Seyyid-i Ecel,
bir gece Delkak’a “ Hemencecik bir orospuyu neden aldın? Bunu bana
söylemeliydin. Sana namuslu bir kız alırdık” dedi Delkak “ Dokuz tane
namuslu, temiz kadın aldım, hepsi orospu oldu. Derdimden eridim,
bittim. Bunun üzerine bu hiçbir işe yaramaz orospuyu aldım. Görelim
bakalım, bunun sonu ne olacak? Dedi. Ben birçok defalar aklı sınadım.
Bundan sonra bir tarla arayacak, oraya delilik tohumunu saçacağım!
Birisi” Bir
akıllı arıyorum, onunla meşverette bulunacağım, bir müşkülüm var, ona
söyleyeceğim” dedi. Bu sözü duyan da “ şehrimizde kendisini deliliğe
vuran birisi var, ondan başka akıllı yok. İşte bir sopaya binmiş,
çocuklarla beraber koşup duruyor. Rey ve tedbir sahibi, ateş parçası
gibi bir adamdır.
Kadri gök gibi
yüce, yıldızlar yağdırıcı bir zattır. Kudreti parlaklığı, Kerrubilere
can olmuştur. O kendisini bu divanelikte gizlemiştir.” Dedi. Fakat her
divaneyi kendine can sayma. Samiri gibi buzağıya secde etme. Bir veli
sana gayb’a ait yüz binlerce şeyi, yüz binlerce sırrı apaçık söylese
bile, Sen de o anlayış, o bilgi olmadıkça yine fışkıyı ödağacından
ayırt edemezsin.
Veli kendisine
deliliği perde etti mi, ey kör, sen onu nasıl tanıyabilirsin? Eğer
yakın gözün açıksa bak da her taşın altında bir erin gizli olduğunu
gör! Yol gösterici ortada, göz önünde, her Kelimin bir kilime bürünmüş
olduğu meydandadır. Veliyi meşhur eden yine velidir. Veli kime dilerse
nasip verir. Fakat deliliğe vurdu mu kimse akıl edip de onu anlayamaz.
Bir hırsız, körden bir şey çaldı mı kör, onu bulabilir mi hiç? Hırsız,
gelip ona çatsa bile kör, hırsız kimdir? Ne anlasın? Köpek, kör
yoksulu ısırsa bile kör, kendisini dalayan köpeği nereden bilecek?
Bir köpek
mahallede bir kör bir dilenciye savaş aslanı gibi saldırdı. Ay bile
yoksulların izi tozunu gözüne sürme gibi çektiği halde köpek,
kızgınlıkla yoksullara saldırır. Kör, köpeğin sesinden korktu, aciz
oldu. Ona tazim etmeye başladı: “ Ey avcılar beyi, ey av aslanı, el
senin elin (hüküm senin hükmün), benden el çek” demeye başladı.
Hakimin biri de
zaruret yüzünden eşeğin kuyruğunu ağırlamış, o kuyruğa kerim lakabını
takmıştır. Kör de zora gelince köpeğe “ Ey aslan, benim gibi arık
birisini avlayıp da ne yapacaksın? Dostların çölde yaban eşeği
avlamaktalar, sense mahallede kör avlıyorsun, bu ne kötü şey!
Dostların avda yaban eşeği arıyorlar, sen sokakta hile düzüp kör
arıyorsun” dedi. Bilgili köpek yaban eşeği avlar, bilgisiz köpekse
köre kasteder. Köpek bile, ilim öğrenince azgınlıktan kurtulur,
ormanlarda helal hayvanlar avlar.
Köpek bile alim
olunca savaşta çevikleşir. Köpek bile arif olunca Eshab-ı Kehif’ten
olur. Köpek bile avcıları kimdir, anlar, tanır. Yarabbi, her şeyi
tanıtan o nur nedir ki? Körün tanıyamaması, gözü olmadığından
değildir; bu, onun bilgisizlikten sarhoş olması yüzündendir.
Kör, bu
yeryüzünden de daha gözsüz değil ya! Halbuki bu yer bile Tanrı
inayetiyle düşmanı tanıdı! Musa’nın nurunu gördü, ona iltifat etti,
Karun’u ise tanıdı yere geçirdi. Benlikte bulunan her kişiyi helak
etti, Tanrının “ ya ard ublai” emrini anladı. Toprak su, yer ve
kıvılcımlı ateş, bizimle her şeyden habersiz fakat Tanrı ile her
şeyden haberdardırlar. Bizim ise onun aksine Hak’tan gayrı her şeyden
haberimiz var da Hak’tan haberimiz yoktur. Tehditçilerden bihaberiz.
Hülasa onların
hepsi Tanrı emanetini yüklenmekten korktular, çekindiler. Fakat
hayvanla karışınca bu çekinmeleri, bu çalışmaları körleşti, neticesiz
bir hale geldi! “ Hepimiz de halkla diri, Hak’la ölü bir hale gelen bu
hayattan bizarız” dediler. Birisi, anası babası öldü mü yetim olur.
Hak’la ünsiyet için kalb-i selim gerek! Hırsız, bir körden bir kumaş
çaldı mı kör, bilmeden feryada başlar.
Fakat hırsız ona
“senin malını ben çaldım ben hilebaz bir hırsızım” demedikçe kör
hırsızı nereden bilecek? Gözünün nuru, gözünün ışığı yok ki! Ama
sesini duydun mu onu sımsıkı tut, koy verme de çaldığı şeyleri söylet.
Hırsızı yakalayıp, sıkıştırmak, çaldığını çırptığını söyletmek cihadı
ekberdir. O , önce senin gözünün sürmesini çaldı. Onu elde ettin mi,
yine gözlerine nur gelir. Gönül’ün kayıp malı olan hikmet kumaşı, ehli
dilden elde edilir. Kör olan gönül, canı, kulağı.
Gözü olsa bile
hırsız Şeytanın izini bulamaz, onu elde edemez. Şeytanın izini bulmayı
hırsızı elde etmeyi, gönül ehli olanlardan um, bu işi onlardan iste;
taştan topraktan değil. Çünkü halk, gönül ehline nispetle taş, topaç
gibidir, adeta cansızdır. Danışacak adam arayan da o deliliğe vurmuş
delinin huzuruna geldi dedi ki : “ Ey kendini çocuk gösteren baba,
bana bir sır söyle” veli dedi ki: “ Git bu halkayı çalıp durma. Kapı
kapalı. Bu gün sır söylenecek gün değil, başka vakit gel. Eğer La
mekan aleminde mekana yer olsaydı ben de şeyhler gibi dükkanda oturur,
alışverişe koyulurdum”
Muhtesip gece
yarısı bir yere uğradı. Duvar dibinde bir adamın uyuduğunu gördü. “
Hey, sarhoş musun, ne içtin? Söyle dedi. Adam dedi ki: “ Testidekinden
içtim!” Muhtesip “ Söyle, testide ne var?” diye sordu. Adam “İçtiğim
şey” diye cevap verdi. Muhtesip “ Bu gizli bir laf. Ne içtin içtiğin
ne ?” diye sordu. Adam “ Testide gizli olan şey işte” dedi. Bu sual
cevap, birbirine ulanıp gitti.
Muhtesip de eşek
gibi çamura saplanıp kaldı. Ona “ Gel de bir ah de bakalım” dedi.
Sarhoş söz söylerken “ Hu, hu” dedi. Muhtesip “ Ben sana ah dedim, hu
de demedim,sen hu diyorsun” deyince adam “ ben neşeliyim sen gamdan
iki büklüm olmuşsun. Ah, dertten ; gamdan, zulümden olur. Sarhoşların
bu hularıysa neşedendir.” Dedi. Muhtesip “ ben şunu bilmem,bunu
bilmem,kalk.
Marifet satıp
durma. Bu dırıltıyı bırak”dedi. Adam, yürü be sen neredesin, ben
nerede?” deyince Muhtesip “ Hadi kalk, zindana gel” dedi. Sarhoş dedi
ki: “ Be Muhtesip, beni bırak da yürü işine. Çıplak adamdan rehin
alabilir misin sen? Eğer benim yürümeye kuvvetim olsaydı burada yatar
mıyım. Evime giderdim. Eğer benim de aklım olsaydı imkanını bulsaydım
şeyhler gibi dükkan başında bulunurdum.”
O, büyük adamın
ahvalini öğrenmek isteyen adam “ Ey sopayı at edinip binen atlı, bir
an için olsun atını bu tarafa sür dedi. Adam “ Çabuk söyle, atım çok
serkeştir, pek huyludur. Çabuk ol ki seni tepmesin. Ne soracaksan
açıkça sor bakalım” diyerek sopasını o tarafa sürdü. Adam gönlündeki
sırrı söylemeye imkan bulamadı. Ondan vazgeçip veliyi alaya aldı. Dedi
ki: “ Bu sokakta oturan kadınlardan birini almak itiyorum. Benim gibi
bir adama acaba hangisi layık?”
Veli, “ Dünyada
üç türlü kadın vardır. İkisi zahmet ve mihnetten ibarettir, biri dimi
bir hazinedir. Onu alırsan tamamıyla senin olur. İkincisinin yarısı
senin olur, yarısı senden ayrı kalır. Üçüncü ise hiç hiç sana mal
olmaz. Bunu duydun ya. Hadi şimdi yürü, ben gidiyorum. Sen de durma
atım seni tepelemesin. Yoksa bir düştün mü, bir daha kalkamazsın!”
dedi. Şeyh sopasını, sürüp çocukların arasına katıldı.
O genç adam ona
tekrar bağırdı. “ Gel de hiç olmazsa şunu etraflıca anlat. Bu
söylediğin üç çeşit kadın kimlerdir? Onu bir söyle!” Şeyh, yine onun
yanına ay sürüp dedi ki : “ Bakir, tamamıyla sana mal olur, gamdan
kurtulursun. Yarısı senin olan da duldur. Fakat hiçbir suretle sana
mal olmayan, evladı olan kadındır. İlk kocasından evladı olursa
sevgisi de, bütün hatıraları da oraya gider. Hadi git, atım seni
tepmesin.
Uzaklaş, yoksa
serkeş atımın nalı seni ezer! Şeyh yine hay huy edip sopasını sürdü,
yine çocukları yanına çağırdı. Adam tekrar bağırdı : “ Ey ulu padişah,
bir sualim kaldı, gel!” dedi. Şeyh tekrar o tarafa gelip “ Çabuk
söyle, nedir? Çok duramam, çünkü o çocuk meydandan topumu kaptı!”
dedi. Adam “ Ey Padişah, bu kadar akla, edebe sahip olduğun halde bu
ne divanelik, bu ne iş. Şaşılacak şey! Sen söz söylerken Aklı Küllünde
ötesindesin; bir güneş olduğun halde nasıl delilikle gizleniyorsun*”
dedi. Şeyh dedi ki: Bu külhanbeyleri beni bu şehre kadı yapmaya karar
verdiler. Reddettim imkanı yok. Senin gibi alim , fazıl kimse yok.
Şeriatta da senden aşağı birisini kendimize ulu yapmamıza müsaade yok,
dediler. Bunun zoruyla kendimi deli gösterdim, deliliğe