Surette sen
küçük bir alemsin ama hakikatte en büyük alem sensin. Görünüşte dal,
meyvenin aslıdır; fakat hakikatte dal, meyve için var olmuştur. Meyve
elde etmeye bir meyli, meyve elde etmeye bir ümidi olmasaydı hiç
bahçıvan, ağaç diker miydi? Şu halde meyve, görünüşte ağaçtan
doğmuştur ama hakikatte ağaç, meyveden vücut bulmuştur.
Mustafa, onun için
“Adem’le bütün peygamberler, benim ardımda ve sancağımın altındadır”
dedi. O hünerler sahibi, onun için “Biz, sonda gelen, fakat en ileri
giden ve ön dölü alanlarız” buyurdu.
Suret bakımından ben
Adem’den doğmuşum ama hakikatte onun atasının atasıyım ben! Melekler
bana secde ettiler... Adem, benim ardımdan yürüdü, yedinci kat göğün
üstüne çıktı! Hakikatte babam, benden doğdu...ağaç, meyveden vücut
buldu.
İlk düşünce, iş
aleminde son olarak zuhur etti. Hele vasfa mazhar olan düşünce! Hasılı
bir an içinde gökten nice kervanlar gelmekte, göğe nice kervanlar
gitmektedir! Bu yol bu kervana uzun gelmez... ova, üstün gelen kişiye
geniş gelir mi hiç?
Gönül her an Kabe’ye
gitmekte... benden de Tanrı lutfu ile gönlün tabiatına bürünmede! Bu
uzunluk, kısalık, bedene göredir... Tanrı’nın bulunduğu yerde uzunun,
kısanın lafı mı olur? Tanrı, cismi tebdil etti mi gayri fersaha bile
bakmadan yürür gider!
Ey yiğit, lafı bırak
gayri! Şimdi yüzlerce ümit var, hemen adım ata gör! Gözünü bir yumdun
mu bakarsın ki gemide oturmuşsun, uyuyorsun... öyle olduğu halde yol
almadasın!
Peygamber, bunun
için “Ben; zamane tufanına gemi gibiyim; Biz ve ashabım, Nuh’un
gemisine benzeriz. Kim bu gemiye el atar, kim bu gemiye girerse
kurtulur” buyurdu. Şeyhle beraber olunca kötülüklerden uzaksın... gece
gündüz gitmektesin; gemidesin. Canlar bağışlayan cana sığınmışsın...
gemiye girmiş,uyuyorsun; öyle olduğu halde yol almaktasın!
Zamanın
peygamberlerinden ayrılma... kendi hünerine, kendi dileğine pek
güvenme! Aslan bile olsan değil mi ki kılavuzsuz yol almaktasın;
kendini görüyorsun, sapıksın, hor hakirsin. Ancak şeyhin kanatlarıyla
uç da şeyhin askerlerinin yardımını gör! Bir zaman olur, onun lutuf
dalgaları, sana kanat kesilir; bir an gelir, kahır ateşi seni taşır,
götürür! Kahrını, lutfunun zıddı sayma pek...tesir bakımından ikisinin
de birliğini gör!
Bir zaman seni
toprak gibi yeşertir...bir zaman seni sevgilinin havasıyla doldurur,
şişirir! Arifin bedenine cemat vasfını verir de orada neşeli güller,
nesrinler bitirir! Fakat bunları o görür, başkası değil... temiz içten
başka hiçbir şey, cennetin kokusunu alamaz!
İçini, sevgiyi
inkardan arıt da orada onun gül bahçesindeki reyhanlar bitsin! İçini
arıt da Muhammed’in Yemen ülkesinden Rahman kokusunu aldığı gibi sen
de benim sevgilimin ebedilik kokusunu bul! Miraç edenlerin safında
durursan yokluk, seni Burak gibi göklere yüceltir. Yere mensup ve
ancak aya kadar yüceltebilecek miraç değildir bu... kamışı, şekere
ulaştıran miraca benzer!
Bu miraç, buğunun
göğe ağması gibi bir miraç değildir... ana karnındaki çocuğun bilgi ve
irfan derecesine ulaşmasına benzer! Yokluk küheylanı, ne de güzel bir
buraktır... yok olduysan seni varlık makamına götürür!
Dağlar, denizler
ancak tırnağına dokunabilir; o derece süratlidir... duygu alemini
derhal geride bırakıverir! Ayağını gemiye çek de can sevgilisine giden
can gibi oturduğun yerde yürüye dur!
Elsiz, ayaksız
evveline evvel olmayan Tanrı’ya kadar git... canların, yokluktan elsiz
ayaksız varlık alemine koştukları gibi! Duyan, gaflet uykusunda
olmasaydı, can kulağı açık bulunsaydı sözde kıyas perdesini yırtardın
ya!
Ey felek, onun
sözlerine inciler saç... ey cihan onun cihanından utan! Eğer inciler
saçarsan incilerin yüz kat fazlalaşır... camit cismin görür, sevilir
bir hale gelir. O saçtığın incileri kendin için saçtın demektir...
Çünkü her çeşit sermayen yüz misli artar!