Birisi, kızgınlıkla anasına hançerleyerek, döverek öldürdü. Biri ona “
Huyunun kötülüğü yüzünden ana hakkını gözetmedin. Çirkin herif, ananı
neden öldürdün! Niye söylemiyorsun, o sana be yaptı ki?” dedi. Adam “
çok ayıp bir iş işledi,bende onu öldürdüm. Ayıbını toprak örtsün” diye
cevap verdi. Kınayan “Be adam, ananı öldüreceğine o kişiyi
öldürseydin”deyince dedi ki: “her gün başka birisini mi öldüreyim?
Onu
öldürdüm, halkın kanına girmekten kurtuldum, halkın boğazını boğazını
keseceğime onu boğazladım, bu daha iyi!” O kötü huylu ana, fesadı her
tarafta zahir olan nefsindir. Her an onun için bir azize kastedip
duruyorsun; kendine gel, onu öldür! Onun yüzünden bu güzel dünya sana
dar geliyor. Onun yüzünden Tanrı ile de savaşıyorsun, halkla da.
Nefsini
öldürürsen özür serdetmeden kurtulursun, ülkede hiçbir düşmanın olmaz.
Bir kimse peygamberlerle velileri düşünüp sözümüzden şüpheye düşer.
“Peygamberlerin nefisleri helak olmamış mıydı? Onların neden düşmanları
vardı, onlara niye haset ediyorlardı?” derse, Ey doğru söz arayan,
kulağını aç!
Bu
şüpheye, bu tereddüde vereceğimiz cevap şu: O münkirler kendilerinin
düşmanlarıydı; onlar kendilerini yaralıyorlardı. Düşman, ona derler ki
cana kastetsin. Kendi kendisine can çekişene düşman demezler.
Yarasacağız, güneşin düşmanı değildir, hicaba girmiş,kendi kendisine can
çekişene düşman olmuştur. Güneşin ziyası onu öldürür; fakat güneş,
yarasanın zahmetini hiç çeker mi, yarasa güneşe bir kötülükte
bulunabilir mi?
Düşman ona
derler ki ondan bir azap,bir eziyet gelsin; kabiliyeti olan taşın güneş
tesiriyle lal olmasına mümanaat etsin! Halbuki kafirlerin hepsi de
peygamberlerin cevherlerindeki ziyadan kendilerini men ederler.! Halk
nasıl olur da o tek kişinin gözüne perde olur? Bilakis kendi gözlerini
kör eder, kendi gözlerini kötü bir hale sokarlar.
Efendisiyle inada girişip kinlenerek kendisini öldüren Arap köle gibi!
Köle, sahibine ziyan vermek için kendisini damdan baş aşağı yere
atar,helak olup gider! Hasta, doktora düşman olmuş; çocuk, kendisini
terbiye edene düşmanlık beslemiş;( zarar kime?)! Hakikatte hasta da
çocuk da kendi yolunu vurmakta, kendi akıl ve canının yolunu
kesmektedir. Bez yıkayan, güneşe kızar;balık, denize hiddet ederse,Bir
bak,ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır?
Tanrı seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem
huyu çirkin olma!
Ayakkabın
olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa dört boynuzlu olma! Sen “
Ben filan kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye
haset ediyorsun ama, Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp.
Hatta bütün aşağılıklardan daha beter! Şeytan da aşağı olmadan arlandı,
bunu ayıp telakki etti de kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü.
Hasedinden
yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı. Ebu cehil,
Muhammet’e uymaya utandı,hasedinden kendisini yüceltmeye,ondan yüksek
olmaya çalıştı. Adı Ebül Hakemdi Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler
vardır ki haset yüzünden na ehil olup kalmışlardır. Ben bu çalışıp
çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim. Fazileti,
mahareti,hüneri bir tarafa bırak.
Bu yolda
hizmet ve iyi huy işe yarar. Tanrı,mihnet ve ıstıraplarla hasetler
meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti. Çünkü Tanrıdan kimse
arlanmaz, Tanrıya kimse hasedetmez. Fakat, halk, Peygamberi de kendisi
gibi bir adam sanır, o yüzden ona hasededer. Fakat peygamberlerin
büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse hasededemez, ona herkes
uyar. Şu halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır, bu sınama
kıyamete kadar daimidir. Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin kalbi
sırçadansa sınmıştır.
İşte diri
ve faal imam, o velidir, ister Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan!
Ey yol arayan, Mehdi de odur, Hadi de o. Hem gizlidir hem senin karşında
oturmakta. O, nura benzer; akıl onun Cebrail’idir. Ondan aşağı olan veli
de onun kandilidir.
Bu
kandilden daha aşağı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir.
Nura mertebe bakımından dereceler vardır. Çünkü Tanrı nurunun yedi yüz
perdesi vardır. Nur perdelerini bu kadar kat bil1 Her perdenin ardında
bir kavmin durağı var. İmama kadar bu perdeler saf saftır.
Son
saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül
edemez. Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön
saftakilerin nuruna takat getirmez. İlk saftakilerin hayatı olan
aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir. Şaşkınlıklar yavaş, yavaş
azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir. Demiri, yahut
altını saf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?
Ayva ve
elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir
hararet isterler. Halbuki o hararet, o, şuleler, demir için kafi
değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister. O demir
meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde
kıpkırmızı bir hale gelir, ondan hoşlanır. Bu çeşit fakir, ateşin
vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına
kadar girer. Fakat su ve su oğulları, hicap olmaksızın, bir vasıta
bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına
mazhar olurlar.
Ayağa
yürümek için nasıl ayakkabı lazımsa bunlara da ateşten feyz almak için
bir tencere; yahut tava lazımdır. Yahut da ortada bir yer gerektirir ki
hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun. Fakir ona derler ki
şulelerle vasıtasız rabıtası vardır. Hakikatte alemin gönlü odur. Çünkü
ten (gibi olan aleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan
cihan), bu gönül yüzünden işe yarar. Gönül olmasa ten, konuşmayı ne
bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar? Demek ki şulelerin
nazargahı o demirdir. Şu halde Tanrının nazargahı da gönüldür, ten
değil! Sonra bu cüzi olan gönüller de hakiki maden olan gönül sahibinin
gönlüne nispetle ten gibidir. Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah
ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.
Bu suretle
iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte
bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından,ihtiyarım
elimde bulunmadığından. Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun
eli ancak kapıya varır. |