Bilginin iki
kanadı vardır, şüpheninse tek. Zan noksandır, uçmaz. Tek kanatlı kuş,
çabucak baş aşağı düşer. Sonra uçmaya savaşır ama ya iki adımlık bir
yer aşabilir, ya birazcık daha fazla. Şüphe kuşu düşe kalka ümit
yuvasına tek kanatla uçmaya savaşır. Fakat şüpheden kurtuldu da bilgi
sahibi oldu mu o tek kanatlı kuş,iki kanatlı kesilir. Kanatlarını
açar.
Ondan sonra
yüzüstü, eğri büğrü değil, doğru yolda güzelce uçur gider. Cebrail
gibi iki kanatlı şüphesiz, hilesiz, kıylı kalsiz uçar. Bütün alem, ona
“ Sen Tanrı yolundasın, dinin doğru” dese. O onların lafına güvenmez,
o sözlerden gururlanmaz, onun tek canı, onlara çift olmaz.
Yahut herkes “
Sen yol azıtmışsın, kendini dağ sanıyorsun ama bir saman çöpüsün sen”
dese, bir zerre bile hayale düşmez, azıcık olsun kınayanların
kınamasından elem duymaz.
Bir mektebin
talebesi, hocalarından bıkmışlar, çalışıp çabalamadan usanmışlardı. Ne
yapıp yaparak bir iş becermek, bu suretle de muallimi derde düşürmek
için birbirleriyle görüşüp danıştılar. “ Hoca hiç hastalanmıyor ki
birkaç günceğiz olsun mektebe gelmesin de rahat kalalım.
Bir hapisten bu
darlıktan, bu çalışıp çabalamadan kurtulalım. Mermer kaya gibi yerinde
durup duruyor” dediler. İçlerinden birisi, en zekileriydi. Bir tedbir
düşündü. “ Hocam, nasılsın, neden böyle benzin sararmış? Hayır ola,
rengin kaçmış senin bu ya hava çarpmasından, ya sıtmadan derim.
Hoca, elbette bu
sözden biraz olsun vehme düşer. Sen de bu çeşit sözlerle bana yardım
edersin kardeşim. Mektebin kapısından içeri girer girmez, “ Hayır ola
hocam, bu halin ne” dedi. Vehmi biraz daha artar, akıllı adam bile
vehimle delirir gider. Üçüncü, dördüncü, beşinci sözler, acıklanırlar.
Otuz çocuk da
hep bu sözü söylerse adamı iyice vehim kaplar, iş olur biter” dedi.
Çocukların hepside “ Aferin zeki çocuk, bahtın daima yaver olsun,
Tanrı sana yardım etsin” dediler. Birleşip hiç birisinin bu kavilden,
bu karardan dönmeyeceklerine ait kuvvetlice ahdettiler. Sonra o zeki
çocuk, içlerinden kimsenin bunu söylememesi için hepsine yemin
ettirdi.
O çocuğun bu
tedbiri, hepsinin tedbirinden üstün olmuştu, onun aklı, bütün
çocukların aklından ileriydi. Güzellerin bazıları, nasıl bazılarından
üstün, bir kısmı da öbürlerinden aşağıysa insanların akılları da
fazla, yahut eksiktir. Ahmed, “ Erlerin güzelliği, dillerinin altında
gizlidir” mealinde bir söz söyledi.
Akıllardaki
aykırılık, yaratılıştadır. Bu hususta Sünnilerin sözünü dilemek,
onların hükmünü kabul etmek gerek. Bu hüküm itizal ehlinin sözlerine
aykırıdır. Onlar, “ Akıllar yaratılışta aynı derecededir. Tecrübe ve
öğreniş, aklı çoğaltır, azaltır, bu suretle bir adam, öbüründen daha
bilgili olur” derler.
Bu söz batıldır.
O zeki çocuk, herhangi ir meslekte tecrübe sahibi değildi ya. Fakat o
küçük çocuk, öyle bir tedbirde bulundu ki yüzlerce tecrübe sahibi
ihtiyar, o tedbirinin kokusunu bile alamadı. Zaten yaradılışta olan
üstünlük, çalışıp çabalama, düşünüp taşınma ile elde edilen
üstünlükten elbette iyidir. Sen söyle, tanrı vergisi mi daha iyi,
yoksa topal eşeğin rahvan atı taklidi mi?
Ertesi gün oldu.
Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler. Hepsi de dışarıda bu fikri
ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı. Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu.
Baş, daima ayağın reisidir. Ayağı çekip götüren baştır. A mukallit,
gök nurunun bir kaynağı olan kişiden üstün olmayı isteme.
Çocuk geldi,
hocaya, selam verip hocam, hayır ola, benzin sararmış” dedi. Hoca
“Hasta filan değilim, saçmalama geç yerine otur” dedi. Dedi ama
hatırına da bir vehim tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir
endişedir düştü. Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince o
vehim arttı. Böyle, böyle arttıkça arttı. Haline şaştı kaldı, hasta
olduğuna hükmetti.
Kadın, erkek,
çoluk, çocuk halkın secde etmesi de Firavunun gönlüne tesir etti,
hastalandı. Herkes ona Allahsın, padişahsın dedikçe vehimlendi, bu
vehimleşti öyle bir dereceye geldi ki, Tanrılık, davasında yiğitleşti,
ejderha kesildi, doymak nedir bilmez oldu! Aklı cüzinin afeti
vehimdir, zandır.
Çünkü onun
vatanı karanlıklar diyarındadır. Yerde yarım arşın enlikte bir yol
olsa insan, hiç vehimlenmeden rahatça yürür. Fakat yüksek bir duvarın
üstünde gitsen yolun genişliği iki arşın olsa yine eğri büğrü
gidersin. Hatta gönlüne düşen vehim yüzünden belki de düşersin.
Vehimden gelen korkuya iyice dikkat et de vehimin kötülüğünü anla.
Hoca vehimden
korkudan hastalandı. Yerinden sıçrayıp kalktı, kilimini başına örttü.
“ Zaten sevgisi az, ben u halde, olduğum halde halimi sormadı bile.
Renginin solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber bile vermedi. Bana
kastediyor., benden kurtulmaya yol arıyor.
Kendi
güzelliğinden kendi cilvesinden kendisi sarhoş olmuş. Benimse haberim
bile yok. Halbuki leğenim, damdan düşmüş, rüsvay olmuş gitmişim” diye
karısına kızgın bir halde, evine gelip kapıyı şiddetle açtı.
Çocuklarda hocanın ardından geliyordu. Karısı : “Hayır ola, erken
geldin. Allah esirgesin, başına kötü bir şey gelmesin de” dedi.
Hoca dedi ki. “
Kör müsün sen? Bir benzime, bir halime baksana Yabancıların bile
derdimle dertleniyor, feryada geliyor. Sen evimin içinde olduğun halde
bana düşmanlığından, bana karşı münafıklıkta bulunduğundan yanıp
yakıldığımı, görmüyorsun bile”
Kadın, “ A
hocam, senin bir şeyin yok. Bu endişen manasız ve saçma bir vehimden
ibaret” dediyse de, “ A kahpe inat mı ediyorsun? Halimde ki
kırgınlığı, tir, titrediğimi görmüyor musun? Körsen benim ne cürmüm
var? ben kendi derdime düştüm, bu gussadan perişan bir haldeyim zaten”
dedi. Kadın “ Hocam, ayna getireyim de bak. Benim bir suçum var mı?
Yalan söylüyor
muyum, anla” dediyse de hoca, “ Git, aynan da batsın, sen de bat.
Zaten daima buna buğzetmede, daima bana kin gütmede, benimle inat edip
durmadasın sen. Yatağı yay, yorganı getir ben yatayım hele başım
ağırlaştı” dedi. Kadın biraz duraklayınca “ Hadi behey düşman senin
layığın bu laf, durmasana” diye bağırmaya başladı.
Kocakarı, yatak
yorgan getirip döşedi. “ İçi vehim ateşiyle dolu, imkan yok. Bir şey
söylesem beni itham edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık sahiden
hastalık haline gelecek. Kötüye yorma, vehimlenme, insanı hiçbir
hastalığı yokken hasta eder. Kabul edilmesi farz olan Peygamber
hadisidir bu: hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz sahiden
hastalanırsınız.
Hasta değilim
desem, bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var. beni evden
atacak sonra da ne kötülükte bulunacaksa bulunacak diyebilir” dedi.
Hoca yorganını çekip uzandı, ahlayıp puflamaya, inim, inim inlemeye
başladılar. “ Bunca işler işledik, bunca düzenler düzdük; yine de
zindandayız. Kurduğumuz yapı, kötü yapıymış, biz de kötü kurucular!”
diyorlardı.
O zeki çocuk, “
Arkadaşlar, dersinizi bağıra, çağıra okuyun” dedi. Hepsi birden
bağıra, , bağıra okumaya başlayınca dedi ki. “ Çocuklar, bizim
bağırmamız hocaya fena gelir. Bu gürültü hocanın baş ağrısını
fazlalaştırır. Bu dert, bir kuruşa değer mi? Hoca doğru söylüyor,
başımın ağrısı fazlalaştı. Hadi gidin!” dedi.
Çocuklar, yeri
öpüp “ Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler. Mektepten
fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular. Anneleri
kızarak “Bu gün mektep var. sizse oyuna dalmışsınız” dedi. Özür
getirip dediler ki: “ Dur hele anne, suç bizim değil, bizim
kabahatimiz yok. Nasılsa hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi”
Anneleri dedi
ki. “Hile , düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz. Hele
sabah olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim”
çocuklar, “ Peki, git de doğru mu söylüyoruz, yalan mı, anla” dediler.
Sabah olunca
anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir
hastalığa tutulmuş, yatmakta. Fazla örtündüğü, başını bağladığı,
yüzünü kapattığı için kan-tere batmış. Hafif, hafif ah etmekte. Hepsi
La havle demeye başladılar. “ Hayrola hocam, bu baş ağrısı ne? Allah
sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yok” dediler.
Hoca” Benim de
haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte, ben çalışıp
çabalıyor, kıylı kaalle meşgul bulunuyordum, haberim bile yoktu.
Meğerse içimde dehşetli bir hastalık varmış” dedi. İnsan bir işe
ciddiyetle koyuldu mu hastalığını göremez, körleşir.
Mısır kadınları
da Yusuf’un güzelliğine daldılar, haberleri bile olmadı da, ellerini
paramparça ettiler. Hayrete düşen ruh, ne önü görür, ne ardı! Nice
babayiğit erler vardır ki savaşta elleri, ayakları kesilir de, yine
savaştan el çekmez, kendini sağlam sanırlar. Fakat sonradan görür ki
el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile yok!
Bil ki bu ten,
elbiseye benzer, yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma.
Ruha Tanrıyı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak
var. rüyada el ayak görür, bir şey alır bir yere gider, birisiyle
görüşür, konuşursun ya onu hakikat bil saçma zannetme. Sen bedensiz
bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma