiyaçtan
kurtaran sensin.
Yetiştiren, yakmayı da
bilir; çünkü yırtık söken, dikmeyi de bilir. Her güz; bağı bahçeyi
yakıp yandırmakta. Sonra yeniden bahçeleri renklere boyayan kırmızı
güllere boyayan kırmızı gülleri yetiştirmektedir.
“ Ey yanıp yakılan,
zuhur et, yenilen; tekrar güzelleş, güzel sesli bir hale gel” diye
hepsini yeniden yaratır. Nergisin gözü körleşir, o, tekrar açar...
Kamışın boğazını keser, sonra yine kendisi tekrar okşar, ondan
nağmeler çıkarır. Biz mademki masnu’uz, sani değiliz... Şu halde ancak
zebunuz, ancak kanaatkarız.
Hepimiz “Nefsim, nefsim”
deyip durmakta, hepimiz yalnız kendimizi düşünmekteyiz. Sen buna
lutufta bulunmazsan şeytanız. Sen bizim canımızı körlükten
kurtardığından, gözümüzü açtığından dolayı Şeytandan kurtulduk.
Kim hayattaysa
değnekçisi, yol gösteren sensin. Değneğin, değnekçisi olmadıkça kör
nedir ki, ne yapabilir ki? Senden gayrı hoş olsun, hoş olmasın... Her
şey, insanı yakar, ateşin aynıdır.
Kim ateşe dayanır, ateşe
arka verirse hem Mecusidir, hem zerdüşt! Tanrı’dan başka her şey
batıldır, asılsızdır. Tanrının ihsanı, yağmuru kesilmeyen bir
buluttur.
Tekrar Ali ve katilinin
hikayesine dön; katiline fazlasıyla gösterdiği kerem ve mürüvveti
anlat. Ali dedi ki: “Ben düşmanımı gözümle görmekte, gece gündüz ona
bakıp durmaktayım. Böyle olduğu halde hiç kızmıyorum. Çünkü ölümüm,
bana can gibi hoş geliyor; dirilmemle adeta bir.
Ölümsüzlük ölümü bize
helal olmuştur; azıksızlık azığı, bize rızk ve nimettir. Ölümün
görünüşü ölüm, iç yüzü diriliktir; ölümün görünüşte sonu yoktur,
hakikatte ise ebediliktir. Çocuğun rahimden, doğması bir göçmedir;
fakatta cihanda ona yeni baştan bir hayat var.
Ecele doğru meylimiz,
ecele aşkımız olduğundan “Nefislerinizi elinizle tehlikeye atmayın”
nehyi asıl bizedir. Çünkü nehiy, tatlı şeyden olur, acı için nehye
zaten hacet yok ki.
Bir şeyin içi de acı
olur dışı da acı olursa onun acılığı kötülüğü esasen nehiydir. Bana da
ölüm tatlıdır. “Onlar ölmemişlerdir, Rablerinin huzurunda diridirler”
ayeti benim içindir. Ey inandığım, itimat ettiğim kişiler! Beni
kınayın ve öldürün. Şüphe yok, benim ebedi hayatım öldürülmemdedir.
Ey yiğit! Hayatım,
mutlaka ölümdedir. Ne zamana kadar yurdumdan ayrı kalacağım? Bu alemde
durmaklığım, ayrılık olmasaydı (öldüğümüz zaman) “Biz, şüphe yok,
Tanrı’ya dönenleriz” denmezdi. Dönen kişi; ayrıldığı şehre tekrar
gelen kişidir; zamanın ayırışından kurtulup birliğe erişendir.
Seyis tekrar gelerek “Ya
Ali, beni tez öldür ki o kötü vakti, o fena zamanı görmeyeyim. Sana
helal ediyorum, kanımı dök ki gözüm o kıyameti görmesin” dedi. Dedim
ki: Eğer her zerre bir kanlı, bir katil olsa da elinde hançer olarak
senin kastına yürüse. Yine senin bir tek kılını kesemez. Çünkü kader
kalemi böyle yazmıştır; sen beni öldüreceksin.
Fakat tasalanma, senin
şefaatçin benim. Ben ruhun eri ve sultanıyım, ten kulu değil! Yanımda
bu tenin kıymeti yok; ten kaydına düşmeyen bir er oğlu erim. Hançer ve
kılıç, benim çiçeğim; ölüm meclisim... bağım, bahçemdir.”
Tenini bu derece öldürüp
ayaklar altına alan kişi, nasıl olur da beylik ve halifelik hırsına
düşer? O, ancak emirlere yol göstermek, emirliği belletmek için
zahiren makam işleriyle ve hükümle uğraşır; Emirlik makamına yeni bir
can vermek, hilafet fidanını meyvelendirmek için bu işle meşgul olur.
Peygamber, Mekke’yi
fethe uğraştı diye nasıl olurda dünya sevgisiyle ittiham edilir? O
öyle bir kişiydi ki imtihan günü ( yani Miraç’ta) yedi göğün
hazinesine karşı hem yüzünü yumdu, hem gönlünü kapadı.
Onu görmek için yedi kat
gök uçtan uca hurilerle meleklerle dolmuştur. Hepsi kendilerini, onun
için bezemişti, fakat onda sevgiliye aşktan, sevgiliye meyil ve
muhabbetten başka bir heva ve heves nerede ki.
O, Tanrı ululuğuyla,
Tanrı celaliyle öyle dolmuştur ki bu dereceye, bu makama Tanrı ehli
bile yol bulamaz. “Bizim makamımıza ne bir şeriat sahibi peygamber
erişebilir, ne melek, hatta ne de ruh” dedi. Artık düşünün anlayın!
“Göz Tanrıdan başka bir
yere şaşmadı, meyletmedi” sırrına mazharız, karga değiliz; alemi renk
,renk boyayan Tanrı sarhoşuyuz; bağın bahçenin sarhoşu değil” buyurdu!
Göklerin, hazinelerin akılları bile Peygamberin gözüne bir çöp kadar
ehemmiyetsiz görünürse. Artık Mekke, Şam ve ırak ne oluyor ki onlar
için savaşsın, onlara iştiyak çeksin!
Ancak gönlü kötü olan,
onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi hırsına göre mukayese eden
kişi onun hakkında böyle bir şüpheye düşer. Sarı camdan bakarsan
güneşin nurunu sapsarı görürsün. O gök ve sarı camı kır da eri ve tozu
gör!
Atlı bir er, atını
koştururken tozu dumana katar, etrafta bir tozdur kalkar. Sen, tozu
Tanrı eri sanırsın. İblis de tozu gördü, “Bu toprağın fer’idir. Benim
gibi ateş alınlı birisinden nasıl üstün olur?” dedi. Sen azizleri
insan gördükçe bil ki bu görüş İblis’in mirasıdır
Be inatçı, İblis’in oğlu
olmasan o köpeğin mirası nasıl olur da sana düşer? Ben köpek değilim,
Tanrı aslanıyım. Tanrı aslanı suretten kurtulandır. Dünya aslanı av ve
rızk arar, Tanrı aslanı hürlük ve ölüm! Çünkü ölümde yüzlerce hayat
görür de varlığını pervane gibi yakıp yandırır.
Ölü isteği, doğru
kişilerin boyunlarına bir halkadır. Çünkü bu istek, yahudilere imtihan
oldu. Tanrı Kuran’da “Yahudiler, doğrulara ölüm; futuhat, sermaye ve
ticarettir. Sermaye ve ticaret isteği var ya; ölümü istemek ondan daha
iyidir.
Ey yahudiler; halk
içinde namusunuzu korumak istiyorsanız bu dileği, bu ölüm temennisini
dile getirin” dedi. Muhammed, bu bayrağı kaldırınca bir tek yahudi
bile bu istekte bulunmaya cüret edemedi.
Peygamber “Eğer bunu
dillerine getirirlerse dünyada tek bir yahudi bile kalmaz” dedi. Bunun
üzerine yahudiler ; “Ey din ışığı, bizi rüsvay etme! Diyerek mal ve
haraç verdiler. Bu sözün sonu görünmez. Mademki gözün sevgiliyi gördü,
ver elini bana!
Emirül Müminin, o gence
dedi ki: “Ey yiğit! Savaşırken. Sen benim yüzüme tükürünce nefsim
kabardı, hiddet ettim, huyum harap berbat bir hale geldi. Öyle bir
hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Tanrı içindi, yarısı nefsim
için. Tanrı işinde ortaklık yaraşmaz.
Sen Tanrı nakışısın:
Seni, o, kudret eliyle yarattı, bezedi. Onunsun, benim değil.
Tanrı’nın nakışını yine
Tanrı eliyle kır; sevgilinin camına sevgilinin taşını at!” Kafir bu
sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti ki zünnarını kesti.
“Ben, cefa tohumunu ekmiştim, seni başka türlü sanıyordum.
Halbuki sen Tanrı huylu
bir teraziymişsin, hatta her terazinin oku senmişsin! Meğer sen benim
soyum sopummuşsun; meğer çırağımın, dinimin aydınlığı senmişsin! Ben o
görür göz arayan çırağın kulu, kölesiyim ki senin çırağın da ondan
nurlanmış, aydınlanmıştır...
Ben, o nur denizinin
kulu, kurbanıyım ki böyle bir inci izhar eder. Bana kelimei şahadeti
söyle, bende söyleyeyim ki seni zamanın en yücesi gördüm” dedi. Onlar
beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de aşıkçasına
dine yüz tuttular, müslüman oldular. Ali, ilim kılıcıyla bu kadar
boğazı, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı.
İlim kılıcı, demir
kılıçtan daha keskin, hatta yüzlerce ordudan daha galip, daha
üstündür. Yazıklar olsun ki iki lokmacık yendi de bu yüzden fikir
çoşkunluğu dondu, yatıştı.
Bir buğday tanesi, Adem
Peygamberin güneşinin tutulmasına... arzın, güneş ile ay arasına
girmesi , dolunayın kararmasına sebep oldu. İşte sana gönlün letafeti!
Bir avuç balçıktan (bir iki lokma ekmekten) ayırmadağın bir hale
gelmekte!
Ekmek manevi
olursa yenmesinde fayda var. Fakat bildiğimiz ekmeğin faydası yok,
kalbi daraltıyor. Manevi ekmek, yeşil diken gibi... deve yiyince yüz
türlü fayda, yüzlerce lezzet bulmakta.
Fakat yeşilliği gitti de
kurudu mu, onu çölde deve yiyince; Damağını avurdunu yırtar, paralar.
Yazıklar olsun; öyle yetişmiş gül kılıç kesildi. Ekmek de manevi
oldukça o yeşil dikendi. Fakat şimdi zahiri ekmek olduğundan kupkuru
bir hale geldi, sertleşti.
Ey nazlı nazenin varlık
(ey hüsameddin), bundan önce onu yemeğe alışmıştın. O alışkanlıkla bu
kuru ekmeği de alıp yemek istiyorsun ama gayri mana, yerle karıştı;
Toprakla karışık, kaskatı, dili damağı yırtar bir hale geldi. Ey
deve, şimdi otu yeme, ondan çekin!
Söz, toprakla pek
karışık bir hale geliyor, su bulandı... Kuyunun ağzını kapa ki Tanrı
onu yine saf, yine hoş bir hale getirsin. Onu bulandıran, durultur da.
Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Tanrı daha
iyi bilir.