Küçücük bir çocuk olan İsa’yı
dile getirip konuşturan, Meryem’in derde düşüp niyaz etmesidir.
Meryem’in cüzü olan İsa, Meryem’in diliyle değil kendi diliyle onun
yerine söz söyledi. Senin cüzünün cüzü de gizlice söz söyler durur. A
kişi elin ayağın sana şahit olur. Niceye bir münkirliğe el sunacak
ayak atacaksın.
Anlatılanı anlamaya,söyleneni
dinlemeye liyakatın yoksa söz söyleyenin söyleme kabiliyeti seni görür
anlar yatar uyur. Arayan aradığını bulsun diye yerden ne biterse
ihtiyaç sahibi için biter. Tanrı, gökleri yarattıysa ihtiyaçları
gidersin diye yarattı. Nerede dert varsa deva oraya gider, nerede
yoksulluk varsa nimet oraya varır.
Müşkül neredeyse cevap
oradadır, gemi neredeyse su orada! Suyu az ara, susuzluğu elde et de
sular yukardan da coşsun, aşağıdan da fışkırsın! Boğazcağızı nazik
yavrucak doğmasaydı onu besleyecek süt nasıl olur da memeden akardı?
Yürü bu inişlerde bu yokuşlarda koş da susa, hararetlen!
Ey ulu er, ondan sonra
havadaki arı ( gibi) bulutlardaki ırmakların sesini iç! İhtiyacın
otlardan, sebzelerden az mı ki suyun önünü keser, sebzelere akıtırsın.
Suyun kulağını çeker, kurumuş nebatlar yeşersin, gelişsin diye o
tarafa yürütürsün. Cevherleri gizli olan can ekinleri içinde Kevser
suyuyla dolu rahmet bulutları var. susuz kal, susa da sana “Onları
Rableri sular” hitabı gelsin. Tanrı doğrusunu daha iyi bilir!
Yine o köyden bir kafir
karısı Peygamberi sınamak için koşa,koşa eşeğiyle beraber yanına
geldi. kucağında da iki aylık bir çocuk vardı. Çocuk Peygambere “
Tanrı sana selam söyledi. Ya Rasullallah, sana geldik işte” dedi.
Anası kızgınlıkla “ Sus be , bu şahadeti kulağına kim üfürdü? A
yumurcak, bunu sana kim söyledi de böyle dilin açıldı, söyleyip
duruyorsun?” dedi.
Çocuk dedi ki: “ Evvela
Allah, sonra da Cebrail ben, bu sözde Cebrail’e ahenk uyduruyorum.”
Kadın “ nerede Cebrail?” deyince çocuk dedi ki. “ Nah, başının
üstünde. Görmüyor musun? Kafanı kaldır da bir yukarıya bak! Cebrail
başının üstünde duruyor; bana yüz çeşit delil olmakta!”
Kadın “ Sahi görüyor musun?”
dedi. Çocuk dedi ki. “ Evet başının üstünde ayın on dördü gibi
durmakta. Bana Peygamberi vasfediyor. Beni bu suretle bu
aşağılıklardan yüceltmede!” sonra Peygamber, “ Ey süt emer yavru adın
ne? Hadi bunu da söyle de sonra anasının isteğine uy, sus” dedi.
Çocuk” Adım Tanrı yanında
Adülaziz, fakat bu bir avuç edepsize göre Abdül Uzza! Halbuki ben sana
bu peygamberliği veren Tanrı hakkı için Uzza’dan usanmışım, beriyim!”
dedi. İki aylık çocuk ayın on dördü gibi parlamış, baş köşeye geçen
bilgi sahipleri gibi yetişmiş kişilere ders veriyordu.
Bu ırada çocuğun burnuna da,
anasının burnuna da cennetten kafuru kokusu geldi. her ikisi de
yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kafir oluruz korkusuyla bunu
söylediler ve bu kokuyu duya, duya can verdiler. Birisini Tanrı överse
ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!
Birisini koruyan Tanrı olursa ona kuş da gözcü bekçi kesilir, balık
da!
Tam bu sırada Mustafa,
yücelerden ezan sesini duydu. Aptes tazelemek üzere su istedi. O soğuk
suyla elini, yüzünü yıkadı. Ayaklarını da yıkayıp pabuçlarını giymek
üzereyken bir kuş gelip pabucunun bir tekini kapıverdi. O güzel sözlü
Peygamber tam pabucu eline almışken tavşancıl pabucunu elinden
kapıvermişti.
Kuş yel gibi havalandı,
pabucu tersine çevirdi. İçinden bir yılan düştü. Kapkara bir yılandı
tavşancıl, bu hareketiyle Peygambere iyilik etmek istemiş Tanrı
inayetine sebep olmuştu. Kuş sonra pabucu getirip “ Buyur namaza git”
diye Peygamberin önüne koydu. Adeta “ Bu küstahlığı zoraki yaptım,
yoksa benim de edep ağacından bir dalcağızım var, ben de hadimce edep
erken nedir bilirim” diyordu.
Vay o kişiye ki küstahça adım
atar, nefsine uyar da lüzumsuz fetvalar verir. Peygamber, şükretti de
dedi ki: “ Biz bunu cefa sanıyorduk halbuki vefanın ta kendisiymiş!”
papucumu kaptın, aklım karıştı, canım sıkıldı, sen beni gamdan
kurtarıyormuşsun, bense gama düşmüştüm.
Tanrı bize bütün gaypları
gösterdi ama o sırada gönlüm, kendimle meşguldü!” tavşancıl “ Sen
gafil olmazsın, bu senden uzak Ey Mustafa, benim gaybı görmem de
sendeki bilginin aksinden! Havadayken pabucun içindeki yılanı görmeme,
kendimden değil, senden aksetti bu bana” dedi. Nurlu kişinin aksi de
aydındır. Zulmette kalanın aksiyse baştanbaşa külhan kesilir. Tanrı
kulunun aksi tamamıyla nurdur, yabancının aksiyse tamamıyla körlük! Ey
can, herkesin aksi nedir, bunu bil. Dilediğin kişinin yanında otur!
Ey can o hikaye Tanrı hükmüne
razı olasın diye sana ibrettir. İbret al da kötü bir işe düşünce
aklını başına devşir, ye’se düşme hüsnü zanda bulun! Başkaları, o
hadiseden korkup sapsarı kesilse bile sen aldırış etme. Fayda
zamanında da ziyan zamanında da gül gibi gülmeye bak! Gülün
yapraklarını birer, birer koparsan da yine gülmeyi bırakmaz, yine
sokup gamlanmaz.
Bir dikenden niçin gama
düşeyim? Zaten bu gülmeyi diken yüzünden buldum der. Takdir yüzünden
kaybettiğin şeyler muhakkak senden belayı giderir. Bunu böyle bil!
Tasavvuf nedir diye bir uluya sordular da dedi ki: Sıkıntı zamanı,
gönülde neşe ve ferah bulmak! Tanrının verdiği mihnet ve cefayı da
Peygamberin pabucunu kapan tavşancıl say.
Tavşancıl, Peygamberin
ayağını yılan sokmasın diye pabucu kaptı, yoza toprağa bulanmış akla
ne mutlu! Tanrı “ Kaybettiğiniz şeylere eseflenmeyin hatta kurt gelse
de keçinizi yese bile” buyurdu. O bela daha büyük belaları defetmek o
ziyan daha dehşetli ziyanları men etmek içindir