Rivayet ederler :
O Muaviye köşkünde bir bucakta uyumuştu. Köşkün kapısı içerden
kilitliydi, çünkü Muaviye halkın gelip gitmesinden yorulmuştu. Ansızın
birisi onu uyandırdı. Muaviye gözünü açınca adam gözden sır oldu. Kendi
kendisine “ köşke kimse giremez. Bu küstahlıkta, bu cürette bulunan kim
acaba?” dedi. Etrafı dolaştı, gizlenen adamdan bir nişan bulmak için her
tarafı araştırdı. Kapı ardında bir herif gördü. Adam kapıya sinmiş,
yüzünü perde ile örtmüş gizlenmişti. Muaviye “Hey sen, kimsin, adın ne
?” diye sordu. Adam “ adım açıkça söyleyeyim, şaki İblis” diye cevap
verdi. Muaviye “ niye gayret ettin, beni niçin uyandırdın? Bana doğru
söyle, aykırı konuşma” dedi.
Şeytan “ Namaz
vakti geldi. Hemen mescide koşmak gerek. Mustafa, mana incisini delerek
“ Acele edin, ibadetleri vakti geçmeden yapın buyurdu” dedi. Muaviye “
hatır, hayır senin böyle bir maksadın olmaz. Bana hayra delil olasın,
imkanı mı var? Hırsız, evime gizlice giriyor da “ Bekçilik ediyorum”
diyor. Ben o hırsıza nasıl inanayım? Hırsız, sevabı, ecri ne bilir”
dedi.
Şeytan dedi ki: “
Biz, evvelce melektik. İbadet yoluna canla başla düzülmüştük . yol
saliklerine mahremdik, arş sakinlerine hemdem, ilk sanat gönülden çıkar
mı? İlk sevgi nasıl olurda unutulur? Seferde Rum diyarı ehlinden
birisini, yahut Huten’li birisini görmekle vatan sevgisi kalbinden çıkar
mı? İlk sevgi nasıl olur da unutulur?
Seferde Rum diyarı
ehlinden birisini, yahut Huten’li birisini görmekle vatan sevgisi
kalbinden çıkar mı? Biz de bu şarabın sarhoşlarındandık, biz de
kapısının aşıklarındandık. Gözbebeğimizi onun sevgisiyle kestik,
sevgisini canımıza ektiler. Zamanede güzel günler gördük, baharda rahmet
suları içtik. Bizim varlığımızı da “ Onun fazıl” ve ihsan eli ekmemiş
midir? Bizi de yoktan yaratan o değil mi?
Ondan nice
lütuflar görmüşüz, rıza gülistanında nice dolaşmışız. Başımıza rahmet
elini koyar, bize de lütuf çeşmelerini izhar ederdi. Ben daha çocukken,
süt emiyorken beşiğimi kim salladı? O! Onun sütünden başka kimden süt
emdim, onun tedbirinden başka beni kim yetiştirdi? Vücuda sütle giren
huyu, çıkarmaya kimin iktidarı vardır? Kerem denizi bir itapda, bulunda
bile kerem kapılarını kapalı bırakır mı? Onun asıl peşin ihsan ettiği
para, lütuf ve vergisidir.
Kahırsa o paranın
üstüne konmuş arızi bir tozdan ibarettir. Alemi lütfetmek için yarattı.
Zerrelere, onun güneşi riayetlerde bulundu. Ayrılık bile, onun kahrından
doğmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir. Bu suretle diler ki
ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat
günlerini bilsin. Peygamber “ Tanrı alemi yaratmadan maksadım, ihsan
etmekti.
Yarattım ki benden
bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar. Ben bir fayda
göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım dedi”
buyurmuştur. Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm
onun güzel yüzünde. Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak
şey.
Herkes sebeple
meşgul olup durmakta. Halbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra
meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına
sebep olur. Ben ezeli lütfe bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki
parça ederim. Tutalım, Adem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de
aşktan meydana geldi, inattan inkardan değil. Her haset şüphesiz
dostluktan meydana gelir. Sevgiyle başkaları bir arada oturunca haset
baş gösterir. Aksırana “ Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi
kıskançlıkta dostluğun şartıdır. Onun oyununda bundan başka bir oyun
yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım? Bir tek oyunum
vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belaya attım. Bela da onun lezzetlerini
tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
Ey ulu kişi, bu
altı cihetli alemde kim kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?
Altının cüz’ü, nasıl olurda Küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Tanrı
onu eğri yaratmışsa! Bu altı cihet içinde ateşe dalmış kişiyi ancak altı
ciheti yaratan Tanrı kurtarabilir. Küfür olsun, iman olsun onun eliyle
dokunmadır, onundur.”
Emir ona dedi ki:
“ Bunlar doğru. Fakat bunlardan senin payın eksik. Sen, benim gibi yüz
binlerce kişinin yolunu urdum delik deldin, hazineye girdin! Hem ateş ve
neft olasın, hem yakmayasın, buna imkan var mı? Kimdir ki senin elinden
elbisesi yırtılmamış olsun! Ey, ateş senin tabiatın yakmaktır, bir şeyi
yakmaman mümkün değil. Tanrı seni yakıcı bir hale getirmiş, bütün
hırsızların üstadı etmiştir. İşte lanet budur.
Tanrı ile yüz yüze
konuştum. Ey düşman, senin hilene karşı ben kim oluyorum? Senin
marifetlerin, ıslık sesi gibidir, kuşların seslerine benzer, fakat kuş
avlar. O, yüz binlerce kuşun yolunu urmuştur. Kuş aşina bir kuş geldi
sanıp aldanmıştır. Havada uçarken ıslık sesini duyunca havadan iner,
burada esir olur. Nuh’un kavmi senin hilenden feryada düşmüşler,
gönülleri yanmış, göğüsleri paramparça olmuştur.
Cihanda Ad kavmine
rüzgarı sen yolladın, onları azaplara, minhetlere sen düşürdün. Lut
kavminin başına taş yağmasına sen sebep oldun. O kara suyun içinde,
senin yüzünden boğuldular. Nemrut’un beyni, senin yüzünden döküldü
binlerce fitneler meydana getiren Şeytan1 Filozof, zeki Firavunun aklı
körleşti, senin yüzünden bir şey anlamaz oldu. Ebuleheb de senin
yüzünden na ehil,oldu.
Ebulhakem de senin
yüzünden Ebu cehil kesildi. Ey bu satrançta nam için yüz binlerce ustayı
mat eden! Ey müşkül oyunlarıyla gönülleri yakan ve gönlüne merhamet
gelmeyen! Sen hile denizisin, halk bir katradan ibaret. Sen dağ gibisin,
selim kalpli insanlara ancak bir zerre! Ey düşmanlık edip duran, Şeytan
senin hilenden kim kurtulabilir? Hepimiz tufana gark olmuşuz. Ancak
Tanrının koruduğu müstesna. Nice saadetli yıldız, senin yüzünden
ihtiraka düşmüştür. Nice askerler, nice topluluklar, senin yüzünden
darmadağın olmuştur!”
İblis Muaviye’ye
dedi ki: “ Bu bağı çöz. Ben kalpla halis için mehenğim. Hak, beni
aslanla köpeği imtihan etmek için yarattı, halisle kalpı ayırt etmek
için halk etti. Ben kalpın yüzünü ne vakit karatmışım? Kuyumcuyum ben,
ona daima değerini verdim. İyilere yol gösteririm, kuru dalları keserim.
Bu otları niye ortaya koyarım?
Hayvan hangi
cinstendir, meydana çıksın diye. Kurt, ceylandan bir yavru doğursa onun
kurt, yahut ceylan oluşunda şüphe edilir. Önüne otla kemik koy. Bakalım
hangisine tezce adım atacak, hangisine meyledecek? Eğer kemiğe gelirse
köpektir, ota meylederse şüphe yok, ceylan cinsindendir. Kahırla lütuf,
birbirine eş oldu. Bu ikisinden bir hayır ve şer alemi doğdu. Sen otla
kemiği göster, nefis ve can gıdasını arz et. Nefis gıdasını isterse
aşağılıktır, ruh gıdasını isterse serverdir. Tene hizmet ederse eşektir.
Can denizine dalarsa inci bulur. Gerçi bu ikisi birbirine aykırı, hayır
ve şerdir ama ikisi de bir iş başındadır.
Peygamberler,
ibadetlerini arz ederler, düşmanlar şehvetlerini. Ben iyiyi nasıl
kötüleştirebilirim? Tanrı değilim ya! Ben bir davetçiyim, onları yaratan
değil! Güzeli çirkin yapabilir miyim? Rab değilim ki. Güzele çirkine bir
aynayım. Hintli, bu, adamı kara suratlı gösteriyor diye aynayı yaktı.
Ayna dedi ki: suç
benim değil. Benim yüzümü cilâlayana kabahat bul! O beni gammaz yaptı,
çirkin kimdir?, güzel kim? Söyleyeyim diye o, beni doğru sözlü etti. Ben
şahidim, şahidi zindana atmak nerede görülmüş? Zindan ehli değilim.
Tanrı şahidimdir. Ben de nerede meyveli bir ağaç görürsem onu dadı gibi
besler, yetiştiririm. Fakat nerede bir acı ve kuru ağaç görürsem fışkı,
miskten kurtulsun diye keserim. Kuru ağaç, bahçıvana “ Yiğit,
suçsuz,günahsız niye benim başımı kesiyorsun?” der.
Bahçıvan der ki: “
Sus, kötü huylu. Kuruluğun suç olarak yetmez mi?” Kuru ağaç “Ben
doğruyum, eğri değil. Niçin suçum yokken beni kesiyorsun der?” der.
Bahçıvan der ki: “ Kutlu bir şey olsaydın da keşke eğri olsaydın, fakat
yaş olsaydın! Öyle olsaydın Abıhayatı çeker, dirilik suyu ile karışır,
hayat bulurdun. Tohumun kötüymüş, aslın kötüymüş, güzel bir ağaca
ulaşamamışsın. Güzel bir ağaç dalı, kötü bir ağaca aşılansa o güzellik,
kötü ağacın tabiatını da güzelleştirir.”
Emir, Şeytana dedi
ki: “ Ey yol urucu, delil getirme. Beni kandırmağa yol bulamazsın, yol
arama. Sen bir dolandırıcısın ben de garip bir tacirim. Getirdiğin her
elbiseyi nasıl alabilirim? Kafirlik edip pılımın, pırtımın etrafında
dolaşma. Sen hiç kimsenin malına müşteri değilsin.
Dolandırıcı
müşteri olamaz. Müşteri gibi görünse bile bu, hileden, düzenden
ibarettir. Kim bilir, bu hasetçinin kabağında ne var? Tanrı, bu düşmanın
elinden bizi kurtar. Feryadımıza yetiş! Bir kere daha bana üfürür, beni
bir kere daha afsunlarsa bu hırsız, hırkamı kaptı gitti! Onun bu sözü
duman gibidir. Ey Tanrı, elimi tut, yoksa kilimim elden gider. Bir delil
getirmekle İblise üst olamam.
Çünkü o her yüce,
her aşağılık kişinin fitnecisi, imtihancısıdır. “ Allemel esma” ya bey
olan Adem bile bu köpeğin yıldırım gibi koşuşuna karşı yaya kalmıştır.
Şeytan,onu bile cennetten yeryüzüne atmıştır. Adem bile Simak
burcundayken balık gibi onun oltasına düşmüş, “ Rabbena, zalemma” diye
ağlayıp feryat etmiştir. Onun hilesine, düzenine nihayet yoktur.
Onun her sözünde
bir şey vardır, her sözünde yüz binlerce sihir gizlidir. Erlerin
erliklerini bir nefeste bağlar, kadının erkeğin hevesini bir nefeste
arttırır. Ey halkı yakıp yandıran fitneci İblis, niçin beni uyandırdın?
Doğruyu söyle1 Şeytan “ Kötü zan sahibi olan kişi, yüz nişan da olsa
doğruyu işitmez. Bir gönül, hayale düştü mü delil getirsen bile hayali
artar. Söz, o gönülden illet haline gelir, gazinin kılıcı hırsıza alet
olur. Bu takdirde öyle adama verilecek cevap susmaktan ibarettir.
Ahmakla konuşmak
deliliktir. Ey ahmak benim şerrimden Tanrıya ne ağlayıp sızlanıyorsun?
Sen, o aşağılık nefsinin şerrinden ağla, sızlan! Sen helva yersin, çıban
olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur. Sonra da iblise suçu yokken
lanet edersin. Niçin o şeytanlığı kendinde görmezsin? Bu ey azgın,
iblisten değil,sendendir. Tilki gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın.
Yeşillikte bir kuyruk gördün mü tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
Bilmiyorsun çünkü kuyruğu meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü,
aklını kör etti. Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder, düşmanlığa
kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi. Bana suç bulma , aykırı
görme.
Ben kötülükten de
bizarım, hırstan da kinden de! Bir kere kötülük ettim, hala pişmanım;
gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum. Halk arasında müttehim
oldum, herkes kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir. Zayıflıktan yol
yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtila olmuştur derler” dedi.
Muaviye dedi ki: “
Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet
etmekte. Doğru söyle de elimden kurtul. Hile , savaşımın tozunu
yatıştıramaz.” Şeytan “ Ey hayal kura, düşüncelere dalan, doğruyu,
yalanı nasıl anladın?” dedi. Muaviye “ Peygamber nişanesini bildirmiş,
kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş; “ yalan kalplerde şüphe
uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir. Gönül yalan
özden istirahat bulmaz.
Suyla yağ karışık
olursa çırağ aydınlık vermez. Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru
sözler, gönül tuzağının taneleridir. Gönül hasta olur, ağzı kokarsa
ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz. Fakat gönül ağrıdan
illetten salim olursa yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir,
anlar.
Adem’in buğdaya
hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selameti kapıp götürdü. Senin
yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti. O anda akrebi
buğdaydayken ayıt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler. Fakat
hevadan vazgeçen, gözünü sırlara aşina etmiştir.
Birisini kadı
yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “ Kadıya bu ağlama nedir diye?
Ağlamak, feryat etmek zamanım değil. Sevinecek kutlanacak zamanın “
dedi. Kadı, bir ah edip dedi ki: “ Gönlüne hakim olmayan, işin iç yüzünü
bilmeyen kimse nasıl hükmedebilir? O işin hakikatini ilen iki kişi
arasında bir cahilden başka bir şey değildir ki. O iki hasım , ne
yaptıklarını bilirler.
Zavallı, kadı o
iki kişinin hilesini ne bilsin? Hallerini bilmez, gafildir. Böyle olduğu
halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?” Naip “ Hasımlar, bilgili
ama illetlidir. Halbuki sen cahilsin ama şeriat mumusun. Çünkü sende bir
kasıt ve illet yok. İşte şu illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur. O iki
bilgiyi, garazları kör etmiştir. Bilgilerini de kasıtları, illetleri
mezara tıkmıştır.
Kasıtsızlık,
bilgisizi alim yapar, kasıt ve garaz, ilmi aykırı bir hale sokar, zulüm
haline koyar. Sen rüşvet almadıkça kör değilsin, fakat tamah ettin mi
körsün, kul köle kesilirsin” dedi. Ben hevadan vazgeçmişim, şehvet
lokmalarını az yemişim. Gönlümün tat alma duygusu aydın. Doğruyu
yalandan ayırt eder.
Sen niçin beni
uyandırdın? Be hilebaz, sen uyanıklığa düşmansın. Sen, afyona benzersin,
daima uyutursun. Şaraba benzersin, aklı, bilgiyi giderirsin. Seni
çarmıha gerdim. Haydi doğru söyle. Ben doğruyu bilir anlarım, hileye
sapma. Ben herkesten, tabiatında, huyunda ne varsa neye sahipse onu
ararım. Sirkeden şeker lezzetini aramam. Karı tabiatlı erkeği asker
yerine saymam.
Gavurlar gibi bir
putun hak oluşunu, yahut Hak’tan bir alamet, bir nişan buluşunu ummam.
Fışkıdan misk kokusunu istemem. Irmak içinde kuru kerpiç araştırmam.
Ağyar olan Şeytandan beni hayır için uyandırmayı ummam.” İblis birçok
hileye, düzene kalkıştıysa da Emir, onun inadını, inkarını dinlemedi.
Bunun üzerine sözü
ağzının içinde geveleyerek dedi ki: “ Ey Muaviye, ben seni şunun için
uyandırdım: Cemaate yetişesi, devletli Peygamberin ardında namaz kılası.
Eğer namaz fevt olsaydı, vakit geçseydi bu cihan, sana nursuz,
kapkaranlık kesilecekti. Bu ziyandan bu dertten dolayı ağlayacak,
gözlerinden adeta kaselerle yaş dökecektin. Herkes, ibadetten bir zevk
alır, bu yüzden de bir an bile sabredemez, ibadette bulunur. Fakat o
dert, o gussa yüzlerce namaza değer. Nerede namaz, nerede o niyazın
ışığı?”
Birisi mescide
girerken baktı ki halk mescitten çıkıyor. Cemaat dağıldı mı ki herkes
acele,acele mescitten çıkıyor?” diye sordu. Birisi “Peygamber, cemaatle
namazını eda etti, duasını bile bitirdi. Ey ham adam, nereye gidiyorsun?
Peygamber, çoktan selam verdi” dedi. Adam bir ah çekti ki ahının dumanı
göründü.
Bir vah etti ki
gönlünden kan kokusu geldi. Cemaatten biri “Sen bu ahı bana ver, ben o
namazı sana bağışlayayım” dedi. Adam “Verdim, namazı da kabul ettim”
dedi. Öbürü o ahı, yüzlerce niyazı aldı. Gece rüyasında hatif ona “ Sen
abıhayatı, derde dermen olan ameli aldın, O ahı seçmen, o aşıklar
zümresine girmen yüzü suyu hürmetine de bütün cemaatin namazı kabul
edildi” dedi.
Bunun üzerine
Azaail dedi ki: “ Ey emir, artık hilemi açığa vurayım. Eğer namazın fevt
olsaydı gönlüne dert düşecek ah ve figana başlayacaktım o teessüf, o
figan, o niyaz, yüzlerce zikirden, namazdan üstün olacaktır. Böyle bir
ah, hicapları yakmasın diye korktum da seni, onun için uyandırdım.
İstedim ki öyle bir ah etmeyesin, bu suretle de o yola sahip olmayasın.
Ben hasetçiyim, işte böyle bir hasette bulundum.
Düşmanım; işim,
gücüm, hile ve kinden ibarettir” Muaviye, bunun üzerine “ İte şimdi
doğruyu söyledin, senden bu beklenir, layığın budur. Sen örümceksin,
ancak sinek tutabilirsin. Halbuki ben sinek değilim, zahmet etme a
köpek! Ben ak doğanım, beni padişah avlar. Örümcek, etrafımızda nasıl
olur da ağ örebilir? Kudretin varken yürü, sinek avla, sinekleri bir
ayran tası civarına çağır! Onları bala çağırsan bile bu çağırış, şüphe
yok yalandır çağırdığın şey de yine ayran! Sen beni uyandırdın ama o
uyandırış, uykunun ta kendisiydi. Bana gemi gösterdin ama gösterdiğin
gemi, girdaptan ibaretti. Sen beni, daha iyi bir hayırdan mahrum etmek
için hayra sevkettin” dedi.
Bu, şuna benzer:
Bir adam, odasında hırsız görüp kovalamaya başladı. Birkaç kere peşinden
dolaştı, iyice terledi. Nihayet son saldırışta hırsıza yaklaştı. Bir
sıçrasa tutacaktı. Biri “Buraya gel de bela nişanelerini gör! Çabuk ol
savaş eri, çabuk gel de burada ki ahvali bir gör” diye bağırdı. Adam
herhalde orada da bir hırsız olacak,hemen gitmezsem başıma bela
kesilecek, çoluğuma ,çocuğuma el uzayacak. O vakit bunu tutmaktan ne
faydam olur? Bu Müslüman, kerem edip beni çağırıyor.
Hemencecik
gitmezsem herhalde bir kötülüğü düşeceğim deyip. O iyilikçi Müslüman’ın
şefkatine güvenerek hırsızı bıraktı yola düzüldü. Varıp “ Aziz dost ne
var? Böyle kimin elinden feryat ediyorsun ?” dedi. Adam “ İşte, hırsızın
ayak izine bak. Hırsız çalacağını çalıp bu tarafa gitmiş işte o
kaltabanın ayak izi. Yürü, bu izi izle, ardından koş!”dedi. Adam “ Be
ahmak, sen ne söylüyorsun?
Ben onu tutmuşum.
Sen bağırınca koy verdin. Sen bir eşekmişsin meğerse. Bense seni adam
sandım. Bu ne herze, bu ne hezeyan? Ben kendisini tutmuştum, ayak izini
ne yapayım?” dedi. Sen bir hilebazsın, yahut aptalın birisin. Hatta
belki de hırsızın ta kendisisin ve bu işi de mahsus yaptın. Öbürü “ Ben
ayak izini gösteriyorum. İşin haki katından agahım” dedi. Adam dedi ki:
“Sen ya düzenbazsın, ya ahmak, belki de hırsızın ta kendisisin de işi
biliyorsun.
Ben hasmımı çeke,
çeke yakalamak üzereydim. İşte ayak izi diye sen koyuverttin. Sen
cihetten bahsediyorsun, bense cihetlerden çıkmış, kurtulmuşum. Vuslatta
delil ve alamet olur mu?” sıfatlarla perdelenmiş olan kişi, ancak sıfat
görür. Zatı kaybeden kişidir ki sıfatlarda kalır. Oğul, Tanrıya
ulaşanlar, zata gark olmuşlardır. Artık onlar sıfatlara nazar ederler
mi? Başın ırmağın dibinde oldukça renge bakabilir misin? Suyun rengine
bakmak için dipten çıktın mı?
Güzel bir halıyı
bırakmış, köhne bir kilimi almış olursun. Avamın ibadeti, havasın
günahıdır. Avamın vuslatı bil ki havsın hicabıdır. Padişah bir veziri
muhtesip yapsa onun dostu değildir, düşmanıdır. Mamafih o vezir belki
suç işlemiştir. Böyle birden bire muameleyi değiştirmek elbette sebepsiz
olamaz. Çünkü önce muhtesip olan kişiye baht ve devlet nasip olmuş
demektir. Fakat önceden padişaha vezir olanı sonra muhtesip yapmak kötü
bir iş yaptığından olabilir.
Fakat padişah,
seni eşikten huzuruna çağırmış sonra tekrar eşiğe sürmüşse, şüphe
etmeksizin bil ki bir suç ettin. Bilgisizlikle cebre yapışır. Kısmetim
buymuş dersen neden önce o devlet kısmetin olmuştu? Bilgisizlikle kendi
kısmetini kendin teptin. Halbuki ehil olan kişi kısmetini artırır. |