Sözü kısa kes
de padişaha mektup yazıp gönderen köleyi anlat! O köle, nazenin
padişaha savaşla, varlıkla, kinle dolu bir mektup yazıp gönderir.
Kalıbın, cesedin mektuptur, ona dikkat et, padişaha layık mı, değil
mi? Bir anla da sonra gönder!
Bir bucağa git,
mektubu aç, oku... bak bakalım, içindeki sözler,padişahlara layık olan
sözler? Layık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup
yaz! Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül
sırrını apaçık görürdü! Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır!
Erlerin işidir bu, çocuk işi değil! Hepimiz, fihriste kani olmuş
kalmışız... çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!
Halbuki o fihrist,
ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır.
Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Tanrı, doğruyu daha iyi bilir!
Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer... halbuki sen gönül
mektubunun metnini sına! Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak
da işin, münafıkların işine dönmesin!
Ağır bir çuval
yüklenip götürmeye koyulsan onun dışına bakmakla yükü hafiflemez ki!
Asıl içine bak...çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya
değerse taşı! Yoksa çuvalındaki taşları boşalt... kendini bu saçma
işten, bu ar olan yükten kurtar gitsin! Çuvala aklı erer padişahlara,
sultanlara götürülebilecek şeyleri doldur!
Bir fakih, bez
parçaları toplamış, sarığın içine ezip büzerek yerleştirmişti. Bu
suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet
vermesini ve mescide gelince baş köşeye geçirilmesini istiyordu.
Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü. Sarığının
dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... fakat içi, münafık gönlü
gibi rezil, çirkin bir şeydi.
Parça parça bezler,
yünler, deriler... hep o sarığın içine gömülmüştü. Bir sabah çağı, bu
şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken, hırsızın
biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak
üzere bekliyordu.
Fakih, o yola
sapınca hemen başından kavuğunu kaptı, işini başarmak için koşup
gitmeye başladı. Fakih arkasından bağırdı: oğul, sarığı çöz de öyle
götür! Böyle dört kanatla uçar gibi gidiyorsun ama götürdüğün hediyeyi
bir aç da gör! Onu, elceğinizle bir aç, ovala da sonra götür, sana
helal ettim! Hırsız, kaçarken sarığı çözer çözmez içinden yola yüz
binlerce bez parçası dökülüverdi!...
O bir şeye yaramaz,
o olmayasıca sarığından kala kala hırsızın elinde ancak bir arşın
doğru düzen bezceğiz kaldı! Hırsız, elindekini yere vurup “A aşağılık
adam, bu hileyle beni işimden gücümden ettin” dedi.
Fakih dedi ki: “
Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım!
Dünya da böyledir işte... bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını
da bağıra bağıra söyler! Bu oluş ve bozuluş aleminde o hile, oluştur,
nasihat da bozulmuş üstadım!
Oluş der ki: İzim
kutludur... ardımdan gel! Bozuluş da git der, ben hiçbir şey değilim!
Ey baharların güzelliğine şaşırarak dudağını dişleyip duran, güzün
sapsarı benzine ve mevsimin soğukluğuna bak! Gündüzün güneşin yüzünü
güzel görmektesin ama onun bir de batma zamanında ölümünü düşün!
Dolunayı şu güzelim
çardakta bir hoşça seyredersin ama ay sonunda bir de hasretine bak
onun! Bir oğlan, güzellikle halkın efendisi olur... olur ama yarın da
bunar, halka rezil rüsvay olur! Gümüş bedenli güzellerin vücudu, seni
avladıysa ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen bedene bak!
Ey yağlı, ballı
yemekleri gören, yiyen, onların fazlasını git de helada seyret!
Pisliğe nerede senin o güzelliğin... nerede senin tabaklarda o hoş
görünüşün, yerken senden duyulan o zevk, o lezzet, de! O sana der ki:
o taneydi... ben de onun tuzağıydım... sen avlanınca o tane gizlendi!
Nice parmaklar
vardır ki üstatlar bile onları kıskanır ama sonunda iş işlerken tir
tir titrer! Can gibi güzel baygın gözler, nihayet görmez olur,
onlardan su damlamaya başlar! Aslanların safında giden aslan gibi
yiğit er, sonunda bir fareye mağlup olur! Sanat sahibi ve çevik
istidatlı kişiye sonunda bak! İhtiyar eşeğe döner, bunar gider!
Akıllılar alan siyah
ve miskler saçan kıvırcık saçlar, nihayet boz eşeğin çirkin kuyruğuna
döner! Önce açıla saçıla oluşuna güzelce bir gör, sonunda da
bozuluşunu, rüsvay oluşunu seyret! Önce sana tuzağını apaçık gösteren
şey, sonunda ona kapılan hamların bıyığını, sakalını yoldu!
Artık dünya, beni
hileleriyle aldattı...yoksa aklım, onun tuzağından kaçardı elbet deme!
Altın gerdanlığı, hamaili bir gör de bak...hakikatte nasıl bir
tomruktur, bir zincirdir o! Böylece bütün alem cüzlerini say dök...
hepsini önünden ve sonundan bir gör! Kim daha ziyade sonu görürse o,
daha kutludur... fakat kim ahırı görürse o daha fazla kovulmuş,
sürülmüştür!
Her şeyin yüzünü
güzel ve parlak ay gibi gör...fakat evvelini gördükten sonra sonunu da
seyret! Seyret de kör iblise dönme... o, noksan olduğundan noksan
görür, bir yanı görür de bir yanı görmez! Adem’in toprağını gördü de
dinini görmedi... bu alemi gören maneviyatını görmedi.
Ey, yiğit er,
erkeklerin kadınlara üstünlüğü kuvvet, kazanç ve mal mülk bakımından
değildir. Öyle olsaydı aslan ve fil, daha kuvvetli olduğu için
insandan yüce, daha üstün olurdu a kör! Ey yalnız bu anı gören,
erkeklerin kadınlardan üstün olması erkeğin kadına nazaran daha ziyade
sonu görür olmasındandır!
Erkek, işin sonunu
göremezse işin sonunu görenlere nazaran kadın gibi noksan sayılır!
Alemden iki zıt ses gelmektedir... bakalım sen hangisine istidatlısın?
Bir tanesi, iyi kişilere hayattır... öbürü kötü kişilere hile! Bir
ses, ey güzel ve bana düşkün olan kişi, ben diken çiçeğiyim... çiçek
dökülür, ben kalırım; diken dalından ibaretim ben der.
Çiçeği, ey gül
satan, gel bu yana der... dikenin sesiyse bizim yanımıza gelmeye
kalkışma der! Bu seslerden birini kabul ettin mi öbürünü duymazsın
bile... çünkü seven kişi, sevgiliye aykırı olan kişilerin sözlerine
sağır olur! O seslerin biri işte ben buracıktayım, hazırım der. Öbür
ses de, sen benim sonuma bak der.
Cihanın bozuluşu,
“benim şimdiki halim biledir, pusudur... sonumu, bir aynaya benzeyen
önüme bak da gör!” der. Bu iki çuvaldan birine girdin mi öbürüne zıt
olur, artık ona layık olmazsın! Ne mutlu ona ki erlerin akıllarının
duyduğu bu sesi, önceden işitti! Gönül evini hangi ses boş bulursa o
gelir, tutar... artık sahibine ondan başkası ya eğri görünür, yahut
acayip! Yeni testi sidiği emerse artık su, ondan o pisliği gideremez!
Alemde her şey, bir
şeyi çekmektedir... küfür, kafiri, doğruluk, doğru yola götüreni!
Kehlibar da vardır, mıknatıs da... sen demir de olsan, saman çöpü de
olsan elbette bir tuzağa düşersin! Demirsen seni bir mıknatıs kapar...
yok saman çöpüysen kehlibara tutulur, ona gidersin!
İyi kişilerle
dost olmayan, elbette kötülerin yanında yer alır, onlara komşu olur!
Musa, Kıpti’ye göre pek kötüdür ama
Haman da İsrailoğullarına göre taşlanmış melunun biridir. Haman’ın
canı Kıpti’ye çeker, Adem’in midesi buğdayla suyu! Karanlık yüzünden
birisini tanıyamadın mı, kendisine kimi imam edinmiş, kime uymuş...
bak, ne olduğunu anlarsın!