Köylünün biri, öküzünü ahıra bağlamıştı. Aslan gelip öküzü yedi,yerine
geçip oturdu. Köylü geceleyin ahıra gidip köşeye, bucağa el atarak
öküzü aramaya koyuldu. Elini aslana sürmekte, sırtını yağrısını yukarı
aşağı okşamaktaydı. Aslan “ aydınlık olaydı ödü patlar, yüreği kan
kesilirdi. Fakat şimdi pervasızca beni okşuyor, kaşıyor. Çünkü gece
vakti beni öküz sanıyor demekteydi.
Hak da
“Ey mağrur kör, Tur dağı benim adımdan paramparça olmadı mı? Eğer biz
kitabımızı dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir
yere göçerdi. Eğer Uhud Dağı beni anlasaydı o dağdan ırmak, ırmak kan
akardı.” Deyip duruyor. Sen bu adı babandan,anandan işittin de onun
için bu ada gafilce yapıştın. Bu sırrı taklitsiz anlasan Tanrı
lütfüyle nişansız bir hale gelir, hatife benzersin. Tehdit için
söyleyeceğimiz şu hikayeyi duy da taklidin zararını bil!
Bir sofi
yoldan gelip bir tekkeye misafir oldu. Eşeğini götürüp ahıra çekti.
Eliyle sucağınızı, yemceğinizini verdi. Bundan önce söylediğimiz
hikayedeki gibi yapmadı. İhtiyatlı davrandı, fakat kaza gelince
ihtiyatın ne faydası olur? Sofiler, yok, yoksul kişilerdi. Yoksulluk,
az kala helak edici bir küfür ola yazdı.
Ey
zengin, sen toksun, sakın o dertli yoksulun aykırı hareketine gülme! O
sofiler, acizlikten umumiyetle birleşip merkebi satmaya karar
verdiler. Zarurette murdar da mubahtır. Nice kötü şeyler vardır ki
zarurette iyi ve doğru olur. Hemencecik o eşekceğizi sattılar, yiyecek
aldılar. Mumlar yaktılar. Tekkeye, bu gece yemek var diye bir
velveledir düştü. “ Bu sabır niceye dek, bu üç günlük oruç ne vakte
kadar, bu zembil taşıyıp dilenme ne zamana sürüp gidecek? Biz de
halktanız, bizim de canımız var. Bu gece devlete erdik, konuk geldi”
dediler.
Hakikatte can olmayanı can sandıkları için batıl tohum ektiler. O
konuk da uzak yoldan gelmiş, yorulmuştu. O iltifatı, Sofilerin
kendisini birer, birer ağırladığını, güzel bir surette izzet ve ikram
tavlasını oynamakta bulunduklarını,Kendisine olan meyil ve
muhabbetlerini görünce “ Bu gece eğlenmeyeyim de ne vakit eğleneyim?”
dedi.
Yemek
yediler semaa başladılar. Tekke, tavanına kadar toza dumana boğuldu.
Bir taraftan mutfaktan çıkan duman, bir taraftan o ayak vurmadan çıkan
toz,bir taraftan sofilerin iştiyak ve vecitle canlarıyla oynamaları
ortalığı birbirine katmıştı. Gah el çırparak ayak vuruyorlar,gah secde
ederek yeri süpürüyorlardı. Dünyada tamahsız sofi az bulunur. O
sebepten sofi hayli hor, hakirdir.
Ancak
Tanrı nuruyla doyan ve dilenme zilletinden kurtulmuş olan sofi, bundan
müstesnadır. Fakat sofilerin binde biri bu çeşit sofilerdendir.
Öbürleri de onun sayesinde yaşarlar. Sema, baştan sona doğru varınca
çalgıcı bir Yörük semai usulünce taganniye başladı. “ Eşek gitti, eşek
gitti”demeye koyuldu. Bu hararetli usule hepsi uyup, Bu şevkle seher
çağına kadar ayak vurup el çırparak “Ey oğul, eşek gitti, eşek gitti”
dediler.
O, konuk
olan sofi de onları taklit ederek “Eşek gitti” diye bağırmaya
başlamıştı. O aysuişret, o sema ve safa çağı geçip sabah olunca hepsi
vedalaşıp gitti. Tekke boşaldı,sofi kaldı. Eşyasının tozunu silkmeye
başladı. Nesi var, nesi yoksa hücreden dışarı çıkardı. Eşeğe yükleyip
yola çıkmaya niyetlendi.
Alelacele yoldaşlarına yetişip ulaşmak üzere eşeği getirmek için ahıra
gitti, fakat eşeğini bulamadı. “ hizmetçi suya götürmüştür. Çünkü dün
gece az su içmişti.” Dedi. Hizmetçi gelince sofi, “Eşek nerede?” dedi.
Hizmetçi “ sakalını yokla!” diye cevap verdi, kavga başladı. Sofi “Ben
eşeği sana vermiştim onu sana ısmarlamıştım.
Yolu
yordamlı konuş, delil getirmeye kalkışma. Sana ısmarladığım eşeğimi
getir. Sana verdiğimi senden isterim. Onu iade et. Peygamber dedi ki.
“Elinle aldığını geri vermek gerek” Serkeşlik eder de buna razı
olmazsan mahkeme işte şuracıkta, kalk gidelim” dedi. Hizmetçi “
Sofilerin hepsi hücum etti, ben mağlup oldum, yarı canlı bir hale
düştüm. Sen bir ciğer parçasını kedilerin arasına atıyorsun, sonra da
onu aramaya kalkışıyorsun.
Yüz açın
önüne bir parçacık ekmek atıyor, yüz köpeğin arasına zavallı bir
kediyi bırakıyorsun!” dedi. Sofi dedi ki: “ Tutalım senden zulmeden
aldılar ve benim gibi yoksul birisinin kanına girdiler. Ya niçin bana
gelip de söylemiyor, biçare, eşeğini götürüyorlar, demiyorsun? Eğer
söyleseydin eşeği kim aldıysa ondan alırdım, yahut da parasını
aralarında paylaşırlar, o paraya razı olurdum.
Onlar o
vakit buradaydılar. Yüz türlü çare bulunurdu. Halbuki şimdi her birisi
bir tarafa gitti! Kimi tutayım? Kime gideyim? Bu işi başıma sen açtın,
seni kadıya götüreyim de gör! Niçin gelip de “ Ey garip, böyle bir
korkunç zulme uğradın” diye haber vermedin”
Hizmetçi
“ Vallahi kaç kere geldim, sana bu işleri anlatmak istedim. Fakat sen
de “ oğul, eşek gitti” deyip duruyordun. Hatta bu nağmeyi hepsinden
daha zevkli söylemekteydin. Ben de “ o da biliyor, bu işe razı, arif
bir adam” deyip geri döndüm” dedi.
Sofi
“Onların hepsi hoş, hoş söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevke
geldim. Onları taklit ettim, bu taklit beni ele verdi. O taklide iki
yüz kere lanet olsun! Hele böyle ekmek için yüzsuyu döken saçma
adamları taklide! Onların zevki bana da aksediyor, bu akis yüzünden
gönlüm zevkleniyordu” dedi.
Dostlardan gele akis, sen denizden muhtaç olmaksızın su almaya iktidar
kesbedinceye kadar hoştur. İlkönce gelen aksi taklit bil. Sonradan
birbiri üstüne ve biteviye gelirse anla ki hakikidir. Hakiki akse
erişinceye kadar dostlardan ayrılma. Sedefi terk etme, o katra daha
inci olmadı ki. Gözün, akın ve kulağın saf olmasını istiyorsan o tamah
perdelerini yırt.
Çünkü
sofiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sofinin hali tebah
olur, ziyan içinde kalır. Yemeğe, zevk ve semaa tamah ediş, hakikate
akıl erdirmesine mani olur. Ayna bir şeye tamah etseydi bizim gibi
münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi. Terazinin mala tamahı
olsaydı tarttığını nasıl doğru tartardı?
Her
peygamber, kavmine açıkça “ Ben sizden peygamberlik için ücret
istemiyorum. Ben delilim müşteriniz Tanrıdır. Tanrı, benim
tellallığımı iki baştan da verdi. Benim ücretim dosta kavuşmaktır.
Ebubekir kırk bin dinar verdi ama. Onun kırk bini benim ücretim değil
ki. Hiç boncuk, Aden incisine benzer mi?” demiştir. Bir hikaye
söyleyeyim, can kulağıyla dinle de tamah, adamın kulağına nasıl perde
oluyor, anla! Kimde tamah varsa dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur
da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkan var mı? Tamahkar adamın
gözünün önünde makam ve altın hayali, gözdeki kıl gibidir.
Fakat
Hak’la dolu olan sarhoş bundan müstesna. Ona hazineler de versen yine
hürdür. Sevgiliye kavuşma devletine eren kişinin gözünde bu dünya
murdar bir şeyden ibarettir. Fakat bu sarhoşluktan uzak olan sofi,
nihayet hırs yüzünden nursuz, pirsiz bir hale gelir. Hırsa düşkün
olan, yüzlerce hikaye dinler de haris kulağına girmez.
|