Osman’dan önce bir
katip vardı. Vahyi yazmağa gayret ederdi. Peygamber, kendisine vahiy
edilen ayetleri söyledi mi o, hemen kağıda yazardı. Vahyin ışığı,
katibe vurunca, gönlüne bazı hikmetler doğardı.
Peygamber de onun içine
doğanları aynen söylerdi. O herzevekil, bu kadarcık bir şeyden azdı.
Yoldan çıkıp.” Tanrıdan nur alan Peygamber, ne söylüyorsa o söylediği
şey, benim gönlümde, o hakikat benim de gönlüme doğmakta” dedi.
Düşüncesinin ışığı,
Peygambere vurdu, katibin canına Tanrının kahrı gelip çattı. Hem
katiplikten çıktı, hem dinden. Kinlenip Mustafa’ya ve dine düşman
oldu. Mustafa “ Ey inatçı kafir! Nur, sendense niçin şimdi kapkara
kesildin?
Eğer Tanrı ırmağının
kaynağı olsaydın böyle bir kara suyun bendini açmaz, akıtmazdın” dedi.
Şunun, bunun yanında namusum bir paralık olmasın düşüncesi, ağzını
bağladı. Bu yüzden içten yanıp yakılıyordu. Fakat şaşılacak şey şurası
ki tövbe de edemiyordu. Ah ediyordu, fakat ah etmesi faydasız. Kılıç
gelmiş, kelleyi uçurmuştu. Tanrı, namusu, ar ve hayayı yüz batman
ağırlığında bir demir yapmıştır. Nice kişiler, görünmez bağlarla
bağlanıp kalmıştır!
Kibir ve kafirlik, o
yolu, o kadar bağlamıştır ki kibir ve küfür sahibi, açıkça ah edemez
bile! Tanrı “Onların boyunlarına zincirler vurduk, başlarını yukarı
kaldırmışlardır, indiremezler “ dedi. Bu zincirler, bizden dışarıda
değil.
“Önlerine, artlarına
manalar koyduk, gözlerini perdeleyip örttük” buyurdu. Fakat bu hale
uğrayan, önündeki, ardındaki manaya görmez. O dikilen mananın
çetinliği görünmez. Çünkü o kişi, kaza ve kaderin tesiriyle
kurulduğunu bilmez.
Senin sevgilin, asıl
sevgilinin yüzünü örtmekte...mürşidin, asıl mürşidin, sözünü dinlemene
mani olmaktadır. Nice kafirler vardır ki din sevdasındadırlar. Fakat
namus, kibir, şu bu; onların manaları, halleridir.
Bu, gizli bir bağdır ama
demirden beter. Demir bağı, ancak balta kırar...Demir bağı kırmak,
kaldırmak ne de olsa yine mümkündür. Fakat gayptan bağlanan bağa kimse
çare bulamaz. Bir adamı arı sokarsa tabiatı, derhal o kötülüğü
gidermek için uğraşmaya başlar.
Bu da arı sokmasıdır ama
kendi varlığından, senden meydana gelmedir. Böyle olunca da gam
kuvvetlenir, illet bir türlü geçmez. İçimden bunu açmak, iyice
anlatmak geliyor ama ümitsizlik verir diye korkuyorum.
Hayır , ümitsizlenme,
sevin o feryada erişen Tanrı’ya feryat et! Ey affetmeyi seven Tanrı,
bizi affet! Ey eskimiş nasır illetinin bile hekimi, bizi bağışla!
Hikmetin gönlüne aksetmesi o kötüyü yoldan çıkardı. Sen de kendini
görme ki bu görüş senden toz kaldırmasın.
Kardeş sana akıp duran
hikmet “ Tanrı Abdali’ndendir, sana ariyettir. O kendisinde bir nur
bulmuştur ama o nur, padişahların eşiğinden vurmuştur. Şükret, mağrur
olma, ululanma, kulak as ve hiç kendini görme. Yüz binlerce ah ki bu
ariyet hal, ümmetleri ümmetlikten uzaklaştırdı.
Kendisini, her konakta
sofra başına varacak sanmayan kişiye kul olayım. Adamın bir gün evine
varabilmesi için bir çok konakları terk etmesi lazımdır. Demir
kıpkırmızı oldu ama hakikatte kızıl değildir ki. Bu kızıllık, bir
ocağın demire verdiği ariyet kızıllıktır.
Penceredeki cam, yahut
ev; nurlanırsa, ışık verirse onu parlak sanma , anla ki parlaklık
güneştedir. Her kapı, duvar “ Ben parlağım, başkasının nuruyla
parlamıyorum. Parlayan benim” diyebilir. Fakat güneş “Ey ham! Hele ben
bir batayım da ne olduğun meydana çıkar” der. Yeşillikler “ Biz
kendimizden yeşerdik, sevinç içindeyiz, gülümseyip duruyoruz, ta
ezelden beri bu yücelik bizde var” diyebilirler.
Fakat yaz mevsimi,
onlara “ Ey ümmetler, ben geçeyim de o vakit kendinizi görün” der.
Vücut güzellikle öğünür, nazlanır durur. Çünkü ruh, kuvvetini, kolunu
kanadını gizlemiştir. Vücuda der ki: “Ey süprüntülük! Sen kim
oluyorsun ki? Bir iki gün benim ışığımla yaşadın: Nazın işven dünyaya
sığmıyor? Hele dur, bekle; ben senden çıkayım da gör.
Seni o ziyadesiyle
sevenler, mezara tıkarlar; karıncalara, yılanlara gıda ederler. Çok
defalar senin önünde ölüme razı olan yok mu? İşte o, senin pis
kokundan burnunu tıkar!” Söz, göz, kulak... Hep ruhun ışığıdır. Suda
coşan pırıldayan, ateşin parıltısıdır. Canın ışığı nasıl tene
vuruyorsa Abdal’ın ışığı da benim canıma vurmakta. Canın canı olan o
Abdal’ın ışığı candan ayak çekti mi...Ten, cansız ne hale gelirse o
hale gelir. Şunu bil ki, Ben kıyamet günü bu sözüme şahit olsun diye
yere baş koyuyorum.
Yerlerin şiddetle
sarsıldığı kıyamet gününde bu yeryüzü, insanların hallerine şahit
olur. Gizlediği haberleri ap aşikar söyler. Yeryüzü ve dikenler söze
gelir. Filozof; kendi fikrince, kendi zannınca bunu inkar eder. Ona
de: Sen var, başını o duvara vura gör!
Gönül ehlinin duyguları;
suyun, toprağın, çamurun sözünü duyar durur. Filozof, Hannane
direğinin inlemesini inkar eder. Çünkü velilerin duygularından haberi
yok, onlara yabancı. Der ki: “ halkta sevdanın aksi, birçok hayaller
yaratır, onlara gösterir” Halbuki bu fikir, onun fesat ve küfrünün
aksidir.
Bu inkar hayali; ona
fikrinden, inanışındaki bozukluktan gelmiştir. Filozof; cini, şeytanı
inkar eder; fakat inkar eder etmez bir cinin, bir şeytanın maskarası
olmuştur. Ey filozof, eğer şeytanı görmedinse kendine bak!( Başını
duvara vurup çürütmüşsün, gömgök olmuş) Deli olmadan alın böyle
göğerir mi? Kimin gönlünde şüphe, vesvese varsa felsefeye inanmıştır,
gizli münkirdir. Bazen dine inanır ama bazı ,bazı da o filozofluk
damarı yüzünü kapkara eder.
Sakının müminler; o
felsefeye inanış sizde de vardır. Sizde nice sonsuz alimler var. Bütün
bu yetmiş iki din ve şeriat sendedir. Senden zahir olduğu gün eyvah
haline! Kimde o aykırı inanıştan bir yapracık varsa o günün
korkusundan yaprak gibi titrer.
İblis’e cine, kendini
iyi adam gördüğünden güldün. Fakat can, postunu ters giyer ,
içindekini dışarı verirse din ehlinden ne kadar ahlar vahlar çıkar.
Dükkanda altın gibi görünen madenlerin hepsi güler. Çünkü imtihan taşı
gizlidir.
Ey ayıpları örten Tanrı!
Perdemizi kaldırma; imtihan zamanında bize yardım et, bizi kurtar!
Geceleyin kalp altın, hakiki altınla yan yanadır. Altın ise gündüzü
bekler. Hal diliyle der ki: “ Yalancı, hele bir dur. Herkesin meydana
çıkacağı gün bir gelsin!” Lanetlenmiş İblis; yüz binlerce yıl Abdal’
dandı, müminler beyiydi. Naz ve istiğnası yönünden Ademle savaştı,
kuşluk vakti kokmaya başlayan pislik gibi rüsvay oldu.
Dünya halkı, Baur oğlu
Bel’am’a zamanın İsa’sına mağlup oldukları gibi mağlup ve zebun
olmuştu. Ondan başka kimseye secde etmezlerdi. Afsunu, hastalara şifa
verirdi. Kendisini beğendiği, ulu gördüğü için Musa ile savaştı. Sonra
hali, duyduğun gibi oldu. Dünyada yüz binlerce iblis ve Bel’am vardır
ki gizli, açık hep bu hale düşmüşlerdir.
Tanrı, diğerlerine misal
olsun diye bu ikisini meşhur etti; Bu iki hırsızı darağacına çekti,
yükseltti. Yoksa kahrına uğramış daha nice hırsız var! Bu ikisini
aşikare kahredip şöhretlendirdi; yoksa onun kahrıyla ölenler
sayılamayacak kadar çok!
Nazeninsin, nazlısın,
ama haddince Allah aşkına olsun haddini aşma! Eğer kendinden daha
nazenin birisine çatarsan seni yerin yedi kat dibine sokar. Ad ve
Semud kavminin hikayeleri ne için söylenip duruyor? Peygamberlerin
nazik, nazenin olduklarını bilmen için.
Yere batma, başlarına
taş yağma, bir sesle canlarının alınışı...Hep bu vakalar, nefs-i
natıka sahiplerinin yücelerini bildirmek içindir. Bütün hayvanları
insan için öldür, fakat bütün insanları da bir akıllı kişi için öldür.
( hiç beis yok!)
Akıl dediğin nedir? Akıl
sahibinin akl-ı Küll’ü. Cüzi akıl da akıldır ama pek arıktır.
İnsanlardan kaçan vahşi hayvanların hepsi, ehli hayvanlara nispetle
aşağılıktır. Vahşi hayvanların kanı mübahtır. Çünkü yüce akıldan
kaçmaktadırlar. Akılları yoktur. İnsanın emrine uymuyor diye vahşinin
yüceliği bu dereceye düşmüştür.
Şu halde ey garip adam!
Aslandan kaçan yaban eşeklere benzedikten sonra senin ne şerefin var
ki? Eşek, işe yaradığı için öldürülmez. Fakat yaban eşeği olursa kanı
mübahtır. Eşeğin kendisini kötülükten koruyan iyiliğe sevk eden bir
bilgisi olmadığı halde Tanrı onu mazur tutmuyor.
Ey yüce sevgili! İnsan
(akıllı olduğu halde) o nefesten, ( Peygamberlerin, velilerin
sözlerinden)kaçar, vahşileşirse nasıl mazur olur?Hulasa oklar ve
süngüler önünde kafirlerin kanı mübahtır. Çünkü onlar, işe yaramaktan
uzaktırlar. Onların karıları ve çocukları da esir sayılır. Çünkü
akılları yoktur, merdut ve aşağılık kişilerdir. Artık bir akıl, aklın
aklından kaçarsa akıllılar taifesinden hayvanat zümresine geçmiştir.