Bir şeyh vardı. Cömertlikle anılmıştı o yüzden de daima borçluydu.
Büyüklerden on binlerce lira borç almış, alemdeki yoksullara harc
etmişti. Borçlu birde tekke kurmuş, canını da,malını da tekkesini de
Tanrı uğruna feda etmişti. Tanrı, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun
da borcunu her taraftan öderdi. Peygamber dedi ki: “pazarlarda iki
melek daima dua eder.
Ey tanrı
sen verenlere ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekeslerin malını da
telef et! Bilhassa canını bağışlayan, kendisini Tanrıya kurban eden,
İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver!” Hiç o boyna bıçak
işler mi? Şehirler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve sefa
içindedirler. Sen kafir gibi yalnız kalıba bakma! Çünkü Tanrı onlara
karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can
vermiştir. Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi
halktan borç almakta,halkça vermekteydi
Ölüm
gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar
ekmekteydi. Şeyhin ömrü sona erip de vücudunda ölüm alametlerini
görünce. Borçlular etrafında toplandı. Şeyh, mum gibi kendi kendisine
eriyip gidiyordu. Borçluların ümidi kesildi, suratları
ekşidi,dertlerine dert katıldı. Şeyh “ Şu kötü şüpheye düşenlere de
bak! Tanı’nın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.
Bu
sırada dışarıdan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye
bağırdı. Şeyh, hizmetçiye “git helvanın hepsini al, Borçlular yesinler
de bir müddetçik olsun bana acı, acı bakmasınlar” diye başıyla işaret
etti. Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı.
Helvacıya “Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu.
Çocuk
“Yarım küsur dinar” dedi. Hizmetçi “yoo. Sofilerden çok isteme. Sana
yarım dinar veriyorum, artık söylenme” dedi. Helvayı bir tabağa
koydurdu ve tabağı getirip Şeyhin önüne koydu. Sır sahibi Şeyhin
esrarına bak! Borçlulara “Buyurun, şu mübarek helvayı helalinden bir
güzelce yiyin” diye işaret etti. Tabak boşalınca, çocuk tabağını aldı.
“ Ey Kamil kişi ,paramı ver” dedi. Şeyh dedi ki: “parayı nereden
bulayım? Ben borçlu bir adamım,aynı zamanda da ölüyorum!”
Çocuk,
deddinden tabağı yere vurdu, feryat figana başladı. Eleminden hayhayla
ağlamaya koyuldu, “Keşke iki ayağım da kırılaydı, keşke külhana
gideydim de bu tekkenin kapısından geçmez olaydım” diyordu. Boğazına
düşkün,yemeye alışkın sofiler, köpek gönüllüdürler,fakat kedi gibi
yüzlerini yıkarlar, temiz görünürler.
Çocuğun
feryadından hırlı, hırsız birçok kişi başına toplandı. Çocuk “Ey kötü
Şeyh, beni ustam muhakkak öldürür. Eğer yanına eli boş gidersem beni
keser, buna razı mısın?” diyordu. Borçlular inkara düşüp Şeyhe yüz
çevirerek “ Bu ne oyun ki?” Bizim malımızı yedin, Borçlu gidiyorsun.
Böyle olduğu halde neden başka bir zulümde daha bulundun?” diyorlardı.
Çocuk
ikindi namazı vaktine kadar ağladı. Şeyhe gelince gözlerini yummuş,
ona hiç bakmıyordu. Bu cefaya bu aykırı işe aldırış etmemekteydi. Ay
gibi yüzünü yorganın içine çekmişti. Ezelle hoş, ecelle sevinçli...
havas ve avamın kınamasından, dedikodusundan el ayak çekmiş! Can, bir
adamın yüzüne gülerse ona halkın ekiş suratlı oluşundan ne zarar. Can
birisini öperse felekten ve feleğin hışmından gam yer mi?Mehtaplı
gecede ay, simak burcundayken köpeklerden, köpeklerin havlamasından ne
korkusu olur?
Köpek
vazifesini yerine getirir, ay da ışığını yere döşeyip durur. Herkes
kendi işceğizini görür. Su bir çöp için durulduğunu terk etmez. Çöp,
çöpçesine su üstünde yürür durur, saf su da bulanmadan akıp gider.
Mustafa, gece yarısı ayı ikiye böler; Ebuleheb, kininden saçma sapan
söylenir! İsa ölüyü diriltir; Yahudi hiddetinden sakalını yolar.
Köpeğin sesi ayın kulağına girer mi? Hele o ay, Tanrı hası olursa.
Padişah,
sabaha kadar musiki alemi yapar, su kenarın da şarap içer,
kurbağaların seslerinden haberi bile olmaz. Çocuğun parası, orada
bulunanlara Mütesaviyen takdim edilseydi herkese birkaç akça düşerdi,
çocuk da parasını alırdı. Fakat Şeyhin himmeti bu cömertliği de
bağladı. Bu suretle kimse çocuğa bir şey vermedi. Pirlerin kuvveti,
bundan da fazladır.
İkindi
vakti oldu. Hizmetçi, Hatem gibi cömert birisinin verdiği bir tabak
altını getirdi. Mal sahibi halli bir kişi,Şeyhin halini biliyordu, ona
hediye göndermişti. Tabağın bir köşesinde dört yüz dinar vardı, bir
tarafında da kağıda sarılı yarım dinar.
Hizmetçi
gelip Şeyhi ağırladı, o misli bulunmaz Şeyhin önüne o tabağı koydu.
Tabağın üstünden örtü kaldırılınca halk Şeyhin kerametini gördü.
Hepsinden de feryat yüceldi: “ Ey Şeyhlerin de başı, şahların da bu
neydi?” Bu ne sır, bu ne sultanlık? Ey sır sahiplerinin efendisi! Biz
bilemedik affet; saçma sapan, uluorta hayli söylendik.
Körcesine sopa sallamaktayız, elbette kandilleri kırarız. Sağırlar
gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık,
hezeyanlarda bulunduk. Biz Musa’dan da ibret almadık. O bile Hızır’ı
kınadı da yüzü sarardı. Hem gözü o kadar yüceleri gördüğü gözünün nuru
göklere bile nüfuz ettiği halde!
Ey
zamanın Musa’sı değirmendeki farenin gözü, ahmaklıktan senin gözünle
bahse kalkıştı”dediler. Şeyh “ Bütün o sözleri size helal ettim. Bunun
sırır şuydu, ben Tanrı dan bunu diledim. Tanrı da bana doğru yolu
gösterdi. O, dinar gerçi az para bir paraydı. Fakat gelmesi çocuğun
ağlamasına bağlıydı. Helva satan çocuk ağlamasaydı rahmet denizi
coşmazdı” dedi. Kardeş, çocuk senin cisim çocuğundur. İyice bil ki
muradına erişmen de ağlamana bağlı. O libası elde etmek istersen
cesedindeki göz çocuğunu ağlat.
Bir
zahide, çalışıp savaşan bir dostu “ az ağla ki gözün bozulmasın” dedi.
Zahit dedi ki: iş iki halden dışarı olamaz. Göz ya o yüzü ya görür, ya
görmez. Eğer Tanrı nurunu görürse ne gam? Tanrı visaline erişmek için
iki gözden olmak pek değersiz bir şey! Yok eğer Tanrı nurunu, Tanrı
ziyasını görmeyecekse böyle kötü gözün kör olması daha iyi” Gözden
dolayı gam yeme ki İsa, senindir.
Eğri
yürüme de sana iki doğru göz bağışlasın. Ruhunun İsa’sı senin
yanındadır, ondan yardım dile. Çünkü o, yardım etti mi adamakıllı
yardım eder. Fakat ey temiz can kemiklerle dolu olan tenle İsa’nın
gönlüne, saldırma onun gönlünü çiğneme! Doğru kişilere anlattığımız
hikayedeki ahmağa benzeme
İsa’dan
ten diriliği arama, Musa’dan Firavunluk muradı dileme! Gönlüne geçim
kaygısını az koy, sen kapıda oldukça rızkın azalmaz. Bu beden, ruha
bir otağdır. Yahut da Nuh’un gemisine benzer. Türk sağ oldukça mutlaka
kendisine bir otağ bulur, hele Hak kapısının azizi olursa.
|