O doğru sözlü
Bilal, ezan okurken “Hayyı alessela, Hayyı alelfelah- Haydin namaza,
Haydi felaha” cümlelerindeki “ Hayyı- haydin” kelimesini “Heyyi” diye
okurdu. Nihayet Peygambere dediler ki: “ Ya Resulallah, bina yeni
kuruluyor. Bu hata, hiç de doğru değil.
Ey Tanrı
habercisi, ey Tanrı resulü, ey Tanrı meydanının tek binicisi, daha
fasih bir müezzin getir. Din daha yeni kurulur, doğruluk düzenlik daha
yeni meydana gelirken “ Hayyı alelfelah”’ı yanlış okumak ayıptır.
Peygamberin hiddeti coştu, gizli inayetlerden bir iki remiz söyleyip
dedi ki :
“ Ey aşağılık
adamlar, Tanrı yanında Bilal’in Heyyi’si yüzlerce hadan, hıdan,
yüzlerce dedikodudan iyidir. İşi çok karıştırmayın da sırrınızı
açmayayım, önünüzü, sonunuzu söylemeyeyim.” Her duada güzel bir nefese
sahip değilsen yürü özü sözü doğru kardeşlerden dua iste!
Tanrı, “ Ey
Musa, bana suç etmediğin, kötü söylemediğin bir ağızla sığın, dua et”
dedi. Musa, “Bende o ağız yok deyince Tanrı, “ Başkasının ağzıyla dua
et” başkasının ağzıyla nasıl günah edebilirsin? Yarabbi diye
başkasının ağzıyla çağır” buyurdu. Sen de öyle muamelede bulun ki
ağızlar gece gündüz sana dua edip dursunlar.
Günah
etmediğim ağız, başkasının özürler dileyen ağzıdır. Yahut da kendi
ağzını temizle, ruhunu çevik bir hale getir. Çünkü Tanrı adı temizdir,
temizlik geldi mi pislik, pılısını pırtısını toparlayıp gider. Zıtlar,
zıtlardan kaçar. Ziya parladı mı gece kalmaz. Ağza temiz bir ad
gelince de ne pislik kalır, ne gamlar, kederler.
Birisi her
gece Allah der durur, bu zikrinden ağzı tatlılaşır, zevk alırdı.
Şeytan “Ey çok söz söyleyen, bunca Allah demene karşılık onun Lebbeyk
demesi nerede? Tanrı tahtından bir cevap bile gelmiyor. Böyle
utanmadan sıkılmadan ne vakte dek Allah deyip duracaksın” dedi.
Adamın gönlü
kırıldı, başını yere koydu, yattı. Rüyada yeşiller giyinmiş Hızır’ı
gördü. Hızır “ Kendine gel, niçin zikri bıraktın, çağırdığın addan
nasıl usandın, zikrinden nasıl pişman oldun?” dedi. Adam, cevap olarak
“Lebbeyk sesi gelmiyor, kapıdan sürüleceğimden korkuyorum” deyince ;
Hızır” Senin
o Allah demen, bizim Lebbeyk dememizdir. Senin o niyazın derde düşmen,
yanıp yıkılman, bizim haberci çavuşumuzdur. Senin hilelere düşmen
çareler araman, seni kendimize çekmemizden, ayağını çözmemizdendir.
Korun da bizim lütfumuzun kemendidir, aşkın da.
Her yarabbi
demende bizim, efendim, buyur dememiz gizli” dedi. Bilgisiz adamın
canı, bu duadan uzaktır. Çünkü Yarabbi demesine izin yok ki! Zarara,
ziyana uğrayınca Tanrıya sızlanmasın diye ağzında da kilit var,
gönlünde de. Ağzı da bağlı, gönlü de.
Firavuna
yüzlerce mal, mülk verdi, o da nihayet ululuk, büyüklük davasına
girişti. O kötü yaradılışlı, Hakk’a sızlanmasın diye ömründe baş
ağrısı bile görmedi. Tanrı, ona bütün dünya mülkünü verdi de dert,
elem, keder vermedi. Dert, Tanrıyı gizlice çağırmana sebep olduğundan
bütün dünya malından yeğdir.
Dertsiz dua
soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden, aşktan
gelir. O gizlice niyazın, o önü sonu anman yok mu? İşte saf, halis ve
hüzünlü dua odur. “Ey Tanrım ey feryadıma erişen ey yardımcım”
demendir. Tanrı yolunda köpeğin sesi bile Tanrı cezbesiyledir. Çünkü
Tanrıya her yönelen, bir yol kesicinin esiridir.
Eshabı
kehf’in köpeği gibi, pis şeyden kurtulunca padişahlar sofrasının
başına oturdu. Mağaranın önünde kıyamete kadar dağarcıksız heybesiz
arifcesine rahmet lokmasını, rahmet suyunu yiyip içmekte. Nice köpek
postuna bürünmüş adsız sansız kişiler var ki perde ardında şarapsız
kalmazlar.
Oğul bu şarap
için can ver. Savaşsız, sabırsız yenme olur mu hiç? Bunun için sabır
güç bir şey değildir. Sabret, sabır, güçlüklerin sıkıntıların
anahtarıdır. Bu pusudan sabır ve ihtiyat etmeksizin kimse kurtulmadı.
Sabır da ihtiyatın eli ayağıdır. İhtiyatta bulun, bu zehirli otu yeme.
İhtiyat
riayet, peygamberlerin kuvvetin nurundandır. Her yelden oynayıp duran
samandır. Dağ, hiçbir yele ehemmiyet verir mi? Her yanda bir
gulyabani, seni çağırır, “Kardeş gel, yol istiyorsan işte buracıkta.
Yoldaş, sana yol göstereyim, yoldaşın olayım. Bu ince yolda ben sana
kılavuzum” der.
Fakat ne
kılavuzdur o ne de yol bilir. Yusuf o kurt huylunun yanına az var!
İhtiyat ona derler ki seni bu dünyanın yağlı ballı şeyleri, bu alemin
tuzakları, hileleri aldatmasın. Çünkü bu alemin ne tadı vardı ne tuzu.
Sihir okur da kulağına üfler durur.
“ Ey nur gibi
apaydın adam, ev senin sen de benimsin” der. İhtiyat ona derler ki
“Midem dolgun tokum” yahut “ Hastayım, bu mezardan hastalandım” yahut
“ Başım ağrıyor, sen bunu geçirmeye bak” yahut da “ Benim dayımın oğlu
çağırdı, davetliyim” deyip başından savasın.
Çünkü bir
şerbeti bile zehirlerle sunar, tatlısı vücudunda yaralar, bereler
meydana getirir. Sana elli altmış bile verse ey balık, o verdiği şey ,
oltada ettir. Verdi, farz edelim fakat o hilebaz nereden verecek?
Hilebazın sözü çürümüş cevizdir. Onun gürültüsü aklını alır, beynini
altüst eder.
Yüz binlerce
aklı bile bir pula saymaz. Dostun, kesendir, hurcundur, Ramin’sen
Viseden başkasını arama vise de sensin, maşukun da sen. Bu zahiri
şeylerin hepsi sana afettir. İhtiyat ona derler ki seni davet ettiler
mi bunlar, benim sarhoşum bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni
istiyorlar demeyesin.
Davetlerini,
kuşlara çalına ıslık bil. Avcı, pusu da gizlidir de kuş gibi örter
durur. Önüne de seslenen, ören çığıran budur, zannını vermek için bir
ölü kuş koymuş. Kuşlar onu kendi cinsinden sanıp toplanırlar o da
onların derilerini yüzer. Ancak tanrı hangi kuşa ihtiyat ve tedbir
duygusu vermişse o kuş o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez.
İhtiyatsızlık, tedbirsizlik, pişmanlıktan ibarettir. Unu anlatan şu
hikayeyi de dinle.