Belkıs’a
yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti.
Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup
getirdi. Belkıs okudu. Elçinin getirdiği o şümullü nükteleri hor
görmedi. Gözü hüthütü gördü, gönlü onun Anka olduğunu anladı. Duygusu
onu bir köpekten ibaret gördü, gönlüyse bir derya.
Akıl, bu iki
renkli tılsımlar yüzünden Muhammet’le, Ebucehil’lerin savaştığı gibi
duygu ile savaşır durur. Kafirler Ahmet’i beşer gördüler. Çünkü onun
ayı böldüğünü görmemişlerdi. Hisse ait gözüne toprak serp. His gözü,
akla da düşmandır, dine de. Tanrı duygu gözüne kör dedi, putperest
dedi, bizim zıddımız dedi. Çünkü o köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu
demi gördü de yarını görmedi.
Bu günün sahibi
de odur, yarının sahibi de. Her ana sahip olan, önünde durup durur de
o, hazineden bir pul bile görmez. Bir zere bile o güneşten haber verir
ve güneş; o zerreye kul, köle kesilir. Birlik denizinin elçisi olan
katra ya yedi deniz esir olur. Bir avuç toprak bile onun yüzünden
çevikleşirse felekler, o, bir avuç toprağın önüne baş koyar. Ademin
toprağı tanrıdan çevikleşince Tanrı melekleri o toprağın önünde secde
ettiler. Göğün yaratılması neden di? Toprakla olan münasebeti
kaldıran, müşkülleri halleden bir gözden. Toprak, kesafeti yüzünden
suyun dibine gider. Öyle olduğu halde toprağa bak ki çevikleşti,
süratle arşı bile geçti. Bil ki o letafet sudan değildir, ancak verici
ve eşsiz, örneksiz yaratıcının ihsanından,. Dilerse havayı, ateşi
aşağılatır, dilerse dikeni gülden üstün eder. Tanrı hükmedicidir,
dilediğini yapar.
Derdin ta
kendisinden deva yaratır. Havayı, ateşi aşağılatırsa onları karartır,
bulandırır, ağırlaştırır. Yeri ve suyu yüceltirse kainat yolunu
ayaklarıyla arşınlarlar, yürürler. Gayrı tamamıyla anlaşıldı ki
dilediğini yüceltir, toprağa mensup olana “Kanatlarını aç” der. Ateşe
mensup olana der ki: “ yürü, iblis ol, yedinci kat yerin altında
şeytanlık et. Ey topraktan yaratılan adam, sen de yürü, Süha yıldızını
bile geç.
Ateşten
yaratılan iblis, sen de yerin dibine git. Ben dört tabiat ve illet-i
şla değilim. Her şeyi tasarruf etmede Baki ve daimiyim .İşim illetsiz,
sebepsiz ve dosdoğrudur. Ey kötü düşünceli; takdirim, sebebe bağlı
olamaz. Bir vakit olur,adetimi değiştirir, bir vakit olur, bu tozu
yatıştırırım. Denize “ Durma, hemencecik ateşlerle dol” derim. Ateşe “
Haydi, gül bahçesi kesil” diye emrederim.
Dağa derim ki: “
Pamuk gibi hafifleş! Göğe derim ki: “Göze baş aşağı görün” Güneşe “ Ey
güneş, ayla birleş” der, ikisini de iki kara bulut haline getiririm.
Güneş çeşmesini kurutur, kan çeşmesini, sanatımla misk haline
getiririm” Tanrı güneşle ayın boyunlarına boyunduruk vurur, onları iki
kara öküz gibi bağlayıverir.
Kuran okuyan
biri, Kuran’dan “ Maüküm gavra” yani “ suyu kaynağından keser, yerin
derinliklerinde gizler, kaynakları kurutur, kupkuru bir hale
getirirsem, benim gibi ihsanda, ululukta misalsiz olan tek Tanrıdan
başka kim vardır ki suyu tekrar kaynağına getirebilsin?” ayetini
okuyordu. Bir hor, hakir felsefeci, bir aşağılık mantıkçı, mektep
yanından geçerken, bu ayeti duyup hoşuma gitmedi. Dedi ki: “ Suyu
külünkle biz çıkarırız. Belin kazmanın darbesiyle ta yerin dibinden
kaynatırız”
Gece uyudu,
rüyada aslan gibi bir adam gördü. O adam felsefeciye bir tokat vurdu.
İki gözünü de kör etti. Dedi ki: “ ey kötü kişi eğer doğrucuysan,
gözün doğruysa bu iki göz kaynağını da, haydi kazma ile nur landır”
gündüzün felsefeci sıçrayıp uykudan kalktı. Gördü ki iki gözü de kör
olmuş, iki gözünün nuru da sönmüş! Eğer ağlayıp inleseydi, eğer tövbe
ve istiğfar etseydi mahvolan nur Tanrı keremiyle yine zuhur ederdi.
Fakat istiğfar
etmek de elde edilir. Tövbe zevki, her sarhoşun mezesi olmaz. Yapılan
işlerin çirkinliği, küfür ve inkarın şomluğu, onun gönlüne tövbe
gelmesine mani oluyordu, tövbe yolunu bağlamıştı. Gönlü katılıkta taşa
dönmüştü. Tövbe onu ekin ekmek için nasıl yarabilir? Nerede Şuayb gibi
biri ki duasıyla dağı, ekin ekmek üzere toprak haline getirsin.
Halil’in niyazı ve inanışı yüzünden güç ve olmayacak iş mümkün oldu.
Yahut
Mukavkıs’ın Peygamberden dilemesi üzerine taşlık yer gayret güzel bir
tarla haline geldi. Bunlar gibi o kötü adamın inkarı da aksine olarak
altını bakır haline getirir. Sulhu savaş yapar. Bu kötü kişi çarpma
kehribarıdır. Kabiliyetli toprağı bile taş topaç yapar. Her gönle
secde için izin yok, her ücretlinin ücreti rahmet değil. Kendine gel
de “ tövbe eder, tanrıya sığınırım” diye cürümde bulunma, günah etme.
Tövbeye de bir parlaklık gerek. Tövbeye de bir şimşek bir bulut şart.
Meyvenin olması için hararet ve su lazımdır. Bunun için de bulut ve
şimşek icabeder. Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve
hışım ateşi nasıl yatışır? Vuslat zevkinin yeşilliği nasıl yetişir,
kaynaklardan arı, duru su nasıl coşar? Gül bahçesi; yeşilliğe nasıl
sır söyler, menekşe nasıl olur da yaseminle ahdedebilir? Çınar, dua
için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar?
Çiçek bahar
mevsiminde ( renklerle, kokularla dolu olan) eteğini nasıl serper?
Lalenin yüzü nasıl kan gibi kızarır? Gül, kesesinden nasıl altın
saçar? Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kuşu, bir istekli gibi
“Kü-kü nerede, nerede” diye öter? Nasıl olur da leylek “ lek, lek –
senin sesin” sesini canla, başla çıkarır. Ey yardımı dilenen Tanrı,
senin de ne demek? Zaten her şey senin mülkünden ibaret.
Nasıl olur da
yaprak, içteki sırları gösterir? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi
aydınlanır? Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de
kerem sahibi Tanrıdan hepsini de merhamet sahibi Tanrıdan! O
letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane de ibadet edici bir
erin ayak izi. Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince,
uyanıp kendine gelemez. Elest deminde Rabbini görüp sarhoş olarak
kendinden geçen kişinin ruhu bu gün de Rab bini görür, kendinden
geçer.
Şarap kokusunun
şarap içen tanır. Şarap içmeyen şarap kokusunu ne bilsin? Hikmet,
müminin kaybolmuş devesine benzer, Hikmet, teşrifatçı gibi adamı
padişahla görüştürür. Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana
vade verir, alametler söyler. Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın
sana filan kişi gelecek.
Onun bir alameti
atlı oluşudur. Bir alameti de şu; Seni görünce kucaklayacak. Bir
alameti de seni görünce gülmesi, diğer bir nişanesi de sana karşı el
kavuşturmasıdır. Diğer bir alameti de şudur ki: Heveslenip bu rüyayı
yarın hiç kimseye söylemeyeceksin. Bu alamet, Yahya’nın babasına da
gösterilmiş, ona da “ üç güne kadar kimseye bir söz söylemeye muktedir
olamazsın.
Üç geceye dek
iyiden kötüden bahsetme, sus. İşte bu senden Yahya adlı bir çocuk
olacağına alamettir. Üç gün konuşma. Bu susmak senin maksadına
erişeceğine delalet eder. Kendine gel. Bunları dile getirme. Bu sözü
gönlünde gizli tut” denmişti. Sana da bu alametleri şeker gibi tatlı,
tatlı söyler. Hatta bunlar nedir ki?
Daha yüzlerce
nişaneler var. Bu rüya; durmadan dinlenmeden biteviye Tanrıdan
dilediğin saltanata, istediğin makama erişeceğine alamettir. Olması
için uzun gecelerde ağlayıp inlediğin seher çağlarında niyaz ettiğin
muradına, eline girmedikçe günlerini karatan, boynunu iğ gibi incelten
maksadına erişeceğine delalet eder. Temiz erler nasıl varını, yoğunu
verdin, Malını, mülkünü, uykunu feda ettin, yüzünün rengi kaçtı, hatta
başından bile geçtin, bir kıl gibi kaldın; Nice demdir ödağacı gibi
ateşlere atıldın.
Kaç kereler
miğfer gibi kılıç önüne gittin! Bunlar yüz binlerce biçarelikler,
aşıkların huyudur. Bunlar, sayıya gelmez ki! Geceleyin bu rüyayı
görünce gündüz oldu mu o ümitle günün aydınlanır. O alametler nerede
acaba diye gözünü sağa, sola çevirir durursun. Eyvah, gün geçer de o
alametler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin. Mahallelerde,
pazarlarda buzağsını kaybetmiş adam gibi koşarsın.
Birisi “ baba,
hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi kaybettin, kaybettiğin
ne” dese, “ hayırdır ama bana. Benden başka kimsenin bilmesi caiz
değil. Söylersem bana gösterilen nişaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu
ben, öldüm gitti” dersin. Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın.
Baktığın adam, sana “ Bana deli gibi bakma be”der. Ben, bir sahip
kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum.
Ey atlı,
devletin daimi olsun. Aşıklara acı, onları mazur tut” dersin. Madem ki
gayretle aradın dikkatle baktın, bu işe adamakıllı sarıldın. Elbette
bulursun. Bir işe ciddi bir suretle sarılan yanılmaz demişler. Ey iyi
bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar. Sen kendinden
geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana
riyakar, işte sana münafık!” der.
Ne bilsin o,
kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı nişanesi?
Bilmez ki Bu nişane gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane
nereden zuhur edecek? Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte Canına
can katılmaktadır. Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş, bu
nişaneler, o kitabın delilleridir. Peygamberlerde olan nişaneler de
aşina olan cana mahsustur.
Bu söz noksan
kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.!
Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka
kaptırmış bir adam olursa! Bağdaki yaprakları keklik ve ötüşleri
sayabilir miyim? Bunlar sayıya gelmez ama ben sınanmış adamı ir
şadetmek için sayıyorum. Zuhal yıldızının nuhusiyetiyle müşterinin
saadeti saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
Fakat böyle
olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini yani zarar ve faydalarını
anlatmak yine lazımdır. Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi
bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur. Talihi müşteri
olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir; Talihi Zuhal olan da şer
işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
Yıldızı Zuhal
olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı,o yıldızının
ateşinden yanar. Padişahımız, bize “ tanrıyı anın” diye ruhsat ve
müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti. Dedi ki: “
Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek,
övmek, anmak layık değil.
Fakat tasvire,
hayale kapılan bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz” Cisme
mensup anış nakıs bir hayaldir. Padişahlara layık olan tavsif, cismani
anışlardan arınmıştır. Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne
biçim medih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?