Dervişin biri
hikaye etti: Ben rüyada Hızır’a mensup olan erenleri gördüm. Onlara: “
Helal olan ve hiç vebali bulunmayan rızkı nereden elde edeyim? Dedim.
Beni dağlara ormanlara götürdüler... ormanlarda meyveleri silktiler.
Tanrı, himmetimizle
bunları sana tatlı etti... Hemen ye bunlar temiz, helal ve sayısız...
aynı zamanda uğraşmaksızın, başın ağrımadan, yükünü çekmeden, yukarı
aşağı koşmadan elde edilen rızıklardır dediler.
Onları yedim,
sözümde öyle bir feyiz, öyle bir tesir hasıl oldu ki sözlerim,
akılları hayran etmeye başladı. Rabbim dedim, bu bir imtihan...sen
bana bütün halktan gizli bir ihsanda bulun! Söz söyleyemez bir hale
geldim... hoş bir gönüle sahip oldum; zevkimden nar gibi yarıldım!
Dedim ki içimdeki bu
zevk yok mu ya... cennette bundan başka bir zevk olmasa bile, başka
bir nimet istemem... bunu bırakıp da ceviz ve şeker yemeğe girişmem!
Kazancımdan elimde bir iki habbe kalmıştı. Onları cübbemin yenine
dikmiştim.
Dervişin biri de
odunculuk etmekteydi... yorgun argın ormandan geldi. Onu görünce dedim
ki: Artık benim rızıkla işim yok... bundan sonra rızık için gam
yemiyorum. Kötü meyveler bana güzel ve hoş gelmekte... hususi bir
rızka nail oldum ben.
Mademki boğaz
derdinden kurtuldum, birkaç habbem var, onları şuna vereyim... Şu
oduncuya bağışlayayım da o da iki üç günceğiz rızık derdinden
kurtulsun! Oduncu içinden geçeni anlıyormuş meğerse... çünkü kulağı,
Tanrı nuruyla nurlanmış!
Her düşünce , ona
göre bir şişe içindeki kandil gibi. Hepsini görüyormuş! İçten geçen
ondan saklanamıyor... o, bütün gönüllerden geçenlere emir kesilmiş! O
sırrına şaşılacak er, benim bu düşünceme karşı ağzının içinden
söylenip durmaktaydı.
Padişahlar hakkında
böyle düşünüyorsun ha... onlar, sana rızık vermeseler nasıl
rızıklanacaksın ki demekteydi. Ben sözünü anlayamıyordum ama
azarlanması gönlüme iyice aksediyordu. Derken aslan gibi heybetle
önüme geldi, sırtındaki odun demetini yere bıraktı.
Odunları yere korken
halindeki heybetten yedi azami bir titremedir aldı! Dedi ki:Yarabbi,
senin duaları kutlu izleri yomlu has kulların varsa, onların hürmetine
lutfunun bir sanat göstermesini diliyorum... şimdicek bu odun yığını
altın olsun!
Bunu der demez bir
de gördüm ki odunlar altın olmuş, yeryüzünde ateş gibi parlayıp
duruyorlar! Ben bunu görünce kendimden geçtim... bir hayli zaman
baygın kaldım. O şaşkınlığım geçip kendime gelince,
Dedi ki: Tanrı’nın o
ulular, gayret sahibi ve şöhretten kaçar kişilerse, Onların hürmetine
yine bu altını hemen odun yap, eski haline getiriver! Bu söz üzerine
derhal o altın dallar, yine odun oldu... o erin işini görünce akıl da
sarhoş oldu, kendisinden geçti. Bakış da!
Ondan sonra
odunlarını yükleyip yürüdü... hızlı hızlı önümden şehre gitti! O
padişahtan, ardından gidip müşküllerini sormak, sözünü duymak istedim
ama, Heybeti mani oldu gidemedim... bayağı kişilerin has erlere
varmasına yol yok!
Eğer biri can- beş
vererek yol bulursa bu da onların rahmeti ve cezbesiyle olur. Şu halde
o tevfike erişmeyi ganimet bil...eğer bir doğru erin sohbetini
bulduysan bunu fırsat say! Padişaha yakın olduğu, padişahın
yakınlığına erdiği halde bu kutluluğu değersiz görüp yolundan olan
ahmağa benzeme!
Ahmak kurbanlık
koyundan bol ve iyi bir parça verdiler mi “Bu, galiba öküz budu” der.
A iftiracı, bu öküz budu değil ... fakat eşekliğinden sana öküz budu
görünmede. Bu rüşvetsiz verilen padişah ihsanı... bu rahmet yüzünden
verilen hususi bir ihsan!